27 Ekim 2011 Perşembe

Koruma Amaçlı İmar Plânı Nedir?

"Koruma amaçlı imar plânı"; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca:

belirlenen sit alanlarında, alanın etkileşim-geçiş sahasını da göz önünde bulundurarak, 
kültür ve tabiat varlıklarının sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda korunması amacıyla,
arkeolojik, tarihi, doğal, mimarî, demografik, kültürel, sosyo-ekonomik, mülkiyet ve yapılaşma verilerini içeren alan araştırmasına dayalı olarak; hali hazır haritalar üzerine, 
  • koruma alanı içinde yaşayan hane halkları ve faaliyet gösteren iş yerlerinin sosyal ve ekonomik yapılarını iyileştiren, 
  • istihdam ve katma değer yaratan stratejileri, 
  • koruma esasları ve kullanma şartları ile yapılaşma sınırlamalarını, 
  • sağlıklaştırma, yenileme alan ve projelerini, 
  • uygulama etap ve programlarını, 
  • açık alan sistemini, 
  • yaya dolaşımı ve taşıt ulaşımını, 
  • alt yapı tesislerinin tasarım esasları, 
  • yoğunluklar ve parsel tasarımlarını, 
  • yerel sahiplilik, 
  • uygulamanın finansmanı ilkeleri uyarınca
katılımcı alan yönetimi modellerini de içerecek şekilde hazırlanan, 

hedefler, araçlar, stratejiler ile plânlama kararları, tutumları, plân notları ve açıklama raporu ile bir bütün olan nazım ve uygulama imar plânlarının gerektirdiği ölçekteki plânlardır.

27 Eylül 2011 Salı

Bozcaada Belediyesinden İki Talebimiz

Kamu hizmetlerinin nasıl sunulacağına ilişkin düzenleme, iki yıl önce bir yönetmelikle belirlendi. Bu düzenleme kamu kurumlarının sunmakla yükümlü oldukları hizmetleri esas ve usul açısından ayrıntılı olarak tarif etmekte ve tarif edildiği biçimde yerine getirmelerini emretmektedir. 

Bu yönetmeliğin uygulanmasına yönelik, Bozcaada Belediyesinin hizmet alanlar açısından olumlu sayılabilecek uygulamaları mevcuttur: örneğin belediyenin hizmet standartlarının belirlenmesi ve ilan edilmesi gibi.   

Aynı yönetmelik, kamu hizmetlerinin elektronik ortamda sunulmasını; yani sunulan hizmetlerle ilgili başvuruların elektronik ortamda da yapılmasına, sürecin başvuru sahibince izlenebilmesine ve sonucun ilgilisine elektronik ortamda iletilmesine yönelik tedbirlerin alınmasını; bundan da önemlisi,  sunduğu hizmetlere ilişkin  bilgileri ve mevzuatı basılı ve elektronik ortamda da duyurmasını öngörmektedir.

Bununla ilgili de Bozcaada Belediyesinin "utangaç" bir iyi uygulaması bulunmaktadır: meclis gündeminin, kararlarının ve özetlerinin web ortamında duyurulması. Ancak Bozcaada Belediyesinin web sitesinde yayınlanan gündem ve karar sadece 2011 yılı mayıs ayı kararı ile sınırlı; bütçe ile ilgili olarak da sadece 2011 yılına ilişkin yatırım başlıkları yer almaktadır.

Bozcaada Belediyesinden birinci talebimiz,  son on yılın Meclis ve Encümen kararlarının (çok gibi görünse de sadece 120 karar ve pdf formatında aktarılması oldukça kolay) web sitesinde yayınlanması ve bundan sonraki kararların da düzenli - aylık olarak siteye konulması; bütçenin tüm kalemlerinin bütün olarak ve ayrıntılarıyla duyurulmasıdır.

Böylece, Bozcaadada ve Bozcaada dışında yaşayan Bozcaadalılar son yıllarda çok yaygın olarak elektronik ortamı iletişim ve bilgilendirme aracı olarak kullanmaları nedeniyle meclis ve belediye çalışmalarından zamanında, tam olarak ve ilk elden haberdar olacaklardır. Yani, yönetmeliğin de öngördüğü biçimde...

Belediye hizmetleri ile ilgili bozcaadalılarca başvuruların yapılması, bunlarla ilgili işlem süreçlerinin başvuru sahiplerince elektronik ortamda izlenmesi ve bilgilendirilmesi ile elektronik ortamda belediyeye ödenen çeşitli harç ve vergilerin odenebilmesine ilişkin kolaylıklar yine yönetmeliğin öngördüğü ve kısa sürede gerçekleştirilebilinecek olan hizmetlerdir.

Altına İmza Atılacak  Bildirge
  
Bozcaada Belediyesi web sitesinde  ilginç bir metin yer almaktadır. Aslında ilginç olan metnin kendisi değil burada yer almasıdır. 

Yanlışlıkla mı girdi bilinmez ama Bozcaada Belediyesinden ikinci talebimiz metinde yer alan hakları bozcaadalıların kullanabilmesi için tüm çalışmaların bir an önce, ivedilikle yapılmasıdır!

Söz konusu metin aşağıdadır:

AVRUPA KENTLİ HAKLARI BİLDİRGESİ

1. Suç, şiddet ve yasa dışı olaylardan arındırılmış emin ve güvenli bir kent,
2. Hava, gürültü, su ve toprak kirliliği olmayan, doğası ve doğal kaynakları korunan bir çevre;
3. Yeterli istihdam olanaklarının yaratılarak, ekonomik kalkınmadan pay alabilme şansının ve kişisel ekonomik özgürlüklerin sağlanması;
4. Mahremiyet ve dokunulmazlığın garanti edildiği, sağlıklı, satın alınabilir veya kiralanabilir, yeterli miktarda konut stoku,
5. Toplu taşım özel arabalar yayalar ve bisikletliler gibi tüm yol kullanıcıları arasında, birbirinin hareket kabiliyetini ye dolaşım özgürlüğünü kısıtlamayan uyumlu bir trafik düzeni,
6. Beden ve ruh sağlının korunmasına yardımcı bir sağlık düzeni,
7. Yaş yetenek ve gelir durumu ne olursa olsun, her birey için spor ve boş vakitlerini değerlendirebileceği olanaklar,
8. Herkese açık ve çeşitli kültürel faaliyetlere, yaratıcı aktivitelere ve benzeri olanaklara uygun mekanlar,
9. Geçmişten günümüze farklı kültürel ve etnik yapıları bir arada barındıran toplulukların barış içinde yaşamalarının sağlandığı demokratik bir ortam,
10. Tarihi yapı mirasının duyarlı bir biçimde restorasyonu ve nitelikli çağdaş mimarinin uygulanmasıyla, uyumlu ve güzel fıziksel mekanların yaratılması;
11. Yaşama, çalışma, seyahat işlevleri ve sosyal aktivitelerin olabildiğince birbirleriyle ilintili olmasının sağlanması;
12. Çoğulcu demokrasilerde; kurum ve kuruluşlar arasındaki dayanışmanın esas olduğu kent yönetimlerinde; gereksiz bürokrasiden arındırma, yardımlaşma ve bilgilendirme ilkelerinin sağlanması;
13. Kararlı ve aydın yapıdaki tüm yerel yönetimlerin, doğrudan veya dolaylı olarak ekonomik kalkınmaya katkı konusunda sorumluluk sahibi olması;
14. Yerel yönetimlerce ekonomik kalkınma ile çevrenin korunması ilkesi arasındaki uzlaşmanın sağlanması;
15. Erişilebilir, kapsamlı, kaliteli mal ve hizmet sunumunun yerel yönetimler, özel sektör yada her ikisinin ortaklığıyla sağlanması;
16. Yerel doğal kaynak ve değerlerin, yerel yönetimlerce, akılcı, dikkatli, verimli ve adil biçimde, beldede yaşayanların yararı gözetilerek, korunması ve idaresi;
17. Bireyin sosyal, kültürel, ahlaki ve ruhsal gelişimine, kişisel refahına yönelik kentsel koşulların oluşturulması;

2 Eylül 2011 Cuma

Alın Size Turizm...

Bozcaada vizyonu dedik,
Emperyalist dediler.

Stratejik Planlama dedik,
Sermaye düşmanı dediler.

Turizm master planı dedik,
Turizmi baltalıyor dediler.

Çevre bilinci dedik,
Poşeti kaldırıp b.k bastırdılar.

Halk eğitimi dedik,
Komunist dediler.

Sezonu genişletecek "konulu" turizm dedik,
"On aylık tembelliğimize laf ediyor" dediler.

"Ada babanızın malı mı" dedik,
Sermaye edip hovardalık ettiler.

Akıllısı, delisi,
Yeşilaycısı, esrarkeşi,
Giyiniği, çıplağı,
Ciplisi, çiplisi,
Hırlısı hırsızı, hepsi bu bayram adada bayram ettiler.

"Seyahat özgürlüğü kısıtlanamaz" diyenler,
"Adayı herkesle paylaşalım" diyenler,
"Her saat gemi olsun" diyenler,
"Misafir ev sahibine göre değil, ev sahibi misafire göre davranır"diyenler,

Umarım bayram etmişlerdir hayatlarında bir kerecik olsun.
Bir kereliğine bile olsa aç gözleri doymuştur - kalıcı olmasa bile... 
Gelecek bayramları ve sezonları daha büyük bir iştahla bekleyenler...
Alın size turizm...
Alın size yöneticilerinin bile adadan kaçtığı bir bayram...
Mübarek olsun...

Daha nice bol kazançlı bayramlara...
Sırtınız pek,
Karnınız tok,
Sokaklarınızdan b.k eksik olmasın.

19 Temmuz 2011 Salı

Acı Kayıp

16. 07.2011 günü sabaha karşı Bozcaadanın sevilen simalarından Yanula İzvingo'yu kaybettik.

Atina, Diyojen ve Popinin sevgili anneleri ve Yorgo İzvingo'nun sevgili eşi olan Yanula İzvingo'nun bir süredir solunum ve kalp yetmezliği rahatsızlıkları vardı.

Kalabalık bir topluluk Bozcaada Meryem Ana Kilisesinde yapılan dini tören sonrası adanın "Yanula Teyzesi" ile vedaşarak onu ebedi "ada"sına gönderdi.

Yanula İzvingo'ya Tanrıdan rahmet; acılı eşi, çocukları, torunlarına ve sevenlerine sabır diliyoruz.

19 Haziran 2011 Pazar

Bozcaadanın Sahibi Kim?

ROTA Dergisi, sayı 7 Kasım 2008


Bozcaada GESTAŞ'a minnettar. 

Özelleştirme Yüksek Kurulu, 2006 yılında Türk Denizcilik İşletmeleri'nin Çanakkale Boğazı ve adalar ulaşımını Çanakkale İl Özel İdaresi'ne devretmiş, bu görevi İl Özel İdaresine bağlı kuruluş olan  GESTAŞ üstlenmiştir.

GESTAŞ Genel Kurulu, Adamızdan da temsilcilerin bulunduğu 33 kişiden oluşmaktadır.


Merak edenler için bir başka bilgi:

5018 sayılı Kanunda stratejik plan, “Kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plan” olarak tanımlanmıştır.

Çanakkale İl Özel İdaresi 2010-2014 Stratejik Planı;  sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, belediyeler, ilgili tüm resmi ve özel kurum ve kuruluşlar, 18 Mart Üniversitesi, medya ve sendikalardan alınan görüşler doğrultusunda  “Çanakkale İl Özel İdaresi Stratejik Planı” olarak hazırlanmıştır (Merak edenler ÇİÖİ'nin web sitesinden pdf olarak indirebilir ve inceleyebilirler).

Planda Bozcaada ismi sadece Çanakkale ilinin coğrafi sınırları tarif edilirken 3. sayfada bir kez geçmekte. Stratejik Plandaki SWOT Analizinde, Önceliklendirmelerde, Alt Srtratejilerde ve Stratejik Hedeflerde Bozcaada yok. Yok, çünkü yukarıda sayılan kurum ve kuruluşlardan giden öneri yok.

Diyeceksiniz ki, 25.06.1927 tarih ve 1151 Sayılı Bozcaada ve Gökçeada Kazalarının Mahalli İdareleri Hakkında Kanuna göre kurulmuş, Bozcaadanın kendi Mahalli İdare Başkanlığı var. 
Olması, İl Stratejik Planında yer almasına yasaya göre engel değil.
Ayrıca bu başkanlığın hazırladığı bir Stratejik Plana ben raslamadım. En azından ulaşılabilir biçimde web'de yok.

O zaman şu soru cevapsız kalmıyor mu - Bozcaada'nın gerçekten sahibi kim?


18 Haziran 2011 Cumartesi

Gözümüz Aydın...

Gözümüz aydın...
Bozcaada'ya yaz sezonunda artık çalışacak iki gemimiz var.
Eşzamanlı olarak biri adadan biri Geyikliden kalkacak.
Günde 14 sefer yapacaklar.
Bir de hızlı deniz otobüsü var.
O da haftada üç gün sefer yapacak.

Aslında,
Az olmuş bu seferler...
Önerim, gemi seferlerinin 24 saat her saat başı,
Hızlı deniz otobüsünün de her gün sefer yapması...

Hatta, uçak seferlerinin de konulması...
Gelecek için de Bozcaada-Geyikli arasına asma köprü yapılarak Bozcaadanın duble otoyolla İstanbul, Ankara ve İzmir ile bağlanması...

Bir başka önerim, imar planında yapılan değişikliklerle Bozcaadanın tümünün imara açılması...
SİT'lerin kaldırılması...
Site ve "rezidance" yapımına izin verilmesi...
Uluslararası hava limanı açılması...
Uluslararası yat limanı yapılması...
Gelenlere göstermek için bir bağ ve bir geleneksel ev ve "çınaraltı"nın bırakılması yeterli olur...

Şaka bir tarafa...
Şaşkınlığın ve ikiyüzlülüğün böylesi ancak Bozcaadada olur.

"Delinin eline taş verme, ya seni vurur ya beni" derler...

Üye çogunluğu son derece duyarlı insanlardan oluşan bir derneğin  ve son derece geniş ve etkili iletişim ağının yönetimini verdiğiniz insanların yeteneksizlik ve beceriksizliği bu gücün sadece onların egolarına hizmet etmeleri kaçınılmaz (bakınız "egolar ve legolar" yazısı). Sorumluluk onların mı? Hayır değil, onları seçenlerin.

Şaka gibi...
Bozcaadayı yönetenleri seçenler, seçilmesi için koşturanlar, yönetimin aldığı kararlardan dolayı en çok feryat figan edenlerdir...
Hatta daha da komiği, Bozcaadayı yönetenler, kendi yönetimlerinin aldığı kararlardan dolayı en çok feryat figan edenlerdir...
İnsanın akıl ve hafsalası almıyor.
Aymazlığın ve şaşkınlığın; akıl tutulmasının bu kadarına ..... pes.

Ey gemi seferlerinin arttırılmasına en çok karşı çıkanlar!
Sokağa çıkmadan aynaya bir bakın!
Sonra "ben kimim, saat kaç ve neredeyim" sorusunu kendinize sorun.
Belki sokağa çıkmaktan vaz geçersiniz.

31 Mayıs 2011 Salı

Ego ve Lego

Çinliler, Türkler için şöyle derler: "beş türk bir çinli kadar zeki değildir, beş çinli bir türk kadar zeki değildir".

Birlikte iş görme, takım çalışması yapma, ortak bir sorun etrafında ortak çözüm bulmada yaşadığımız sıkıntıların aslında kültür kaynaklı olduğunun yabancı bir gözle tescili olsa gerek bu söz.

Kültürün bu özelliğinden tabi ki Bozcaada muaf değil.

Aksine bu gerçek tüm çıplaklığı ile çinlilerin algıladığının ötesinde bir açıklıkla önümüzde renksiz bir tablonun ana çizgileri olarak durmaktadır:
  • Kanalizasyon, trafik, imar-planlama gibi altyapı sorunlarının yıllardır çözülememiş ve çözülmesi güç sorunlar olarak karşımızda durması,
  • Bağcılığın ve şarapçılığın  turizmin çekimi ve konusu olmaktan çıkıp ikamesine dönüşmesi,
  • Toplumsal ve etik değerlerin erozyona uğraması karşısında onarım mekanizmalarının işletilememesi.
Kamu kurum ve kuruluşlarının bu temel ve kök sorunların çözümündeki başarısızlığının önemli bir nedeni aslında Bozcaadalıların bireysel olarak, çinlilerin işaret ettiği birlikte hareket edememe, ortak zekayı işe koşamama ve birlikte iş görememelerinden kaynaklanmaktadır.  Buna ilişkin örnekler çok fazla, şöyle bir etrafa bakınmanız yeterli:
  • yıllardır aynı belediye yönetimi
  • yıllardır aynı kooperatif yönetimi
  • yıllardır aynı dernek yönetimleri
  • yıllardır aynı parti yönetimleri ve
yıllardır aynı çözülemeyen sorunlar.

Yönetenler ve yönetilenler de memnunlar hallerinden. (Olmasalardı-değişirdi!)
Yönetenler ve yönetilenler yukarıdaki konuları sorun olarak algılamamaktadırlar. (Algılasalardı-çözerlerdi!)

Bu iki tespit (sorun olarak algılamama ve memnun olma)  eğer gerçeği yansıtmıyorsa, yani sorunlar varsa ve insanlar memnun değillerse durum daha da vahim demektir.

Buna ilişkin örnekler de çok fazla, şöyle bir etrafa yine bakmanız yeter:
  • Ben, ben, ben...
  • Ben, ben, ben...
  • Ben, ben, ben...
Aşırı şişkin benlik ve egoların geçit törenindeki gösterilerden çözüm üretmeye ve iş yapmaya zaman kalmamakta:
  • "ben" yoksam hiçbir iş yürümez!
  • sorunlar ve çözümler değil "ben" önemliyim!
  • "ben" yoksam çözüm de yok!
  • bunu sadece "ben" yapabilirim!
  • "ben" öyle önemliyim ki, varlığım olmadan hiç bir şey olmaz, onu size armağan ediyorum daha ne istiyorsunuz!
  •  "ben" öyle büyük, zeki, akıllı ve bilgiliyim ki, sizler benim mertebeme ulaşmaya çok uzaksınız!
"Ben"i cümlenin neresine koyarsanız koyun, sonuç değişmemektedir. "Ben"in öznesi de nesnesi de kendisi...


"Ben" hem terazi hem metre ve her türlü ölçü yerine geçmekte...



Ölçü iş, sonuç, çözüme ilişkin performans olmayıp "ben" olunca sorunlar bir tarafta çözümsüz kalmakta ama etrafta dolaşan şişkin egoların hacmi arttıkça artmakta... Hacmi arttıkça da arsızlığı, kendini bilmezliği ve mütecavizliği de artmakta. Elbette ki bu durumun klinik dilde tanımı var ama kimin umurunda...

Ortak sorunların çözümü ancak ortak akılla mümkündür. Kurumlar ortak aklı oluşturamıyor ve çözüm üretemiyorlarsa çözüme değil egolara hizmet veriyorlar demektir.

Egoların ihtiyaçları sonsuz ve sınırsız olduğu için bir gün doyuma ulaşır ve sorunların çözümüne odaklanırlar beklentisi boşunadır.

Şişkin egoların temel ihtiyacı iş performansının verdiği doyum değil kurumların kendilerine sağladığı etiketlerin devamlılığının sürdürülmesidir.

Bir gün o etiket çıkıverdiğinde kapladıkları hacmin patlamış bir çocuk balonundan daha küçük hacimde oldukları görülür.

Ortak sorunların çözümü bir araya gelmiş bireylerin egoları ile değil bir araya gelmiş bilgi, yetenek ve yetkinliklerinin oluşturduğu legolarla mümkündür.

Bu gerçek yeni bir Amerika kıtası değil, ortak sorunlarını çözmeyi başarmış toplumların izlediği yol ve ulaştıkları sonuçların gerçeğidir.

Bu yazının amacı, Bozcaada ile ilgili bugün tarihli bir not düşmektir.

On yıl sonraki gündemi ile karşılaştırıldığında aradaki fark(lar)ı/farksızlık(lar)ı görmek ilginç olacaktır.







23 Mayıs 2011 Pazartesi

Okunması Gerekenlerden!

"Yeme - içme denilen şeyler, biyolojik gereksinimleri karşılamanın çok ötesinde, toplum yaşamının birtakım kodlarını taşıyageliyorlar... Bu kodlar karmaşasının "içme" bölüğü, "yeme" bölüğü ile iç içe olmakla birlikte bağımsızdır da.

Bu kitap ile belirli bir bölgede, şarabın binlerce yıllık bir alışkanlıklar, inançlar, tutkular, reddiyeler ile gerçeğinin ve bugüne yansımasının ancak bir bölümü anlaşılmaya çalışılıyor."

Sayın Bülent Akgezer'in kitabı "Şarap, İklimin ve Tarihin Kızı"çıktı.

 http://www.sokakkitaplariyayincilik.com  adresinden online satış'a tıklayarak temin edilebilir.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Plan mı Pilav mı?

Hatırlarsınız bu soru, ülkemizde planlı kalkınmaya geçildiği 1960 lı yıllarda planlamaya (yani ülke kaynaklarının toplumun öncelikli sorunlarına göre ayrılmasını öngören ve beş yıllık dönemlerde hükümetleri de bu önceliklere göre harcama yapmaya zorlayan döneme) geçildiğinde bu uygulamaya çok karşı olan siyasiler tarafından ortaya atılmıştı, doğal olarak.

Onlar, önceliklerin uzmanlarca değil (DPT) kendileri tarafından belirlenmesini ve diledikleri gibi bütçe öncelikleri belirleyip kaynakları bu önceliklere göre dağıtmak istiyorlardı. Ve bu populist soru-sloganı bulmuşlardı- plan mı pilav mı?

Teşpihte hata olmaz!

Bozcaada İmar Koruma Planı görüşme çalışmaları şu anda fiilen durmuş vaziyette.

Sebebi, Ankaradan jeolojik etüd plan onayının beklenmesi.

Ankaranın ise şu anda odaklandığı konu plan değil seçim.

Seçimden sonra plan onayı geldiğinde (hemen gelirse) bozcaadanın odaklandığı şey ise "sezon" olacak.

Sonra da belediye meclisinde  yarım kalan plan görüşmelerine yeniden başlanacak.

Anlayacağınız, bu pilav daha çok su kaldıracak.


   

23 Nisan 2011 Cumartesi

Keşke Adalılar da Anlayabilselerdi...

Medeniyet yol ile başlar. 
Yönetim sevk etme gücüyle. 
Sevk edebilmek yolların varlığına bağlı...


Günümüz medeniyeti doğayı acımasızca tahribe dayalı...
Hem fiziksel hem insan doğasının tahribine...
Ne kadar çok yol o kadar çok tahrip.
Roma'dan beri böyle.


Metropollerin içindeki yollar kat kat.
Yeraltında yollar, yerde yollar, "üstte" yollar.
Medeniyetin değerleri de öyle...
Yeraltı "yolları", yerüstü "yolları", "üst" yollar...


Medeniyetin evrensel değerlerindeki "üst yollar" büyük çıkmazı farkedip doğaya dönüşü önceliğe almakta her geçen gün. Medeniyetin kendini "yollarla" aslında yokettiğinin farkında. 

Şu küçücük dünya-doğadan uzaklaşınca, medeniyetin en üstün teknolojik araçları ile kocaman evrende insanın yaşayabileceği bir başka gezegen-doğanın olmadığının farkında. 

"Avatar" bir hayal... (halbuki "keşke olsa" diye çırpındı medeniyetimiz, oralara da yollar inşa edebilmek umuduyla...)


Yolların en çok kesiştiği kavşaklar olan kentlerin metro-mega-ultra olmaları sahip oldukları yol ağına göre tasnif edilmekte. Yolları arttıkça "yıldızı" da artmakta. Doğaya ait ne varsa kapatıldığı/örtüldüğü oranda "megalaşmakta".  

Kapatılan ve örtülen "sadece fiziksel doğadır" sanısı avundurur. 
Kapatılan ve örtülen insanoğlunun avuntusu ise "medeni" olmak, "kentli" olmak, "uzman" olmak, "zengin" olmak...

Tüm kitaplı dinlerin ölümden sonra öngördüğü o "büyük sorguda" ise sınavın içerik tarifi sadece ve sadece "insan olmak"a ilişkin... 

Ruhunun derinlerinde bir yerlerde bu gerçeğin kaçınılmaz olduğunu bilen "medeni" insan içgüdüsel olarak kendi doğasıyla bağını koparmamak için "yolların" mümkün olduğunca az olduğu yerlere atar kendini zaman zaman.  
 Medeniyetimizin  "yollarından çıkma"   ihtiyacına da   "tatil" adını verir.
(hayatın akışında bir ara mümkünmüş gibi...)

Ne kadar "az medeniyet" o kadar "dinlendirici tatil".


Adalara artan ilginin nedeni bu...
"Yol" yok...
"Yol" yok, ya da karada yapılandırıldığı kadar tekin değil...
Tıpkı kendi doğası gibi...


Adaya ayak basan "medeni" insan çarpılır.

Kimi ilk gemiyle kaçar geldiği yere kendi yapılandırılmamış doğasıyla karşılaştığında...
Kimi adayı da "medenileştirmeye" soyunur; tatili boyunca ahkam keserek rahatsızlığından kurtulmak için...
Kimi de tanrısal doğa ile ilişkisini tazeler; yaşama kanallarındaki tıkanıklıklarını açarak "ada müptelası" olur bu tazelenmeyle...
Bu evrensel devinimde insanlar eşit değiller. 
Belki de yaşamın şu zaman kesitinde en şanslı olan "adalılara" gelince,

Hayâlî onlar için söylemiş sanki,
“Ol mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler. " 


20 Mart 2011 Pazar

Bozcaadada Domuz mu Var?

İddialara göre adada bir yaban domuzu dolaşmaktadır.

Şaka değil gerçek.

Hatta bu domuzun bir motosikletliye çarparak trafik kazasına yol açtığı iddiası var.

Trafik kazası gerçek.

 Buna yol açtığı söylenen domuz sürücünün iddiası.

Sürücü bir avcı...

Çık işin içinden...

Kaza dışında, farklı şekilde yaralanıp ölen hayvanlara ilişkin örnekler var.

Domuzlar hayvanlara saldırmazlar ama iddia bu...

Bozcaada faunasında domuz yok.

(Ama ekosistemi bozan ve bozmaya meyil var...)


Tilki de yoktu...

Bir grup aklıevvel adalı, tavşanlar çoğaldı diye, getirip bir çift salmışlardı ada bağlarına.

Neyse ki şimdi tilkiler yok oldular.

Ama domuz peydahlandı.

Sonunda olan oldu.

Bozcaadada domuz da oldu.

Var bu işte bir domuzluk...

16 Mart 2011 Çarşamba

Bozcaada İmar Planı - Halil Cibranın ne alakası var?

