Bozcaada Turizmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bozcaada Turizmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2012 Çarşamba

Bir Trajedi, Bir Komedi



Yukarıdaki linkte, Herkül Millas’ın “Dostların Zararlı Yanı” adlı güzel bir makalesini bulacaksınız.
“”Azınlıkların bazı dostları bazen zararlı olabiliyor. Kaş yapalım derken göz çıkarıyorlar. Bu dostlar iyi niyetle davranıyor olabilir; ama söz konusu olan niyet değil, bazı sonuçlardır. Batı Trakya ve İstanbul’da yaşayan Müslüman ve Rum (veya isterseniz, Türk ve Yunan) azınlıklarının böyle dostları var…” diye başlıyor makale.
“Azınlıklarla ilişkiler” kavramının içini Millas makalesinde kendi deneyimlerinin de hissedildiği ama daha çok analitik, akılcı ve serinkanlı değerlendirmeleriyle dolduruyor.
Makalenin eleştirisinden çok çağrıştırdıklarını ve ada deneyimleriyle günümüzdeki sadece olsa olsa hüzün veren görünümünü paylaşmak istiyorum.

Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginlik yılları…
Adadaki birçok rum aile adadan Yunanistan, Avustralya, Amerika’ya göç etmiş. Çok az aile kalmış. Bunlardan biri Meyhaneci Vasil Bey.
Dükkanını kapatmamak için direniyor ama durum nafile…
Kapının altından notlar atılıyor: “Kapat, yoksa dükkanın yanacak”
Vasil Bey meyhanesindeki pikabında İstanbul’da basılan Türkçe ve Rumca şarkılar çalıyor.
Bir gün gelip tüm plaklarına el konuluyor.
Plaklar paketlenip resmi yazı ile Ankara’ya gidiyor.
Birkaç ay sonra “muhtevaları mahsurlu değildir” yazısı ile geri geliyor plaklar…
Meyhanedeki plakların “muhtevası” ne olacaksa…
Olsun, plaklar Rumca ya…
İhbar eden de, işlem yapan da, gönderen de, geri teslim eden de o dönem meyhanenin yerli, adalı “müşterileri”.

Gelelim günümüze…
Bu yaz neredeyse tüm meyhanelerinde Bozcaada’nın Rumca şarkılar çalıyordu… Rum Vasil Bey’in Rumca çaldığı plakları ihbar edenlerin, işlem yapanların, kızanların Türk çocukları ya da torunlarının meyhanelerinde…
Tıpkı “ne işi var bu gavurların burada gitsinler” diyenlerin bugün adadaki Rumlarla eskiden ne kadar iyi ve kardeşçe geçindiklerini ağzı açık dinleyen birilerini bulduklarında anlatmaya bayıldıkları gibi bu da kader olsa gerek…
Müzikler bir yana, adadaki işletmelerin adlarına baktığınızda kendinizi arkeoloji müzesinde zannediyorsunuz…
Her köşede antik çağdan fırlamış bir tanrı ya da dinsel kahraman ile karşılaşıyorsunuz…
Adonisler, Apollonlar, Kaikiaslar…
Ya da Aya Yorgi Evleri tabelaları ile…
Sorduğunuzda ne eskiden ne şimdi bu yerlerin adları ile ilgileri yok.
Thasos ya da Limni adasında “Bilge Kaan”, “Cengiz Han” “Asena” ya da  “Hz. Hamza” isimli işletmelere rastlamanız kadar garipsenecek bir durum…
“Tavernamsı” meyhane - restoranlarda çalınan Rembetiko’lar göçün, savaşların, kayıpların, ayrılıkların acılarını anlatırken özendikleri tavernalar gerçekte bir eğlenme yeridir aslında… Arada bir çalınan Türkçe sözlü Yunanca ya da Yunanca sözlü Türkçe “şıkıdım şıkıdım” havalarla o açık da kapatılıyor nasılsa müşterilerin “havasına göre”…

Tüm bunlara trajedi mi, komedi mi denilebilir, karar veremiyorum.
Her iki halin de, bir dram olduğu kesin.  

2 Ekim 2012 Salı

Böyle bir Bozcaada...



Aşağıda, Yavaş Şehir gerekliliklerini içeren koşullar yer almaktadır. 

Koşulları incelediğinizde aslında bunların bir kent yönetim modeli ve anlayışına işaret ettiğini görüyorsunuz. 

Bozcaada'daki mevcut kent yönetim modelinden farkı, insan odaklı olmasıdır.

İnsandan kasıt, o şehirde mukim, o şehirde yaşayan insan'dır.

Bir şehirde yaşayan insanları ve ihtiyaçlarını "yok" varsayıp  "kazanç" ya da "turist" öncelikleriniz haline geldiğinde söz konusu olan şey artık bir şehir değil, bir "tatil köyü"dür. 

Bozcaada'nın taşıdığı doğal, fiziki, sosyal, tarihi ve kültürel potansiyeli düşündüğünüzde yavaş şehir modelinin öngördüğünden çok daha fazlasına sahip olduğunu söyleyebilirsiniz. Hatta bazı alanlarda bu modelin geliştirilmesin katkı sağlayacak özellikler taşımaktadır.

Ama ne yazık ki mevcut haliyle modelin gerekliliklerini karşılamaktan oldukça uzak bir odaklanmanın sonuçları olan uygulamalar içerisinde...

Lafı uzatmayalım. 

İsterseniz bu koşulları okuyup kendiniz karar verin...

Mükemmeliyet Koşulları

Çevre Politikaları

1.    Hava, su ve toprağın kalitesinin, yasa tarafından belirtilen parametrelerde olduğunun belgelenmesi.

2.    Kentsel çöp ve özel atıkların ayrıştırılarak toplanmasının teşvik edilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik projeler.

3.    Endüstriyel ve evsel kompostlamanın teşvik edilmesi ve yaygınlaştırılması.

4.    Kentsel ya da toplu kanalizasyon için, atık su arıtma tesisinin bulunması

5.    RSU ve biyokütlelerden ısı üretilmesi ve özellikle alternatif enerji kaynaklarının (yenilenebilir enerji, yeşil hidrojen, mini hidroelektrik santral) kullanılması yoluyla enerji tasarrufu yapılmasına yönelik belediyenin planı.***

6.    Genetiği değiştirilmiş ürünlerin (GDO) *** tarımda kullanılmasının yasaklanması

7.    Reklam Ticari tabelalar ve trafik işaretlerinin düzenlenmesine dair belediyenin planı.

8.    Elektromanyetik kirliliğin kontrolü için sistemler geliştirilmesi.

9.    Gürültü kirliliğinin azaltılması ve kontrolü için program yapılması.

10.    Işık kirliliğinin kontrolü için sistemler ve programlar oluşturulması. ***

11.    Çevre yönetimi sistemlerinin benimsenmesi (EMAS ve ECOLABEL ya da ISO 9001; ISO 14000, SA 8000 ve Gündem 21 projelerine katılım). ***


Altyapı Politikaları

1.    Tarihi merkezlerin ıslahı ve iyileştirilmesi için planlar ve/veya kültürel ve tarihi değerler üzerine çalışmalar yapılması.

2.    Güvenli ulaşım ve trafik için planlar yapılması

3.    Okullar ve kamu binalarına bağlanan bisiklet yolları.

4.    Özel taşıtlar yerine uygun alternatif taşıma ve trafiğin toplu taşım araçları ve yaya alanları ile bütünleştirilmesi için (toplu taşımla bağlantılı ilave kentsel araba park alanları, yürüyen merdivenler, yürüyen bantlar, teleferik, bisiklet yolları, okullar, işyerleri ve benzerlerine erişim sağlayan yaya güzergâhları) planlar yapılması. ***

5.    Kamusal ve kamuyla ilgisi olan alanların engelliler için erişilebilir olması, mimari engellerin kaldırılması ve teknolojilere erişimin sağlanmasını garanti altına almak üzere altyapıların teşvik edilmesi. ***

6.    Aile yaşantısına ve yerel aktivitelere (eğlence, spor aktiviteleri, okul ve aile arasında bağ oluşturmayı amaçlayan aktiviteler, yaşlılar ve kronik hastalar için evde yardımı da kapsayan yardım çalışmaları, sosyal tesisler, belediye çalışma saatlerinin düzenlenmesi, umumi tuvaletler) yardımcı olacak programların teşvik edilmesi. ***

7.    Tıbbi yardım merkezi mevcudiyeti

8.    Vasıflı yeşil alanların ve hizmet altyapılarının (yeşil alanların birbiriyle bağlantıları, oyun sahaları, vb.) mevcudiyeti

9.    Ticari malların dağıtımı ve “doğal ürünler için ticari merkezler” oluşturulması için plan hazırlanması.

10.    Mağaza sahipleriyle, zor durumda olan vatandaşlarla ilgilenme ve yardım etme üzerine mutabakat sağlanması: “dost mağazalar”.

11.    Bozulmakta olan kentsel alanların ve şehrin yeniden kullanılmasına yönelik projelerin iyileştirilmesi.

12.    Kent tarzının yeniden yapılandırılması ve iyileştirmesi için bir program. ***

13.    Kentin tanıtımında kullanılan bilgilendirme ofislerinin, U.R.P. (kentsel yenilenme programı) işlevlerinin, Cittaslow tanıtım/bilgi ofisiyle bütünleştirilmesi. ***


Kentsel Kalite için Teknolojiler ve Tesisler

1.    Biyomimari için büro ve biyomimarinin teşvik edilmesi yönündeki bilgilendirme projesi için görevlendirilen personelin eğitimi için programlar ***

2.    Şehri, fiber optik kablolar ve kablosuz sistemler için teçhiz etmek.

3.    Elektromanyetik alanları izleme sistemlerinin benimsenmesi.

4.    Kentin çevresi ve peyzajıyla uyumlu çöp tenekeleri bulundurulması ve çöplerin belirli zamanlarda toplanması.

5.    Kamu ve özel alanların çevreyle uyumlu bitkilerle, tercihen bahçe peyzajı kriterlerine uygun yerel bitkilerle, bitkilendirilmesi için teşvik edilmesi ve programlar oluşturulması.

6.    Vatandaşlara götürülen hizmetler (belediye hizmetlerinin internet vb. üzerinden duyurulması, vatandaşlar için internet tabanlı bir belediye ağı oluşturulması ve vatandaşların bu ağı kullanmaları yönünde eğitilmeleri) için planlar yapmak.

