Bozcaada Belediye Meclisinin Temmuz ayı oturumunda oy çokluğu ile aldığı kararda yer almayan, dolayısıyla görüntü kirliliği ve çöplük olarak değerlendirilmeyerek SATILMAYAN yerlerden Temmuz ayı içerisinden birkaç görüntü:
Bozcaada Belediye Meclisinin Temmuz ayı oturumunda oy çokluğu ile aldığı kararda, görsel olarak görüntü kirliliği yarattığı ve çöp alanı olarak kullanıldığı açıklanan yerlerin de Temmuz ayında çekilen resimleri var ama her şeye hazır alışmayın kuzum; gidin kendiniz bulun ve görün o "çöplükleri" de....
Yukarıdaki çöplükler satılmaya karar verilirse, şimdiden buradan söylemiş olayım: ben satın almaya talibim...
Birincisine ünik bir butik otel inşa edeceğim... Eşsiz manzaralı, buram buram tarih kokan, her odası ayrı stil ve renklerle döşenmiş.....
İkincisine, eviniz rahatlığında bir pansiyon dikeceğim....Yatak boyunda odaları ile yirmi çeşit peynirli, kırk çeşit reçelli, pişili-mişili kahvaltı veren...
Üçüncüsüne, Bozcaada'nın eşsiz lezzetlerinin şefimiz tarafından yeniden yorumlanan menüsü ile Londra Turizm Fuarında takdir toplayacak bistro açacağım...
Dördüncüsünde de, Adamıza özgü rum böreği, rum kalamarı, rum ahtapotu, rum ızgarası, rum tavası, rum şarabı, rum salatası, rum cacığı ve rum tatlısı sunacak meyhane açacağım.
Benden bu kadar.
Biraz da siz yatırım yapıp çalışın....
Bozcaada Turizmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bozcaada Turizmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Temmuz 2018 Perşembe
25 Temmuz 2018 Çarşamba
Sattım Gitti
Bozcaada Belediye Meclisi üyeleri, Temmuz ayı oturumuna üç çekimser oyla önemli
bir karar aldı. Bozcaada şehir
merkezinde, belediyeye ait toplamı 635,93 m2 olmak üzere 14 parselin satılması…
Bakar mısınız meclisin alığı kararın gerekçelerine:
İlçemizin muhtelif yerlerinde bulunan ve ekli listede belirtilen
Belediye mülkiyetindeki arsa vasıflı taşınmazların yüzölçümü ve imar planı
yapılaşma koşullarına göre derinliklerinin tutmaması sebebi ile Belediyemize
ekonomik bir getirişinin bulunmadığı, bahse konu parsellerin satışının
yapılarak ekonomiye kazandırılmasının elzem teşkil eniği……
Ekonomik bir getirisi bulunmayan yer ekonomiye nasıl
kazandırılır? Satılarak… Hem de elzem
olarak… Peki satın alana nasıl ekonomik
getiri sağlar? Öyle ya, ekonomiye kazandırılmayacak mı? Ne yapacak ve nasıl yapacak da ekonomiye
getiri sağlayacak? Senin ekonomine getiri sağlamıyorsa başkasınınkine nasıl
sağlayacak? Ekonomik getirisi olmayanı bir yeri kim niye satın alır? Aptal mı
bu insanlar? Sendeyken değersiz, satılınca değerli mi olacak? Sendeyken
değerliyse niye satıyorsun?
Belediyeye ait, ekonomik getiri sağlamayan, hatta gider
yaratan sadece bunlar değil ki, yollar var, parklar var, meydanlar var, çöplük
var, mezarlıklar var… onları da satıverelim
gitsin…. Ekonomiye gelir sağlarız…
Niye satıyoruz? Gerekçe arkadan geliyor…
Belediyemizce yapımı planlanan Belediyemize ait 223 ada 1 parseldeki
Kültür Merkezi ile 207 ada 4 parselde planlanan Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezi
için gerekli ekonomik kaynağın sağlanmasının gerektiği,…
Meram anlaşıldı.
Bakmayın harita dilli anlatıma: Eski Belediye binasının Kültür Merkezi, uzunca bir süredir çukur olarak duran eski
hamam yerine de Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezi yapılması planlanmış ama ekonomik
kaynak yokmuş anlayacağınız.
İlahi, plan yapmış olmak demek hedefe ulaştıracak tüm
faaliyetlerin maliyetleri için kaynağının hazır, tahsisatının yapılmış, hazır
olması demektir. İyi bir bir plan,
kaynağı da kapsar…
Kaynağınız yoksa ayırmadıysanız planı yapmış olmuyorsunuz
zaten. Olsa olsa, niyet etmiş
olursunuz. Bu yerlerdeki faaliyetlerden,
durumun niyetten eyleme geçtiği anlaşılmakta.
Durum tam “ayranı yok içmeye…….” durumu. Kaynak yok ama işe fora
başlanmış. Yıkım yapılmış, temel kazılmış…. Sonra, aaaa kaynak ihtiyacı varmış.
Bak bak bak….
Kervan yolda düzülürmüş… Kestirme çözüm ne? Satalım gitsin…
Ak akçe kara gün, kamu malı bugün içinmiş.
Eh, biraz mahcubiyet yok değil tabi ki. Bu kararın
“elzemliği” konusuna başta kendini sonra bizleri ikna etmek, mazereti
güçlendirmek için gerekçelere devam etmiş ama tam “merdi Kıpti şecaat arz
ederken sirkatin söyler ” durumu oluşmuş bu defa:
…ayrıca bahse konu parsellerin herhangi bir kullanıma tabi olmaması
nedeniyle çevresel etkileri gözetilerek ilçemizin yegane geçim kaynağı olan
turizm sektörüne görsel olarak görüntü kirliliği yarattığı ve çöp alanı olarak
kullanıldığı açıklanmıştır.
1. 1. Kamuya ait her parselin mutlaka kullanıma tabi
olması gerekmiyor. (Bunlar çocuğunuzun
geleceği için rezervdir. Ben anlamam diyor.)
2. 2. Çevresel etki gözetilerek çevre planı yapma
görevi belediyenindir. (Ben bunu yapmadım diyor.)
3. 3. Görüntü ve her türlü kirliliği önlemek belediyenin
asli görevidir. (Ben bunu yapamıyorum diyor.)
4. 4. Çöpleri temizlemek, çöp atma yerleri tespit
etmek ve oradan onları toplamak, atılmaması gereken yerlere atanları denetlemek
ve ceza yazmak Belediyenin asli görevidir. (Ben bunu da beceremiyorum diyor.)
5. 5. İlçemizin yegâne geçim kaynağı turizm değildir. (Çifçiler, işçiler, esnaf, bağcılar,
balıkçılar, şarapçılar, emekliler,
memurlar kalkın Mavriya’ya gidelim…
Ürettiğiniz, tükettiğiniz, sattığınız süt- peynir- yumurta,
domates-biber-patlıcan,
üzüm-pekmez-şarap, balık-kalamar-ahtapot, SGK’nın ödediği üç aylıklar,
tamir ettiğiniz motorlar-lastikler, Devletin ödediği maaşlar, sizin belediyeye
ödediğiniz su parası, emlak vergisi – tüm bunlar gelir ve geçim, velhasıl
“ekonomi” kabul edilmiyor.
Çünkü adanın “yegane” (bir tek demek) gelir kaynağı, Turizm’miş…. Hani Bozcaada bağcılık ve şarapçılık
adasıydı? En lezzetli deniz ürünlerinin adasıydı?
Sizin paranız para değil, turistin parası…. para
anlayacağınız. Varsa yoksa turistin parası…
Her şey turizm ve turist için….
Huzurumuz, ruhumuz, varlığımız…
Kıyılar, deniz, güneş, hava ve su…
Evlerde, su akmasa da olur. Merkez dışının vanası
kapatılabilir, suları kesilebilir… Aman turistler yıkansın, kokmasın. Hani
kolayı bulunsa, turist konaklamayan evlere
çarpı konulup tek tek suları kesilecek…
Sokaklardan adalı geçemesin. Turistler yayılsın ve höykürsün.
“Yerliler” uyumasın. Turistler sabaha kadar “tepinsin ve
böğürsün”…
Hadi bunu “işlettikleriyle”
aynı gemiyle Mayıs ayına gelip Eylül ayına yine işlettikleriyle aynı
gemiye binip giden yaman “işletmeciler” dese, “derler ” dersiniz. İşleri işletmek.
Ama 12 ay Bozcaada’yı yaşanılır kılma söylemiyle yönetime
seçilen, yasal amacı “turistlere” değil
“yerlilere” hizmet olan bir kurumun seçilmiş yöneticileri derse, bu durum biraz
değil birazdan öte, tuhaf kaçmakta. Sezonluk
Turistler Belediyesi….
En “güçlü” gerekçe, en sona saklanmış:
Belediyemizin mülkiyetinde bulunan bahse konu parsellerin Belediyemizin
ekonomik olarak kalkınmasına katkı yaratmak üzcrc.5393 Sayılı Belediye
Kanununun 18/c maddesi uyarınca satışına karar verilmesini…
Demek ki neymiş, Belediyemizin ekonomik olarak kalkınması,
bu parsellerin satılması ile katkı bulacakmış… Satacak yer kalmayınca ne
olacakmış? Daha belli değil.
