10 Eylül 2014 Çarşamba

Tanıdığım Anke Atamer (3) Anke’den Unutulmaz Anekdotlar.

Anke çocuk ve gençleri İstanbul’dan alıp kamp için Bozcaada’ya gelecek.  Bir hafta öncesinden otogara gidip otobüsteki tüm biletleri satın alır.  Yazıhanede, yolcu olarak bir de köpeği olduğunu özellikle söyler. Biletleri satmış olmanın keyfiyle, hiçbir sorun olmadığını söyler yazıhanedekiler.

Derken hareket akşamı gelir.  Topkapı garajının keşmekeşinde ve kalabalığında kampa katılacak gençler, onları uğurlamaya gelen ve birçoğu da ilk defa çocuğundan ayrılacak aileleri otobüsün yanında hareketten yarım saat önce toplanırlar.  Anke de gelir. Çantaları, malzemeleri ve kangal köpeği Hatçeyle…

Yolcuların bagajını yerleştirmeye çalışan şoför Hatçeyi görünce elindeki valizleri atıp, “ben bu köpeği otobüse bindirmem” diye kendini yazıhaneye atar.

Tartışma başlar. “Bindirirsin bindirmezsin”.  Anke, “ben biletleri alırken size söyledim ve kabul ettiniz” der. Hatçeyi bırakacak bir yeri olmadığı için götürmek zorunda. “Gitmiyorum” diyemez kamp başlayacak ve çocuklar binmek üzere…

Şoför, “evet yazıhaneden bana söylediler ama hanımefendi ben küçük bir şey zannettim, bu ağzını açsa beni yer, almam ben bu köpeği otobüse” diye feryat eder.

Veliler merakla ve endişeyle durumu izlemekte…

Her zaman olduğu gibi Anke çözümü bulur. Şoförle pazarlık edip, şöyle ikna eder:  köpek yerinden kalkarsa - kımıldarsa, derhal otobüsten inecek ve nerede olurlarsa olsunlar, bir taksi tutup otobüsün arkasından onunla gelecek. Biraz da yazıhanenin baskısıyla şoför kabul eder.

Herkes otobüse biner ve Geyikliye doğru yolculuk başlar. Hatçe iki koltuğun arasına yatmış ve Anke’den “sakın kımıldama Hatçe” talimatını almıştır. Gençler, aileden ayrılmanın endişesi, sevinci ve kampa gitmenin heyecanıyla sabaha kadar uyumazlar. Kimi şarkı söyler, kimi sohbet eder, kimi sakız çiğner, kimi çikolata-gofret yer, kimi kola içer.

Otobüs sabah iskeleye gelip durunca Anke’nin “hadi kızım iniyoruz” demesine kadar Hatçe gerçekten hiç yerinden kımıldamamış, gece boyu uyumuştur. Tüm otobüstekiler inip çantalarını alınca, Anke gülümseyerek şoföre yaklaşır:

“Şoför bey, ben sürekli bu hatta yolculuk yapıyorum, bir dahaki sefere köpeğimi otobüse sorunsuz alırsın değil mi”? diye takılır.

Şoför bir Anke’ye, bir Hatçeye, bir inen gençlere, bir de otobüsün içine bakarak söylenir:

“Hanımefendi, bu köpek istediği her zaman bu otobüse binebilir, başımın üstünde yeri var ama aha bu çocukları ben bir daha otobüse hayatta bindirmem. Baksana bu otobüsteki çöpler ancak bir haftada temizlenir, gürültülerinden kafamın ağrısı da bir ayda geçer”….

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Anke’nin Hatçeden sonraki kangalı Efe. Hatçeden de iri, çok güzel bir kangal. Daha neredeyse bebek ve “eğitim” döneminde. Boynundaki tasmasıyla her yere Anke ile birlikte gidiyor.

Anke rahmetli manav Arif’ten kamp için sebze alışverişi yapıyor.  Küçük Efe sıkılmış tasmasını çekiştirip duruyor. Anke, “dur oğlum, dur Efe, şimdi işimiz bitecek ve gideceğiz” diye söylenirken geçen komiser Anke’nin  bu konuşmalarını duyar. Birden bağırmaya ve hakaret etmeye başlar:

“Sen bir köpeye Efe diyemezsin, efe nedir biliyormusun, Türklüğe hakaret mi ediyorsun, sen de gavursun, hem bu köpeğin kaydı var mı, kimliği var mı”… diye devam eder.  Ortalık karışır…
Ankenin nutku tutulur.” Ama, ama”dan başka bir şey diyemez.

Kampa döner ama içi içine sığmaz. Köpeğine bu ismi koyarken kimseye hakaret etmek aklının ucundan geçmemiştir. Üstelik köpek en değerli varlıklarından biridir. Gözüne uyku girmez. Sabahı sabah eder, kendi maruz kaldığı hakareti yediremez kendine…

Sabah mesai saati başlayınca, en şık elbiselerini giyer, takar takıştırır ve soluğu belediyede alır. Belediyedeki görevliler şaşırmıştır. Anke’yi hep iş kıyafetleri ile görmeye alışkınlar ve sabahın o saatinde kampta iş çok…

“Hayrola Anke Teyze, sabah sabah ne işin var burada”?

“Dün komiser bey bana çok kızdı, ben de geldim köpeğimi kaydettirmek istiyorum”.

“Git işine Anke Teyze, adada kimin köpeği kaydolmuş da seninkini de kaydedeceğiz, böyle bir kayıt defteri yok”…

“Olsun ben yine de kaydettirmek istiyorum yoksa komiser bey yine kızabilir” diye ısrar eder Anke.
Biraz başından savmak için biraz da kırmamak için bir defter bulunur ve ne yazılacağını sorarlar Anke’ye.

“Cinsi, kangal, erkek, doğum tarihi şu…., tüm aşıları yapıldı,  ismi de Frederich Mayer” der Anke.

“Anke Teyze, bunun adı da çok uzunmuş, nasıl yazılacak” diye söylenir memur.

“Ah, Frederich Mayer benim rahmetli amcamın adıdır, çok severdim kendisini;  ve evet adıyla çağırmak için biraz uzundur, siz de uygun görürseniz köpeğime kısaca FM diye seslenebilirmiyim…”

Herkes elindeki işi bırakıp gülmekten kendini bir tarafa atar.

Anke’ye kızan komiser Aydın’lıdır.

Uzunca bir süre adanın içinde rahat dolaşamaz, gören gülmeye başlar …


Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx


Anke’nin kampının bitişiğinde rahmetli Meyhaneci Vasil Bey’in bağı var. Eşiyle birlikte filiz kırmaya giderler. Kampa yaklaşınca Anke’nin kocaman kangal köpeği dış kapının önüne fırlar ve havlamaya başlar.  Her ikisi de donakalırlar. Köpek çok iri ve oldukça da yakınlarında…

Havlama sesine Anke kapıya çıkar.  Köpeğe Almanca bir şeyler söyleyince hayvan hemen sesini keser ve içeriye girer. Anke Vasil Bey ve eşiyle selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra köpeğin arkasından içeriye girer. Vasil Bey eşine döner: “Gördün mü hanım, Anke Hanımın köpeği Almancayı da öğrenmiş, anlamasaydı bizi yerdi...”


Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx


Anke’nin tüm dostları Anke gibi hayvanseverdirler. Ya da Anke, hayvanları sevmeyenlerle dost olmazdı.

Bir gün Anke’nin kampındaki terasında Anke, Dr. Fahriye Çakıroğlu, ben ve Prof. Dr. Güzin Özarmağan kahve içmek için buluştuk. O sıralarda bir cilt rahatsızlığı olan köpeği Ayaz’ı Anke bir gün önce veterinere götürmüştü. Gelirken benden iğnelerini almamı rica etmişti.

İğneleri verdiğimde, Fahriye Hanım, “Anke Teyze sen bırak iğnesini ben yapıvereyim” dedi ve enjektörü kaptı. Güzin Abla da “ben de tutayım, bir de bakayım nesi varmış” dedi. Güzin Abla Ayaz'ı tuttu ve baktı, Fahriye Hanım da iğnesini yaptı.

Bir an Anke ile göz göze geldik ve aynı anda gülmeye başladık.

“Ne düşündüğünü biliyorum” dedi bana. “Evet, ben de bir daha dünyaya gelsem Anke’nin köpeği olarak dünyaya gelirim. Dermatoloji hocası muayene edecek, aile hekimi iğnemi yapacak… Çok şanslısın Ayazcığım”…


Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx


Anke altmışında kendisine araba aldı ve araba sürmeyi öğrendi. Sürücü hocası bendim. Aldığı araba eski, beyaz bir Kartal’dı.  Yerleşim yeri dışındaki yollarda yaşadığımız birçok sürüş dersi macerasından sonra kendi başına ada içinde de arabasıyla tek başına gidip gelmeye başlamıştı.

Bir gün akşamüstü aradı ve “”hadi gelsene kahve içelim, sana bir şey anlatacağım” dedi.  Gittiğimde o kocaman muzip gülümsemesi ile karşıladı. “Ne var ne oldu Anke”, diye sorunca kahveleri koydu ve kahkahalarla anlatmaya başladı.

“Arabayla tam meydanın ortasına geldiğimde araba stop etti.  Önümde, arkamda, yanımda gemiye yetişmeye çalışan arabalar var.  Stop etti ve uğraşıyorum, uğraşıyorum arabayı çalıştıramıyorum. Çalıştıramayınca daha da panik oldum, insanlar gemiye yetişecekler. Fren yerine gaza, gaz yerine debriyaja basıyorum, olmuyor…

Arkamdaki İstanbul plakalı arabanın şoförü kornaya bastı ve elini kornadan kaldırmıyor. Daaaaaaaaat diye basıyor. O zaman tepem attı. Kontağı kapattım, anahtarı aldım ve arabadan indim. Arkadaki arabanın yanına gittim. 

Kornaya basan şoför kavga etmeye geldiğimi zannetti. Öfkeyle camını indirdi. Tam bağıracak iken, elimdeki anahtarı ona doğru uzatıp, “Afedersiniz efendim, arabam stop etti, çalıştıramıyorum, daha da çok acemi şoför sayılırım. Rica etsem siz çalıştırabilir misiniz? Ah hiç merak etmeyin, siz benim arabamla uğraşırken ben de sizin arabanızın kornasına sizin yerinize basmaya devam ederim ….. dedim. Adamın yüzünü görecektin… Bir anda kıpkırmızı oldu, kornayı kesti, camını kapattı ve önüne bakmaya başladı…”


Çok keyiflenmişti. Birlikte çok güldük…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Tüm anılar süper , nur içinde yatsın, Nasrettin ana gibi ,sizinde gönlünüze bereket