7.    Özellikle gürültülü alanlarda gürültünün kontrol edilmesi için plan.

8.    Kentte kullanılan renklerle ilgili plan hazırlamak.

9.    Elektronik evden çalışmanın (telework) teşvik edilmesi.


Yerel Üretimi Korumak

1.    Organik tarımın geliştirilmesi için projeler. ***

2.    Esnaf ve zanaatkârlar tarafından üretilen ürünler, eşyalar ve el sanatlarının kalitesinin belgelendirilmesi. ***

3.    Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan esnaf ve zanaatkârların ve/veya el işi ürünlerinin korunması ve himayesine yönelik programlar. ***

4.    Yok olma riskiyle karşı karşıya olan geleneksel çalışma ve meslek yöntemlerinin himayesi. ***

5.    Organik ürünlerin ve/veya yerli ürünlerin kullanılması ve restoranlar, okul kafeteryaları ve korunan yapılarda yerel geleneklerin muhafaza edilmesi ***

6.    Slow Food hareketiyle işbirliği içerisinde okullarda tat ve beslenme konusunda eğitim programları hazırlamak ***

7.    Yok olma riski altında olan şarap ve gastronomik yavaş yemek çeşitleri için, aktivitelere destek olmak. ***

8.    Yöreye özgü ürünlerin tespit edilmesi ve bu ürünlerin ticarileşmesi için destek olunması (pazarların ve marketlerin yerel ürünlerin satışı için düzenlenmesi, uygun mekanların oluşturulması). ***

9.    Şehirdeki ağaçların sayımının yapılması ve büyük ya da “tarihi ağaçların” değerinin arttırılması.

10.    Yerel kültürel etkinliklerin korunması ve teşvik edilmesi. ***

11.    Kent ve okul bahçelerinde geleneksel yöntemlerle yerel ekinler yetiştirilmesi için teşvik edilmesi.

Misafirperverlik

1.    Turist bilgisi ve nitelikli misafirperverlik için eğitim kursları.***

2.    Turistik güzergâhlarıyla tarihi merkezlerin ve turistik yerlerin işaretlenmesinde uluslararası işaretlerin kullanılması. ***

3.    Ziyaretçilerin özellikle takvimlendirilmiş etkinlikler için şehre yaklaşımlarını ve bilgi ve hizmetlere erişimlerini kolaylaştırıcı resepsiyon yönergelerinin ve planların hazırlanması (otopark, resmi kurumların çalışma saatlerinin uzatılması/esnetilmesi, vb.).

4.    Şehrin “yavaş” güzergâhlarının düzenlenmesi (broşürler, internet siteleri, ana sayfalar vb.)

5.    Turistik işletmeciler ve mağaza sahiplerinin, ücret şeffaflığı ve fiyatların müessesenin dışında sergilenmesi gerekliliği konusunda bilinçlendirilmesi.

Farkındalık

1.    Yerel Yönetimin Cittaslow olma niyetini açıklamadan önce vatandaşların Cittaslow’un ne olduğu, amaçları ve prosedürü hakkında bilgilendirilmesi amacıyla kampanyalar düzenlenmesi ***

2.    “Yavaş” felsefesini kazanmada ve Cittaslow projelerinin uygulanmasında sosyal yapıların dâhil edilmesi için programlar hazırlanması, özellikle; eğitsel bahçe ve parklar, okuma mekanları, tohum bankası projesine katılım ***

3.    Slow City ve Slow Food faaliyetlerinin yaygınlaştırılması için programlar hazırlanması *** 

Olağanüstü Gereklilikler
-    Kentte Cittaslow kimliğini vurgulayacak kampanyalar düzenlenmesi ve Cittaslow tarafından lanse edilen şartların karşılanması (zorunlu)
-    Yavaş Yemek Komitesinin oluşturulması ve desteklenmesi (liyakat notu)
Üye şehirlerin, antetli kağıtlarına Cittaslow logosunu eklemeleri ve web sitelerine “yavaş” felsefesi hakkında içerik koymaları gerekmektedir.


Slow Food Faaliyetlerine ve Projelerine Destek

1.    Yerel bir Slow Food Convivium’unun oluşturulması.

2.    Slow Food ile işbirliği yaparak zorunlu ve orta öğretimde tat ve beslenme üzerine eğitim programları hazırlanması.

3.    Slow Food ile işbirliği yaparak okul sebze bahçelerinin kurulması.

4.    Arca veya Slow Food Merkezlerinin, yok olma riski altında olan türlere veya ürünler için bir veya daha çok  projelerinin uygulanması.

5.    Slow Food tarafından himaye edilen yerel ürünlerin kullanılması ve beslenme geleneklerinin, gıda eğitim programlarıyla birlikte, toplu gıda hizmetleri, korunan yapılar ve okul kantinleri içerisinde muhafaza edilmesi.

6.    Slow Food ile işbirliği içerisinde “Mercati della Terra” uygulamasıyla özgün yerli ürün elde edilmesinin desteklenmesi.

7.    “Terra Madre” projesinin ve yemek cemiyetlerinin ortak eşleştirme ile desteklenmesi

26 Eylül 2012 Çarşamba

"Bozcaada Nasıl Kurtulur"? ya da "Kentsel Yaşam Kalitesi"

Bozcaada'nın kentsel gelişimi binlerce yıl öncesine dayanır.  
Bu çok özel coğrafya ve çok özel Ada tarihinde bir çok badireler atlattı.
Şu anda da bir badire ile karşı karşıya...
Onu atlatabilmesi yaşayanlarının bu konudaki çabaları ve seçimlerine bağlı.
Çabaları ve seçimlerinde aklı ve bilimi ne denli temel alırlarsa Ada o denli bu badireyi de hasarsız atlatacaktır. Bu nedenle ada ile ilgili her türlü akıl ve bilimsel çaba çok değerlidir.

Sevgili Çiğdem Ayhan Kaptan'a bu nedenle teşekkür etmek gerekir. Adanın korunması ve gelişimine temel oluşturacak çok önemli çalışması sonrasında da öğrencilerini Ada ile ilgili bilimsel çalışma yapmaya teşvik ettiği için.

Ele aldığı konu yine Ada'nın gelişmesinde çok önemli bir kaldıraç oluşturabilecek ve sıçrama yaratabilecek niteliktedir: Yavaş Şehir. Sonuçlarını şimdiden merakla bekliyoruz.

Çok iyi bilmediğim bir yaklaşım olan Yavaş Şehir ile ilgili yaptığım küçük bir araştırmada karşılaştığım bir makaleyi sizlerle de paylaşmak istedim. Yavaş Şehir hareketinin arkasında yatan felsefe ve uygulamaları çok güzel özetleyen bir makale: Süleyman Demirel Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim üyesi Erkan Polat'ın  (Yrd. Doç. Dr.) makelesi. 

Birlikte okuyalım: 

KENTSEL YAŞAM KALİTESİ

Ağır Ağır Çıkacaksın Bu Merdivenlerden: Yavaş Kent Hareketi (Cittaslow)


Erkan Polat, Yrd. Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Modernitenin asli niteliklerinden birisi hıza olan ilgisi ve takıntısıdır. Her yeni teknolojik yenilik yaşamda hızın baskısını artırıyor: Hızlı çalışıyor, hızlı yolculuk yapıyor, hızlı yiyor, hızlı pişiriyor, hızlı karar veriyoruz. Bu yaşamsal hızın ivmesini azaltanlar, İtalya’dan. 1999’da temelleri atılan, bugün 134 üyesi olan bir hareketin adı “Yavaş / Sakin Kent”: Cittaslow. Türkiye’nin birliğe üye olan tek Yavaş Kenti Seferihisar. Akyaka ise Yavaş Kent olma yolunda.

Küresel süreçler yerel ölçekteki her türden yaşamı etkilemektedir, özellikle yer temelli farklılıklar ve özgünlükler belirgin biçimde kaybolma eğilimi göstermektedir. Zorla dayatılmaya çalışılan bir çeşit tektürselleştirme / homojenizasyon politikasıyla sadece yerel olan değil, ülkeler ve kıtalar arasındaki tüketim örüntüleri de giderek farklılaşmaktadır. Bu farklılaşmaya son dönemlerde ortaya çıkan yeni bir uluslararası maddeci kültür de eklemlenerek, küresel tüketim örüntülerinden beslenmektedir. Sadece mekânsal değil kamusal sosyal yaşamın da giderek zayıflamasına yol açan bu süreçler, gündelik yaşamın parçalanmasına ve hızlanmasına yol açmıştır. (1)

Bu olumsuz ve karanlık yüzüyle yaşama, mekâna ve zamana giren “hız”, geçmişteki izleri taşıyan ve anlatan zamanın ruhunu (zeitgeist) ve mekânın ruhunu (genius loci) zedelemeye başlamıştır. Günümüzün gerçekliğinde, Kundera’ya göre “Hız unutturur” ya da “İnsanlar hatırlamak için yavaşlar, unutmak için hızlanırlar.” (2) Bu hızlı dünya, kapitalizmin bir çıktısı olarak, insanları ve mekânları doğrudan etkilemektedir. Heidegger’e göre, artık “mekânın otantikliği” yıkıma uğramıştır; kentsel mekânlar artık sıradanlaşan ve “yersizleşen” bir süreçte kalitelerini ve kimliklerini de yitirmektedir. (3)

Bu karmaşık ve yitik ortamda, “yerin kültürü”nü yeniden keşfetmede, kalitelerini ve kimliklerini ortaya çıkarmada, adının tersine, insanlara farklı bir dürtü örneği ya da harekete geçirici olarak “Yavaş ya da Sakin Kent” (Cittaslow) hareketi ortaya çıkmıştır. Küresel yeni ekonomik mantıktaki ve yeni sosyal ve mekânsal yapıdaki bu farklılaşma karşısında duran ve yerel ölçekte bir “yavaş” sürdürülebilir gelişme önderi olan Yavaş Kent Hareketi, hem bir kentsel sosyal hareket, hem de bir yerel yönetişim modelidir. (4)

Hızlı Olanın Yavaşa Zorunlu Dönüşümü: Yavaş Yaşa, İyi Yaşa!
İleri sürüyoruz ki, dünyanın görkemi yeni bir güzellik tarafından yücelmiştir: Hızın güzelliği.

Fütürist Manifesto, 1909

20. yüzyıl başlarında İtalyan fütüristler “zaman ve mekân dün öldü, şimdi mutlak olanda yaşıyoruz; çünkü biz ölümsüz ve her zaman her yerde olanı (omnipresent) yarattık” derken (5), aslında endüstri devriminin hızına övgü düzüyorlardı. Modernite ve postmodernitenin çoğu kuramcısı, modernitenin bir gereği olarak bu düşüncenin karşısında yer alırken, moderniteyi “hızlanmanın tarihi” ya da “zaman-mekân sıkışması” (6) olarak karakterize ediyorlardı Sanki, bir teknolojik determinizm / gerekircilik, hızlanmayı ve çözünmeyi aynı potada eritiyordu. Bu teknoloji artık “daima” mevcuttu ama aslında günümüzde hızlı değil “kaliteli zaman” aranıyordu. (7)

Modernitenin asıl özelliklerinden birisi de, gerçekten hıza olan ilgisi ve takıntısıdır. 14. yüzyılda saat kulelerinin kent meydanına dikilmeye başlamasıyla kente giren hız olgusu, 19. yüzyıla kadar “zamanla birlikte yaşamak”ı bir yaşam biçimine dönüştürdü. Daha sonra, endüstriyel kapitalizm hızdan beslendi ve onu destekledi. Her yeni teknolojik inovasyon (demiryolu, uçak, araba, mobil telefon, internet, hatta mikrodalga) ile birlikte hızın baskısı daha da artmıştır. Küre üzerinde, insanlar artık daha hızlı çalışıyor, yolculuk yapıyor, yiyor, pişiriyor ve karar veriyor. Para metası bile daha hızlı hareket etmektedir. İnsanlığın başlangıcından endüstri devrimine dek, dünya ekonomisi bile o kadar hızlandı ki, bugün 2 trilyon Dolardan fazla bir para gün içerisinde dünyayla birlikte yer değiştirmektedir.

Hızın olumsuz getirileri de insanoğlu içindir: Stres, hipertansiyon, uykusuzluk, migren, astım ve mide rahatsızlıkları gibi. Sadece kapitalist süreçlerin bir sonucu olarak değil, doğadan kopma, kentlerin baskınlığı, kentsel yaşamın cazibesi ve kentleşmenin de bir sonucu olarak da bu konuyu tartışmak gereklidir. Modern dünyanın ruhsuzluğuna bir tür “anestezi verme” arzusu bile Kundera’nın dediği gibi, “Çağımız unutma arzusuyla dolu ve bu öyle bir arzu ki, hız şeytanını durdurmuyor”. (8)

İnsanoğlu, artık vitesi düşürme zamanının geldiğini ve nefes nefese bu hızlı koşuda soluklanmasının gerekli olduğunu ne kadar kulak arkası yapsa da, bir yerlerde bunun farkına varanlar vardır; üstelik sayıları da oldukça fazladır. Bu karmaşaya ve uzun soluklu engelli koşuya son verip, yaşamsal hızın ivmesini azaltanlar, İtalya’dan. 1999’da temelleri atılan, bugün tam 134 üyesi olan bir hareketle bu frenlemeyi yapıyorlar: “Cittaslow”. (9) Kelime İtalyancada “kent” anlamına gelen “citta” ve İngilizcede “yavaş” anlamına gelen “slow” kelimelerinden türetilmiş, İtalyancada karakterize edildiği gibi “citta lente” ya da İngilizce karşılığıyla “slow city” ve dilimizdeki karşılığıyla da “yavaş ya da sakin kent”.

Aslında bu hareketin temelleri 1986’da, yine İtalya’da ortaya çıkan bir başka girişime, “fast food”a pastiş yapan ismiyle “slow food” yani “yavaş yemek” felsefesine dayanmakta: Roma'daki ünlü, tarihî ve mimari bir değer olan İspanyol Merdivenleri’nin hemen yanı başına McDonald’s açılır, İtalyan gazeteci ve eylem adamı Carlos Petrini'ye göre, böyle bir tarih ve mimari beşiğin ortasına bu tür bir şey yapılamaz. Buradan hareketle, tüm dünyayı saran fast food dalgasına karşı savaşmak için aynı yıl bir eko-gastronomi grubu kurar ve Yavaş Yemek Hareketi’ni başlatır.

Petrini’ye göre, “İnsanların mideleri hızla dolarken, ruhları yavaş yavaş boşalmaktadır”. (10) Petrini aslında, insanın nefesini kesen, rahat ve keyfine vararak bir yemek yedirtmeyen, adeta lokmalarını boğazına dizen bir dünyaya isyanın adı olarak da görülmektedir. (11) Romalıların geleneksel bir yemek sırası vardır, “ab ovo usque ad mala” derler, yani baştan sona anlamında “yumurtadan elmalara”. Damarlarındaki Roma kanından da gelen bir gelenekle, bu yavaşlığın, sırasıyla ve tadına varmanın aslında hep var olduğunu düşündürmektedir.

Petrini'nin başlattığı Yavaş Yemek Hareketi adının tersine oldukça hızlı biçimde dünyaya yayılmıştır. Bugün 132 ülkeden 100 binin üzerinde üyesi var (12), hem de McDonald’s’ın anavatanı olan Amerika'dan bile. Hareket üç ana eylem alanından oluşuyor (13): Gastronomik geleneklerin ve biyolojik çeşitliliğin korunması; küçük ölçekli üreticiler ile tüketiciler arasında bir ağ inşasının tanıtımı; tüketicinin yiyecek, lezzet, gıda ve çevre bilgisinin artırılması.

Bu hareket, postmodern bir tüketim karşıtı olarak, çağdaş yaşam kalitesini artıran, hatta yiyeceğin tüketimine bir kültür, kimlik ve estetik konusu olarak bakan bir çaba olarak da değerlendirilebilir.

“Carpe Diem” Anı Yaşa, Günü Yakala: Cittaslow


Kökenlerini Yavaş Yemek Hareketi’nden alan cittaslow, yemekle ilgili kültürel ve ekolojik konularda çalışan bir sosyal hareket (14) olarak değerlendirilse bile, aslında daha çok küresel bağlamda yerel özgünlüklere vurgu yapan ve yerel bağlamda da yaşam kalitesini artıran bir harekettir. Bu küresel bağlam, bir yeniden eylemsel-alansallaştırma (re-territorialization) süreci olarak kavramsallaşmaktadır ve “yerelliğin sınırlarının aşılması” olarak da betimlenebilmektedir. (15) Yerel yönetimler açısından küresel bir model oluşturmayı ve yaygınlaştırmayı amaçlayan hareket, Yavaş Yemek Hareketi ile birlikte düşünüldüğünde, aslında kışkırtıcı “yavaş bir yaşam”ı (slow living) önermektedir. Kentsellik bakımından da yavaş gelişme ya da “gelişmeme” anlamı taşıyabilmektedir. Yavaş yaşamayı, Latince bir deyiş olan “festina lente” yani “yavaş telaş” özetlemektedir. Bu hareket, günümüzde anlamlı, sürdürülebilir, özenli ve tatmin edici bir yoldaki yaşam deneyimi olarak ya da sürdürülebilir yerel ekonomik bir “alternatif kentsel gelişme” olarak da yorumlamaktadır. (16) Böylece, yaşam kalitesi ve kültürel yaklaşımlardan sızarak, mimariye ve kentsel tasarıma hatta kent planlamasına bir etkide bulunmaktadır. Hatta alternatif kentsel “duyu mekânları”nın oluşmasına da katkıda bulunmaktadır. (17)

1999 yılında İtalya'daki Orvieto kasabasında, belediye başkanı ve hareketin ilk başkanı olan Stefano Cimicchi başkanlığında yapılan toplantıda, aynı rotada seyreden 30 kadar kentin belediyeleri bu hareketi bir adım daha ileriye, kent yaşamının her alanına taşımaya karar vermişlerdir. Orvieto, Positano, Chiavenna ve Bra kentlerinin belediyeleri bir birlik oluşturarak işe başlamışlar. Başkan Cimicchi “Amacımız, yaşanır kentler yaratmak" diyor, "Tıpkı yazar Italo Calvino ve mimar Renzo Piano gibi, bir ütopya kenti kavramı üzerinde çalışıyoruz". (18)

“Cittaslow” ve “Slow Food” hareketlerinin “tatlı hayatın (la dolce vita) anavatanı” İtalya'da doğması, pek şaşırtıcı bir durum değil belki, ama hareketin yayılma hızına bakılınca anlaşılıyor ki, dünyanın her yerinde hızlı yaşamdan muzdarip kentler ve insanları yavaşlamak için aslında can atmaktadır. İtalya'da dört küçük kentin belediyesiyle başlayan hareket bugün dünya çapında 20 ülkede 134 kentin üyeliğiyle gittikçe büyümektedir. Üstelik birliğin üyesi bizden de bir kent var: Seferihisar. Birliğin logosu sevimli, turuncu bir salyangoz ve sırtında tarihî ve modern binalardan oluşan bir desen taşıyor. 

İşin özünde salyangoz gibi “yavaş yaşamak” var. Çevreyi kirletmeden, kendi kendine yeterek, kendine özgü olanı koruyarak, tarihsel ve kültürel olanı bozmadan, eskiyi yeniyle değiştirmeden, hızla tüketmeden ve çağdaş problemlere bir tepki olarak. Bu salyangozu alabilmek, özel ve kamusal alanda kullanma hakkına sahip olmak kolay değildir: Turuncu salyangoza sahip olmak demek, onun gibi sırtınıza yaşamsal ve kentsel yükler aldınız anlamına da gelir.

Yavaş Kent Hareketi’nin temelinde yatan felsefeye göre iyi yaşam, insanların kendi yerelinde ve kentlerinde kolay ve hoş bir hayat sürmelerini temel almaktadır. Küçük kentlerin geleneksel yapılarını, belirlenen sıkı kuralları dikkatle uygulayarak korumaları gerektiğini savunan hareket, aynı zamanda, arabalar kent merkezlerinden çıkarılmalı (car-free), insanlar sadece yerel ürünlerini tüketmeli ve sürdürülebilir enerji kullanmalı, şartlarını getirmektedir. Dolayısıyla da, bu küçük kentlerde AVM ya da fastfood dükkânı aramanın bir anlamı da yoktur. Ekoloji ve sürdürülebilirlik açısından, bilimin son buluşlarından da yararlanarak, geçmişten kalma “korumaya dair ne varsa” kentsel, mimari, doğal, tarihsel ve kültürel öğeleri korumaya çalışıyorlar. Eğer kentin bu amacına yardımcı olacaksa, modern teknolojiye bile izin verilmektedir; örneğin Orvieto'da sadece yayaların geçişine izin veren elektronik kapılar kullanılması, Pisa'da parkmetrenin süresinin dolduğunun tespit edilmesiyle, bir dakika ya da tüm gün de olsa, park cezası kesilmesi gibi.

Böylece, bir ana ilke olarak “geçmişin yararlı ve özgün bilgilerini ararken, şimdiki zamanın ve geleceğin en iyi olanaklarından da yararlanmak” yaklaşımı, teknolojik fırsatları, iletişim, ulaşım, üretim ve satıştaki modern olanakları da beraberinde getirmektedir. Böylece, yavaş bir kentte yaşamak veya onu yönetmek, günün moda eğilimlerinin peşinden koşmak yerine kendine has sıradan bir yaşam şekli anlamına gelmektedir.

Bu Yolda Hız Yapmak Yasaktır!

Kentteki yaşam kalitesini yükseltirken kentin kendini gözeterek farklı gelişim yöntemleri uygulanması Yavaş Kent fikrinin temelini oluşturuyor. “Bizim kentimiz de yavaş” diyebilmekse, öyle kolay görünmemektedir. Harekete katılabilmek için tabii ki sadece hıza karşı olmak yetmemektedir. Birlik, harekete katılabilecek kentleri kendi belirlemektedir; bu amaçla geliştirdiği ve üye olacak kentlerin uyması ve anlaması gereken genel kuralların belirtildiği bir manifestosu, imzalanması gereken bir ayrıntılı tüzükle beraber bir kurum sözleşmesi, üye kentler listesi ve bir yıllık toplantı programı bulunmaktadır. Bu hareketin en önemli etkenlerinden biri de, kentsel yaşamdaki yoğun tempoyla mücadeleye hız kazandırıyor olmasıdır. İtalya'nın Yavaş Kent yöneticileri yılda bir kez buluşarak, notlarını karşılaştırmakta ve yeni girişimler üzerinde düşünce geliştirmektedirler. (19) 

Günlük yaşamda kaliteyi yüksekte tutmak için ön koşullardan biri de nüfus olup, kentler için üyeliğin ilk şartı, 50 binden az nüfuslu olmaktır. Birliğe kabul edilen kentlerde gerekli koşulların bazıları, kentin kültürel mirası içinde halihazırda bulunurken, yapılması gereken diğer değişiklikler için birliğin tecrübeli üye kentlerinde yapılan uygulamalardan ilham almak mümkün olmaktadır; örneğin geri dönüşüm, okul sonrası eğitim projeleri, yerel ürünlerin ortaya çıkarılması ve turistlerin gerçek bir yerel deneyim yaşayabilmeleri için gerekli şekilde bilgilendirmek gibi. (20)

Kasım 1999'da Orvieto'da hazırlanan sözleşmeye göre Yavaş Kentler'in şu şartları sağlaması gerekmektedir (21):

Çevresel Politikalar
Altyapı Politikaları
Kentsel Kalite için Teknolojiler ve Tesisler
Yerel Üretimi Korumak
Misafirperverlik
Farkındalık
Yavaş Yemek Faaliyetlerine ve Projelerine Destek

Örneğin, Bra'da da diğer Yavaş Kentlerde olduğu gibi tarihî kent merkezinde araba kullanımı, süpermarketler ve parlak reklam ışıkları yasak olup, elişleri ya da özel yetiştirilmiş yiyecekler satan küçük aile işletmeleri, en iyi ticaret birimleri haline gelmiştir. Okullarda çocuklara yerel üreticiler tarafından yetiştirilen organik meyve ve sebzeler servis edilmektedir. Fazla çalışmanın zararlarından korunmak amacıyla, Bra'daki bütün küçük marketler perşembe ve pazar günleri kapatılmakta ve insanlar bürokratik işlerini, cumartesi sabahı açılan belediyede acele etmeden görebilmektedirler. (22)

Bir Yavaş Kent de Bizden: Seferihisar

Farklı zamanların ve mekânların iç içe olduğu, tarihsel, kültürel, doğal, mimari ve kentsel zenginliklerin oldukça fazla ve özgün olduğu ülkemizde sadece, Yavaş Kentin öncüsü ve üyesi olarak İzmir’in yavaş kenti Seferihisar bulunmaktadır. Tüm diğer kentler gözönüne alındığında, neden bu kadar az sayıda (bir tane) kentle temsil edildiğimiz sorusu öncelik kazanmaktadır. Yine de, Seferihisar önemli bir adım atarak turuncu salyangozu alma başarısını göstermiştir. 2009’da aldığı turuncu salyangozla (Resim 3) oldukça yeni bir yavaş kent olarak, aslında hızlı sayılabilecek bir kabuk değişimi de göstermiştir. 

1884’te kurulan, 35 bin nüfuslu, bu nüfusunun % 80’i tarımdan geçinen, doğal ve kültürel zenginliğin birarada olduğu, sit alanları ve mandalina bahçeleriyle sınırlı ilçede, kent sakinleri yavaş yaşamaya çoktan alışmış, gürültü kirliliğini ve hızlı trafiği kesmek, yeşil alanları ve yaya bölgelerini artırmak, yerel üretim yapan çiftçilerle bu ürünleri satan dükkân ve lokantaları desteklemek gibi birçok konuda “uzun ince” bir yol almışlardır.

Bugün, birçok etkinliğe imza atan, salyangoz otobüsü ile sağlık hizmeti veren, “1. Uluslararası İyi ve Yavaş Yaşama Günü: Yavaş Pazar”ı kutlayan, gönüllüleri olan, birçok toplantı düzenleyen, adının tersine hızlı çalışan bir kente dönüşmüştür. Çeşitli şarkıcıların ve yönetmenlerin desteklediği, konserler verdiği, bisiklet turları düzenleyen, sivil toplum örgütleri, çeşitli kurum ve kuruluşlar, üniversiteler ile işbirliği geliştiren bir kent olarak, yavaş kent hareketinin etkileri kolayca okunabilmektedir. Özellikle, 2010 yaz aylarında birçok çalışma grubu belirlenerek, çeşitli toplantılar yapılarak, yavaş kent sözleşmesinin gerekleri de ayrıntılı olarak yerine getirilmektedir. (23)

Kent estetiği, kültürü ve tarihî yapı, turizm ve misafirperverlik, çevre, inceleme ve tanıtma, tarım ve hayvancılık, yerel ürün ve lezzetler ile sosyal faaliyetler başlıkları altında oldukça ayrıntılı olarak değerlendirmeler yaparak, Seferihisar’ın Yavaş Kent olarak kalmasını sağlayacak olan temeli güçlendirmekteler. Bu açılardan, Seferihisar’ın oldukça başarılı ve iyi bir yavaş kent örneği olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Sonuç Yerine

Yavaş Kent Hareketi, adına yakışır bir hızla ama emin adımlarla geliyor. Bu hızla giderse kısa süre içerisinde ülkemiz kentlerinin çoğunun da yavaş olması gerektiğini sonunda görmek ve yavaşlamalarını sağlamak gerekecektir. Ekonomik dinamikler açısından Yavaş Kent Hareketi’nden fazla yararlanılamasa, henüz satışı ya da pazarlaması yapılacak bir meta olarak görülmese de (ileride bu tehlike de var), tarihsel, doğal, kültürel, mimari ve kentsel açılardan bu hareketten yararlanmak olası görünmektedir. Sürdürülebilir yerel gelişme için bir rol model olan hareketle, yavaş yaşam olanakları sunan, doğasını ve kültürünü korumuş, sosyal değerlerinde aşınma olmamış bu kentler yeni kültür, turizm, rekreasyon ve gastronomi odakları olarak, yeni bakış açıları ve alternatifler getirecektir. Her şeyden öte, belki de en önemlisi, insanoğlunun gündelik hızını yavaşlatacak bir olgu olarak var olması bile, başlı başına önemlidir.

Yavaş Kent Hareketi’nin ilk bildirgesindeki “Küreselleşmenin tek tip insan oluşturmaya doğru gittiği ve sonunda sıradanlığın hâkim olacağı bir düzenin yaratılacağı” endişelerinin giderilmesi, yerel değerlere sahip çıkılması, bu değerlerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla ortaya çıkan hareket, aynı zamanda, çevre politikaları, altyapı, kentin dokusunun korunan kalitesi, yerel üretim ve ürünlerin desteklenmesi, konukseverlik gibi ölçütlerle aslında yeni bir kalite, kültür, yönetişim ve yaşam biçimi getirmektedir. Yavaş Kent, küçük ölçekli kentler arasında hızla yayılan, yerellikleri uzaklara taşıyan, birçok yeni yavaşlık versiyonları da geliştiren başarılı bir buluş. Bu yapısıyla kentsel mekânı da akıcı kılan, yavaşlık mekânları yaratan bir model. Sadece mekânları değil, içindeki öğeleri, olguları, tatları ve yaşamı da yavaşlatmaktadır.

Bu eksende, ülkemiz için bir Yavaş Kente sahip olmak anlamında Seferihisar önemli bir adımdır. Bu konudaki birikimlerini ve heyecanını potansiyel Yavaş Kent adaylarıyla paylaşması bu hareketin tüm olanaklarını ülkemiz kentlerine de yayacak ve kazandıracaktır. Aynı zamanda sürdürülebilir bir yerel kalkınma modeli olması sosyal, ekonomik, kültürel, mekânsal, ekolojik vb. yönlerden kentselliğe ve yaşam kalitesine katkıda bulunacaktır. Ülkemizden daha birçok Yavaş Kent çıkması yolunda, sadece küçük kentler için değil büyük kentler için de Seferihisar çok iyi bir örnektir.

NOTLAR
1. Virilio, 1991.
2. Kundera, 2010.
3. Heidegger, 1971.
4. Mayer ve Knox, 2006.
5. Apollonio, 1973, s.22.
6. Harvey, 1989.
7. Shaw, 2001.
8. Kundera, 2010.
9. Cittaslow List, 2010.
10. Petrini, 2003.
11. Parkins ve Craig, 2006.
12. Slow Food Web Sayfası, 2010.
13. Parkins ve Craig, 2006; Petrini, 2003.
14. Miele, 2008; Parkins ve Craig, 2006.
15. Castells, 2002, s.396.
16. Parkins ve Craig, 2006, s.ix; Mayer ve Knox, 2006, s.324; Miele, 2008.
17. Knox, 2005; Mayer ve Knox, 2006; Pink, 2007.
18. Orth, 2007.
19. Cittaslow Charter, 2010; Cittaslow Web Sayfası, 2010; Mayer ve Knox, 2006; Parkins ve Craig, 2006.
20. Cittaslow Web Sayfası, 2010.
21. “Cittaslow International” Charter, 2010, s. 21.
22. Cittaslow Web Sayfası, 2010.
23. Cittaslowseferihisar Web Sayfası, 2010.
KAYNAKLAR
2010, “Cittaslow International” Charter, Cittaslow Headquarters, Orvieto.
2010, Cittaslow List 2010, Cittaslow Headquarters, Orvieto.
Apollonio, U. (ed.) 1973, Futurist Manifestos, Thames and Hudson, Londra.
Castells, M. 2002 [2000], “Urban Sociology in the Twentyfirst Century”, The Castells Reader on Cities and Social Theory, Blackwell, Oxford.
Harvey, D. 1989, The Condition of Postmodernity: An Enquiry into the Origins of Cultural Change, Blackwell, Oxford.
Heidegger, M. 1971, On the Way to Language, Harper & Row, New York.
Knox, P. 2005, “Creating Ordinary Places: Slow Cities in a Fast World”, Journal of Urban Design, sayı:10 (1), ss.1-11.
Kundera, M. 2010, Yavaşlık, (çev.) Ö. İnce, Can Yayınları, İstanbul.
Mayer, H. ve P. Knox, 2006, “Slow Cities: Sustainable Places in a Fast World”,Journal of Urban Affairs, sayı:28 (4), ss.321-334.
Miele, M. 2008, “Cittaslow: Producing Slowness Against the Fast Life”, Space and Polity, sayı:12(1), ss.135-156.
Orth, S. 2007, “Slow Cities, Taking Life Easy in Urban Italy”, Spiegel Online International, www.spiegel.de (Eylül 2010)
Parkins, W. ve G. Craig, 2006, Slow Living, Berg, Oxford.
Petrini, C. 2003, Slow Food, The Case for Taste, Columbia University Press, New York.
Pink, S. 2007, “Sensing Cittaslow: Slow Living and the Constitution of the Sensory City”, The Senses and Society, sayı:2(1), ss.59-77.
Shaw, J. 2001, ““Winning Territory” Changing Place to Change Pace”,Timespace: Geographies of Temporality, Routledge, New York, Londra.
Virilio, P. 1991, Lost Dimension, Semiotext[e], New York.
www.cittaslow.net (Eylül 2010)
www.cittaslowseferihisar.org (Eylül 2010)
www.slowfood.com (Eylül 2010)


Not: Birisi Gökçeada olmak üzere, şu anda ülkemizde beş (5) yavaş şehir bulunmaktadır.





19 Eylül 2012 Çarşamba

Bozcaadanın Sorunları Nelerdir? Anketi Sonuçları - 2

Anketimizi cevaplayanların öncelikli gördüğü konulardan en çok tercih edilenler geçen yazımızda ele alınmıştı. Bugün daha düşük düzeyde tercih edilen sorunlar ve onlarla ilgili yorumlarımızı aktaracağız.

Sorun olarak ele alınan konulardan biri olan Adliye'nin kapanması  % 18 ile cevaplayanlar tarafından tercih edilmiştir. Bu düşük tercihin nedeni, anketin uygulandığı tarihte Adliyenin kapanmasının henüz çok yeni oluşu ve bu sorunun etkilerinin henüz yaşanmamış ve hissedilmemiş olduğunu ifade edebiliriz. Bu sorunun ne denli önemli ve öncelikli olduğuna ilişkin gerçek algılamaları ancak birkaç yıl içerisinde görmek mümkün olacaktır. Geçen yazımızda değinilen sorunlar günlük hayatla çok içiçe ve her an etkilerini hissettiğimiz sorunlardı. Halbuki Adliye ile ilgili iş ve işlemlerimiz günlük rutinlerimiz içerisinde yer almamaktadır.

Aynı yorumu diğer düşük oranda tercih edilen sorunlarla ilgili yapmamız da mümkündür. Hizmetlerin kalitesizliğinin % 15 düzeyinde tercih edilmesinin nedeni aldığımız hizmetlerin çok kaliteli olmasından değil, her gün kamusal ya da diğer hizmetlerden adada yararlanmıyor olmamızdır.

Bir diğer ilginç sonuç,  Hizmetlerin (ustalık) kalitesizliği (10%) ve Hizmetlerin (ustalık) pahalılığı  4 (10%) konusundadır. Bu sorunların düşük düzeyde tercih edilmesinin nedeni ustalık hizmetinin çok kaliteli ve ucuz olması değil, aksine kalitesiz ve pahalı oluşunun artık kanıksanmış olmasıdır. Bununla ilgili adalılar kendi bireysel çözümlerini üretmektedirler.

Bu çözümler genellikle Çanakkale ya da başka yerlerden “usta ve servis getirtme” biçiminde olmaktadır.  “Ustalık” hizmeti sunan “elektrikçi, tesisatçı, marangoz, tamirci” gibi teknik yetkinliği gerektiren mesleklerde çalışanların pek azının bu alanlarda eğitim ve belge sahibi olduğunu söylemek mümkün. Büyük çoğunluğu “usta-çırak” ilişkisi le yetişmiş; bazıları “kendi kendine” yetişmiş olup, adalıların “eline tornavidayı ya da malayı alan usta olmak vaa” düstürünü haklı çıkarmaktadır.

Bir diğer açıdan bakıldığında aslında gençlerin iş bulma ve istihdamı açısından bu alan büyük fırsatlar barındırmaktadır. Örnek verecek olursak, adada neredeyse tüm işletme ve evlerde yaygın olarak klima cihazı bulunması ile birlikte klima tamiri yapan yetkinlikte tekniker-usta bulunmamaktadır. Meslek okulu mezunu gençler için bu bir istihdam fırsatıdır. Ancak bu tür eğitimler almış az sayıdaki adalı gençler şimdilik kamu hizmeti veren kurumları (Tedaş gibi) tercih etmektedirler.  

En az sorun olarak işaret edilen hususlardan biri ise, Deniz ulaşımında yetersizlik (5%) olmuştur. Bu sonucu, Gestaş’ın yaz sezonunda turizm gelirlerinden pay alma yöneliminin yarattığını söylemek mümkündür. Yazın turistlere gösterilen bu “özenin” kış sezonunda adalılara da gösterilmesi bir temenniden çok adalılar tarafından dile getirilen taleplerden birisidir.

Kış sezonu için, Gestaş tarafından, ulaşımın karlılık boyutu haklı bir “sefer kısıtlama” gerekçesi gibi görünse de adada yaşayanların “ulaşım ve seyahat” hak ve özgürlüğü her türlü gerekçenin önünde yer almalıdır. Bununla ilgili olarak, yazın yapılabildiği gibi, daha küçük gemilerle daha sık kış seferleri gibi çözümler – istendiğinde – mümkün olabilir.  

Ankete konu olan tüm sorunlara toplu olarak baktığımızda  bunların aslında birer “neden” değil, aynı nedenin “sonuç”ları olduklarını söylememiz mümkündür. Peki bu sorun nedir?

Adanın şu andaki sorunu, “adayı sevme(me)k”tir.  
Hemen itirazları duyar gibiyim- “ben adayı çok seviyorum”!
Adayı tabi ki herkes “kendince” sevmektedir.
Önemli olan “sevgi” kavramının içini nasıl ve neyle doldurduğumuzdur.

Eksik olan şey, kendi geleceğini adanın geleceği ve adanın geleceğini kendi geleceği gibi görmektir.  Sahiplenmektir. Başkalarından beklememektir. Adanın “şimdi”si ve geleceği için “adanmışlık”tır.  Sorumluluk hissetmektir. Ortak çıkarı günlük bireysel çıkarlarımızın önüne koymak ve ortak çıkarlar olmadan ve gerçekleşmeden bireysel çıkarlarımızın da güdük kalacağını ve karşılanamayacağını kavramaktır. Toplu olarak “iyi” olmadan bireysel olarak “iyi” olamayacağımızı anlamaktır.

Bütün olarak ada bir çöplük, koca bir lağım ve keşmekeş iken sizin otel, pansiyon ya da lokantanız “dünyanın en iyisi, michelin yıldızlı” olsa bile, tercih edilmeyeceğinizi, kimseyi mutlu edemeyeceğinizi ve sonuçta kaybedeceğinizi bilmektir. Tek başınıza bir “ada” olamayacağınızı, ancak bir bütün olarak “Bozcaada” olduğunuzda kişisel mutluluk ve refahı yakalayabileceğinizi görebilmektir.

Bir “bütün olarak Bozcaada” olabilmenin yolu adayı önce adalılar için “yaşanabilir” bir yer kılmaktan geçer.  Yazın ve kışın Bozcaada’da aynı keyif ve mutlulukla yaşanacak bir atmosfer yaratmakla başlar.  Akılcı seçimler ve sürekli bir çaba ile bu mümkün ve gerçekleştirilebilinir. Nasıl mı? Bunu da başka yazılara saklayalım.   

10 Eylül 2012 Pazartesi

Bozcaada Turizminin Sürdürülebilirliği Güney Marmara Kalkınma Ajansınca Destekleniyor

Güney Marmara Kalkınma Ajansının 2012 Yılı Doğrudan Faaliyet Desteği Programı kapsamında “Ağustos Ayı Yönetim Kurulu Kararı” gereği destek almaya hak kazanan Faaliyet Teklifi, Bozcaada Turizm İşletmecileri Derneği tarafından sunulan Sürdürülebilir Turizm: Bozcaada Örneği adlı proje oldu. (http://www.gmka.org.tr/haber/2012_yili_dogrudan_faaliyet_destegi_agustos_ayi_kazanan_faaliyet_teklifleri_listesi)

Bozcaada turizminin sürdürülebilirliğini sağlamak üzere tüm paydaşlarınca uzlaşılmış anlayış, hedef ve yön birliği içerisinde Bozcaada turizminin stratejik plan ve örnek uygulama programlarının hazırlanması amacıyla hazırlanan projenin kurumsal iştirakçisi Bozcaada Kaymakamlığıdır.

Bozcaada Belediyesinin ilgi göstermediği ancak Güney Marmara Kalkınma Ajansının 2012 Yılı Doğrudan Faaliyet Desteği Programı kapsamında destek almaya hak kazanan proje Ajans ve Bozcaada Turizm İşletmecileri Derneği arasında imzalanacak sözleşme sonrasında uygulanmaya başlayacaktır.  

3 Eylül 2012 Pazartesi

Bozcaada'nın Sorunları Nelerdir? Anketi Sonuçları.


Bozcaada’nın sorunları nelerdir? Anketimizi yanıtlama nezaketi ve duyarlılığı gösterenlere teşekkürler. 

Teknik olarak yanıt verenlerin sayısı 30’u aştığı için istatistiksel olarak yapılacak olan analizler büyük grup çözümlemelerinde kullanılabilecek tekniklere elverişli;  sonuçlar genellenebilir niteliktedir.

Anketimizi cevaplayanlara göre Bozcaada’nın en önemli sorunu yazın oluşan yoğun trafiktir (%55).  Bu sorun Bozcaada’da yeni değildir.  Birkaç yıl önce Bozcaada Derneği sorunun çözümüne yönelik ortam oluşturmak için tüm ilgili kesimlerin katılımı ile bir Trafik Çalıştayı düzenlemiştir. 

Trafik Çalıştayında ortaya çıkan çözüme yönelik fikirler yine dernek tarafından davet edilen uzman akademisyen tarafından da değerlendirilerek çözüm yolları oluşturulmuştu.  Ancak dernek bir sivil toplum kuruluşudur ve icra yetkisi bulunmamaktadır.  Bu konuda yetki sahibi bulunan Bozcaada Belediyesi ne yazık ki üretilen çözümleri kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirmeyip cımbızla içerisinden çektiği bazı önlemleri alarak etkili biçimde uygulayamamış kendisi de başkaca çözümler üretememiştir.  Örneğin Çınarçarşı caddesinin gece saatlerinde trafiğe kapalı olduğunu gösteren tabela mevcut ancak bu yasak uygulanmamaktadır.  Gemide rezervasyon sistemi işlememekte ve GESTAŞ ile bu konuda koordinasyon sağlanamamaktadır.  Cumhuriyet Mahallesinin arkasına yapılan “çevre yolu” ise aklıselimle alay demesek bile tam bir şaka gibidir.  

Bozcaada’nın yazın ortaya çıkan trafik sorununun çözümü mevcuttur. Uzlaşılmış fikirler ve uzmanların oluşturduğu bu planın Bozcaada Belediyesi tarafından sahiplenilmesi ve “işine gelen teferruatları” değil bir bütün olarak uygulanmayı beklemektedir.

Anketi cevaplayanların önemli bulduğu ikinci sorun işletmelerin pahalı olmasıdır (%44).  İşletmeler ve işletmeciler her ne kadar bunu görmek ve kabullenmek istemeseler de Bozcaada PAHALI bir yerdir.  Bu algıya sahip olanlara işletmecilerin söyledikleri argümanlar, İstanbul ya da başka tatil yörelerinin fiyatları ile uyum gösterdikleri ve adaya sevkiyatın gemi ile yapılması nedeniyle girdi fiyatlarının  yüksek olmasıdır.  

Bu konunun birçok boyutu bulunmaktadır. Algı olarak bakıldığında şunu baştan tanımlamakta fayda bulunmaktadır: pahalı eşittir yüksek fiyat değildir.
Pahalılık, insanların aldıkları herhangi bir mal ya da hizmet için ödedikleri yüksek fiyatın karşılığını alamadıklarında oluşan algıdır.  Örneğin ortopedik ayakkabının fiyatının olmayanlara göre yüksek olduğunu bilirsiniz ve onu yüksek fiyata alırsınız. Bu sizde pahalı algısı oluşturmaz. Ama ortopedik ayakkabı diye ya da ortopedik ayakkabı fiyatına size normal ayakkabı satıldığı zaman “bu pahalı” dersiniz. “Adada balık yemek” fiyatı yüksek bir keyif olabilir. Ama “adada çiftlik balığı” yemek pahalı bir anlamsızlıktır.  Pazara ya da manava gittiğinizde, sanki her domates, patates ve hıyar ayrı ayrı kendi gemi biletini alıp da gemiyle adaya geçmiş gibi fiyatlandırıldığını görmek “pahalı” algısı yaratmasın da ne yapsın.

“Pahalı” algısının yüksek fiyat ile ilişkisi dışında başka boyutları da bulunmaktadır. Bu blogda geçmişte yer alan birçok yazıda değinildiği üzere “amok koşucusu” zihniyeti ile hareket edilmesi kısa vadede bir işletmeciye çok kar ettirebilir ancak orta ve uzun dönemde herkese kaybettirir çünkü sürdürülebilirliği bulunmamaktadır. Bozcaada’daki birçok işletme için kabul edilmesi zor bir gerçek de olsa, Bozcaada ekonominin genel kurallarından muaf değildir.

Bozcaada’nın geleneksel ekonomik faaliyet alanları ile son yıllarda büyük bir gelişme gösteren turizm gibi alanları entegre edecek ortak bir anlayışa, bütüncül bir stratejik plana ve onu uygulayacak yetkinlik ve donanıma sahip bir yönetime her zamankinden fazla ihtiyaç bulunmaktadır.

Anket sonuçlarının işaret ettiği ve pahalılıkla aynı ağırlıktaki bir diğer sorun (%44) kanalizasyon sorunudur. Yine bu blogdaki geçmiş yazılardan birinde de işaret edildiği gibi Bozcaada, “kekik kokulu Bozcaada’dan” “b.k  kokulu Bozcaada’ya” dönüşmüştür.  Bozcaada’nın kanalizasyonunun oniki yıldan beri bitmemesinin iş bilmezlik ve aymazlık dışında hiçbir gerekçesi ve mazereti bulunmamaktadır.  Adayı bırakın, hiçbir şehir, kent, köy böyle bir rezalet yaşamaya mahkûm edilemez.  Kanalizasyon konusu, sorumlularının Bozcaada’ya en büyük kötülük ve ihanetlerinden biridir.  

Anketi cevaplayanların üçte biri (% 31) Bozcaada’nın imar planının bitmemesi-bitirilmemesini önemli bir sorun olarak görmüşlerdir.  İmar Koruma Planı hazırlama zorunluluğu yasa ile belediyelere 2006 yılında verildi ve bir defalı süre uzatımı 2008 yılına bitti. Bozcaada’nın hali hazırda, 1/50 binlik planı belediye meclisinden geçmiş durumda.  Henüz yürürlükte değil çünkü davalı ve inceleme için bakanlıkta.  Süreç olarak baktığınızda, bu plandan sonra 1/5 bin ya da 1/bin’lik planların; daha sonra da uygulama programının hazırlanması ve kabul edilmesi gerekiyor. Ama daha leke düzeyindeki plan, ki altı yıl önce alt planları ile bitmesi gerekirdi, hazır değilken ve çirkin dedikodulara malzeme olurken Bozcaada’nın bir İmar Koruma Planının olması, mevcut belediye yönetim anlayışı ile daha en az altı yıl için bir hayal. 

Anketi cevaplayanların imar planı eksikliği ile aynı ağırlıkta olarak (%31) işaret ettikleri ve aslında birbiri ile neden-sonuç ilişkisi içerisinde bulunan sorunlar, yazın aşırı kalabalık ve tesisleri olan tek plajın Ayazma olmasıdır.  Deniz turizmini tercih eden Bozcaada konukları doğal olarak günübirlik tesis bulunan Ayazma plajını tercih etmektedirler. Bu da aşırı bir yoğunlaşma, altyapı ve hizmet yetersizliği ile kirliliğe yol açmaktadır. Bu haliyle Ayazma plajı büyük bir tehdit altındadır. Bu yoğunluk ancak diğer uygun koylara günübirlik tesis yapılması ile aşılabilecektir.  

Buradaki kritik kavramlar uygun ve günübirlik’tir. Uygunluktan kasıt, belli bölgelerin (Çayır ve Ova gibi) tesis yapımı adı altında imara açılarak “etkili ve yetkililere” arsa ve toprak rantı yaratılması değildir. Uygunluktan kasıt bağ alanlarına ve doğaya zarar vermeden gerçekten konukların günübirlik ihtiyaçlarını karşılayacak estetik ve adaya yakışır tesislerdir.

Anketimizi cevaplayanların işaret ettiği ve (%20) nin altında ağırlıkta gördükleri sorunları bir başka yazıda ele alacağız. 

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Bozcaada'nın Zenginliği

Hürriyet Gazetesinin yazarı Ege Cansen'i okur musunuz bilmem.

Ben severek okuyorum.

Fikirlerine katılın katılmayın, karmaşık gibi gelen  iktisat kavram ve kuramlarını yalın ve anlaşılır bir dille herkesin kavrayabileceği sadelikte anlatır. Çözüm önerilerini yazar. İlgi gösterdiği bir diğer konu da özellikle trafiktir. Bu konuda da rasyonel çözüm önerileri sunar.

Temmuz ayının son iki-üç haftasındaki üç yazısında Ege Cansen Birleşmiş Milletlerin Örgütünün "milletlerin zenginliği" raporunu yorumladı. Yorumun yanında temel iktisat kavramları ve aralarındaki ilişkilerle ilgili etkileyici tanımlamalar da yaptı. Yazıları okumanızı öneririm.

Ben de Ege Cansen'in yazılarından yola çıkarak, makro kavramları mikro düzeye indirip, "Bozcaada'nın Zenginlikleri"ni yorumlamaya çalışacağım.

Milletlerin üç zenginlik kaynağı bulunmaktadır: doğal zenginlikler, fiziksel zenginlikler (bina, yol, işletmeler gibi) ve nitelikli insangücü kaynağı.

Bozcaada'nın üç zenginlik kaynağının biri, bozulmamış doğası ve kıyıları, bağcılığa elverişli topraklarıdır.  İkinci zenginlik kaynağı bakımı yapılan bağlar, şarap işletmeleri, turizm işletmeleri ve altyapısıdır. Üçüncü zenginlik kaynağı ise insan gücüdür.

Bunlara kabaca bir göz attığımızda karşımıza şöyle bir ilişkiler yumağı çıkmaktadır:

Özellikle bağ alanlarının imara açılması (Kumkuyu, Tekirbahçe) birinci zenginlik kaynağından çalıp ikincisine (turizm işletmeleri) aktarma anlamını taşımaktadır. Böyle bir aktarma fiziksel zenginleşmeye yol açarken beraberinde inanılmaz bir rant oluşturmaktadır. Bu rant çoğunlukla bireysel bir ranttır.  O bölgelerde bağ ve arazisi olanların sağladığı bir rant.

Fiziksel kapasiteye katkı sağlayan bu aktarma, bireysel ranta "gözümüz yok" deyip göz yumsak bile şöyle bir zarara yol açmaktadır: Bozcaada'yı diğer "kıyı-güneş-plaj" yerlerinden farklı, özellikli ve avantajlı kılan şey bağlarıdır. Bunları imara açıp yok ettiğinizde, geriye "sezonu kısa bir ada" kalır. Yani tüm Kuzey Ege'de olduğu gibi; hatta geçiş güçlükleri nedeniyle tercih edilmeyen bir yer.

Bu durumda artık zedelenen şey ortak kamusal çıkardır. Bireysel rant ortak kamusal çıkara galip geldiğinde, rant sağlamış olanların rantı bir defalık ve sürdürülemez olur. Herkes ise "kaybeden" olur.

Akılcı çözüm nedir? Fiziksel kapasite artırımında, yani bina, tesis, yol yapımında bağ alanları dışında kalan alanları kullanmak. Adada bu alanlar da oldukça fazla - özellikle güney ve güneydoğu kıyılarında.  Ama Çayır'ın ve Ova'nın yapılaşmaya açılması, adanın birinci zenginlik kaynağının kurutulması anlamına gelmektedir.

Fiziksel kapasitenin doğal kaynaklarla desteklenerek arttırılması ile ilgili adada sevindirici bir gelişme bulunmaktadır: "üç büyükler"in yanında son yıllarda üç yeni şarap üretim tesisi kuruldu.  Bağcılığı destekleyecek ve fiziksel kapasite artışına da yol açacak üzüm suyu ve şıra, pekmez, pestil üretim tesisleri ile bu alanda  Bozcaada'nın zenginleşmesi için yatırımcılarını beklemektedir.

Fiziksel kapasitenin büyük, belki de yarısından fazlasını oluşturmaya başlayan turizm işletmelerinin vizyonsuz, plansız ve standartsız büyümesi zenginlik kaynağı olmaktan çıkıp "atıl yatırıma" dönüşmesi riskini taşımaktadır. "Fazla zenginlik baş ağrıtır" düsturunu haklı çıkarma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu konuya zaman zaman değinildiği için ayrıntıya girmeyeceğim.

Üçüncü "Bozcaada Zenginliği" hemen göze çarpmayan ancak en sorunlu alanlardan biridir: nitelikli insan gücü kaynağı. Ege Cansen'in de makalelerinde tartıştığı üzere insan gücünün niteliği asıl katma değeri   yaratan unsurdur.  Gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkeler arasındaki temel fark budur.

Bozcaada'ya dönersek, bağcılığı bir meslek olarak yapanların sayısının giderek azaldığını ve genç yetişkinlerin ilgi alanına artık pek girmediğini söyleyebiliriz. Bu işi "mektepli" olarak yapan kimse yok. Bağcılık sektörü açısından bu çok vahim bir durumdur. Aynı şeyi şarapçılık ve turizm sektörleri için de söylemek mümkün.

Turizm sektöründe birkaç işletme dışında (200 içinde birkaç-yok demektir) ilgili turizm alanında eğitim almış, istihdamda sürekliliği sağlayan işletme bulunmamaktadır.  Bu birkaç işletmenin başarılarına bakıp diğerleri ile karşılaştırdığınızda, aradaki çarpıcı farkı çıplak gözle bile görmek mümkün. "Ucuz iş gücü ekonomik iş gücü değildir."

Bozcaada'daki insan gücünün niteliklerinin gelişmesi/geliştirilmesi en başta Bozcaada'da yaşayan tüm adalıların olduğu gibi, STK'lar ile kamu kurum ve kuruluşlarının ilgi ve kaygı alanında olmalıdır.  Bu nitelikleri geliştirmek için özellikle ikincisi ve üçüncüsünün elinde pek çok enstrüman bulunmaktadır ve kullanma cesareti gösterebilecekleri beklemektedir.

7 Ağustos 2012 Salı

"İŞ BİLMEZLİĞİN BU KADARI"

Yukarıdaki başlık bu blog yazarına ait değil.

Sabah Gazetesi'nden Sayın Yüksel Aytuğ'a ait.  Ege gezisi  izlenimlerini anlattığı makalesinin Bozcaada ile ilgili bölümü:

(Yazının tamamı için: http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/aytug/2012/08/07/kalbim-egede-kaldi)

İlk defa adaya gelen, "dışarıdan bir göz"ün gördükleri...

Birlikte okuyalım:

Bozcaada'ya neden 'büyülü ada' denildiğini ... 'yerinde' öğrendim. İnsanı içine alan, ruhunu gönüllüce hapseden bir büyüsü var adanın gerçekten de. Ama her yerini gezip görmeye, tadını çıkarmaya günübirlik tur yetmiyor. Ana karaya yani Geyikli'ye son feribotun 19.00'da olduğunu öğrenince, beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü adanın Batı Burnu'nda rüzgar güllerinin eşlik ettiği o eşsiz gün batımını izleyemeyecektim. 
Yani iş bilmezliğin, adam sendeceliğin bu kadarı olur.
Yazın tam ortasında, adaya günübirlik turistlerin akın ettiği günlerde, 19.00'da son feribot olur mu? Koy geceyarısına bir sefer; millet gelsin, gönlünce adayı dolaşsın, günbatımının keyfini çıkarsın, restoranlarda, kafelerde keyifle vakit geçirip esnafa para kazandırsın, sonra da yaşadığı bu eşsiz güzellikleri konu komşuya anlatmak için evine dönsün. Yok, olmaz... Çünkü bizde 'rasyonel turistik organizasyon mantığı' kuantum fiziğinden daha zor öğrenilir!
Mantık dedim de... Bozcaada iskelesinde elimize bir broşür tutuşturdular. Adanın koylarını dolaştıran bir tekne turu... Peki şirketin ismi ne dersiniz? Titanik... YÜKSEL AYTUĞ / SABAH YAZARI 

http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/aytug/2012/08/07/kalbim-egede-kaldi 


Aslında, mevcut haliyle, Bozcaada kocaman bir Titanik...

Buzdağına hızla yaklaşıyor...

22 Temmuz 2012 Pazar

Bozcaada Değerleri Anketi Sonuçları

Bir süre önce bu blogda yer alan "Sizce Bozcaada'nın en Önemli Üç Değeri Nedir?" başlıklı anketin sonuçları tamamlanmıştır. Anketi 36 kişi yanıtlama nezaketi göstermiş; sonuçlar çok kabaca da olsa Bozcaada'nın  değerleri ile ilgili algılamalar konusunda yorum yapma imkanı vermiştir.

Ankette, Bozcaada ile ilgili yapılan çeşitli tezlerde işaret edilen dokuz ada değerinden, cevaplayanların en önemli gördükleri üçünü seçmeleri istenmişti.

Verilen yanıtlara ilişkin sonuçlar yüzdelik olarak şöyledir:

  • Deniz ve sahilleri - % 70
  • Endemik üzümleri (çavuş, kuntra, vasilaki) - % 61
  • Bağları - % 50
  • Kent Mimarisi - % 50
  • İnsanlararası ilişkiler - % 26
  • Balıkçılık - % 11
  • Kale - % 11
  • Mutfak Kültürü - % 8
  • Tarihi Eserler - % 5 
Yukarıdaki sonuçlar bir anlamda adada neyin korunması ve neyin geliştirilmesi gerektiğine ilişkin ipuçlarını saklamaktadır. 

Eşsiz berraklıkta ve nitelikteki bir deniz ve her yerden denize girilebilinen bir sahil yapısına sahip olan adanın turizm açısından sadece Ayazma'ya sıkışıp kalması beraberinde tehlikeleri de barındırmaktadır.  Kalabalık günlerde Ayazma deniz suyunun güneş kremi ve yağı tabakası ile kaplanması, dibin atıklarla dolmaya başlaması, trafiğin çileye dönüşmesi, altyapının işletmecilerin sorumluluğuna terk edilmesi önlem alınması yönünde çanları çalmaktadır.

Deniz kıyısında diğer koyların da altyapısı hazırlandıktan sonra hizmet sunan tesislere açılması adanın turizm hizmet kalitesini arttıracağı gibi girdilerini de arttıracaktır. 

Anket sonucuna göre deniz ve sahilleri Bozcaada'nın en önemli değeridir. Bu değer adalıların oluşturmak için çaba sarf ettikleri ve oluşturdukları bir değer değil, doğanın adalılara armağan ettiği bir değerdir.  Doğanın akılsızlığı affetmediğini, ona ancak saygı gösterenleri ödüllendirdiğini göz ardı etmeyen politikalarla bu potansiyel korunarak geliştirilmelidir.

Anketin ikinci önemli sonucu, soruları yanıtlayanların çok büyük bir kısmının adanın önemli değerleri olarak bağları ve endemik üzüm çeşitlerine işaret etmiş olmalarıdır. Bağlar ve spesifik olarak endemik üzüm çeşitleri bir arada değil, ayrı ayrı değerlendirildiği halde, her ikisini de yanıtlayanlar tercih etmişlerdir.

Bağları ve endemik üzümleri olmaksızın salt deniz ve sahilleri ile ada bir ayağı eksik insan gibidir. Antik çağdan günümüze dek üzümün adadaki serüveni onu dünyada unique (eşsiz, benzersiz, tek) kılmaktadır.  Ancak adanın ne yazık ki bağcılık ve endemik üzümleri ile ilgili envanteri dışında tescili, korumaya ve geliştirmeye yönelik stratejileri, onları oluşturmak için araştırmaları bulunmamaktadır. Ne yazık ki endemik üzümler dışında son yıllarda yaygın olarak dikimi yapılan çok çeşitli üzüm tür ve cinslerinin endemiklerle nasıl bir etkileşim gösterdiklerine, nasıl uyum sağladıklarına/ sağlamadıklarına, değişime yol açıp açmadıklarına ilişkin hiç bir araştırma  yapılmamaktadır. 

Bağcılara heyecan verecek, ürün katma değerini arttıracak ve bağcılığı cazip hale getirecek pek çok alan ve fırsat bulunmakla birlikte bütüncül ve kapsayıcı bir bakış açısının geliştirilememesi bireysel çabaları bir süre sonra yılgınlığa dönüştürmektedir.  Bağ ve üzüm; doğayla maceralı ve kıskançlık dolu bir insan-doğa ilişki olmaktan çıkıp sıradanlaştığında ve metalaştığında,  "bağ evi" bahçesinde "yeşillik" olan bir yazlık dekoru imgesinden öteye gidememektedir.

Kent mimarisi anket sonuçlarında %50 ile ada değeri olarak işaret edilmiş bir başka değerdir.  Geleneksel ada mimarisinin örnekleri adada azımsanmayacak kadar çoktur. Ancak "doğan görünümlü şahin" niteliğinde ruhsuz, zarafetten yoksun ve sadece teknik şartnameleri karşılamayı dert eden "tip proje"ev-pansiyonlar yeni imar yerlerinde mantar gibi bitmektedir. Adanın imar planı ise, bu blogda pek çok defa yazı konusu olmuş, ne zaman ve nasıl tamamlanacağı meçhul bir noktada durmaktadır. 

Ada değerleri olarak insanlararası ilişkiler, balıkçılık, kale ve tarihi eserler gerçek duruma uygun olarak  değer olarak en az tercih edilmiş ve görülmüşlerdir.

İnsanlararası ilişkilerin niteliğini ada kaynaklı ve dış kaynaklı olarak değiştiren ve dönüştüren pek çok faktör yine bu blogda yer alan geçmiş tarihli yazılardada yer aldı. İnsanlararası ilişkilerin bir "değer" olarak hangi değerlerle yer değiştirdiği; dikey ilişkilerden yatay ilişki biçimlerine nasıl geçildiği ve bunun adalının günlük yaşamını nasıl biçimlendirdiğine ilişkin yorumları bu yazılardan okumak mümkün.

Balıkçılık tıpkı süngercilik gibi adanın kaybolan değerlerinden bir tanesi. Acımasız tüketim ekonomisinin ilk zarar verdiği alanlardan birisi adadaki balıkçılık. Artık kaybolan bir değer gözüyle bakmak mümkün.

Tarihi eserlerin ve kalenin değer olarak en az algılanıyor olması adalıların ve yönetimlerin  kör noktalarından birisine işaret ediyor olması nedeniyle önemli bir sonuçtur. 

Ege Bölgesinde Efes'ten sonra en büyük turizm gelirini arka denizden bakınca görülen Troya kentinden elde edilmesi; Troya ile Tenedos'un antik dönemden süregelen ilişkisine Sayın Halük Şahin ve Sayın Cevat Çapan Hocaların sanat aracılığı ile kurmaya çalıştığı bağ dışında yönetimleri ve sivil toplum kuruluşları bu bağı günümüzde oluşturamamışlardır.  Kale, nekropol ve daha pek çok antik yerleşim ve kalıntıların günümüzde sadece definecilerin ilgisini çekmesi hazindir.. 

Bozcaada'nın daha pek çok değeri,   yer altında onlara hak ettikleri "değeri" teslim edecek nesilleri  beklemektedir.  

Bozcaada'nın Kokusu ve Menemen Yapımı

Bozcaada'ya ilk defa gelenlerin çoğunun fark ettiği ve vurulduğu özelliklerinden birisi kokusudur.
Serin rüzgarla birlikte yüzünüze vuran kekik kokusu ciğerlerinizin taaa en ücra köşelerine kadar girer ve orada yıl boyu kalır.

Burnunuz hassas ise adanın farklı bölgelerindeki kekik kokularının da farklı olduğunu fark edersiniz.
Göztepe ve Kale'nin kekikleri çıbrika kokusuna daha yakın, Tuzburnu ve Ayana tepelerinin kekikleri limon kekiğine benzer, Polente kekiğinin ise eşsiz kendine özgü kokusu vardır.

Bağbozumundan önce  adanın içi de dışı da bir kokardı...
Bağbuzumu ile birlikte adanın içi kekik kokusuna karışan şıra kokusu ile başınızı döndürürdü...

Adada şimdi de kekik var.
Ancak kekik kokusunu alamıyorsunuz.
Bir başka kesif koku kekik kokusunu da şıra kokusunu da bastırmakta.
Kokuları bir an tekrar dönmek üzere bir kenara bırakalım.

Siz menemeni nasıl yaparsınız?
Önce tavada yağı kızdırıp yumurtaları mı kırarsınız?

Tabi ki öyle yapmazsınız.
Kullanacağınız malzemelerin özelliklerine ve iş sırasına göre davranırsınız.
Önce buzdolabınızı kontrol eder, eksik malzemeleri tespit eder ve gidip alışveriş yaparak hepsini tamamlarsınız. Soğanı kavururken manavdan domates almaya gitmezsiniz mesela.

Önce kullanacağınız sebzeleri yıkar ve doğrar hazırlarsınız, sonra biberin geç (soğanlı yaparsanız soğanın daha da geç) kavruluyor olması nedeniyle önce tavaya koyduğunuz ve ocağın altını yakarak kızdırdığınız yağda kavurursunuz. Sonra domatesleri ekler, onlar pişince de yumurtaları kırarsınız. En son tuzunu, zevkinize göre de pul ve karabiberi koyar servis yaparsınız.

Yazın bu sevilen ve en basit yemeğinin yapımında bile yaptığınız her işlemi mantıksal bir sıralamaya göre yaparsınız. Yönetim diliyle menemen pişirme sürecini doğru yönetirsiniz ki ev ahalisi ağızlarına layık bir menemen yesinler.

Basit bir menemen yapımında bile süreç yönetimi şart.

Ama "kocaman" Bozcaada yönetiminde süreç yönetimi hak getire.
Bir kanalizasyon yapım sürecinin yumurtaların kırılması, pardon, foseptiklerin kırılması ile başlaması basit bir ev yemeğinin tabi olduğu mantığa dahi aykırı.

Size bir yazıdan söz edeceğim.
Yıl 2007, 14 Şubat tarihli bir yazı.
İller bankası Genel Müdürlüğü'nün Bozcaada Belediye Başkanlığına yazdığı bir yazı.
Şöyle diyor:

Belediyenizin Atıksu Arıtma Tesisi ihtiyacı Bankamızca hazırlattırılarak onaylanmış olan 1000 m3/gün kapasiteli tip projenin yöredeki arazi ve zemin şartlarına göre uyarlanması ile karşılanacaktır.


Ancak Belediyenizin Atıksu Arıtma Tesisi için kamulaştırılması yapılmış olan arazinin kıyı kenar çizgisi içinde kalmakta olduğu bilinmektedir. Bu durum Bankamız mevcut uygulamalarında evvelce karşılaşılmış ve önemli sorunlar yaşanmıştır. Ayrıca arazinin denize çok yakın olması nedeniyle dalga tesirinden tesisi korumak için ilave imalatlar yapılması (Dalgakıran ve/veya zemini yükseltmek gibi) gerekeceğinden bu durum yapım maliyetini arttıracaktır.


Bu görüşlerimiz Belediyenize iletilmiş olup mahalline gelinerek yetkili elemanınızın da katılımı ile yeni bir yer arama çalışması yapılmış ve hazineye ait olduğu ifade edilen iki farklı arazi incelenmiştir. Bu yerler ile ilgili olarak tarafımıza bilgi verilmesi ve kamulaştırma işleminin tamamlanmasını takiben proje ihale çalışmalarına başlanabilecektir.   


Bitmeyen kanalizasyon senfonisinden sadece bir enstantene bu.

Tabi ki şunu hemen eklemekte fayda var:
Bu tarihe kadar ada içerisinde sokaklar kazılmış, mevcut işleyen foseptik kuyuları patlatılmış,  yerlerine kazara ailece ishal olmuş bir ailenin bir günde doldurabileceği bidonlar foseptik yerine yerleştirilmiş ve borular döşenmiştir.

Bu işler bittikten sonra aaaaa...
Bu kanalizasyona bir de arıtma lazımdı...
Koş al gel...

Ne lazım?
Domates. Pardon. Arıtma Tesisi yeri.
Hemen kamulaştır. Al sana yer.
Olmadı. (Şu iller bankası da ne işgüzar!)
Domates çürük çıktı.
Sağlam yerlerini ayıklasan bir kasa çürük domatesten bir tava omlet ya çıkar ya çıkmaz.
Bu hikaye böyle devam ededursun (ediyor zaten).

Biz gelelim bu hikayenin yol açtıklarına...
Foseptik çukurlarının kırılması sonucu onlarda toplanması gereken ve asrın icadı bidonlardan taşan ...klar soluğunu evlerin bodrumlarında ve sokak yüzeylerinde alıyor.

Bodrumu, temeli ..k sızmayan ev yok.
..k'lar bodrum ve temellerde kalsalar iyi.
Sokak yüzeylerine kesif bir koku salarak ortalarda dolaşmaktalar.
Kekik kokulu ada oldu sana ..k kokulu ada.

Tamamı mı?
Evet tamamı.
..k basan ev ve işletmelerden çekilen "gübreleri" vidanjörler yerleşim yeri dışındaki teferiç'e boşaltmakta.
..k basan ada dışındaki işletmeler, adanın yiyecek içecek sektörünün dönüşmüş ürünlerini pompalarla açığa, bağlara pompalamakta.

Kekik kokusu mu?
O eski güzel kokuları rüzgarlar, menemeni de şeytan aldı götürdü...