Kalkınmak için “ekonomi” lazım… Ekonomi için, satmak
lazım. Kıvırmayıp şuna “para” deseniz
olmaz mı, ekonomi başka bir şey, kastettiğiniz şey para…
Kuzum Arap ülkeleri arsa değil, petrol satıyor,
“ekonomileri” iyi ama pek “kalkınık” oldukları söylenemez. Belediyenin
“kalkınması” için sürekliliği olan başka ekonomik kaynaklar da vardı sahi: kira
gelirleri, vergiler ve harçlar, hizmet
bedelleri, cezalar gibi. Acaba “kalkınmaya”
azmetmiş meclis üyelerimiz bu gelir kalemlerindeki tahakkuk ve tahsilat
oranlarını, dört buçuk yılda verilen ruhsat sayılarını da lütfedip paylaşırlar
mı biz “turist olmayan turizm hizmetkârları” ile? Ya da kabul edilmemiş olsa bile, belediye
proje ofisince belediyenin kalkınmasında kullanılacak finansman için Kültür
Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, GMKA, AB vb. kuruluşlara yapılan yazılmış proje,
fon başvuru sayılarını?
Hoca Nasrettin’in hikâyesinde olduğu gibi, Turistlerin
Belediyesi önce arsaları satarak çevreyi görüntü olarak güzelleştirecek. Aynı
zamanda ekonomisi de kalkınmış olacak (bir taşla iki kuş).
Ekonomisi kalkınınca eski köye yeni adet, eski Belediye
binasını Kültür Merkezi yapacak. Kültür
merkezinde adamız turistlerimize yönelik sergiler, konserler, turizm fuarları,
görsel güzelleştirilmiş adamız fotoğraf sergileri açacak. Daha da çok turist gelecek,
ne kadar kültürlü olduğumuzu görecek ve Belediyemiz ekonomisi daha da
kalkınacak (bir taşla üç kuş).
Diğer yandan Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezimizde cıngıl
cıngıl Çin malı turistik hediye mağazaları ve Ayvalık tostçuları açılacak. (Anahtar yaptırmak için bile karşıya
gidiyoruz ama olsun, gideriz, Bozcaada için canımız feda.) Turistlerimiz çok
sevinecek, alışveriş yapacak ve belediyemiz ekonomisi düzelerek kalkınacak.
Sosyal tesislerimizde ise maddi durumu daha kötü olan
turistlerimiz daha hesaplı biçimde konaklatılacak, yedirilecek içirilecek,
mutlu edilecek. Onlar mutlu olunca Belediyemiz ekonomisi daha daha da
kalkınacak…
Gülmeyin, peşin parayı gördünüz gülersiniz tabi…
Ayıp yahu…
Sahi, sadece meraktan soruyorum; 204 Ada 11 lParscl-(29.53
m2 imarlı) ve 204 Ada 14 Parscl-(33.49
m2 park alanı), 204/15 birleştirilerek, hatta ortadaki ve yanlarındakiler de alınarak
ve kamulaştırılarak sıkışık bitişik
nizam arasında bir park (çocuk parkı, sanat parkı, bitki parkı) ya da”
manzaralı sosyal tesis” yapılamaz mı?
Sırt sırta olan 254 Ada 4 Parscl-(27.93m2) ve 254 Ada 10 (Parscl-(17.72m2) birlikte
derinlik boyu ne olmaktadır? Kimin ne işine yarar ki? Çöplük gibi halleri var
mıdır halen?
200 Ada 2 parscl-(26.10m2 ) gerçekten kullanım dışı mıdır,
kimse kullanmaz, çöplerini mi döker bazı oteller? Emin misiniz? 202 Ada,l 1 Parsel-46.10 m2
kimin ne işine yarar ki acaba, çöplük olarak mı kullanılmaktadır? Ya da dar sokağın üstündeki 517/7?
232/10 ( Karar metnine göre 31,49m2, TKGM ye göre 107,44 m2 avlulu kagir evin
mülkiyeti belediyenin değil, şahıs malı ama olsun, satışı Belediye yapacak,
satmaya karar vermiş bir kere…
İnsanlar evlerinin/pansiyonlarının, otellerinin önlerini çöplük
gibi kullanmaktaysalar Belediye bunlara bakmaz, ceza kesmez mi? Ya da çöp atma ihtiyaçları varsa bu arsalar
üzerine ihtiyaçlarını karşılamak üzere çöp konteynerleri yerleştirerek yer
altına almaz mı? Hazır kendi arazisi…
İmza atan meclis üyeleri, gidip bu yerleri “yerinde” görmüş müdür?
Kararın en ilginç kısmı ise sonu…
…. satış öncesi 2863 Sayılı Kanunun 13'ncü maddesi gereğince; ilgili
kurum olan Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünden
gerekli iznin alınmasına. izin talep yazısında herhangi bir uygulama öncesi
ilgili kuruldan izin almak şartıyla satış şartnamesine şerh konulması
gerektiğine dair özel hüküm konulmasına. ilgili Koruma Kurulunca satış iznine
muvafakat edilmemesi durumunda Belediycmizcc satış işleminin yapılarak uygulama
öncesi izin alma şerhinin konulması şartıyla satışlarının yapılmasını, 5393
Sayılı Kanunun 18/c maddesi uyarınca ilgili kararın alınması talep edilmiştir.
Benim anladığım, Koruma Kurulu izin verse de, vermese de, “ben satarım” diyor karar…
Hayrola, bu acele neden?
Bu kararlılıkla üç vakte kalmaz bu satışlar yapılır mı
dersiniz?
Sizi gidi satıcılar siziiiiiiiiiii………
28 Eylül 2017 Perşembe
Herhangi Bir Cevabı Ödüllü Sorular
Leonardo’nun eseri Mona Lisa’yı
yakından görenler, bunun çok heyecan verici, estetik zevk yüklü bir deneyim
olduğunu söyleyemezler. Woody Allen, bir
süre önce Amerikalı turistler için Louvre Müzesini 25 dakikada gezme kılavuzu
hazırlamıştı. Beş dakikası müzenin ikinci katında sağda yer alan Leonardo’nun
eserine ayrmıştı.
Tablonun önünde en az yüz kişi
makinaları ile Mona Lisa’yı görüntüleme ya da selfie çekmeye çalışmaktadır. Çekimler başarısız, çünkü aynı şeyi yapmaya
çalışan en az on kişiyle itişmek-kakışmak gerekiyor… Tablo ise büyük bir hayal kırıklığı yaratacak
kadar küçük…
On euroya çok sayıda muhteşem sanat
eserini görebilme fırsatı, kitle turizmi turistini ne heyecanlandırıyor, ne ilgilendiriyor. Louvre müzesine ayırdığı
zaman en iyimser tahminle bir-bir buçuk saat…
Bu durum, turistin kendi tercihi ve sorunudur tabi ki.
Ama dünyanın birçok yerinde artık
ziyaretçi ve turistler için ciddi sınırlama uygulamaları başlamıştır.
Yüksek sayıda turist tarafından
ziyaret edilen tüm belde belediye başkanları size aynı şeyi söyleyeceklerdir: Günümüz
turisti gerçek bir bela…
Günümüz turisti meraklı, arsız ve
yerel adetlere uyma, saygı gösterme gibi bir zorunluluk hissetmemektedir. Kirlettiği
yerlerin kendisinden sonra temizlenmesi gerektiği ve bunun için birçok insanın
çalışmak zorunda olduğu ve kaynak harcanacağı umurunda değil. Her bir turist,
kişi olarak tabi ki arsız değil. Ancak
sanki tatil rehavetine kapılınca, birçok şeye boş vermekte.
Uzakdoğuda birçok ülke Çinliler
için ciddi kısıtlama önlemleri almaya başlamış bile. Ülke dışına yakın zamandan
beri seyahat imkanı bulan Çinliler, yurtdışı seyahatlerinde geçerli temel bazı
kurallardan bihaberler.
Taylant’da yakın zamanda bir Çinli
turist, kutsal tapınakta tepinirken ve kutsal çanları tekmeleyerek eğlenirken
yakalanıp yargı önüne çıkarılmıştı. Yine Çinlilerin her yere çöplerini
attıkları, hatta ortalık yerde hiç sıkılmadan def-i hacet ettiklerine ilişkin
birçok şikâyet var. Piste çıkmak için hareket eden bir uçağın kapısını “temiz
hava almak için” açan bir Çinli turist ise medyada uzun süre yer aldı…
Şikayetler üzerine Çin hükümeti,
bu tür davranışlar sergileyenler için kara liste oluşturacağını ve 2 yıl süre
ile yurtdışına çıkışlarını men edeceğini açıklamak durumunda kaldı.
Viyetnam’da bir bölge turistlerin
girişine yasaklandı. Nedeni, bölgede bulunan yetiştirme yurtlarında kalan
çocukların ziyaret eden turistlerce küçük hediyelere, bozuk paraya boğulması…
Bunda ne kötülük var diyeceksiniz? Fakir
ailelerin çocuklarını, daha iyi bakılıyor diye yetiştirme yurtlarının
kapılarının önüne terk etme eğiliminin tavan yapması…
Avrupa ülkelerinde ve
şehirlerinde de turistlerle ilgili birçok ciddi kısıtlama var gündemde.
Örneğin Kopenhag. Danimarka’nın başkenti yılda 9 milyon turist
tarafından ziyaret edilmektedir. Tüm Danimarka’nın nüfusu ise 6 milyon. Kongre
turizmi ve cruz’ların sevilen destinasyonu olan bu şehirde rehberlerin
konuşmaya bile cesaret edemediği “Sessiz Bölge’ler bulunmaktadır. Bunların
özelliği içlerinde konutların da bulunmasıdır. Danimarkalılar, şehrin sayfiye
yerlerinde yabancıların mülk edinmesini yasaklamışlardır. Şehirde bar, restoran
ve hotel açma izinleri ise çok ciddi kısıtlamalarla karşı karşıyadır. En önemli
gerekçe ise, şehri bunların zamanla işgal etmemesi…
Bir diğer örnek, Barselona şehridir. Bu Katalan şehri bir
süredir her türlü hotel, pansiyon ve misafirhane yapımını yasaklamıştır. Şehir
halkı, ilk protestosunu, üç İtalyan turistinin caddelerde çıplak dolaştığını gösteren
resimler internette görülünce anında sokağa dökülerek gerçekleştirmiştir. İşsizliğin
etkilediği özellikle gençlerden oluşan çeteler turist gruplarına, otobüslerine
saldırılar düzenlemektedirler. İşin içine
siyaset de karışmış durumda. “Bileşmiş Halk Adayları” hareketine bağlı “Aran” grubu
sistematik olarak turistlerin gittiği yerlere: restoran, bar, otellere
saldırmakta. Bu grup, Katalonya’nın bağımsızlığı için faaliyet gösteren ayrılıkçı
parti tarafından da desteklenmektedir. Eylemlerini internet üzerinden
çektikleri klipler ile yayarak taraftar toplamaktadırlar.
Madrid’in tarihi Lavapies semti
sakinleri, nisan ayında şehir merkezinde tekerlekli valizlerle çok büyük bir
protesto gösterisine imza attılar. Gerekçeleri, semtte artan hotel ve pansiyonlar
dolayısıyla turist sayısının da artması ve huzurlarının kaçması; emlak
spekülatörlerinin turistin kokusunu hemen alması ile emlak, ev fiyatlarının ve
kiraların artışı; Airbnb gibi kiralama siteleri aracılığı ile şehrin yaşanmaz
hale gelmesi.
Berlin’de evlerin pansiyona
verilmesi belediye meclisi kararı ile yasaklanmıştır. Ev sahibi evinin sadece
bir odasını kısa süreli konaklama için kiralayabilir. Evin tamamını ancak ev, sahibinin
üçüncü ev mülkiyeti ise günübirlik kiralamaya verilebilir…
Paris’te Seine nehri üzerindeki
Pont des Art köprüsüne turistlerce asılan tüm kilitler belediyenin kararı ile
temizlenip atılmıştır. Bir aklıevvelin başlattığı ve yaydığı inanca göre
aşıklar köprü demirlerine kilit asarlarsa asla ayrılmayacaklar…
Eiffel kulesi dünyada belki de 7
milyon ziyaretçi ile en çok ziyaret edilen ve en iyi korunan yerlerden
birisidir. İki üç kilometrelik kuyruklara ve hiç de ucuz olmayan fiyatlarına
rağmen günlük bilet satışı, sınırlıdır. Gerekçesi, “tasarımcısı Gustave Efifel’in
eserini, milyonlarca insan tepesinde dolaşsın diye tasarlamadı”…
Fransızlar sanat ve şov
dünyasının ünlülerinin ülkelerini ziyaret etmesinden çok hoşlanırlar. Ancak
onları Paris’ten uzak tutmak için yıllar önce çeşitli önlemler almışlardır.
Daha geçen yüzyılın 50 li yıllarında bütün sanat festivallerinin taşrada
yapılması kararı ile şehri kargaşadan kurtarmışlardır.
Örneğin dünya klasik müzik
yarışması Aix en Provence’da, film festivali ve MİDEM müzik festivali
Cannes’da, dünya fotoğrafçılık festivali Perpignan’da, dünya caz festivali
Montreux’de, tiyatro festivali Avignon’da, dans festivali Montpellier ‘de…
Kitle turizminden en mustarip
şehir kuşkusuz Venedik. Birkaç yüz yıl
önce Venedik Adriyatik denizinin incisi, şehir devletin başkenti idi. O
dönemdeki ihtişamını korumayı başaran kentin on binlik nüfusu her yıl 50 milyon
turist ile birlikte yaşamak zorunda.
Venedikliler, turist akınının
yerli ahaliye nefes aldırmayacak ve şehrinde kendisine yer bulamayacak düzeyde
yığılmasını anlatan bir terim icat etmişlerdir:
centrifikasyon: insanların kendi evlerinden- semtlerinden kovulmasını,
farklı bir kimliğe bürünmesini, ticarileşerek yapaylaşmasını ifade ediyor.
Birçok Venedikli için Venedik artık ayak basılamaz haldedir çünkü onların
sayısı on bin, gelenlerin sayısı 50 milyon. Başka sektörler turizm tarafından
süpürüldüğü, nefes alamadığı için tüm ekonomik faaliyetler turistin etrafında
dönmek zorunda. Ancak turist o denli küstah ki, belediye “Tadını Çıkar ama
Venediğe Saygı Duy” kampanyası başlatmak zorunda kaldı. Yani saygısız turist
için bir dizi sınırlama, yasaklama ve ceza…
İlk olarak şehir merkezini
ziyaret edenlerin sayısı yüz binden altmış bin ile sınırlandırıldı. Yeni hotel
ve restoran açılması yasaklandı. Diğer yeni yasaklar ise, kanallarda serinlemek
500 euro, duvarlara yazı yazmak 400 euro, şehirde mayo ile dolaşmak 200 euro,
bisiklet sürmek 100 euro, yere çöp atmak 20 euro v.b. Tasarlanan sınırlama ve
yasakların yanında bunlar devede kulak… Geçen yıllarda yerel düzeyde yapılan
referandum ile halkın tamamına yakın bölümü, San Marco meydanına çok yakın olan
limana cruze gemilerinin demirlemesinin yasaklanması yönünde oy kullandı.
İtalyan adası Capri başarılı
turizm sınırlandırılması örneklerinden birisi. Giovani de Martino’nun adası
belediye başkanı, feribot sayısını kısıtladığı gibi, otobüslerin adaya girişini
tamamen yasakladı.
Turizm kuşkusuz çok büyük bir
ticaret sektörüdür. BM e bağlı Dünya Turizm Örgütü verilerine göre dünyadaki
her 11 iş ten biri turizm ile ilgilidir. Sadece 2015 yılında sektörün mali
hacmi 7,6 trilyon dolardır. Ancak sorun, bu paradan kimin nasıl ve ne kadar pay
aldığı ve maliyetlerini kimin ödediğidir. Örneğin Palma de Mallorca’da “Şehir
onda yaşayanlarındır” protesto grubu faaliyet göstermektedir. İlk manifestolarından
birinde, turizmin kazancının küçük bir azınlıkta toplandığı zararlarının ise
çoğunluk tarafından ödendiğinin altı çizilmekteydi.
Balkanların “Spa Merkezi” Velingrad’ın
nüfusu 22 bin. Şehirde 32 otel var. Bunların yarısından fazlası 4 ve 5
yıldızlı. Otel sahiplerinin sadece 5-6 sı şehrin yerlisi ve şehirde ikamet
etmektedir. Ülke işsizlik oranı ortalaması % 6 iken şehirde % 20 düzeyinde…
Örnekler hep dışarıdan.
Ülkemizde de pek çok var.
Konumuz Bozcaada.
Söylenecek çok şey var. Ama
söylenecekler hep cevap.
Örneğin şunu diyebiliriz:
“Canım yukarıdaki örnekler saçma…
Adamlar turizmden paraya doymuşlar şimdi “gelmesinler” diye önlem alıyorlar.
Biz de Paris, Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad
olalım, sonra kısıtlarız”…
İyi de… Bunlar turizm ile Paris,
Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad olmadılar ki…
Şehirleri ile, binaları ile, altyapıları
ile, sanat ve sanatçıları ile, kendine özgü mutfakları ile, müzeleri ile,
parkları ile, ulaşımları ile, bunları yönetmeleri ile, vel-hasılı kendi hemşehrileri
için yaptıkları ve tüm bunlara verdikleri değer ile öyle oldular… Öyle
oldukları için turistler akın etti/etmekte… Kendilerinde olmayanı görmek için…
Turistte olmayan ama onlarda olana verdikleri değer için de ona çeşitli
yollarla “dur bakalım orada, saygılı ol, kirletirsen ödersin” diyorlar…
Söylenecek daha çok şey var. Ama
önemli olan doğru soruları sormak…
Bozcaada’nın turizm’den elde
ettiği gerçek gelir nedir?