En acınacak kişi, düşlerini
altın ve gümüşe dönüştürmüş olandır.

Halil Cibran 


Halil Cibranın Bozcaadanın İmar Planı ile ne ilgisi var?



Yıllar önce "10 Yıl Sonra Nasıl Bir Bozcaada Hayal Ediyoruz" konulu bir çalıştay yapılmıştı.
Katılımcı profili Ada yaşayanlarını temsil edecek biçimde oluşturulmuştu.
Toplantı yapılalı on yıl olmasa da yakındır.
Bugünler için ortaya konulan uzlaşılmış fikirler hayata geçmedi.
Çözüm önerileri uygulanmadı.
O günlerde tespit edilen sorunlar devam etmekte.
Çözüm önerileri ise hala güncel.
Halbuki "seçenler" de vardı...
"Seçilenler" de vardı...
Uygulayacak olanlar da...

İzleyecek olanlar da...


O gün bu gündür...
"On yıl sonra nasıl bir Bozcaada istiyoruz" lafı dillerde pelesenk oldu...
Ama en çok edenler bunu söylerken aslında...
"Ben nasıl bir Bozcaada istiyorum"u anlatıyor.
Uzlaşma?


Nasıl bir uzlaşma çıkacağını İmar Koruma Planı ortaya çıkınca göreceğiz hep birlikte.
Yeni imar ve turizm alanları açılması kararlarının kimlerin hayallerindeki "on yıl sonra olmasını istedikleri Bozcaada"ya uygun olacağını göreceğiz. 
Dağları bağları tepeleri kıyıları parsel parsel edip "altın ve gümüşe dönüştürme" hayallerinin gerçekleştiğini göreceğiz. Bozcaadaya karşı işlenen "suçun" ortaklarını göreceğiz.


Bozcaadada 2008 yılında düzenlenen Bozcaada Değerleri Sempozyumunda sunulan bildirilerin derlendiği kitabın başında ilçenin ve ilin tüm yöneticileri ile girişimci-yatırımcılarının imzaları bulunmaktadır.


O kitapta;
"Turizm olgusu, büyük ölçüde çevre kalitesine bağlıdır" diyor.
"Sürdürülebilir turizmin birinci ilkesi talebe göre değil arza göre düzenlenerek yapılmalıdır" diyor.
Toplumsal katılımın sağlanması ve toplumsal ve kültürel kimliğin korunması önemlidir" diyor.
"Bir model ve sürekli izleme-denetleme modeli oluşturulması zorunlu" diyor.
"Ekolojik tabana sahip olmayan, sadece ekonomik gelir bakış açısıyla ve gündelik kazançlara yönelik kısa vadeli ve kalitesiz çözümler üreten turizm anlayışından mümkün olduğunca uzak durulmalıdır" deniliyor.
"Turizme yönelik olumlu tutumlara karşın enerji tasarrufu, çevreye özen ve çevreci tüketim, çevreci trafik, su tüketimi ve çevre politikalarıları konusunda sahip olunan düşük bilincin giderilmesi için Bozcaada halkına çevre bilinci konusunda yaygın eğitim verilmesi zorunludur" diyor.
"Adaya yönelik turizm faaliyetlerinin planlanması faaliyetlerinde turist profiline ilişkin verilerin kullanılması yararlı olacaktır" diyor.
"Bozcaadada halkın turizm ve çevre bilinci üzerine yapılan araştırmada, ... kendileri için doğrudan parasal etkisi olmayan çevreci eylemleri yapmaktan uzaklar... böyle bir sonuç Bozcaadada turizmin geliştirilmesi bakımından düşündürücüdür" diyor.
Diyor da diyor...



İl ve ilçenin yöneticilerinin de belirttildiği gibi bu satırların üzerinde imzaları var. 


Ama,
Ama kanalizasyonlar denize akmaya, vidanjörler Göztepeye boşaltmaya devam ediyor, "arıtma" - bir ütopya...
Kışın boş ev enflasyonu, yazın "tüm evler pansiyon". Yetmiyor, daha çok ev, daha çok ev...

"Gerçek Adalılar" feveran ediyor "Adanın kimliği gitti"diye... "Hırsız aldı götürdü..."
"Katılım, izleme-denetleme"?  Bir yönetim espirisi olan "5T"... (Teklif, Takip, Tavassut, Torpil, Terfi) durumu...
Çevre bilinci mi? Para getirir mi?
Yaygın eğitim ne ola ki? Boş zamanı olan "entel-dantel" işi...
Sen paradan, "altından-gümüşten" haber ver.


NOT: 


Bir dedikodu...
İmar planı için jeolojik raporlar eksikmiş...
Hazırlanacakmış...


Daha ne kadar ev, pansiyon, bağ evi-pansiyon yapılırsa Ada sulara gömülebilir diye öğrenmek için olsa gerek...
Dedi bir dostum...


15 Mart 2011 Salı

Bozcaadada İngiliz Subayı

Titre : Le commandant Samson à Ténédos [île grecque près des Dardanelles, Bozcaada en turc] : [photographie de presse] / [Agence Rol]
Auteur : Agence Rol. Agence photographique
Date d'édition : 1915
Sujet : Samson, Charles Rumney (1883-1931)
Sujet : Dardanelles, Expédition des (1915)
Sujet : Grande-Bretagne. Army -- Officiers
Langue : Français
Source : Bibliothèque nationale de France, [Rol, 45627]
Description : Référence bibliographique : Rol, 45627
Provenance : bnf.fr

Fransız Milli Kütüphanesinden bir fotograf...
Fotograftaki subay Charles Rumney Samson (1883-1931).
Büyük Britanya ordusunda komutan.
Yıl 1915.
Çanakkale savaşı...
Bir devrin battığı yıl ve topraklar...

Neler görmedi ki bu Ada...

Bozcaada İmar Planı

En acınacak kişi, düşlerini
altın ve gümüşe dönüştürmüş olandır.


Halil Cibran

13 Mart 2011 Pazar

Adnan Filiz - İKİ ANAHTAR, İKİSİ DE AÇMIYOR…

Elimizde iki anahtar var; ne yazık ki ikisi de “tam mutluluk” kapısını açmıyor.
Anahtarlardan biri “tercihli” yaratılmış insanoğlunun aklı.

İkincisi ise doğanın sınırlandırılamayacak gücü.
Daha mutlu, daha büyük refahı ararken, 20 – 21. yüzyılda kullandığımız sanayi gücü ve teknolojik gelişmeler, insanlar için “aydınlık gelecekler” için umut olmuştu.
Ama bakın “petrol”e, uzatın elinizi en ucuz ve sürekli enerji vadeden nükleer santrallere…
Mutluluk kapısını açan anahtarlar oldu mu?

8.9’luk Japonya depremi, dünyanın eksenini yerinden oynatıyor ve de koskoca bir uygar ülkenin yerleştiği büyük adalar topluluğunu olduğu yerden 2.5 metre kaydırıyor, 70 cm daha çukurlaştırıyor.
Japon ulusu nerede olduğunu, nasıl yaşayacağını biliyor.
Akılla yoğrulmuş eğitimin doğurduğu bilinçle, insanlarının refah düzeyini sağlam tutmayı öngörürken, varlıklarını güvence almaya çalışıyor.
Bu işte ne kadar başarılı oluyor?
Elbette başarılı… Kime göre? Aynı aklı başında taşıyıp onu kullanmasını bilmeyenlere göre.

Bu toplumların arasında bizim de yerimiz olduğunu söylemekten kaçınmayalım.
Çünkü Gölcük depreminde gerçek insan kayıplarımızın sayısının bile yaklaşık olarak bilinmediğinin yakın tanıklarından biriyim. Uluslararası rakamlar 45 binleri işaret ederken  17 binleri resmi rakam olarak ilan ettiğimiz gerçeği açıktır. Bütün kuşkulara rağmen, umut ederim, biz haklıyızdır.
Eğitim, önlem, duyarlılık tamam… Ama bu anahtar bile “tam mutluluk” kilidinde boşa dönüyor.
İşte doğanın önlenemez gücü.

Bu gerçekle hareket ederken, bunu görmezlikten gelen dünyanın durumuna bakın.
Petrol için bir yalan öne sürülerek Körfez’de çıkarılan iki savaşın bilançoları… Ürkütücü.
Bir yalanın ardına dolanarak; insanların ulusların en büyük hedefi “demokrasi- özgürlük” peleriniyle 1. 5 milyon insanın katledilmesi gerçeği.
Bitmedi ki, aynı Allah’a inanan insanlar arasında, tarihin önceki dönemlerinde başlayıp, büyük evrim geçiren insanoğlunun bugün daha da büyüyen ve daha vahşileşen din savaşları… Kardeş kardeşi katlediyor. Ulus kendi içinde kendini tüketiyor.

Bırakın kan akmasını. Bu kısacık ömürde mutluluğa ulaşan yolların önünde kim, ne için barikatlar kuruyor?
İnsanları, Türk, Kürt, Alevi, Suni, Laz, Çerkez  vs. diye kim kinlenmeye davet ediyor.
Oysa Musevi de olsa, Hıristiyan da, Rum ya da başka bir dinde ve kimlikten de olsa, insan insandır, puta dahi tapacak olsa o inanca saygısızlık en büyük günahtır.
Bunları bilmiyor mu birileri?
Bizim bildiklerimiz çok mu ötede şeyler.
Ama suyu derenin sonunda bulandıran kurt – kuzu öyküsünün anlattığı gerçek gibi, kimi kendini biraz güçlü hissedenin sadistleşmesi bir insan gerçeği…

Bundan kuşku duyanların önce tarihe göz gezdirmeleri, sonra da TV’lerde ki, gazetelerdeki siyaset çekişmelerini izlemeleri gerekir.
Ne yazık ki, “akıllı yaratık” ve “insan” kavramı içinde öteki canlılardan farklılaştırdığımız insanoğlunun yapısı dünde öyleydi, bugün de öyle…

Şimdi gözler söylenen sinyalleri yavaş yavaş veren 2012’ye çevrilmiş durumda.
“Dünya yerinde duracak ama bizler için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” deniyor…

Yoruma açık kehanetlerin temeli bu!

Acaba bizi asırlardır  kasıp kavuran “insan vahşiliği”nin  sonu mu geliyor?

12 Mart 2011 Cumartesi

Dönerken Yine Arka Denize Geleceğini Söylemişti...

Bozcaadanın en güzel yerlerinden biridir Arka Deniz...
Güneş en güzel oradan doğar.
Poyrazın gücünü en güzel oradan hissedersiniz.
En lezzetli petalides ve kolfadesler oradan çıkarılır.
En keyifli orada yüzülür...

Bozcaadanın en büyülü yerlerinden biridir Arka Deniz...
Ufuk çizgisine bakınca Troyayı görürsünüz.
Görebildiğiniz en kuzey noktasından artık yıkılmış olan küçük "manastraki"den Aziz Nikola karanlık fırtınalı gecelerde denizde ondan yardım isteyenleri korur.
Bu nedenle...
İnci Arman Kuloğlu, Arka Denize aşıktı...

Bir gün Asostan teknesiyle denize çıkıp bir daha asla kendisinden haber alınamayan Can'ının yanında gibi hissediyordu...

Konforlu bir yaşamı, parlak bir karieri elinin tersiyle itip gitmişti Asosa.
Yıkık bir damdan sevimli bir pansiyon yaratmıştı.
Sonra Can'ı gitti...

 Küsmedi.
Asosun tüm çocukları onun canı oldu.
 Onların ve Asosun İnci Ablası...
Asosun incisi...
Tiyatro, tiyatro okulu, festival...
Asosa çok şeyler kattı...

Ayağında şalvar başında yemeni bağlı bu minnacık kadını sıradan bir Asoslu köylü kadını zanneden yabancıları mükemmel fransızca ile almanca konuşması ve entellektüel birikimi ile bir çok defa şaşırtmış; tevazusu ve iflah olmaz iyimserli ile dünyanın her yerinden aranan, kocaman gülümsemesi ile "bizim İnci" olmuştur.  

Bozcaadaya geldiğinde Asosa ihanet etmeyi düşünmüştü sanki.

Arka Denize vurulmuştu...

"Piyangodan büyük para çıksa hepsini Arka Denizde minnacık bir ev için veririm" diyecek kadar.

Verirdi de...

Arka Denizde kiraladığı minnacık ev yaz kış hiç boş olmadı.

Yeni dostları, eski dostları...

Tek şikayeti, kitabına yeteri kadar zaman ayıramaması idi.

İnci Arman Kuloğlu bu dünyada büyük sınavlar vermek üzere gelen sıradan olmayan insanlardan biriydi.
Bozcaadada iş ile ilgili yaşadığı büyük hayalkırıklığı ile tekrar Asosa döndü.
Dönerken yine geleceğini söyledi.
İlk defa sözünü tutamayacak...

İnci şimdi yine Arka Denizde...
Bozcaadada olduğuna göre, cennette de var Arka Deniz...
Sevdikleri ve bu dünyada yitirdikleri ile birlkte...
Sadece biz onu çok özleyeceğiz...

23 Şubat 2011 Çarşamba

Ada nazlı, kaprisli, hoyrat, güzel mi güzel, alımlı mı alımlı bir sevgili gibi! - Adnan Filiz

Bozcaada Haber’e iki yazı yazdım.
Birincisinde “Sevmek Yeter mi” dedim.
Bozcaada’yı neden çok sevdiğimizi anlattım. Ama gelişimine bakıp korktum… Bir annenin bebeğini sevmenin ötesinde gösterdiği duyarlığı aradım Adamız için.
İkinci yazımda “Bozcaada’yı sevmek kolay, ama yaşamak o kadar kolay mı?” diye sordum.
Bu cennet adayı zor yaşanır olmaya yönelten konuları sıraladım. Biraz acımasızca eleştirdim.


İzlediğim kadarı ile bu yazıları hem Adalılar, hem ada sevdalıları, hem de adayı tanımak bilmek isteyenler okumuş. Gördüğü ilgiden bunu anladım.
Gönlümün içinde bir sızı oluştu.
İnsan nasıl bir duyguya kapılır, istemediği halde eleştirir, sevgilisini üzer… İşte öyle bir hale geldim.
Gül koklarken dikenin batması gibi.
Acıyla irkilmiştim. Ama bu acı “hiçbir gülün dikensiz olmayacağını” anımsattı bana…
Hiçbir güzelin kusursuz olmayacağı gibi!
Zaman zaman İsviçre’yi anımsadım.
Derdi, tasası, düzeltilecek bir eksiği kalmadığı için, ne kadar sıkıntı yarattığını önümüze konan filmler bile çevrilmişti.
Sonra kendimle hesaplaştım.
Bir güzelliğe varmak için hep sıkıntı ve üzüntü çekmek kaderimiz miydi?
Güzeli daha güzel yapmak, kuralı uygulanabilir kılmak, zenginliğe sahip çıkmak, içinde yaşadığımız uygarlığın güvencelerini beklemek…
Doğanın verdiği tüm olanakları korumak ve kollamak…
Eskiye sahip çıkmak…
Geleneği sürdürmek.
Toprağı, denizi yozlaştırmamak…
Hepimizin hakkı aynı zamanda sorumluluğu, kutsal görevi değil miydi?
Yüzyıllardan beri gelen bağcılığımızı öldürmek kimin işiydi?
Şarabın ta fil derisi gibi görüntüsünden fışkıran güzellik serüvenine taş koyup bütün gönülleri esrikleştiren kutsal yaşamını engellemek kimin haddiydi?
Kendine özgü bir tarihi kimliğini İç Anadolu’nun geri kalmış bir kasabası gibi görmek ve değerlendirmek hangi görevlinin saçmalığı olabilirdi?
Burayı seven, burayı koklamak isteyen insanları haksız çıkarlar yüzünden kırıp geçirmek, onları küstürmek, gerçek ev sahiplerinin hakkı mıydı?
Nasıl bir konukseverlilikti bu?
İnsanları maddi bedel ödedikleri konularda manevi işkencelere sokmak olacak iş miydi?
Şimdi tüm bunları yaşamış insanlardan biri olarak yine de kendimi  “Bozcaada’da toprak ve ev sahibi olmak” yani “Bozcaadalı olmak” şansına sahip olmuş talihli ender kişilerden sayıyorum.

Orada sevgili torunuma ağacı, böceği, kuşu, kurdu tanıttım.
Fil derisi omcadan tomurcuk, yaprak, koruk ve de sonunda mis gibi tek taneli çavuş üzümünün doğuş serüvenini izlettim.
Çam ormanlarından kozalak toplarken sırt üstü yuvarlanarak doğa ile güreşmenin verdiği sevinç kahkahalarına tanık oldum.
Soğuk ama tertemiz denizinde balıkları izlettim. Denizden korkmamayı öğrettim.
Kendim için küçük bir mutluluk örnekleyeyim: Kışın Adada kimsenin olmadığı bir zamanda bir araya gelip İstanbul’da ada özlemi ile yanıp tutuşan Adnan ağabeylerini, Tülay ablalarını, şunları bir arayalım deyip telefona sarılan  “Şimdi Emin’le, Mustafa’yla, Ertan ile bir aradayız, Sizi anıyoruz, sizi arıyoruz” diyen Zeki’nin sesi, nasıl Adanın Poyraz’ını yansıtmaz.
Harıl harıl belediye seçimlerine soyunan Recep, Ali, Cevdet kardeşlerimin ve Başkanlığını sürdürmek isteyen Mustafa Başkanın güleç ve dost yüzleri hep gözümün önündedir.
Burada o kadar çok dostun adını sıralayabilirim ki, benim gibi aklında isim tutamayanlar Adaya gelsin, bu hastalıkları anında geçer.
Ada nazlı, kaprisli, hoyrat, güzel mi güzel, alımlı mı alımlı bir sevgili gibi!
Galiba ölümsüz sevginin sırrı da burada yatıyor.

