23 Şubat 2011 Çarşamba

HEP ADA’DA OLMAK - Halük Şahin

      Ben aslında hep Bozcaada’da yaşarım.  Siz kanmayın beni İstanbul’da, Ankara’da, Avrupa’da, Amerika’da gösteren belirtilere.  Her zaman adadayımdır.  Her sabah i evden çıkıp Çayır’a doğru yürümeye başlarım.  Poyraz bunu bilir. Köşedeki incir ağacı bunu bilir.  Hamdi’nin keçileri de bunu bilir.   Yolun iki yanındaki kır çiçekleri de durumun farkındadır... 

       Fizik bilimi insanın nasıl iki yerde birden olabileceğinin sırlarını henüz keşfetmedi ama, böyle bir deney yapılacak olursa bizim gibi adalıları denek seçmesini öneririm.

      Dünyanın neresinde olursam olayım,  her gün Poseidon’dan ve Yahoo’dan adadaki hava durumuna bakmam bundandır. Rüzgarın rengini not etmem bundandır.  Ki, açık pencerelerden içeri dolup ruhumun odaları arasında püfür püfür esebilsin...

       Bu yazdıklarımı çok romantik bulanlar olacaktır.  Öyledir.    Adanın bize kattığı en önemli boyut budur. Bizler romantik insanlarız. Dünyanın olandan ibaret olmadığını, olabileceğin de bir an bile unutulmaması gerektiğini düşünürüz.  Her şeyin  daha iyi, daha güzel, daha temiz olabileceğini düşünü kurarız durmadan. 

        Ütopya hayallerinin mekan olarak hep adaları seçmesi boşuna değildir.

        Bazılarının burun bükebileceği bu romantizm,  bize tatsız gerçekler dünyasında da güç katar.   Bundan 10 yıl kadar önce Bozcaada Kitabı’nda şöyle anlatmıştım bunu:

       “Bozcaada’ya çok şey borçlu olduğumu biliyorum.  Hayatımızın merkezi olan, o da çok sevgili,  ama fena halde hoyratlaşmış, porsuyup çürümüş koca kente, İstanbul’a ‘alternatif mekan’ olarak onu hep kafamın bir kenarında tuttum.  O koca kentin aşırı hırslar, tutkular, şöhret budalalıkları, kalleşlikler ve yozluklarla  dolu kalabalık dünyalarında yıllar boyu koşuştururken  Bozcaada bir deniz feneri gibi  hep uzaktan göz kırptı.   ‘En kötü ihtimalle Bozcaada’ya gider yaşarım ki, bu da hayatımın en iyi ihtimalidir” diyebilmek en büyük güç kaynağımdı.  Öyle sanıyorum ki, herkesin kafasında böyle bir alternatif mekan vardır, yoksa da olmalıdır. Kendisini zihninde tek mekana hapseden  insana hafakanlar basar, ruhu nefes alamaz.”

       Hayatımızın ve ruhumuzun bu alternatif mekanında olup bitenleri merak etmemiz bundandır. Bu tatsız gerçekler dünyasında işler ne kadar kötü giderse gitsin,  asıl önemli olan “orada” ne olduğudur.   Bu yüzden Lisa’nın Ada Postası’nı bir solukta okuruz. Bu yüzden ulusal medyada adanın adı geçince, duyacaklarımızı ne kadar ezberden bilirsek bilelim,  kulak kabartır, ilgiyle dinleriz: 

       “Şiddetli fırtına yüzünden Geyikli-Bozcaada vapur seferleri iptal edildi.” 

       Adada “mahsur kalmanın” hayalini kurarız.  Bu duyguyu anlayamayan bizi hiç bir zaman anlayamaz...

        Artık adaya açılan bir penceremiz daha var.

       Artık her sabah, hava durumuna baktıktan sonra, buraya da uğrayacağız. Artık her zamankinden daha fazla adadayız.

Hiç yorum yok: