Anke çocuk ve gençleri
İstanbul’dan alıp kamp için Bozcaada’ya gelecek. Bir hafta öncesinden otogara gidip otobüsteki
tüm biletleri satın alır. Yazıhanede,
yolcu olarak bir de köpeği olduğunu özellikle söyler. Biletleri satmış olmanın
keyfiyle, hiçbir sorun olmadığını söyler yazıhanedekiler.
Derken hareket akşamı gelir. Topkapı garajının keşmekeşinde ve
kalabalığında kampa katılacak gençler, onları uğurlamaya gelen ve birçoğu da
ilk defa çocuğundan ayrılacak aileleri otobüsün yanında hareketten yarım saat
önce toplanırlar. Anke de gelir.
Çantaları, malzemeleri ve kangal köpeği Hatçeyle…
Yolcuların bagajını yerleştirmeye
çalışan şoför Hatçeyi görünce elindeki valizleri atıp, “ben bu köpeği otobüse
bindirmem” diye kendini yazıhaneye atar.
Tartışma başlar. “Bindirirsin bindirmezsin”.
Anke, “ben biletleri alırken size
söyledim ve kabul ettiniz” der. Hatçeyi bırakacak bir yeri olmadığı için
götürmek zorunda. “Gitmiyorum” diyemez kamp başlayacak ve çocuklar binmek
üzere…
Şoför, “evet yazıhaneden bana
söylediler ama hanımefendi ben küçük bir şey zannettim, bu ağzını açsa beni
yer, almam ben bu köpeği otobüse” diye feryat eder.
Veliler merakla ve endişeyle
durumu izlemekte…
Her zaman olduğu gibi Anke çözümü
bulur. Şoförle pazarlık edip, şöyle ikna eder:
köpek yerinden kalkarsa - kımıldarsa, derhal otobüsten inecek ve nerede
olurlarsa olsunlar, bir taksi tutup otobüsün arkasından onunla gelecek. Biraz
da yazıhanenin baskısıyla şoför kabul eder.
Herkes otobüse biner ve Geyikliye
doğru yolculuk başlar. Hatçe iki koltuğun arasına yatmış ve Anke’den “sakın
kımıldama Hatçe” talimatını almıştır. Gençler, aileden ayrılmanın endişesi,
sevinci ve kampa gitmenin heyecanıyla sabaha kadar uyumazlar. Kimi şarkı
söyler, kimi sohbet eder, kimi sakız çiğner, kimi çikolata-gofret yer, kimi kola
içer.
Otobüs sabah iskeleye gelip
durunca Anke’nin “hadi kızım iniyoruz” demesine kadar Hatçe gerçekten hiç
yerinden kımıldamamış, gece boyu uyumuştur. Tüm otobüstekiler inip çantalarını
alınca, Anke gülümseyerek şoföre yaklaşır:
“Şoför bey, ben sürekli bu hatta
yolculuk yapıyorum, bir dahaki sefere köpeğimi otobüse sorunsuz alırsın değil
mi”? diye takılır.
Şoför bir Anke’ye, bir Hatçeye,
bir inen gençlere, bir de otobüsün içine bakarak söylenir:
“Hanımefendi, bu köpek istediği her
zaman bu otobüse binebilir, başımın üstünde yeri var ama aha bu çocukları ben
bir daha otobüse hayatta bindirmem. Baksana bu otobüsteki çöpler ancak bir
haftada temizlenir, gürültülerinden kafamın ağrısı da bir ayda geçer”….
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Anke’nin Hatçeden sonraki kangalı
Efe. Hatçeden de iri, çok güzel bir kangal. Daha neredeyse bebek ve “eğitim”
döneminde. Boynundaki tasmasıyla her yere Anke ile birlikte gidiyor.
Anke rahmetli manav Arif’ten kamp
için sebze alışverişi yapıyor. Küçük Efe
sıkılmış tasmasını çekiştirip duruyor. Anke, “dur oğlum, dur Efe, şimdi işimiz
bitecek ve gideceğiz” diye söylenirken geçen komiser Anke’nin bu konuşmalarını duyar. Birden bağırmaya ve
hakaret etmeye başlar:
“Sen bir köpeye Efe diyemezsin,
efe nedir biliyormusun, Türklüğe hakaret mi ediyorsun, sen de gavursun, hem bu
köpeğin kaydı var mı, kimliği var mı”… diye devam eder. Ortalık karışır…
Ankenin nutku tutulur.” Ama,
ama”dan başka bir şey diyemez.
Kampa döner ama içi içine sığmaz.
Köpeğine bu ismi koyarken kimseye hakaret etmek aklının ucundan geçmemiştir.
Üstelik köpek en değerli varlıklarından biridir. Gözüne uyku girmez. Sabahı
sabah eder, kendi maruz kaldığı hakareti yediremez kendine…
Sabah mesai saati başlayınca, en
şık elbiselerini giyer, takar takıştırır ve soluğu belediyede alır.
Belediyedeki görevliler şaşırmıştır. Anke’yi hep iş kıyafetleri ile görmeye
alışkınlar ve sabahın o saatinde kampta iş çok…
“Hayrola Anke Teyze, sabah sabah
ne işin var burada”?
“Dün komiser bey bana çok kızdı,
ben de geldim köpeğimi kaydettirmek istiyorum”.
“Git işine Anke Teyze, adada
kimin köpeği kaydolmuş da seninkini de kaydedeceğiz, böyle bir kayıt defteri
yok”…
“Olsun ben yine de kaydettirmek
istiyorum yoksa komiser bey yine kızabilir” diye ısrar eder Anke.
Biraz başından savmak için biraz
da kırmamak için bir defter bulunur ve ne yazılacağını sorarlar Anke’ye.
“Cinsi, kangal, erkek, doğum
tarihi şu…., tüm aşıları yapıldı, ismi
de Frederich Mayer” der Anke.
“Anke Teyze, bunun adı da çok
uzunmuş, nasıl yazılacak” diye söylenir memur.
“Ah, Frederich Mayer benim
rahmetli amcamın adıdır, çok severdim kendisini; ve evet adıyla çağırmak için biraz uzundur,
siz de uygun görürseniz köpeğime kısaca FM diye seslenebilirmiyim…”
Herkes elindeki işi bırakıp
gülmekten kendini bir tarafa atar.
Anke’ye kızan komiser
Aydın’lıdır.
Uzunca bir süre adanın içinde
rahat dolaşamaz, gören gülmeye başlar …
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Anke’nin kampının bitişiğinde
rahmetli Meyhaneci Vasil Bey’in bağı var. Eşiyle birlikte filiz kırmaya
giderler. Kampa yaklaşınca Anke’nin kocaman kangal köpeği dış kapının önüne
fırlar ve havlamaya başlar. Her ikisi de
donakalırlar. Köpek çok iri ve oldukça da yakınlarında…
Havlama sesine Anke kapıya
çıkar. Köpeğe Almanca bir şeyler
söyleyince hayvan hemen sesini keser ve içeriye girer. Anke Vasil Bey ve eşiyle
selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra köpeğin arkasından içeriye girer. Vasil
Bey eşine döner: “Gördün mü hanım, Anke Hanımın köpeği Almancayı da öğrenmiş,
anlamasaydı bizi yerdi...”
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Anke’nin tüm dostları Anke gibi
hayvanseverdirler. Ya da Anke, hayvanları sevmeyenlerle dost olmazdı.
Bir gün Anke’nin kampındaki
terasında Anke, Dr. Fahriye Çakıroğlu, ben ve Prof. Dr. Güzin Özarmağan kahve
içmek için buluştuk. O sıralarda bir cilt rahatsızlığı olan köpeği Ayaz’ı Anke bir
gün önce veterinere götürmüştü. Gelirken benden iğnelerini almamı rica etmişti.
İğneleri verdiğimde, Fahriye
Hanım, “Anke Teyze sen bırak iğnesini ben yapıvereyim” dedi ve enjektörü kaptı. Güzin
Abla da “ben de tutayım, bir de bakayım nesi varmış” dedi. Güzin Abla Ayaz'ı tuttu ve
baktı, Fahriye Hanım da iğnesini yaptı.
Bir an Anke ile göz göze geldik
ve aynı anda gülmeye başladık.
“Ne düşündüğünü biliyorum” dedi
bana. “Evet, ben de bir daha dünyaya gelsem Anke’nin köpeği olarak dünyaya
gelirim. Dermatoloji hocası muayene edecek, aile hekimi iğnemi yapacak… Çok
şanslısın Ayazcığım”…
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Anke altmışında kendisine araba
aldı ve araba sürmeyi öğrendi. Sürücü hocası bendim. Aldığı araba
eski, beyaz bir Kartal’dı. Yerleşim yeri
dışındaki yollarda yaşadığımız birçok sürüş dersi macerasından sonra kendi
başına ada içinde de arabasıyla tek başına gidip gelmeye başlamıştı.
Bir gün akşamüstü aradı ve “”hadi
gelsene kahve içelim, sana bir şey anlatacağım” dedi. Gittiğimde o kocaman muzip gülümsemesi ile
karşıladı. “Ne var ne oldu Anke”, diye sorunca kahveleri koydu ve kahkahalarla
anlatmaya başladı.
“Arabayla tam meydanın ortasına
geldiğimde araba stop etti. Önümde,
arkamda, yanımda gemiye yetişmeye çalışan arabalar var. Stop etti ve uğraşıyorum, uğraşıyorum arabayı
çalıştıramıyorum. Çalıştıramayınca daha da panik oldum, insanlar gemiye
yetişecekler. Fren yerine gaza, gaz yerine debriyaja basıyorum, olmuyor…
Arkamdaki İstanbul plakalı
arabanın şoförü kornaya bastı ve elini kornadan kaldırmıyor. Daaaaaaaaat diye
basıyor. O zaman tepem attı. Kontağı kapattım, anahtarı aldım ve arabadan
indim. Arkadaki arabanın yanına gittim.
Kornaya basan şoför kavga etmeye
geldiğimi zannetti. Öfkeyle camını indirdi. Tam bağıracak iken, elimdeki anahtarı
ona doğru uzatıp, “Afedersiniz efendim, arabam stop etti, çalıştıramıyorum,
daha da çok acemi şoför sayılırım. Rica etsem siz çalıştırabilir misiniz? Ah hiç
merak etmeyin, siz benim arabamla uğraşırken ben de sizin arabanızın kornasına
sizin yerinize basmaya devam ederim ….. dedim. Adamın yüzünü görecektin… Bir
anda kıpkırmızı oldu, kornayı kesti, camını kapattı ve önüne bakmaya başladı…”
Çok keyiflenmişti. Birlikte çok güldük…