8 Eylül 2014 Pazartesi

Tanıdığım Anke Atamer

2010 yılı Kasım ayında uzun yıllardır aklımın köşesinde olan bir şeyi yapmaya fırsat buldum.  Vakit ayıramamış olmaktan son derece rahatsız olduğum bir şeydi bu – Anke’nin Kampını yazmak.

Akademik yaşamımda en çok ilgimi çeken konu farklı eğitim paradigmaları ve onların uygulamaları olan farklı eğitim modelleri/sistemleri oldu. Halen öyle. Dünyanın neresinde olursa olsun; akademik, özgürlükçü, toplumcu ve teknolojik eğitim paradigmalarının katışıksız ya da karma uygulamalarına ilişkin örneklerini izlemeye çalışırım. Anke’nin Kampları seksenli yıllarda başladığında yakından izlemeye çalıştım. 

Her hangi bir eğitim uygulamasının ardındaki paradigmanın temel öğelerini nasıl kavramlaştırdığını ve tarif ettiğini bilmezseniz, ne insanı, ne toplumu ne de toplumun alt sistemleri olan eğitimi, ekonomiyi, siyaseti, kültür ve sanatı kavramanız ve yorumlamanız; aralarındaki geçiş ve bağları anlamanızın mümkün olmadığını düşünürüm. Birey ve toplumların/toplulukların tüm davranışlarına yön veren zihinsel harita o birey ya da toplumun/topluluğun aldığı eğitimin paradigmasında gizlidir.

Anke’nin Kampı Türk Eğitim Sisteminin paradigmasıyla pek uyuşmuyordu.  Ama kamptaki uygulamalar, kampı ağırlıklı olarak tercih eden öğrencilerin geldikleri okullar olan Alman ve Avusturya okullarının paradigmaları ile de örtüşmüyordu.

Sınıf düzeni, öğretmenin rolü, yetiştirilmesi hedeflenen insan tipi, disiplin anlayışı, kullanılan araç-gereç, uygulanan programın içeriği, başarıyı değerlendirme kriter ve yöntemleri, kullanılan eğitim teknik ve yöntemleri, otorite figürünün niteliği, iletişim biçimleri,  yönetim biçimi her iki modele de uymuyordu. Kendi bütünlüğü içerisinde de yer yer çelişkiler mevcuttu.  Bu haliyle de ülkemizde, hatta dünyada benim bilebildiğim örneklerden oldukça farklıydı. Eklektik, orijinal ve kendine özgüydü.

Modeli anlayabilmek ve analiz edebilmek için kamp zamanları Bozcaada’da bulunmaya gayret ettim. Önce uzaktan sadece izledim. Sonra gidip Anke Atamer ile tanıştım.  Anke’nin öğlen uykusundan sonra bir saatlik uzun bir yürüyüş bitmeden Waldrofshule’yi, Makarenko’yu, Köy Endtitülerini, Summer Hill’i, John Dewey’i, Allen’i, Malinovsky’yi, Emerson’u,  Krishna Murti’yi tartışmıştık bile. Tanıştığım an çok uzun sürecek ve bana çok şey katacak bir dostluğun başladığını biliyordum…

Anke’nin kampının eğitim açısından değerlendirilmesinden çok, Bozcaada’nın tarihine kampla ilgili not düşmek için hazırladığım yazıyı Anke’ye ilettikten sonra görüştüğümüzde bazı bölümlerin çıkarılmasını istedi.  

Kimini utangaçlık ve tevazudan, kimini bazı yaralarının kabuklarından hala kan damladığından…

Kimi kırgınlıkları geçmemişti çok yıl geçmiş olsa da olayların üzerinden. Bilinmesini istemedi.

Anke’nin Kampı Anke’nin kişiliği idi aynı zamanda. O nedenle bilinen bir modele uymuyordu ve farklıydı. Yazıda kişiliğinden söz edilen bölümlerin çıkarılmasını istedi – şimdi değil, daha sonra yazarsın onları, diyerek.  Daha sonradan kastının ne olduğunu bilememişim…

Anke Atamer benim için çok değerli bir dosttu.

Binlerce Bozcaadalı ve “dışarlıklı”; çocuk, genç ve yetişkin için de kuşkusuz öyleydi.  

Kediler, köpekler, kuşlar, kirpiler, “sementalarım” dediği örümcekler… velhasıl tüm hayvanlar için de öyleydi.

Ölümüne “kayıp” demek bencilliğimizden…

Anke’yi kaybeden bizleriz. Tahammül etmek; kabullenmek çok zor bu kaybı…

Yastayız.

Anke, bir şey kaybetmedi;  ölümü ile ölümsüzlüğe geçti.

Bozcaada, Bozcaada kaldıkça artık hep Anke’nin Bozcaadası olacak.

Anke ise tanıyanlarının ve sevenlerinin gönlünde; mütevazı ama etkili alternatif eğitim modellerinin tarihinde,  Bozcaada’nın tarihinde, hep Bozcaadalı  Anke olarak kalacak.

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Tanıdığım Anke’yi anlatmaya devam edeceğim.
Bu satırları okuyan ve duygularıma ortak olan değerli dostlarım,

Sizin tanıdığınız Anke’yi de duymak, okumak, paylaşmak isterim.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

1992 yilinda kampta bulunmustum. Aklimda kalanlardan birini anlatmak isterim.
Cocuklar arasinda gruplar olusturulup uzun soluklu bir yarisma yapilirdi. Birinciye sepet dolusu cikolata verilirdi.
Birinci olan grup sepet dolusu cikolatayi elini surmeden kendi istekleri ile Bozcada'da yasayan cocuklara hediye ediyordu.
Paylasmayi ogretti o yarisma bize.