Bu gelirden kim nasıl yararlanır?
Bu gelirin ne kadarı Ada’ya
yatırım olarak döner? Ne kadarı başka yere transfer edilir?
Turizmin maliyetine kimler
katlanır?
Maliyet derken parasal ve parasal
olmayan olarak ayırmak gerekiyor…
Parasal olanlardan hemen akla
gelenler: Festivaller, konserler, temizlik ve diğer sezon giderleri… Kim
harcıyor ve kim yararlanıyor? Ne kadarı kamudan harcanıyor ve gelir elde
edenlerin bu kaynaklardaki katkı payı nedir? Kamudan turizm aracılığı ile belli
bir kesime dolaylı-doğrudan aktarılan kaynak miktarı/oranı nedir?
Parasal olmayanlardan hemen akla
gelenler: trafik, gürültü, kalabalık, pahalılık, kirlilik, seyahat özgürlüğü
kısıtlanması, adanın doğasında ve kültüründe yaratılan geri dönülemez tahribat…
Kim kazanıyor, kim ne için ne kadar katlanıyor? Parasal olmayan maliyetlerin
dağılımı kimin aleyhine kimin lehinedir?
Centrification vaaamıymıştı
yokmuymuştu?
Yukarı mı aşarı mı gidiyor?
Bozcaada “Bozcaadalılarındır” mı “Bozcaada
satanlarındır” mı?
Bozcaadalıların talebi, düşüncesi,
hayalleri nedir? Bilen ve merak eden var mı? gibi...
Söylenecek tek şey belki de
şudur: Zeka kendi deneyimleri ile öğrenmeyse; akıl, kendilerininkinin yanında
başkalarının deneyimlerinden de öğrenebilmektir…
7 Ağustos 2017 Pazartesi
Belediye Saygısız Turiste Sarı Kart Gösterdi
Başlığı okuyunca Bozcaada Belediyesi diye düşündünüz ama durum öyle değil. İtalya’nın dünyaca ünlü Venedik şehri misafirlerinin
davranışları konusunda 12 altın kural getirdiğini ilan etti. Bu kuralları ihlal
edenler için 25 -500 euro para cezası uygulanacağını duyurdu.
Venedik Belediyesi,
kurallara uygun olmayan davranışlar konusundaki mevcut ceza oranlarını da
arttırdı. Örneğin daha önce 50 euro ulan kanallarda yıkanmanın cezasını 500
euroya çıkardı. Şehir içinde mayo-bikini ile dolaşmanın cezası 200 euro oldu.
Kamusal açık alanlarda piknik yapan ve yaya bölgelerinde bisiklet süren herkese
uygulanacak ceza 100 euro olacak. Yere çöp atmanın cezası 25, anıtlara yazı
yazma, çizmenin karşılığında ise 400 euro ceza yazılacak…
#EnjoyRespectVenezia – (Venediğin Tadını Çıkar, Saygı Duy)
kampanyası ile sosyal medya dahil olmak üzere bu 12 kural, belediyenin web
sitesi, bilbordlar ve turistlerin yoğun olarak ziyaret ettiği yerlere asılan afişlerle
10 farklı dilde duyurulmaktadır.
Venedikte artık şehir merkezini ziyaret edecek turist sayısında
da kısıtlama uygulanmaktadır. Örneğin Festa del Redentore festivalini bundan
sonra 100 000 yerine sadece 60 000 kişi izleyebilecektir. Belediye Meclisinin aldığı bir kararla, şehrin
eski Venedik bölgesinde yeni hotel ve “hızlı yemek” restoran/kafeterya açılması
da yasaklanmıştır.
10 Haziran 2016 Cuma
Neyi çağırırsanız, o gelir…
Altı üstü, ufacık ada…
İşyerleri ve konutlar, iç içe, dip dibe…
Mühim olan içindekiler.
Adada farklı kesimler var.
Kesim’den kasıt;
meşguliyetleri farklı,
beklentileri farklı, istekleri farklı, çıkarları farklı ve dolayısıyla,
davranışları farklı insan kümeleri...
Hiçbir kesim, diğerinden/diğerlerinden; daha önemli ya da
daha az önemli; daha aşağıda ya da daha üstün değildir. Her kesim
önemlidir.
Daha da ötesi, her birey ve canlı çok önemli ve feda
edilemezdir.
“Yaz geldi, üç kuruş para kazanacağız”…
Haklılar.
“Genciz, eğleneceğiz”…
Haklılar.
“Sabah erken kalkıp işe gideceğiz”…
Haklılar.
“Hastam var. Şu üç günlük dünyada huzur istiyoruz”…
Haklılar.
Hatta bazı kesimlerin “içinde de kesimler” var:
“Tatile geldik. Kafa dinlemek istiyoruz”…
Haklılar.
“Tatile geldik.
Sabaha kadar eğlenmek istiyoruz”…
Haklılar.
“Misafirlere sabah kahvaltı hazırlamak için erken yatmam
lazım ama akşam yatmak, sabah kalkmak bilmiyorlar. Gemiye yetişeceğiz diye de
erkenden kahvaltı istiyorlar”…
İşin içinden Nasrettin Hoca gibi, “sen de haklısın, sen de
haklısın” diyerek sıyrılmak, sadece masallarda mümkün.
“Kazancımız bu. Aç mı kalalım”?
Diye duygu sömürüsü ile baskın çıkmak, bencilce
kurnazlıktır.
“Kimse gelmesin. Dünyamızdan mı bezelim”?
Diye duygu sömürüsü ile baskın çıkmak, o da bencilce
kurnazlıktır.
Baskın çıkmakla, “üstünlük sağlamakla” kalıcı ve her kesimin
isteklerini karşılamak mümkün değil.
Kavga çıkar …. Ve çıkacak.
Herkesin haklı olduğu bir kavganın kazananı olmaz.
Çatışmayı çözmenin tek yolu uzlaşmaktır.
Yüzde yüz haklılık ve hak’tan diğerlerini de tatmin edecek
fedakarlıkta bulunmaktır.
Kendine bir de diğer kesimdekinin gözüyle bakıp “haklısınız,
ama ne yapalım…..” diye bencilce kurnazlığına argüman üretmekten vazgeçmeden uzlaşı
mümkün değil.
Bozcaada Belediyesi Encümeni,
26.05.2016 tarih ve madde 29 ile;
“15 Nisan – 15 Kasım tarihleri arası işyerleri kapanış
saatlerinin 03.00 olmasına, “gece saat 24.00 dan sonra faaliyetlerine devam edecek
iş yerlerimizin çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde müzik seslerini kısarak hizmet
vermelerine”… karar vermiştir.
Bozcaada Belediye Encümeni üyelerine birkaç soru:
Kapanma saati olarak 03.00 neye göre tespit edilmiştir?
Hangi kesimlere danışılmıştır?
Örneğin, açılış saati olarak 06.00 da işletmesini (tespit
edilen açılış saati) açmak durumunda olan ve konutu 03.00 da kapanan bir
işletmenin yanında olan talihsiz işletmeci, 03.00 da uyuyup, 05.30 kalkıp mı
işletmesini açacak?
Öğle sıcağı basmadan bağına bahçesine gidip işini bitirmek
zorunda olan bağcı 03.00 da bitişiğindeki işletme kapandıktan sonra uyuyacak ve
saat kaçta işine gidecek?
Sabah 08.30 da mesaide olmak zorunda olan memur, 03.00 de karşısındaki gürültü bitince kaçta
yatmalı ki dinlenmiş olarak mesaiye başlayabilsin?
Bunlara danışılmış mıdır? Hastası ve yaşlısı olanları
sormadık zaten.
Bozcaada Belediye Encümeni, şu “çevreyi rahatsız etmeyecek
şekilde” nin şeklini de bir tarif etseydi…
O şekil, ne şekil?
Kısma, ne kadar kısma?
İşletme sahibi saat 24.00 de işletmeden dışarıya fırlayıp, çevrede
bir tur atıp “etrafta bir rahatsızlık var mı acaba”? diye kolaçan edip müziği bir
tık mı, iki tık mı kısacağına karar verecek?
Bu turlarını hangi zaman aralıkları ile tekrarlayacak?
Rahatsızlığın-varsa şiddet derecesini neye göre
belirleyecek?
Rahatsızlık derecesi ile müziğin volümünü nasıl eşleştirerek
dengeleyecek? Yoksa karakol mu dengeleyecek?
İşletmelerin kapanma saatleri denetimi ve çevrede
rahatsızlık-müzik sesi kısıklığı denetimi için kaç zabıta gece mesaisi ile görevlendirilecek?
Müzik çalacak işletmelerin (varsa, ki yönetmeliğe göre
olmalı), desibel ölçüm aletlerinin kalibrasyonunu kim denetleyecek?
Çevre Kanunu ve özellikle bu kararı ile ilgili, Gürültü Kontrol
Yönetmeliği Bozcaada Belediyesinin hukuk külliyatında mevcut mudur?
Bozcaada Belediyesi sadece işletme ve işletmecilerin
belediyesimidir?
İşletme sahibi olmayan emekli bir vatandaş olarak, benim de bir
belediyem olsun isterim.
Sabaha kadar eğlenmeye gelmeyenlere bile “hadi bak, adada
sabaha kadar eğlence var eğlensenize” diyenler kuşkusuz adalılar ve ev sahibidirler.
Ama tek sahibi değildirler. Evde başkaları da var.
Yıllar önce ne güzel özetlemişti Bilsay Hocam: Misafir
gittiği eve ayakkabı ile girilmiyorsa kendisininkilerini de kapı önünde
çıkarmalıdır…
Neyi sunarsanız, o tüketilir…
Neyi çağırırsanız, o gelir…
Bela dışında. O çağırmadan da gelir.
16 Temmuz 2015 Perşembe
Bozcaada Kargaları Öğreniyor...
Şemsiye üreticileri, yazın yağmurlu geçmesini isterler…
Sandalet üreticileri, yazın kurak geçmesini isterler…
Bira üreticileri, yazın sıcak geçmesini isterler…
Bozcaada kargaları, yazın çabuk geçmesini isterler…
Kargalar, hele Bozcaada kargaları oldukça meraklı ve zeki
hayvanlardır.
Ayrıca müthiş bir hafızaları vardır.
Ortalama olarak bir karganın 100 kelime ya da 50 kadar
cümleyi ezberleyebildiği bilinir.
Bozcaada kargaları için 16 kelimeyi ezberlemek, çocuk
oyuncağı…
Ancak bir sorunları var…
Daha doğrusu, Bozcaada Belediyesine bir önerileri:
Bozcaada Belediye Meclisi, 06 Haziran 2015 tarihinde aldığı bir kararla,
Bozcaada’nın bazı koylarına isimlerini gösteren 16 adet tabela dikecekti.
Projeyi Bozcaada Belediyesine Bozcaada Kent Konseyi
aracılığı ile götüren Bozcaadalılar Derneğinin bu tabelalama işi için öngörüsü,
sallana sallana 15 iş günü idi…
İş esasında, 5 iş günü… (3 günde tabelaların hazırlanması, 2
günde yerine dikilmesi).
Meclis kararından bugüne geçen süre, 40 gün.
Kalan sezon da 40 gün…
Sonra, ada kargalara kalacak.
Geri kalan sekiz ayda o tabelaları kargalar okuyacak.
Bu nedenle, şu saatten sonra yapılacak tabelaların, mutlaka yazı
kısmı yukarıya bakacak şekilde –
- Yani kargaların uçarken kolayca okuyabileceği biçimde yerleştirilmeleri
gerekecek…
Ki, kargaların işine yarasınlar…
Hiç olmazsa kargalar, Bozcaada’nın koy isimlerini kış
boyunca doğru öğrensinler…
20 Aralık 2014 Cumartesi
Varna Chernorizetz Hrabar Üniversitesinde Bozcaada Turizmi ile İlgili İki Yüksek Lisans Tezi.
Varna Chernorizetz Hrabar
Üniversitesi Yönetiim ve İşletme Fakültesi Yüksek Lisans Programı öğrencilerinin,
Yunanistanın Tasos adasından sonra, iki yıldır Bozcaada’da gerçekleştirdikleri staj
ve seminer çalışmaları meyvelerini vermeye başladı.
![]() |
Çapraz Tatil Köyünde Öğrencilerin Staj Çalışmaları |
Doğrudan adada yapılan anket,
gözlem ve görüşme tekniklerine dayalı yurt dışında Bozcaada ile ilgili ilk
yüksek lisans çalışması niteliğini de taşıyan tezler Bozcaada turizmini konu
etmektedirler.
Bu nitelikleri yanında, AB ülkesi
ve turizm çeşitliliği açısından zengin olanak ve deneyime sahip Bulgaristan’dan
turizm alanında çalışan profesyonellerin yabancı gözüyle yaptıkları akademik
çalışmalar Bozcaada’nın turizm potansiyeli konusunda çok önemli ipuçları
barındırmaktadır.
Doç. Dr. Miglena Temelkova
yönetiminde, Velina Stoyanova’nın Bozcaada
Butik Turizminin Liderlik Potansiyeli ile Milena Borisova’nın Bozcaada Alternatif Deniz Turizmi Ürününde Rekabet
Edebilirlik – Liderliğe Erişebilme Fırsatları İlişkisi adlı çalışmaları
geniş bir saha çalışması yanında, Türkiye ve diğer ülkelerde benzer potansiyele
sahip turizm alanları ile Bozcaada’nın potansiyelini, güçlü ve zayıf yanlarını
karşılaştırarak bu alanda karşılaşabileceği güçlükleri ve gelişim fırsatlarını irdelemektedirler.
Çalışmalarının sonunda, rekabetin
çok değişkenli faktörlere bağlı olduğu bir alanda Bozcaada'nın sahip olduğu
değerlerle, turizmde benzer olanaklara sahip ve benzer ürünler sunan yerleşimler
arasında liderliğe nasıl erişeceğine ilişkin bir dizi öneri yer almaktadır. Bu önerilerden özellikle “yabancı turistler
için adanın cazip hale getirilmesi” konusundakiler gerçekten dikkate değer.
Üniversitenin kurucusu ve mütevelli
heyeti başkanı Prof. Dr. Anna Nedelkova başkanlığında, geniş bir akademik ve misafir dinleyici topluluğu
önünde 13 Aralık 2014 tarihinde gerçekleşen tez savunmaları teknik ve bilimsel
yönü kadar Bozcaada’nın çeşitli yönleriyle tanıtılması açısından da büyük ilgi
gördü.
Bozcaadalılar Derneği yönetim
kurulu üyelerinden jüri üyesi ve dinleyici olarak katılımın sağlandığı toplantı
sonunda denek yöneticileri, üniversite yöneticileri ile tez çalışmasını yapan uzmanları
yaz sezonunda, bulgu ve önerilerini üyeleri ile paylaşmaları için adaya davet
ettiler.
Üniversitenin kurucusu ve mütevelli
heyeti başkanı Prof. Dr. Anna Nedelkova ile Yönetim ve İşletme Fakültesi Dekan
Yardımcısı ve Yüksek Lisans Program sorumlusu Doç. Dr. Miglena Temelkova memnuniyetleri ile birlikte, yüksek lisans seminer ve staj çalışmalarını 2015 yılında da
Bozcaada’da gerçekleştirmek istediklerini ifade etmişlerdir.
22 Temmuz 2014 Salı
Eyvah Eyvah, Bayramda nereye gitsek?
Bayramda nereye
gitsek?
……………………………….
10. Yunan Adaları’na Selam Çakan Gökçeada
Türkiye’nin en büyük adası Gökçeada’da yapacak çok şey var. Geniş ve rüzgar alan Kefalos koyunda windsurf ve kitesurf yapabilir, eski Rum köyleri olan Dereköy ve Zeytinliköy’de bir tarihi gezinti yapabilir, bol denize girip, taze deniz mahsullerinin tadına bakabilirsiniz. Gitmişken Mustafa’nın Kayfesi’nde kahvaltı edin mutlaka.
11. Çanakkale
Kıyılarını Sevdiren Geyikli – Bozcaada
Ege kıyılarından
devam etmek isterseniz, Eyvah Eyvah filminin çekildiği Geyikli’ye de bir
uğrayın derim. Geyikli’nin uzun sahilleri ve doğayla iç içe atmosferi dinlenmek
isteyen ruhlara iyi gelecektir. Ezine’deki Truva Antik Kenti’ni gezebilir ve
tabi ki Ezine’nin mis gibi süt kokulu beyaz peynirlerinden alabilirsiniz.
Denize girmek için feribotla Bozcaada sahillerine de geçebilirsiniz. http://galeri.sozcu.com.tr/2014/foto/genel/bayramda-nereye-gitsek.html?pid=13
Bir
gazetenin magazin-foto haber – sayfasının ifade ettiklerini şöyle okumak mümkün:
1.
Gökçeada’da yapılacak çok şey var,” Geyikli sahilinde de öyle, ama yine de sıkılırsanız,
değişiklik olsun diye feribotla Bozcaada sahillerine DE geçebilirsiniz.
Ama Bozcaada’da denize girmekten başka yapılacak bir şey yok…”
2.
Gökçeada’da windsurf ve kitesurf yapabilirsiniz, ama Bozcaada’da herhangi bir
deniz sporu yapamazsınız.
3.
Gökçeada’da yer alan eski Rum köylerinde tarihi gezinti yapabilirsiniz, ama
Bozcaada’da yapamazsınız. Çünkü Bozcaada’da Rum Mahallesinin sokaklarından
lokantaların ve otellerin işgallerinden yürüyemez ve geçemezsiniz; kilise ve
manastırları sürekli kapalı olduğu için ziyaret edemezsiniz; Kalesini size
tanıtacak ve gezdirecek rehberler bir tarafa broşür de bulamazsınız.
4.
Gökçeada’da taze deniz mahsullerinin tadına bakabilirsiniz. Bozcaada’da
bakamazsınız. Çünkü Bozcaada’ya neredeyse tüm deniz mahsulleri karşı kıyı ve
balık çiftliklerinden gelir; bunları karşıda çok daha ucuz fiyata yiyebilirsiniz.
Aynı deniz mahsulünü çok daha ucuza karşıda yemek varken Bozcaada’ya geçmeye ve
kazıklanmaya değmez.
5.
Gökçeada’ya gitmişken Mustafanın Kayfesinde
mutlaka kahvaltı yapın. Bozcaada’ya giderken kahvaltılıklarınızı ve diğer
yiyeceklerinizi mutlaka yanınızda götürün. Bozcaada’da yiyecekleriniz hiç öyle
festivalleri için hazırladıkları gibi değildir. Önünüze bir sürü garip şeyi
koyup geri dönüş paranızın kalmayacağı fiyatları talep edebilirler. Adada
parasız ve mahsur kaldığınızda, banka şubeleri (tek şube zaten) bile
yakınlarınızın size adadan kaçmak için masrafı içinde gönderdiği havaleyi aynı
gün alıp kaçmak istediğinizde, bir daha
havale masrafı ödemeniz koşuluyla öderler. İstisnasız tüm işletmelerde başınıza
aynı şeyler gelebileceği ve bakış açısı aynı olduğu için size işletme isimi
öneremiyoruz.
6.
Gökçeada’dan illa ki Ege kıyılarından devam etmek isterseniz, Geyikliye gidin.
Bağları, şarapları, kalesi ve kendine özgü mimarisi, garip isimli otel ve
restoranları yok ama uzun bir sahili var. Üstelik oraları Eyvah Eyvah filminden
de biliyorsunuz ki orada da bir gariplik var. Filmin senaristi ve başrol
oyuncusu Sayın Ata Demirer bir Bozcaada aşığı… Evi barkı Bozcaada’da. Zorunlu
olduğu çalışma ve seyahatler dışındaki tüm çalışmalarını Bozcaada’da yapar ve
orada yaşar. Ama filmlerini Bozcaada’da
çekmemiş, o da Geyikliyi tercih etmiştir. Bu tercihinde, sizleri turist olarak oraya
gittiğinizde bunaltacak ve isyan ettirecek hususlar mı etkili oldu acaba?
7.
Geyikli, doğayla iç içe atmosferi dinlenmek isteyen ruhunuza iyi gelecektir. Bozcaada’da
doğa ile baş başa kalamayacaksınız. Çünkü siz adaya geçecek insanlar için Bozcaadalıların
“para kazanması” için olanlar dışında size ve aslında kendileri için de düzenlenen
hiç bir yer yok. “Servis olmadan” oturacağınız banklar yok. Dinleneceğiniz ve
ege denizini biraz tepeden göreceğiniz seyir terasları yok. Güneşten saklanarak
oturup dinleneceğiniz ormanlık alanlar yok. “Bu hızla şimdi bana çarpar mı”
diye endişe etmeyeceğiniz, yürüyüş yapacağınız ve bisiklete binebileceğiniz
yollar yok. Kitabınızı alıp okuyabileceğiniz
düzenlenmiş kuytu köşeler yok.
8.
Geyikliye giderseniz, Ezine’deki Truva Antik Kentini, Dalyan’daki kazıları
gezebilirsiniz. Bozcaada’ya giderseniz
ve kazı yeri göreceğim diye tutturursanız göreceğiniz şey yıllar önce açılıp
kapanmış, bir kapısı ve tabelası bulunmayan ve şimdi mezberelik ile hurdalık
karışımı bir otopark olacaktır.
9.
Geyikliye giderseniz, tabi ki Ezine’nin mis gibi süt kokulu beyaz
peynirlerinden alabilirsiniz. Bozcaada’ya giderseniz alacağınız şey Bozcaada’nın
mis gibi şarabıdır ve ancak mevsimi denk gelirse, mis gibi kardinal ve çavuş üzümüdür.
Bir de tabi bol bol reçel göreceksin
etrafta. Bozcaada’lıların suyunu çıkardıkları reçelcilik ürünü reçellerini. Domatesleri ve incirleri karşıdan gelen, hatta
birçoğu da karşıdan bozcaada etiketli gelen hazır reçelleri. Sergilerindeki
ürünler ise, her sahil kasabasında bulabileceğin çin ya da yerli malları…
10.
Ey okuyucu, Bayramda nereye gitsek diye bize sorarsan durum bu… Teşbihte hata
olmaz, bazı şeyler de mevhum-u muhalifinden anlaşılır. Her şeyi açık açık
yazdırmayın… Aranızdan bir kısmısının yine de denize girmek için feribotla Bozcaada
sahillerine geçip akşam güzel güzel Geyikli sahilindeki otel ve pansiyonlarına
dönmek yerine adadan yer ayırttığını biliyoruz.
Bu bir kısmının sayısı da zaten
“İstanbullular”ın sayısı çok olduğu için adadaki otel, pansiyon ve restoranları
dolduracak, hatta açıkta bırakacak büyüklükte… Bu kısmışının çok büyük bölümü
için, tıpkı daha öncekiler gibi, Bozcaada bayram tatili ilk ve son Bozcaada tatilleri olacak...
Bizim dediğimize gelip, Ege kıyılarına devam
etmek isterseniz, “Eyvah Eyvah filminin çekildiği Geyikli’ye de bir uğrayın
derim…”
NOT: Bozcaada için bu söylediklerimiz ve
söylemediklerimiz bizim duygu, düşünce ve görüşümüz değildir; çok uzun yıllardır bozcaadalıların gösterdikleri gayret ve çabaların sonucudur. Bu sonuçları kendilerine söyleyince çok kızarlar. Sizi, adayı ve adalıları "karalamakla" suçlarlar. Düşman bellerler. İçinizin sızladığını bilmezler. Asıl düşmanın "içimizdeki düşman"ın olduğunu kabul etmezler. Böyle durumlarda da sadece, "eyvah eyvah" derler...
11 Ekim 2013 Cuma
Kitaplıkta Bulunması Gereken Bir Kitap
Bozcaada toprakları, yapılan analizlere göre en çok bağı ve
üzümü beslemeyi sevmekte…
Üzüm insanoğlu tarafından belki de en uzun yıllardır bilinen,
yetiştirilen ve sevilerek tüketilen meyvedir.
Kurutulmuşu ve pekmezi yanında yine binlerce yıldır en çok
kullanılan muhafaza edilip tüketme yöntemi şaraptır.
Bu nedenle Bozcaada’da yaşayan ya da gönül bağı olan
herkesin kütüphanesinde üzüm ve şarap konusunda kitaplar olmalıdır.
Üzüm, bağcılık ve şarapçılık Bozcaada’nın adından bile çok
önde gelen kültürüdür, kaderidir…
Ocak 2013 de Sayın Tankut İlter’in Şarap ile ilgili kitabı
ilginç.
Adı, Tıp Şarap Sağlık Yaşam…
Bir derleme niteliğinde olan kitabın ilk bölümü şarap ile
ilgili sosyal ve genel konulara ayrılmış:
Şarabın tarihi, şarap kültürü, şarabın sağlık üzerindeki
etkileri, şarap ve kalp hastalıkları ile alkollü içkilerin zararları
başlıkları; hekimlerin gözüyle, herkesin anlayabileceği, tıp terimlerinden
arındırılmış anlaşılır bir dille anlatılmış.
İkinci bölüm teknik ve özel konulara ayrılmış:
Şarabın bileşimi, üretim tekniklerinin şarap fenollerine
etkileri, resvaratrol, şarabın etkilerinde biokimyasal mekanizmalar, şarabın
antimikrobik etkisi, şarap ve hematolojik sistem, şarabın böbrekler ve tansiyon
üzerindeki etkileri, şarap ve kanser, şarap ve beyin, şarap ve migren, şarap ve
alerjik hastalıklar, şarap ve ürik asit, şarap – doğal cilt bakımı.
Kitap, adeta bir şarap gözlüğü ile sağlık ansiklopedisi…
Yayın, Gastroenteoroloji Vakfı’na ait.
Bozcaada’lılara ve Bozcaada’ya gönül veren meraklılarına duyurulur…
3 Ekim 2013 Perşembe
Bunlar, 2003 ve 2008 de Konuşulmuştu...
Sevgili hocamız Prof. Dr. Bilsay Kuruç’ un izniyle, Bozcaada, Turizm, Planlama gibi konularda tartışmaların yaşandığı bugünlere ışık tutması amacıyla iletiyorum.
Akın Baran
BOZCAADA İÇİN BİR SÖYLEŞİ
Beş yıl kadar oluyor. Çay Bahçesi’nde düzenlenen bir toplu söyleşide konuşmuştum. Şimdi, Bozcaada Deneği’nin sevgili yöneticileri, sevgili dostlarım benden bir yazı isteyince düşündüm. En iyisi, o gün söylediklerimi olduğu gibi yazmak olacaktı. Söyleşi turizm, Bozcaada’mız, Adalılar ve bağcılık üzerineydi. Konular eskimemişti. Bakalım söylediklerim eskimiş miydi?
Konuşma 15 Ağustos 2003, Cumartesi günü saat 19.30’da Çay Bahçesinde yapılmış
Değiştirmeksizin sizlere sunuyorum.
“Turizm zor bir konudur. Zorluğu, hemen her yerde dizginsiz biçimde gelişmesi, bu gelişme içinde doğal dokuyu geri döndürülemeyecek biçimde bozmasından kaynaklanır. MUDANYA’nın zeytinlikleri, AVŞA’nın bağları, MERSİN’in narenciye bahçeleri artık yoktur ve bir daha da olmayacaktır. İSPANYA’dan başlamak üzere, AKDENİZ’de hep böyle olmuştur. Kısacası, turizm önce hastalıklarını getirir.
Bozarken, yerine hep benzer şeyleri koyar : Her yerde lokanta, kahve, bar, dükkan ve en tuhafı, insan tipi bir örnek hale gelir. Aleladeleşir. Turistik bir yere giderken oranın nasıl olduğunu önceden bilir, hep onları istemeye başlarsınız. Her şey o birörnekliğegöre düzenlenir ve aranır.
İstisnalar, yani başarılı örnekler azdır. Çünkü, değişik bir şey yapmak farklı bir kalite ister.
Çelik GÜLERSOY’unki gibi.
Bozcaada’da son beş on yılın gelişmesine turizm damgasını vuruyor : Turizm adeta bağcılığın zıt kardeşi gibi gelişiyor. Bağcılığın temposu on iki aya yayılır, yavaştır. Turizm üç, üç buçuk aylıktır, hızlıdır. Bağcılık turizmi bozmaz. Turizmin hızı ise bağcılığı bozabilir.
Şüphesiz, turizmin gelişmesini bağcılıktan ayrı düşünemeyiz. Ada’nın gelişmesi, bu ikisinin yan yana, iç içe gelişme şansını yakalarsak parmakla gösterilecek bir şey olacaktır. Yoksa aleladeleşecektir.
Biraz geçmişe bakarsak bugünü daha iyi anlarız, yarını öngörebiliriz. Ada’nın geçmişinde Ada’lılar da, devlet de rol oynamıştır. Üç bin yıla uzanan geçmişten bunları öğreniyoruz. Ada Müftülüğünün, dostumuz Haluk ŞAHİN’in ve diğer araştırmacıların kitapları bunu anlatıyor. Ada’nın uzak geçmişi sanki daha iyi biliniyor. Krallar, prensler, cengaverler, savaşlar ve destanlar. Akhilleus, Tenes ve başkaları ...
Bütün bunların özü şudur : Ada’lılar üç bin yıldır üzüm ve şarap, yani bağcılık yaparlar. Ada’yı Ada yapan budur.
Ada’lılar bağcılıktan kazanıp yaşamışlardır. Ada ekonomisi bu olmuştur. Bu uzun dönem, on yıl öncesine kadar gelir. Altyapı namına bugün var olan birçok şey on yıl öncesine kadar yoktur :
Yollar basit topraktır. Asfalt yol 1980’lerde başlamıştır.
Ulaşım motorla, uzun süre YAKAR kaptanın motoruyla yapılmıştır. Eskiden haftada bir gün İSTANBUL’dan kalkan gemi Ada’ya yakın demir atar ve kıyıya kayıkla çıkılırdı. Sonraları, 1980’lerde, Odunluk iskelesinden, Normandiya Çıkarması’na (1944) katılmış iki çıkarma gemisi sefere girdi. Gemiye otomobilin geri manevrasıyla girilir ve gemi 22 ya da 23 oto alırdı!.
Elektrik yok gibiydi. Su kuyulardan gelirdi, ama rezervler yetersizdi.
Telefon varla yok arasıydı. Posta uzun süreliydi, gazete gecikmeliydi.
Televizyon 1980’lere kadar yoktu. Buzdolabı yerine tel dolap vardı. Fırınlar odun, kömür ateşiyle işlerdi.
En önemlisi, 1990’lara kadar kadastro yoktu.
Bu tabloda turizm hemen hemen yoktu. Ada’ya yabancı uyruklular ÇANAKKALE Valiliğinden izin almaksızın giremezlerdi.
“Yok”ların yanında “Var”lar da vardı : Bir kere, Şehir Kulübü vardı (Bugün bir lokanta).
Zemin topraktı. Orada herkes eşitti. Büyük bağcılar, küçükleri, bağ işçileri ve diğerleri birbirine “Sen” diyerek konuşurlar ve aynı çayları içerlerdi. Ada’da iki kahve vardı. Orada da statüler aynı idi. Herkes birbirine “merhaba” derdi. Kapılar kilitsizdi. Sokaklarda kanepelerde oturulurdu. Bağcılık eşekle ve pırpırlarla yürütülürdü. AYAZMA’da en çok on kişi denize girerdi. Kış gelince bazı Ada’lılar kumarda acımasızca birbirlerini üterlerdi.
Ada’lılar kimlerdir? O dönem Ada’lısının nesli tükenmek üzere. Önce tükenenleri analım. Çünkü, uzak tarihin kişiliklerini biliyoruz da, yakın geçmişin insan manzaralarını anmıyoruz.
Önce ALTAN’ı anmalıyım. O sevgili dostumdu. 1971’de bizi Ada’ya çeken ALTAN (GÜRMAN)’dı. YAKAR’ın motoruyla geldik. ALTAN Ada’yı ve SULUBAHÇE’yi sevenlerin, korumaya çalışanların lokomotifiydi, simgesiydi.
Çalışkan, zeki ve yardımsever Hacı SÜLEYMAN’ın Anadol otomobili, Ada’daki iki yada üç otodan biriydi. Ev aramaya ve bulmaya hep onun otosuyla gittik. Hacı bizi 1986’da BEDRİ Albay’a götürdü Albay ilginç bir insandı. Kısa sohbetimizin sonunda “Bu evi sana satayım, gideceğim, kalbim var” dedi. O tarihten beri orada oturuyoruz.
LİGOR şarap degüstatörüydü. Albayın da eski emir eriydi. Çok iri, ama sevimli gövdesi vardı. Minnacık evi, LİGOR’un gövdesinden biraz daha genişti! HAYATİ Beyin (TALAY) ona yardımlarını bir vefakarlık örneği olarak belirtmeliyim. (Bu konuşmayı yaparken dinleyiciler arasında bulunan ve Ada’nın simgelerinden biri olan HAYATİ Bey 2007’de aramızdan ayrıldı.)
VASİL müstesna meyhanesi, rakı adabına göre düzenlenmiş yaşamı ile Ada’nın aristokratı gibiydi.
KORELİ, Ada’nın ilk lokantasının sahibiydi. Bozcaada deyince, insanlar hemen “KORELİ” derlerdi. KURTULUŞ ve küçük HÜSEYİN onu yaşatıyorlar.
FRANSIZ MEHMET Ada’nın ilk marangozuydu. FRANSA’da kaldığı için ona öyle denirdi. Çok genç yaşta gitti.
İLHAN Bey (ARAL) Galatasaray Lisesi mezunu idi. Espri anlayışı inceydi. Hassas, incelik sahibi insandı. ÇAYIR yolunda, Ada’lıların DALLAS dedikleri bir çiftlik yaptırmıştı. Kayalıklara gidip, kabuklulara limon sıkıp yiyecektik birlikte. Olmadı.
Tükenen kuşağın sonuncusu, bu yıl kendisini daha çok özlediğim İRFAN Bey (ARAL) nadir bir insandı. Üzümün ve şarabın ustası olduğu kadar dünya politikası ile ilgilenir ve bilirdi. Çok okurdu. Değerlendirmeleri zeka doluydu. Onu yavaş yavaş kaybettik. Tıpkı Ada’da bir dönemin sonunun gelişi gibi.
(2007’de, bu insanlara Ada’nın, denizlerinin, yolculukların simgesi YAKAR Kaptan eklendi. YAKAR Kaptan’ın gidişi, eski dönemin kapanışı demek oluyor.
Devlet Ada’da kaymakamları ve politikalarıyla görünür. Kaymakamlar deyince, 1980 öncesinden Kutlu AKTAŞ, 1980’lerden Caner YILDIZ ve 1990’lardan Yavuz AKKOÇ akla gelir.
Politikalar deyince Ada’nın yolları, kadastrosu ve Tekel alımları akla gelir. Devletin politikaları son on yılda bir büyük paket gibiardı ardına uygulandı, daha önce görülmeyen etkiler yarattı. Eski uzun dönemin sonunu getirdi. Özetle, bağcılığı destekleme niyetiyle başlatılan (yada Ada’lıların öyle sandığı) politikalar, son on yılda hızla turizmi getirdi. Eski dönemin “yok”ları var olurken, “var”ları yok olmaya başladı. GEYİKLİ İskelesi’nin yapımı ile sefere giren araba vapurları ile Ada’nın kadastro’su örtüştü : Ada’nın bağlarından evlerine kadar her şey satılmaya başladı. O güne kadar Ada’yı bilmeyen yeni mülk sahipleri ile birlikte turizm de hızlandı.
Altyapıyı politikalar paketiyle oluşturursanız turizmi tutamazsınız, hızlanır. Her yerde böyle olmuştur. Şimdi zor ve değişik bir şey yapıp yapamayacağımız bir noktaya geldik : Turizmin (ve yeni mülklerin) yarattığı değişmenin sonucu ne olacak? Aleladeleşme mi, yoksa herkesin kazanabileceği bir yeni Ada modeli mi?
Son birkaç yıl bir şikayetler dönemi gibidir : Ada’lının eskisi “Ada artık eski Ada değil” diyor. Ada’lıların kazancı artanı (esnafı, Bayramiç’lisi) daha iyi bir ayar istiyor : Vapurun sıklaşmasını, gelenin gidenin edepli olmasını, ortalığı kirletmemesini istiyor. Gelen turist vapurların seyrekliği ve kuyrukların uzunluğundan hoşnut değil ve esnafın fiyatları yüksek tuttuğunu, hizmetlerin iyi olmadığına söylüyor. Bağcıların derdi apayrı. (Her yıl burada panelde konuşurlardı; bu yıl yoklar.) Üzümün devletçe koruma görmediğini söylüyorlar ki, şikayetlerin en önemlisi de bu. Çünkü, olup bitenler gösteriyor ki, üzümü korumak Ada’yı korumak demektir.
Bağcılığı korumak GÜLERSOY’un SULTANAHMET’i korumasına benzemiyor. Çünkü, üç bin yıldır Ada ekonomisini bağcılık çeviriyor. Eğer bugün turizmin iyisini becerebileceksek, bu, bağcılığı korumayı bilerek olacaktır. Yani, herkesin kazanabileceği bir Ada kimliği ancak bağcılığı koruyarak ortaya çıkabilir
Ama, işte burada talihsiz bir noktadayız. Çünkü, “aramızdan ayrılanlar”a şimdi TEKEL katılıyor. TEKEL gidiyor. Haberlere göre, 26 Eylülde blok satışla gidiyor.
Biliyorsunuz, TEKEL Türkiye’nin beş yüz büyük finansı içinde sekizinci sıradadır. Ayrıca, AVRUPA’nın en büyük otuz alkollü-alkolsüz içki firması arasındadır. Kasasına günde on bin trilyon TL. para girer. 2001 yılı satış hasılatı 3.1 katrilyon TL.dir. ve bunun 1.9 katrilyonu vergi, fon, vs. şeklinde devlet geliridir. 2001 yılı karı 138 trilyon TL.dir ve TEKEL özelleşirse, bu, devletin kasasından özel kasalara akacaktır.
Yine biliyorsunuz, TEKEL tütünün de en önemli alıcısıdır. Yerli sigaranın (TEKEL’in) pazar payı %40 dır ve iki yabancı firma ise paylarını %30 a çıkarmışlardır. 1999 da beş bin köyde 570 bin ekici ailesi varken, yerli sigaranın pazar payı daraldıkça bu ailelerin sayısı 400 bine düşmüştür. Korkarım, yarın daha da düşecektir
Bunları şunun için söylüyorum : Hatırlayabilirsiniz, 1970 lerde TEKEL’in motorları gelir, Ada’nın karasakızını alırdı. Karasakız şaraplıktır, konyaklık üzümdür. 1986 da Tuzburnu’nda TEKEL’in fabrikası kuruldu. Fabrika 1990 larda her yıl iki bin tona yakın üzüm alırdı. Bu 150 ila 200 üretici ailesinin gelir güvencesi demektir.
Ancak, on iki yıldır TEKEL’in alımları zayıfladı. 2001’de 700 bin kilodan biraz fazla, 2002 de 670 bin kilo kadar oldu. Kısacası, devlet bağcılığın altyapısı için bir şeyler yapacakmış diye düşünülürken, birdenbire geri çekildi. Üreticiyi yalnız bıraktı. (Geçen yıl üzüm bağda kaldı. Bu yıl üzüm 22 kuruştan satıldı. Bağlar köklenebilir!) Çünkü, ülke çapında üst kattan TEKEL’e “üreticiyi bırak, piyasadan çekil!” komutu verildi. Bu acıdır.
Şimdi temel soru şudur : Bağcılık ne olacak? İşler keyfe kalırsa, üç bin yıldır karasakız ve çavuşla yoğrulan Ada ne olacak? Bağcılığı keyfe kalmış bir Bozcaada’da turizm ilginç olur mu? Bağcılığın kaderiyle ilgilenmeyen turizm aleladeliği getirir. Bu AVŞA Ada’sının hazin modelidir. Bağcılığa sahip çıkabilen, TEKEL’in büyük boşluğunu doldurabilen, kaliteli ve işlek bir yeni model arıyoruz.
Ada’lılar, yani bağcılar kendi kaderlerine sahip çıkabilirler mi? Bağcılığı kurtarabilirler mi? Yoksa, üzümler bağda mı kalır? Bağcıların kaderi TEKEL’in ortada bıraktığı tütüncülerin kaderi gibi mi olur? Yoksa, Ada’nın şarap üreticileri mi birleşerek fabrikayı alırlar?
Devlet bağcılığı desteklemekten çekiliyorsa, üretici karşısında özel bir tekeli mi bulacaktır? Tuzburnu’ndaki fabrikayı büyük ihtimalle ucuza alacak olan özel kişi, üreticinin kaderiyle ve Ada’nın bağcılığı ile ilgilenecek midir?
Eski dönem, insanları ve politikalarıyla kapanırken şunu merak etmeliyiz : Yeni Ada’lılar, yani dışarıdan gelen yeni mülk sahipleri kimlerdir? Onların ortak bir Ada’lılığı öncelikle bağcılık üzerinde kurulabilecek midir?
Devlet artık “Nasıl bir Bozcaada istiyoruz?” sorusunu sormuyor. Üreticiyi terk etmesi bu soruyu sormadığını gösteriyor. Soru belki de yeni girişimci olan turizmcilere kalıyor. Bunların yaratıcı ve koruyucu olanlarına. Çünkü, bağcılığa sahip çıkmayı bilen girişimci kendi sorunlarını da daha kolay çözecek bir kapasiteye erişecektir. Ada’nın geçmişi ile geleceği arasındaki köprü belki de bu ince çizgi üzerinde kurulacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum.”
Evet, bundan beş yıl kadar önce Çay Bahçesinde bunları konuşmuşuz. Aradan geçen süre konuştuklarımızı zenginleştirmiş mi, yoksa sözlerimizi geçersiz mi kılmış? Bozcaada’mız, insanları, bağları, rüzgarı, denizi ve mevsimlerine göre hızlanıp yavaşlayan yaşama temposu ile özünü yitirmeksizin kimliğini koruyan, ama kendini güzelleştirmeyi bilen bir Ada olmaya doğru gidebiliyor mu? Dostlarımız bunları, hep bunları konuşmayı sürdürsünler. Kolay gelsin.
TURİZME İKİ YAKLAŞIM
Müşteri velinimetimizdir
Ne yaparsa makbuldür!
Maliyeti (Ekonomik-Sosyal) yüksek olabilir.
Bozcaada ölçeğinde sonradan telafisi çok zordur.
Turist misafirdir. Hoş gelmiştir, ancak, ayakkabılarını çıkararak girmelidir.
Bilsay KURUÇ
(Panel konuşması 25 Ağustos 2008 Pazartesi saat 21.00)
Sevgili Bilsay Hoca'nın 2003 de söyledikleri, 2008 de eskimemişti.
Yıl 2013, 03 Ekiminde de eskimiş değil.
Bilsay Hoca falcı değil bir bilim adamı...
Sözleri ise, bugün konuşanların kulaklarına göre değil...
26 Temmuz 2013 Cuma
Bozcaada Aya Paraskevi Manastırı Ayinle Hizmete Açıldı
Bir süredir tamiratı süren Bozcaada Aya Paraskevi Manastırı yenilenerek hizmete girdi.
Aslına uygun olarak restorasyonu tamamlanan manastır, Aya Paraskevi ayini ve panayırına yetiştirildi.
Her yıl 26 Temmuz tarihlerinde kutlanan düzenlenen ayin ve panayıra hazırlık amacıyla 25 Temmuz akşamı açılışı yapılan manastır binası ayinle kutsandı.
Bozcaada ve Gökçeada despotu Kirilios'un yönettiği ayin kalabalık bir topluluk ile yapıldı. Ayine adalıların yanısıra yurtdışından gelen misafirler de ilgi gösterdiler.
Aslına uygun olarak restorasyonu tamamlanan manastır, Aya Paraskevi ayini ve panayırına yetiştirildi.
Her yıl 26 Temmuz tarihlerinde kutlanan düzenlenen ayin ve panayıra hazırlık amacıyla 25 Temmuz akşamı açılışı yapılan manastır binası ayinle kutsandı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)