Sevmek yeter mi? - Adnan Filiz

Hepimizin ortak bir yanı var: Bozcaada’yı çok seviyoruz.
Buna “Bozcaada fanatikliği” de denebilir.
Peki, neden seviyoruz bu rüzgârlı Ada’yı?
Temiz denizi, sanayi kirinden uzak havası, deli rüzgârı, bağları, zeytinlikleri, orada burada kalmış bir tutam ormanı, dar yolları, taş evleri, denizcilere göz kırpan fenerleri, yamaçlardaki taşlara tutunmaya çalışan kekikleri, taa Ceneviz’lerden kalma kalesi, yat limanı için mi?
Yoksa belli bir düzeyli kültürü bulaştıran ve her gün daha az sayıda kalmalarının hüznünü şimdiden yaşatan Rum asıllı vatandaşlarımız yüzünden mi?
 Aynı ayna gibi yakınsan yakın, uzaksan uzak, tutarsızsan tutarsız, sevecensen sevecen, Ege’nin bütün sıcaklığını ve konukseverliğini yansıtan, yerli halkın sadeliği için mi?
Bütün kültürünü biriktirerek bunu Bozcaada’nın kültüründe eritip, yerliye yabancıya birer kır çiçeği buketi gibi hizmet sunan, olağan üstü sayılabilecek nitelikteki işletmecileri nedeniyle mi?
Bozcaada’nın sanat ve kültür adası olmasını yaratan sanatçıların varlığıyla mı?
Bu nedenleri çoğaltarak sıralamak mümkün.
Çünkü bu listenin uzunluğunu oluşturan her öğe, çok kişiye sesleniyor ve de bu “Ada Fanatizmi”ni yaratıyor.

                                                                       ***
Dikkat ederseniz sıralamada yer alan her özellik, insanların kentlerden kaçmasına neden olan bozuklukların panzehiridir.
Sevginin nedeni; Bozcaada’nın farklılığıdır.
Ve Ada Sevdalıları’nın en büyük korkusu;  Bozcaada’nın gelişim rüzgârlardan etkilenip, kaçılan kentlere benzemesidir.
O halde Bozcaada sevgisi tek bir sorumluluğu gündeme getiriyor: Denizin ortasında olmanın  avantajı  ile bugüne kirlenmeden  ulaşabilen  Ada’nın,  yaşadığımız kentlere benzemesini engellemek…

                                                                   ***
Şu anda tehlikenin sınırındayız.
Çizgiyi aştığımız anda Bozcaada özelliğini yitirecek, sıradan bir Ege Kasabası’na dönüşecektir.
Duyarlı olup “severken öldürmez”  ve de Adayı tüm değerleriyle korursak, küçük Ada, halkı için bir refah aracı, ziyaretçilerine cennet, sorumluğunu yerine getirenlere gurur kaynağı olacaktır.
Korumanın yasal ve öncü sorumluluğu yerel ve genel yönetimlerde.
Belediye Başkanları yol için örneğin Arnavut kaldırımı ya da parke taşı yerine asfaltı yeğlerse… Kaymakamlar da bu Ada herhangi bir Anadolu ilçesi gibi yapılaşma, kalabalıklaşma, sanayileşme ile zengin olur derse…
Adanın bağları, şarapçılığı, balıkçılığı ihmal ve ziyan edilirse…
Ada büyük rantlara ve de özelliklerine karşıt amaçlara açılırsa…
İşte o zaman Bozcaada “yok” olur.
Bozcaada Türkiye’de tektir.
Adada imara, bağcılığa, şarapçılığa, balıkçılığa, yerel motiflerle bezenmiş turizme titizlenmemiz, bunlara sahip çıkmamız gerekiyor.
Yerel ve genel yönetimlerin yasal sorumluluğunun önünde,  bizlerin yani Bozcada Sevdalıları’nın sorumlulukları  en önde yer alıyor.
Lütfen dikkat!

HEP ADA’DA OLMAK - Halük Şahin

      Ben aslında hep Bozcaada’da yaşarım.  Siz kanmayın beni İstanbul’da, Ankara’da, Avrupa’da, Amerika’da gösteren belirtilere.  Her zaman adadayımdır.  Her sabah i evden çıkıp Çayır’a doğru yürümeye başlarım.  Poyraz bunu bilir. Köşedeki incir ağacı bunu bilir.  Hamdi’nin keçileri de bunu bilir.   Yolun iki yanındaki kır çiçekleri de durumun farkındadır... 

       Fizik bilimi insanın nasıl iki yerde birden olabileceğinin sırlarını henüz keşfetmedi ama, böyle bir deney yapılacak olursa bizim gibi adalıları denek seçmesini öneririm.

      Dünyanın neresinde olursam olayım,  her gün Poseidon’dan ve Yahoo’dan adadaki hava durumuna bakmam bundandır. Rüzgarın rengini not etmem bundandır.  Ki, açık pencerelerden içeri dolup ruhumun odaları arasında püfür püfür esebilsin...

       Bu yazdıklarımı çok romantik bulanlar olacaktır.  Öyledir.    Adanın bize kattığı en önemli boyut budur. Bizler romantik insanlarız. Dünyanın olandan ibaret olmadığını, olabileceğin de bir an bile unutulmaması gerektiğini düşünürüz.  Her şeyin  daha iyi, daha güzel, daha temiz olabileceğini düşünü kurarız durmadan. 

        Ütopya hayallerinin mekan olarak hep adaları seçmesi boşuna değildir.

        Bazılarının burun bükebileceği bu romantizm,  bize tatsız gerçekler dünyasında da güç katar.   Bundan 10 yıl kadar önce Bozcaada Kitabı’nda şöyle anlatmıştım bunu:

       “Bozcaada’ya çok şey borçlu olduğumu biliyorum.  Hayatımızın merkezi olan, o da çok sevgili,  ama fena halde hoyratlaşmış, porsuyup çürümüş koca kente, İstanbul’a ‘alternatif mekan’ olarak onu hep kafamın bir kenarında tuttum.  O koca kentin aşırı hırslar, tutkular, şöhret budalalıkları, kalleşlikler ve yozluklarla  dolu kalabalık dünyalarında yıllar boyu koşuştururken  Bozcaada bir deniz feneri gibi  hep uzaktan göz kırptı.   ‘En kötü ihtimalle Bozcaada’ya gider yaşarım ki, bu da hayatımın en iyi ihtimalidir” diyebilmek en büyük güç kaynağımdı.  Öyle sanıyorum ki, herkesin kafasında böyle bir alternatif mekan vardır, yoksa da olmalıdır. Kendisini zihninde tek mekana hapseden  insana hafakanlar basar, ruhu nefes alamaz.”

       Hayatımızın ve ruhumuzun bu alternatif mekanında olup bitenleri merak etmemiz bundandır. Bu tatsız gerçekler dünyasında işler ne kadar kötü giderse gitsin,  asıl önemli olan “orada” ne olduğudur.   Bu yüzden Lisa’nın Ada Postası’nı bir solukta okuruz. Bu yüzden ulusal medyada adanın adı geçince, duyacaklarımızı ne kadar ezberden bilirsek bilelim,  kulak kabartır, ilgiyle dinleriz: 

       “Şiddetli fırtına yüzünden Geyikli-Bozcaada vapur seferleri iptal edildi.” 

       Adada “mahsur kalmanın” hayalini kurarız.  Bu duyguyu anlayamayan bizi hiç bir zaman anlayamaz...

        Artık adaya açılan bir penceremiz daha var.

       Artık her sabah, hava durumuna baktıktan sonra, buraya da uğrayacağız. Artık her zamankinden daha fazla adadayız.

21 Şubat 2011 Pazartesi

BOZCAADA - DÜNDEN BUGÜNE - Ali ERDİNÇ

Bir ADA düşünün, ana karadan kopuk bir vatan. Ben orada yaşadım, yaşıyorum.
Eskilerde ben o adaya ''BOZCAADA CUMHURİYETİ'' derdim.


      1980 yılına kadar, dalgalar arasında kaybolan sonra yine dalgaların en üstünde belirip yine kaybolan, yani adalıların deyimiyle ''bata çıka seyreden'' 10 metrelik ahşap bir tekneydi ana karayla iletişimimizi sağlayan. Mecbur kalmadıkca adalılar adadan dışarıya çıkmazlardı. Zaten pekde ihtiyaç hissetmezlerdi. Çünki kendi kendine yetebilirlerdi.

Çocukluğumda, İstanbul dan haftada bir ''Bursa'' isimli bir gemi gelirdi, siyah dumanlar çıkartan siyah boyalı bir gemi.. Lüks, kamaralı bir gemiydi. İki gün sürerdi İstanbul yolculuğu...
 
Sonraları daha süratlileri kondu seferlere. Bembeyaz ikiz gemilerdi ''Gemlik ve Ayvalık'' gemileri. Çok lüks çok konforluydular. Karaköy den kalkarlardı. Marmara adası, Şarkköy, Karabiga, Gelibolu, Çanakkale, İmroz (Gökceada) ve Bozcaada uğrak limanlarıydı. Bir hafta ''Gemlik'' bir hafta ''Ayvalık'' gelir, Bozcaada limanı dışına demirlerlerdi. Sandallarla karşılar uğurlardık, şölen havasında.

Ana kara ve gemilerle iletişimimizi sağlayan Halil Yakar kaptandı, ''ruhu şad olsun''.

      Eskilerde üç polis iki bekçi, yirmi kadar jandarma, üç ziraat bankası çalışanı, beş veya yedi belediye çalışanı, bir doktor bir ebe, nüfuscumuz, tapucumuz , iki üç maliyecimiz gümrükcümüz ve liman başkanımız, yani yüzü bulmayan devlet temsilcilerimiz adada bizlerden biriydiler. Emekli olanakadar kalmışları bilirim.

      Bir ada düşünün. 2500 nüfusuyla küçücük bir ada. İnsanlarının hergün karşılaştığı bir ada. Yaşayanlarının kız alıp vermek suretiyle akraba olduğu veya komşu olduğu bir ada. Yaşayanlarının bağ ve balıkcılık işlerini imc ile yürüttüğü bir ada. Yaşayanlarından bir ferdinin Anadolu ya geçeceği zaman bir çok ilaç siparişi aldığı bir ada.

İlaç dedimde aklıma geldi. Eczane nin olmadığı, elektiriğin olmadığı, sokak başlarına belediyenin gaz lambaları astığı, kahvelerde gaz lambalarının evlerde gazlambası ve mumların kullanıldığı, yemeklerin ocaklarda bağ çıbıklarıyla yapıldığı, teneke sopalarda bağ kütüklerinin yakıldığı, bir iki kahvehanede büyük pilli radyoların dinlendiği bir devirdir anlattığım. 

      Sabah gün doğarken bağlara gidildiğinde kahvehanelerin caddelerin hatta evlerin boşluğu fark edilirdi. Çalışkandı Bozcaadalılar.
      
Akşam gün batarken canlılık başlardı sokaklarda kahvehanelerde meyhanelerde. Çoğu zaman evlerde toplanılır, sohbet edilir içilir eğlenilirdi.
     
  HERKES  BOZCAADA DA, YA ABLA YA ABİ, YA AMCA YA TEYZE YA DAYI yada BARBA...

      2500 yaşayanı bilinik simalardı. Kapılar açıktı. Hiçbir kötü olay olmamıştı, olamazdı. Merhaba, yasu, kalimera, kalispera. Selam vermek hal hatır sormak, selam göndermek ''iki gündür görmüyorum, nerelerdesin?'' demek adalıların yaşamlarında ençok karşılaştıkları sözlerdir. Ki, iki gün görememek görüşememek uzun bir suredir. Yaptığı ve beğendiği bir yemeği bir tabağa koyarak komşusuna kadar götüren, açık kapıdan içeriye girerken ''huuu komşu, sana bir tabak ......  getirdim'' diyerek seslenişler sıkca duyulur, görülürdü.

      Bir dini bayram olduğunda, bir cenaze olduğunda caminin en arkasında oturan Rumlar aminlere katılırlardı. Cenaze götürüşlere katılırlardı. Sokrat İncesu başta olmak üzere, Yorgi İzvingo, Mihal, Taki, Vangel Marangoz Rum cemaatinin ileri gelenleriydiler. Türk lerinde Rumların bayram ve cenaze merasimlerine katılmalarına çok şahit oldum.
EVET, KÜLTÜR BU İDİ.

      
Tek tek öz Bozcaada lıları, Türk ünü Rumunu tanırım. ''Sokrat İncesu'' da en iyi tanıdıklarımdandır. Yazıldığı bahsedildiği gibi ''tam müslüman olacaktıki vefat etti. Müslüman olamadığı için hoca cenazesini kaldırmadı, kiliseyede gitmediği için papaz kaldırmadı. Cenaze kokmak üzereydi, papaz mecbur kaldı, kaldırdı cenazeyi'' lafı, küllüyen yalan uydurulmuş bir sözdür.
      
Bozcaada da, o senelerde, Türkler le Rumlar arasında kötü hiçbir olay olmamıştır. Türk lerde aşırı milliyetci kişiler vardı, Rumlardada vardı. Bunlar 3-5 kişilerdi ve önemsenmeyecek kişiliklerdi. Kaldıki onlarında hiçbir olayı olmadı olamazdı... Hep ''olamazdı'' diyorum, çünki ufacık bir taşkınlıkta anlaşamamazlıkta büyükler araya girerlerdi.

      Bozcaada Rumlarının asıl kırgınlıkları İMC usulüyle yaptıkları okuldur. Bu okula el konuldu (bugünün halkeğitim ve sağlık ocağı binaları).
..............................
..........
..............................
..........
      1960 lı yıllarda Adaya elektirik santrali kuruldu. Saat 17 den 01 re kadar kasabaya elektirik verilebiliyordu. Zaten anadolu kasabalarına göre daha güzel olan Bozcaada nın ekonomisinde ve yaşam tarzında patlama oldu. Çavuş üzümü İstanbul piyasasında kapışılıyor çok iyi paralara satılıyordu. Şarap satışınında patlama yaşadığı, rekorların kırıldığı senelerdir 1960 lar. ''Günaydın'' gazetesi o zamanların büyük gazetelerindendi Türkiye nin ve şöyle bir manşeti vardı. ''Kişi başına düşen geliriyle Bozcaada Türkiye nin en zengin kasabası'' diyordu.

      Bozcaada da gelişen tarımı ve sanayii çalışacak işcilere ihtiyaç duyuyordu. Komşu kasabalardan akın akın işciler getirilmeye başlanmıştı. Çan dan, Biga dan, Ezine den, Geyikli den ençok da Bayramiç ten tedarik ediliyordu işciler. İşsizdi anadolu. Öyle bir hal aldıki Bozcaada ya işci akını, Bozcaada için ''Çanakkale nin Almanya sı''denilirdi. Mürefte den, Şarkköy den üzüm istifcileri getirtiliyor buna rağmen işçi sıkıntısıda hep çekiliyordu.


      Bozcaada lıların bütün titizliklerine rağmen tatsızlıklar hafif hafif görülmeye duyulmaya başlamıştı. Kıbrıs olaylarıda yaşanan tatsızlıklara zaman zaman ek tatsızlıklar katıyordu...

      Çalışmak için gelen gençlerin hedefi Bozcaada lı biriyle evlenmekti. Adalı Türk veya Rum oluşlar onlar için fark etmiyordu. Komşu kasabadaki ailelerde çocuklarının Bozcaada lı biriyle evlenmeleri için pek heveslilerdi. Bu hedeflerine ulaşan epey gençlerde oldu. 


Buraya bir ek koyayım. Adalı aileler katiyen, o yukarıda saydığım kasabalara kız vermek istemezlerdi. Vermemişlerdirde. Bozcaada ya yerleşmelerini sağlamışlardır.

      BOZCAADA NIN EN BÜYÜK SORUNU, RAHATSIZLIĞI:
      Bozcaada lılarında en büyük sorunu üzüntüleri, oğlunu bir kızla, kızını bir oğlanla evlendirememekti. Türk lerde bu hususta, yavaş yavaş Anadoluya açılmalar görülmeye başlanmışdı...

Rumlarda bu rahatsızlık daha belirgindi. Kıbrıs olaylarınında verdiği rahatsızlıklarla fırsatını bulan Rum delikanlıları Ayvalık tan Yunanistan a kaçıyorlardı. Gökceada (İmroz), İstanbul Rumlarıda aynı sorunla karşı karşıyaydılar. Bazı Rumlar ''çok rahatsız edildik'' diye anlatırlar gidişlerini. Oysa Adadan kaçışlar çocuklarının torunlarının istikbali kaygısıyla başladı. Bu sadece Rumların kaygısı değildi tüm Bozcaada lıların kaygısıydı. Bunun içinde Türkler de bıraktı adalarını. Rumlar gibi, bağlarını evlerini satıp satıp gittiler adadan. Bugün nesiller boyu Bozcaada lı Türk  (benim gibi) kaç kişi kaldıkki adada?. 120, bilemedin 150 kişi. Rumlardada bu rakam 20-25 kişi sanırım.
      
Bozcaada lı Türk ler giderlerken yazdan yaza gelebilmek düşünceleriyle bir ev bıraktılar. Oysa rumlar gelmemek düşünceleriyle sattılar. Ucuz sattılar. Seneden seneye ödemeli sattılar. Bağının mahsulünün getirisi fiatlarına sattılar. Bu satış furyasından en çok çalışmak için adaya gelenler yararlandı. Rum mahallesi dediğimiz Cumhuriyet mahallesinin tamamı o çalışmak için gelenlerin eline geçti.

      Sonraları Bozcaada keşvedildi. Yine rum mahallesi evleri satışları başladı ve başta İstanbul lular olmak üzere, yazlıkcıların eline geçti.

       BEN:
       Ben, 1947 doğumluyum. Adaya kökenimin nerelerden geldiklerini bilmiyorum. Çünki babam Ahmet Erdinç te bilmiyordu. Bilinen dedeler hep Bozcaada lılardı. Bağcı şarapcı bir ailedenim. Annem İstanbul lu. Sabiha Çalapala (yazar Rakım Çalapala nın kardeşi). Babam Vefa lisesinde okuduğu yıllarda tanışmış annemle. Sevmişler istemişler birbirlerini ve evlenmişler. Annem bir türlü adapte olamadı o zamanların Bozcaada sına. Hep hep İstanbul a taşınmamızdı isteği. 3 evladının orada okumasını yetişmesini isterdi. İstekleri çoğunlukla olmadı. Ayrıldılar. Bu aile içi anlaşmazlık nedenleriyle, çok okul değiştirmek zorunda kaldık 3 kardeş.

       İlkokula Bozcaada da başladık. Okulumuz şimdiki EGE oteliydi (oranın hiçbirzaman rum okulu olduğunu duymamıştım ve hatırlamıyorum). Beşiktaş ta Barboros ta denize 0 Beşiktaş spor kulübü stadı vardı, Şeref stadıydı ismi. Hemen onun yanında yine denize 0 Barboros ilkokulunda devam ettim 2. sınıfıma (sınıflarında piano olan bir okuldu). Daha birçok okul değiştirdim.

Öğretmenlerim, arkadaşlarım sorarlardı. ''Nerelisin?''. Bozcaada lı olduğumu söylerdim. Tuhaf tuhaf bakarlardı yüzüme. Öğretmenlerimde bilmezlerdi Bozcaada nın nerede olduğunu. İstanbul adalarından zannederlerdi. Anlatırdım, Çanakkale boğazı bitiminde olduğunu. Haritada göstermek isterdim, haritalar göstermezdi küçük adamızı. 

       Bozcaada ve istanbul da en iyi arkadaşlarımdandı Apostol Marangoz ve daha birçok rumlar. Bu yüzden okullardaki lakabım Gavur Ali ydi. Kıbrıs olaylarında Makarios oldu Papandreu oldu... 

        İstanbul un çok güzel sinemalarından biriydi, Fatih deki RENK sineması. Lise arkadaşım o sinemanın 4 ortağından birinin oğluydu. Onunla arkadaşlığım sayesinde sevdiğim işi seçtim. Babama sinemacı olmak istediğimi söyledim. Babama ve Bozcaada ya özlemimide ekleyerek birazda duygu sömürüsü yaptım. 
Bozcaada belediye başkanı rahmetli Yahya Göztepe nin yaptırdığı bugünün Üniversite ve işhanının olduğu binayı ihaleyle kiraladık. Çanakkale yöresinin en lüks sinemasıydı. Yıl 1966. Artık sinemacıydım. Harika filmler getiriyordum İstanbul daki arkadaşım sayesinde. Sinemam dolup taşıyordu. Bozcaada nın tek eğlence merkeziydi. İnsanların kaynaşmalarını sağlıyordum. Sevgililerin bakışma işaretleşme yeriydi, sinemam... İstanbul da çıkan, tutulan arajman müzik plaklarımla, batı müziği plaklarımla insanlarımın müzik sevgilerini geliştirdiğime inanıyorum. 
O zamanlarda vilayetimiz Çanakkale de bile olamayacak Yıldız Kenter tiyatrosunu ben adamıza getirmişdim. O zamanların en ünlü aktörü Cüneyt Arkın lı ''Fatihin Fedaisi Kara Murat'' film çekimlerinin Bozcaada da gerçekleşmesini ben sağladım ve Cüneyt Arkın ın hayatının ilk galasına ben (yazlık sinemamda traktör römorku üzerinde) çıkarttım. Makinistim Ligor Gogooğlu ydu. Şimdi Atina da, kulakları cınlasın. 
       İstanbul a gidiyor, babamı ve Bozcaada yı özlüyordum. Bozcaada ya geliyor, annemi ve İstanbul u özlüyordum. Rahmetli kardeşim Fahri Cevat Erdinci ve Ligor Gogooğlu nu sinema işletmeciliğinde iyi yetiştirmiştim. Yıl 1968, İstanbul a  Cihangir e yerleştim. Yeşilçam da Erler filmin tam karşısında film şirketi açtım. Üretilen filmlerin bölge satış haklarını alarak sinemalara dağıtım yapıyordum. Adalı arkadaşlarımın çoğuda buradaydı. Divyen (Beybi) Popi Atina İzvingo kardeşler, Apostol Marangoz, Partenopi İncesu, Eleni, Vasiliki, Yorgi vb.(ölenlere rahmet diliyorum, yaşayanlara sevgilerimi iletiyorum). Bir ayağımız İstanbul da bir ayağımız Bozcaada daydı.

       AYAZMA ŞENLİKLERİ: Benim Rum büyüklerimden edindiğim bilgiyle Ayazma şenlikleri içeriği bugün anlatılanlar gibi değildi. Yani bir aşk ve babanın kızını hapsi sonucu ortaya çıkmış bir Ayazma manastırı değildi bana anlatılanlar.

Bozcaada (benden öncede, gençliğimdede) bağcılık şarapcılıkla geçinen bir kasabaydı. Merkep ve atlardan başka hiçbir vasıta yoktu. Kasabada evleri olan bağcıların bağlık kısımdada bağ evleri vardı. Bu bağ evlerinde tavuk koyun keçi, sebze meyva yetiştirilir hemen yanlarında bulunan harman yerlerinde harman sürülürdü....


Hepsinden önemlisi bağ evleri bağlarına yakın olduğundan, ilkbaharda bağların bakımının en çok yoğunlaştığı mevsim olduğundan oturum tercih edilirdi. Hatta öylesine tercih edilirdiki kasabada kimse kalmazdı.
Akşamları yollarda gezinti olur, belirlenen bağevlerinde toplanılır, yenilir içilir eğlenilirdi. Sabah gün doğarken herkes yine bağlarına giderdi. Çoğu zaman bağ tımarları İMC usulü olurdu.
Bozcaada bağlık kısmında yaşayanların ibadetleri için muhtelif semtlerde manastırlar vardır.
Paraskevi de zengin bir ailenin kızıdır. Bir dileği gerçekleşince Ayazma da manastır yapılmasını ister babasından. Sanırım birazda konumu itibariyle ibadet için ençok tercih edilen bir manastır olur. Ayazma koyuna yakınlığıda bu tercihlerde rollüdür.
26 temmuz koruğun üzüme dönüştüğü günlerdir ve deniz mevsiminin Ayazmanın en güzel zamanlarıdır. 25-26-27 temmuz sabahları Pareskevi manastırına gidilir, dualar edilir...
       Dualar özetle şöyledir.
       Allahım, bütün bir yıl çalıştık. Bağlarımıza elimizden geldiğince iyi baktık. Mahsul sayende gözüktü. Onu koru besle Allahım. Çabalarımızın karşılığını ver Allahım. Bizlere hayırlı satışlar nasibet Allahım. Gibi, dualardan sonra özel dualar edilirdi...
Manastırdan çıkan çınarların altında, piknik vari yerlere serili halılarının üzerine otururlardı, blog blog. Tam ortada sofra ve envai çeşit mezeler içkiler.
Eskilerde, Bozcaada mızın keman ud kanun çalgıcıları vardı. Bunlardan biride rahmetli Vasil ağabeydi. Çınarların altındaki orta alan dans pistiydi ve hiç boş kalmazdı. Çok güzel çalarlar çok güzel eğlendirirlerdi. Bu eğlenceler sabahlara kadar 3 gün devam eder giderdi.
Çift oluklu çeşmenin hemen yanında buz gibi suyu olan bir havuzu vardır. Her katılımcı karpuzunu kavununu içkisini orada soğuturdu. (İnanırmısınız kimse kimsenin bostanını içkisini ellemezdi).
Arada isteyenler Ayazma sahiline, denize inerdi.
Ayazma sahiline inişte o yamaçlar at eşeklerle öylesine dolardıkiiii, park edecek yer bulamazdınız. (Şimdilerde onların yerlerini arabalar aldı).
       BOZCAADA EĞLENCELERİNDE VE DÜĞÜNLERİNDE DANS:
Ayazma eğlencelerinde ve düğünlerinde en çok çalınan söylenen müzik SAMİOTİSA ydı. Basit bir dans tarzı ama rumlarda öylesine figürlerle bu dansı süsleyenler vardıki. Mesela Fransaya göç eden Sutir sanırım en güzel oynayandı.
       AYAZMA EĞLENCELERİNDE DANSIN ÖNEMİ: 
       Samiotisa çalmaktadır. Topluca edilen bir dans türüdür. Biraz halay çekme gibi. Sevgilisini veya sevdiği kızı dansa kaldırır Rum genci. Dans pistinin kenarında, erkeğin elinde beyaz mendil, beklerler. Dans topluluğunun sonundaki kişi, ancak iki dönmeden sonra, kenarda bekleyen çiftleri dansa dahil eder.
       Derlerdiki Rum genci sevdiği kızı bir dansa kaldırır, iki dansa kaldırır, üç dansa kaldırır. Bu hareket ''ben seni seviyorum ve seninle evlenmek istiyorum'' demek oluyormuş. Üçüncü dans ediş sonunda kız beyaz mendili alıp giderse ''bende seni istiyorum'' demekmiş. Evet o yıllarda dansa kalkan çiftlerin kaç kez dansa kalktıklarını sayardık ve kızın mendili alıptamı yerine döneceğini merak ederdik. :)) Aslında dansa kaldırdığı zaten sevgilisidir. Adalılar bilir sevgili olduklarını. Güzel olan orada ilan etmeleridir.