Yukarıdaki linkte, Herkül Millas’ın
“Dostların Zararlı Yanı” adlı güzel bir makalesini bulacaksınız.
“”Azınlıkların bazı dostları
bazen zararlı olabiliyor. Kaş yapalım derken göz çıkarıyorlar. Bu dostlar iyi
niyetle davranıyor olabilir; ama söz konusu olan niyet değil, bazı sonuçlardır.
Batı Trakya ve İstanbul’da yaşayan Müslüman ve Rum (veya isterseniz, Türk ve
Yunan) azınlıklarının böyle dostları var…” diye başlıyor makale.
“Azınlıklarla ilişkiler”
kavramının içini Millas makalesinde kendi deneyimlerinin de hissedildiği ama
daha çok analitik, akılcı ve serinkanlı değerlendirmeleriyle dolduruyor.
Makalenin eleştirisinden çok
çağrıştırdıklarını ve ada deneyimleriyle günümüzdeki sadece olsa olsa hüzün
veren görünümünü paylaşmak istiyorum.
Yunanistan ve Türkiye arasındaki
gerginlik yılları…
Adadaki birçok rum aile adadan Yunanistan,
Avustralya, Amerika’ya göç etmiş. Çok az aile kalmış. Bunlardan biri Meyhaneci
Vasil Bey.
Dükkanını kapatmamak için
direniyor ama durum nafile…
Kapının altından notlar atılıyor:
“Kapat, yoksa dükkanın yanacak”
Vasil Bey meyhanesindeki pikabında
İstanbul’da basılan Türkçe ve Rumca şarkılar çalıyor.
Bir gün gelip tüm plaklarına el
konuluyor.
Plaklar paketlenip resmi yazı ile
Ankara’ya gidiyor.
Birkaç ay sonra “muhtevaları
mahsurlu değildir” yazısı ile geri geliyor plaklar…
Meyhanedeki plakların “muhtevası”
ne olacaksa…
Olsun, plaklar Rumca ya…
İhbar eden de, işlem yapan da,
gönderen de, geri teslim eden de o dönem meyhanenin yerli, adalı “müşterileri”.
Gelelim günümüze…
Bu yaz neredeyse tüm
meyhanelerinde Bozcaada’nın Rumca şarkılar çalıyordu… Rum Vasil Bey’in Rumca
çaldığı plakları ihbar edenlerin, işlem yapanların, kızanların Türk çocukları
ya da torunlarının meyhanelerinde…
Tıpkı “ne işi var bu gavurların
burada gitsinler” diyenlerin bugün adadaki Rumlarla eskiden ne kadar iyi ve
kardeşçe geçindiklerini ağzı açık dinleyen birilerini bulduklarında anlatmaya
bayıldıkları gibi bu da kader olsa gerek…
Müzikler bir yana, adadaki
işletmelerin adlarına baktığınızda kendinizi arkeoloji müzesinde
zannediyorsunuz…
Her köşede antik çağdan fırlamış
bir tanrı ya da dinsel kahraman ile karşılaşıyorsunuz…
Adonisler, Apollonlar, Kaikiaslar…
Ya da Aya Yorgi Evleri tabelaları
ile…
Sorduğunuzda ne eskiden ne şimdi
bu yerlerin adları ile ilgileri yok.
Thasos ya da Limni adasında “Bilge
Kaan”, “Cengiz Han” “Asena” ya da “Hz.
Hamza” isimli işletmelere rastlamanız kadar garipsenecek bir durum…
“Tavernamsı” meyhane - restoranlarda
çalınan Rembetiko’lar göçün, savaşların, kayıpların, ayrılıkların acılarını anlatırken
özendikleri tavernalar gerçekte bir eğlenme yeridir aslında… Arada bir çalınan Türkçe
sözlü Yunanca ya da Yunanca sözlü Türkçe “şıkıdım şıkıdım” havalarla o açık da
kapatılıyor nasılsa müşterilerin “havasına göre”…
Tüm bunlara trajedi mi, komedi mi denilebilir, karar veremiyorum.
Her iki halin de, bir dram olduğu
kesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder