8 Eylül 2014 Pazartesi

Tanıdığım Anke Atamer

2010 yılı Kasım ayında uzun yıllardır aklımın köşesinde olan bir şeyi yapmaya fırsat buldum.  Vakit ayıramamış olmaktan son derece rahatsız olduğum bir şeydi bu – Anke’nin Kampını yazmak.

Akademik yaşamımda en çok ilgimi çeken konu farklı eğitim paradigmaları ve onların uygulamaları olan farklı eğitim modelleri/sistemleri oldu. Halen öyle. Dünyanın neresinde olursa olsun; akademik, özgürlükçü, toplumcu ve teknolojik eğitim paradigmalarının katışıksız ya da karma uygulamalarına ilişkin örneklerini izlemeye çalışırım. Anke’nin Kampları seksenli yıllarda başladığında yakından izlemeye çalıştım. 

Her hangi bir eğitim uygulamasının ardındaki paradigmanın temel öğelerini nasıl kavramlaştırdığını ve tarif ettiğini bilmezseniz, ne insanı, ne toplumu ne de toplumun alt sistemleri olan eğitimi, ekonomiyi, siyaseti, kültür ve sanatı kavramanız ve yorumlamanız; aralarındaki geçiş ve bağları anlamanızın mümkün olmadığını düşünürüm. Birey ve toplumların/toplulukların tüm davranışlarına yön veren zihinsel harita o birey ya da toplumun/topluluğun aldığı eğitimin paradigmasında gizlidir.

Anke’nin Kampı Türk Eğitim Sisteminin paradigmasıyla pek uyuşmuyordu.  Ama kamptaki uygulamalar, kampı ağırlıklı olarak tercih eden öğrencilerin geldikleri okullar olan Alman ve Avusturya okullarının paradigmaları ile de örtüşmüyordu.

Sınıf düzeni, öğretmenin rolü, yetiştirilmesi hedeflenen insan tipi, disiplin anlayışı, kullanılan araç-gereç, uygulanan programın içeriği, başarıyı değerlendirme kriter ve yöntemleri, kullanılan eğitim teknik ve yöntemleri, otorite figürünün niteliği, iletişim biçimleri,  yönetim biçimi her iki modele de uymuyordu. Kendi bütünlüğü içerisinde de yer yer çelişkiler mevcuttu.  Bu haliyle de ülkemizde, hatta dünyada benim bilebildiğim örneklerden oldukça farklıydı. Eklektik, orijinal ve kendine özgüydü.

Modeli anlayabilmek ve analiz edebilmek için kamp zamanları Bozcaada’da bulunmaya gayret ettim. Önce uzaktan sadece izledim. Sonra gidip Anke Atamer ile tanıştım.  Anke’nin öğlen uykusundan sonra bir saatlik uzun bir yürüyüş bitmeden Waldrofshule’yi, Makarenko’yu, Köy Endtitülerini, Summer Hill’i, John Dewey’i, Allen’i, Malinovsky’yi, Emerson’u,  Krishna Murti’yi tartışmıştık bile. Tanıştığım an çok uzun sürecek ve bana çok şey katacak bir dostluğun başladığını biliyordum…

Anke’nin kampının eğitim açısından değerlendirilmesinden çok, Bozcaada’nın tarihine kampla ilgili not düşmek için hazırladığım yazıyı Anke’ye ilettikten sonra görüştüğümüzde bazı bölümlerin çıkarılmasını istedi.  

Kimini utangaçlık ve tevazudan, kimini bazı yaralarının kabuklarından hala kan damladığından…

Kimi kırgınlıkları geçmemişti çok yıl geçmiş olsa da olayların üzerinden. Bilinmesini istemedi.

Anke’nin Kampı Anke’nin kişiliği idi aynı zamanda. O nedenle bilinen bir modele uymuyordu ve farklıydı. Yazıda kişiliğinden söz edilen bölümlerin çıkarılmasını istedi – şimdi değil, daha sonra yazarsın onları, diyerek.  Daha sonradan kastının ne olduğunu bilememişim…

Anke Atamer benim için çok değerli bir dosttu.

Binlerce Bozcaadalı ve “dışarlıklı”; çocuk, genç ve yetişkin için de kuşkusuz öyleydi.  

Kediler, köpekler, kuşlar, kirpiler, “sementalarım” dediği örümcekler… velhasıl tüm hayvanlar için de öyleydi.

Ölümüne “kayıp” demek bencilliğimizden…

Anke’yi kaybeden bizleriz. Tahammül etmek; kabullenmek çok zor bu kaybı…

Yastayız.

Anke, bir şey kaybetmedi;  ölümü ile ölümsüzlüğe geçti.

Bozcaada, Bozcaada kaldıkça artık hep Anke’nin Bozcaadası olacak.

Anke ise tanıyanlarının ve sevenlerinin gönlünde; mütevazı ama etkili alternatif eğitim modellerinin tarihinde,  Bozcaada’nın tarihinde, hep Bozcaadalı  Anke olarak kalacak.

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Tanıdığım Anke’yi anlatmaya devam edeceğim.
Bu satırları okuyan ve duygularıma ortak olan değerli dostlarım,

Sizin tanıdığınız Anke’yi de duymak, okumak, paylaşmak isterim.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Bozcaada Belediyesinin İletişimi


Bozcaada'da hala en iyi iletişim aracı, yine kulaktan kulağa iletişim...

Sadece kent içinde duyulan-duyulmayan hoparlör, geçmişteki eski sosyalist ülkelerde rastlanılacak cinsten.

Kent dışında oturanlar hala dumanla haberleşme devrinde...

Bozcaada Belediyesi web sitesi beş aydır yapılamadı.

Amatör bir programcı ya da biraz meraklı bir çocuk bile bir web sitesini dört günde yapabilir...

GSM şirketleri, müşterileri olan kurumların kurumsal hizmetlerini ve duyurularını kurumdan etkilenenlerin telefonlarına dakika başı geçebilmekte...

Sosyal medya herkesin elinin altında...

Herkes AN'ı paylaşmakta ama hayatının her anını etkileyen kararlardan haberdar olamamakta.

Meclis kararlarından, imar komisyonu kararlarından, başkanlık kararlarından, etkinliklerden.

Şeffaflık, açıklık, hesap verebilirlik, bilgi edinme gibi yerel düzeydeki uygulamalardan başlayan demokrasi ile ilgili  temel kavramlar iletişimle başlar ve iletişimle biterler. Rastgele bir iletişimle de değil - kurumsallaşmış; etkin kullanılan çeşitli iletişim kanallarının etkililiği ve verimliliğinin en üst düzeyde gerçekleşmesi ile başlar ve biterler. Yönetim sürecinin kendisi de iletişimle başlar ve iletişimle biter.

Bozcaada Belediyesinde yönetim değişti, kurumsal  iletişime ilişkin yaklaşım değişmedi...

Amacımız yermek değil, dikkat çekmek.

Bozcaada, iletişimin her alanında faaliyet gösteren (eğitimi, uygulaması, programlanması, içeriği v.b.) her biri kendi alanında çok yetkin isimlere sahip.

Böylesine zengin bir mesleki bilgi kaynağı ve potansiyeli değerlendirememek bir kaynak savurganlığı olduğu gibi Bozcaada'ya da haksızlıktır.

İletişimsizliğin maliyeti, iletişimin maliyetinin bin katıdır ve kötüdür ...


8 Ağustos 2014 Cuma

Bozcaada'da Yabani Hayvan Katliamı

Ne yazık ki, gelenek değişmedi...

Bozcaada'nın şehir dışındaki yollarında yaban hayvan katliamı bu yaz da sürüyor:

Ezilen bir kirpi,
araçların vurduğu bir tavşan,
yolda boylu boyunca üstünden geçilmiş bir yılan,
parçalanmış bir kaplumbağa,
gece farlardan kör edilerek çarpılmış çırpınan bir baykuş...

"Bir", lafın gelişi...
O kadar çok ki her yol dönemecinde ...

Ada'da en uzak mesafe 15 dakika.
Hadi de ki 20 dakika...

Vahşi şehirlerden ve vahşi dünyadan gelen "kimi" vahşiler,  dörçeker,  üççeker,ikiçeker, ve birçekerleriyle acımasızca Bozcaada'nın yaban hayvanlarını katlediyorlar.

Önlerine insan çıksa, onu da katl'edecekler.

Kazançları, 5 dakika erken gitmek...

Dilerim Araf'ta 5 bin yıl beklerler...

Bir gün evrenin bir yerinde, yok olan dünyanın  tarihi yazıldığında, "adı insan olan son derece zararlı bir bakteri türü, dünyadaki tüm yaşam formları ile birlikte kendini de yok etmiştir" diye yazacaktır.





22 Temmuz 2014 Salı

Eyvah Eyvah, Bayramda nereye gitsek?

Bayramda nereye gitsek?

……………………………….

10. Yunan Adaları’na Selam Çakan Gökçeada

Türkiye’nin en büyük adası Gökçeada’da yapacak çok şey var. Geniş ve rüzgar alan Kefalos koyunda windsurf ve kitesurf yapabilir, eski Rum köyleri olan Dereköy ve Zeytinliköy’de bir tarihi gezinti yapabilir, bol denize girip, taze deniz mahsullerinin tadına bakabilirsiniz. Gitmişken Mustafa’nın Kayfesi’nde kahvaltı edin mutlaka.

11. Çanakkale Kıyılarını Sevdiren Geyikli – Bozcaada

Ege kıyılarından devam etmek isterseniz, Eyvah Eyvah filminin çekildiği Geyikli’ye de bir uğrayın derim. Geyikli’nin uzun sahilleri ve doğayla iç içe atmosferi dinlenmek isteyen ruhlara iyi gelecektir. Ezine’deki Truva Antik Kenti’ni gezebilir ve tabi ki Ezine’nin mis gibi süt kokulu beyaz peynirlerinden alabilirsiniz. Denize girmek için feribotla Bozcaada sahillerine de geçebilirsiniz. http://galeri.sozcu.com.tr/2014/foto/genel/bayramda-nereye-gitsek.html?pid=13

Bir gazetenin magazin-foto haber – sayfasının ifade ettiklerini şöyle okumak mümkün:

1. Gökçeada’da yapılacak çok şey var,” Geyikli sahilinde de öyle, ama yine de sıkılırsanız, değişiklik olsun diye feribotla Bozcaada sahillerine DE geçebilirsiniz. Ama Bozcaada’da denize girmekten başka yapılacak bir şey yok…”

2. Gökçeada’da windsurf ve kitesurf yapabilirsiniz, ama Bozcaada’da herhangi bir deniz sporu yapamazsınız.

3. Gökçeada’da yer alan eski Rum köylerinde tarihi gezinti yapabilirsiniz, ama Bozcaada’da yapamazsınız. Çünkü Bozcaada’da Rum Mahallesinin sokaklarından lokantaların ve otellerin işgallerinden yürüyemez ve geçemezsiniz; kilise ve manastırları sürekli kapalı olduğu için ziyaret edemezsiniz; Kalesini size tanıtacak ve gezdirecek rehberler bir tarafa broşür de bulamazsınız.

4. Gökçeada’da taze deniz mahsullerinin tadına bakabilirsiniz. Bozcaada’da bakamazsınız. Çünkü Bozcaada’ya neredeyse tüm deniz mahsulleri karşı kıyı ve balık çiftliklerinden gelir; bunları karşıda çok daha ucuz fiyata yiyebilirsiniz. Aynı deniz mahsulünü çok daha ucuza karşıda yemek varken Bozcaada’ya geçmeye ve kazıklanmaya değmez.

5. Gökçeada’ya gitmişken Mustafanın  Kayfesinde mutlaka kahvaltı yapın. Bozcaada’ya giderken kahvaltılıklarınızı ve diğer yiyeceklerinizi mutlaka yanınızda götürün. Bozcaada’da yiyecekleriniz hiç öyle festivalleri için hazırladıkları gibi değildir. Önünüze bir sürü garip şeyi koyup geri dönüş paranızın kalmayacağı fiyatları talep edebilirler. Adada parasız ve mahsur kaldığınızda, banka şubeleri (tek şube zaten) bile yakınlarınızın size adadan kaçmak için masrafı içinde gönderdiği havaleyi aynı gün alıp kaçmak istediğinizde,  bir daha havale masrafı ödemeniz koşuluyla öderler. İstisnasız tüm işletmelerde başınıza aynı şeyler gelebileceği ve bakış açısı aynı olduğu için size işletme isimi öneremiyoruz.

6. Gökçeada’dan illa ki Ege kıyılarından devam etmek isterseniz, Geyikliye gidin. Bağları, şarapları, kalesi ve kendine özgü mimarisi, garip isimli otel ve restoranları yok ama uzun bir sahili var. Üstelik oraları Eyvah Eyvah filminden de biliyorsunuz ki orada da bir gariplik var. Filmin senaristi ve başrol oyuncusu Sayın Ata Demirer bir Bozcaada aşığı… Evi barkı Bozcaada’da. Zorunlu olduğu çalışma ve seyahatler dışındaki tüm çalışmalarını Bozcaada’da yapar ve orada yaşar.  Ama filmlerini Bozcaada’da çekmemiş, o da Geyikliyi tercih etmiştir.  Bu tercihinde, sizleri turist olarak oraya gittiğinizde bunaltacak ve isyan ettirecek hususlar mı etkili oldu acaba?

7. Geyikli, doğayla iç içe atmosferi dinlenmek isteyen ruhunuza iyi gelecektir. Bozcaada’da doğa ile baş başa kalamayacaksınız.  Çünkü siz adaya geçecek insanlar için Bozcaadalıların “para kazanması” için olanlar dışında size ve aslında kendileri için de düzenlenen hiç bir yer yok. “Servis olmadan” oturacağınız banklar yok. Dinleneceğiniz ve ege denizini biraz tepeden göreceğiniz seyir terasları yok. Güneşten saklanarak oturup dinleneceğiniz ormanlık alanlar yok. “Bu hızla şimdi bana çarpar mı” diye endişe etmeyeceğiniz, yürüyüş yapacağınız ve bisiklete binebileceğiniz yollar yok.  Kitabınızı alıp okuyabileceğiniz düzenlenmiş kuytu köşeler yok.

8. Geyikliye giderseniz, Ezine’deki Truva Antik Kentini, Dalyan’daki kazıları gezebilirsiniz.  Bozcaada’ya giderseniz ve kazı yeri göreceğim diye tutturursanız göreceğiniz şey yıllar önce açılıp kapanmış, bir kapısı ve tabelası bulunmayan ve şimdi mezberelik ile hurdalık karışımı bir otopark olacaktır.

9. Geyikliye giderseniz, tabi ki Ezine’nin mis gibi süt kokulu beyaz peynirlerinden alabilirsiniz. Bozcaada’ya giderseniz alacağınız şey Bozcaada’nın mis gibi şarabıdır ve ancak mevsimi denk gelirse, mis gibi kardinal ve çavuş üzümüdür.  Bir de tabi bol bol reçel göreceksin etrafta. Bozcaada’lıların suyunu çıkardıkları reçelcilik ürünü reçellerini.  Domatesleri ve incirleri karşıdan gelen, hatta birçoğu da karşıdan bozcaada etiketli gelen hazır reçelleri. Sergilerindeki ürünler ise, her sahil kasabasında bulabileceğin çin  ya da yerli malları…

10. Ey okuyucu, Bayramda nereye gitsek diye bize sorarsan durum bu… Teşbihte hata olmaz, bazı şeyler de mevhum-u muhalifinden anlaşılır. Her şeyi açık açık yazdırmayın… Aranızdan bir kısmısının yine de denize girmek için feribotla Bozcaada sahillerine geçip akşam güzel güzel Geyikli sahilindeki otel ve pansiyonlarına dönmek yerine adadan yer ayırttığını biliyoruz. 

Bu bir kısmının sayısı da zaten “İstanbullular”ın sayısı çok olduğu için adadaki otel, pansiyon ve restoranları dolduracak, hatta açıkta bırakacak büyüklükte… Bu kısmışının çok büyük bölümü için, tıpkı daha öncekiler gibi, Bozcaada bayram tatili ilk ve son Bozcaada tatilleri olacak...  

Bizim dediğimize gelip, Ege kıyılarına devam etmek isterseniz, “Eyvah Eyvah filminin çekildiği Geyikli’ye de bir uğrayın derim…”


NOT:  Bozcaada için bu söylediklerimiz ve söylemediklerimiz bizim duygu, düşünce ve görüşümüz değildir; çok uzun yıllardır bozcaadalıların gösterdikleri gayret ve çabaların sonucudur.  Bu sonuçları kendilerine söyleyince çok kızarlar. Sizi, adayı ve adalıları "karalamakla" suçlarlar. Düşman bellerler. İçinizin sızladığını bilmezler. Asıl düşmanın "içimizdeki düşman"ın olduğunu kabul etmezler. Böyle durumlarda da sadece, "eyvah eyvah" derler...  

8 Temmuz 2014 Salı

Projeler...

Proje kavramı son yıllarda hepimizin dilinde pelesenk oldu...
Mali projeler, siyasi projeler, sosyal projeler...

Bir tasarım anlamı olduğu gibi, bir kaynak sağlama aracı anlamlarında da kullanılmaktadır.
Esasında proje, bunların her ikisini de içermektedir.

Her proje, bir başlangıcı ve sonu olan faaliyetler dizisinden oluşmaktadır... Yani her proje, belli bir zaman dilimi ile sınırlıdır. Ancak her projenin amacı, kalıcı ya da sürdürülebilir bir değer ya da süreç oluşturmaktır.
Projenin tasarım aşaması da, uygulanması da eşit öneme ve ağırlığa sahiptir.

Daha somut bir alandan örnekleyecek olursak; evinizi yapan ustaların hepsi harika, ama mimar ev projenizde dev bir salon, kiler büyüklüğünde yatak odası çizmiş; tuvaleti koymayı unutmuş, ya da mutfak pencere boyunu mutfak tezgahınızdan daha aşağılara kadar indirmiş çizimde...

Kağıt ve maket üzerinde harika bir ev projeniz var... Ama inşaatınızın yapımını üstlenen kişi ve ustalar fayanslarınızı eksik ya da ters yapıştırdı, baca tuğlalarınızın arasına harç koymayı unuttu!, temele eksik demir koydu...

Her iki durumda da maddi kaybı büyük, çok mutsuz bir ev sahibi olursunuz...

Çeşitli amaçlı sosyal projelerde durum hiç farklı değil.

Özellikle AB entegrasyon sürecinde ülkemizde de doğrudan AB kurumları ya da ülke içinde Yerel Kalkınma Ajansları aracılığı ile ekonomik ve sosyal gelişme sağlanmasında, proje bazlı çalışma ve finansman yolu tercih edilmeye başlanmıştır.

Bu tercihin olumlu-olumsuz yanları ile ilgili tartışma bir yana; her ölçekte - küçük ölçekli yerelden - ülke ölçeğine kadar makro düzeyde her türlü gelişmeyi projeler aracılığı ile gerçekleştirmek günümüzde geçerli bir yöntem haline gelmiştir.

Peki bu yöntem nasıl işlemektedir?

Çok kaba bir biçimde tarif edilecek olursa, AB düzeyinde,  üye ülkeler, Birliğin çeşitli fonlarına ulusal bütçelerinden kaynak aktarmaktadırlar. Toplanan bu kaynaklar, Birlik yönetiminin saptamış olduğu önceliklere göre yine üye ülkelerce ve bu öncelikleri dikkate alan projelerin finansmanında kullanılmaktadır.

Benzer bir işleyiş ulusal düzeyde de söz konusudur - merkezde toplanan kaynaklar, merkezi yönetim tarafından saptanan önceliklere göre hazırlanan projelerin finansmanında kullanılmaktadırlar. Önceliklere uygunluğunu ve projelerin içeriğine göre uygulanmasını yerel kalkınma ajansları denetlemektedirler.  .

Ülkemiz ne yazık ki AB'ye aktardığı kaynaklar oranında ve  hakkı kadar kaynağı kullanamamaktadır.

Nedeni çok basit: yeteri kadar istenilen düzeyde - sayıda ve nitelikte -  proje üretilememesi...

Örneğin, üç yıl bağcılığın desteklenmesi ile ilgili öncelik belirleyen AB, ülkemizden bağcılık ile ilgili proje gitmediği için bize gelebilecek kaynağı italyan ya da fransız bağcıya kullandırmakta, çünkü onların bağcılık birlikleri aranılan koşulları taşıyan projelerini hazırlayıp başvurmuşlar...

Bunun yanında, ülkemizde finansmanını AB'den karşılamış çok başarılı projeler ve kurumlar da bulunmaktadır... Eskişehir Belediyesi gibi, Gelir İdaresi Başkanlığı gibi, birkaç gençlik derneğinin de içinde olduğu sivil toplum kuruluşları gibi.

Doğru tasarıma sahip ve bu tasarımı doğru biçimde ifade eden projeler için destek ve kaynaklar sadece AB ya da yerel kalkınma ajansları ile sınırlı değildir.  Doğru tasarıma sahip ve bu tasarımı doğru biçimde ifade eden projelere pek çok uluslararası resmi ya da sivil toplum kuruluşu destek sağlamaktadır.

"Doğru tasarıma sahip ve bu tasarımı doğru biçimde ifade eden projeler" kısmına vurgu yapılması tesadüfi değildir. Bir projenin tasarlanması ve yazılması, biraz ayrıntılı bir dilekçe yazılmasına benzememektedir.

Finansmanı için başvurulan bir proje, hukukta olduğu gibi "hem usul hem esas"tan değerlendirilmektedir. Bunların yanında daha pek çok değerlendirme kriteri bulunmaktadır. Projelere destek sağlayan kuruluşlar, parasını harcayacak olan mimara ve ustalara karşı son derece müşkülpesent davranan ve her şeyi, başsız çiviyi bile sorgulayan ev sahiplerine benzerler...

Bu nedenle proje hazırlamak, çok yoğun bir araştırmayı, zihinsel faaliyeti ve bir dizi tutarlı kararın verilmesini içermektedir. Proje uygulanması ise, derinlemesine bilgiyi, deneyimi, yönetim becerisini ve işbirliğini gerektirmektedir. Projenin başarısı, uygulanması sonucu ortaya çıkan "eser"in  kalıcılığı, sürdürülebilirliği ve yarattığı değerle ölçülür.

Yine daha somut örnekleyecek olursak, çok şık tasarlanmış ve sağlam inşa edilmiş bir ev yanlış yer seçimi nedeniyle hiç kullanmayacağınız, işinize yaramayacak bir ev halini alabilir. Daha geniş açıdan baktığınızda kaynaklarınızı heba ettiğiniz ve sürekli giderleri nedeniyle zarar ettiğiniz bir yapı sahibi olabilirsiniz.

Adadaki bir örnekte olduğu gibi, altyapı sorunlarını çözmeden uluslararası turizm pazara entegre olursanız ilk birkaç yıl gelecek olanların olumsuz deneyim ve izlenimleri sonsuza kadar imajınızın çıkmamacasına bozulmasına neden olabilir...

Proje bazlı çalışma ve finansman yerel ortak ihtiyaçların karşılanmasında proje süresi ve sürecinin kısa ve iyi tarif edilmiş olması nedeniyle günümüzde çok önemli ve etkili bir yöntem haline gelmiştir. Bu etkiyi sağlayan şey, büyük ya da küçük - boyutu ne olursa olsun, iyi proje tasarlamanın ve yazmanın bir ekip işi olmasıdır.  En az üç uzmanlık alanının ortak çalışmasını gerektirmesidir. İyi yazılmış bir projeyi uygulamak, yönetmek ve başarıyla sonuçlandırmak ise üstün bir koordinasyon becerisini ve katı bir iş disiplini yanında yine iyi bir ekip çalışmasını gerektirir.

*******

Bozcaada'nın herkesçe bilinen, yaşanan sorunlarının çözümlerinin yanı sıra; bakışlarımızı koku gelen logar kapaklarından, yerdeki çöplerden, trafikten yukarıya doğru, geleceğine doğru yöneltebilmek ve bakabilmek için neler yapılabilir?

Bozcaada'nın heyecan veren varlığı ve güzelliği insan odaklı bir gelişimle nasıl korunabilir ve geliştirilebilir?

Bozcaada'nın üstündeki bu hantallık çevikliğe nasıl dönüşebilir?

 Bozcaada silkinerek nasıl o canlı, hoşgörülü, neşeli ve mutlu halini tekrar yakalayabilir?

Tüm bu soruların cevapları  hep Bozcaadalılara ve hep gençlere çıkmakta.

Dünyadaki ve adadaki gelişmeleri görebilen, algılayabilen, iyi yetişmiş, "bir fikri olan", bir araya gelip proje yazabilen, yazabilecek donanıma sahip, uygulayabilecek kararlılığa sahip Bozcaadalılar ve gençlerden geçmekte...

İki-üç yıldır bu sorularla zihinsel hazırlığı yapılan Bozcaadalılar Derneği, bu yıl Mart  ayında kuruldu.

Amacı, kendi başına ya da Bozcaada'da faaliyet gösteren diğer vakıf, dernek, kooperatif gibi diğer sivil toplum kuruluşları; ülkedeki, yurt dışındaki ve Bozcaada'daki eğitim kuruluşları, kamu kuruluşları ile birlikte Bozcaada'nın korunması ve gelişmesine yönelik projeler oluşturmak, yazmak, uygulamak ve destek vermektir.

Temmuz ayı içerisinde dernek, işbirliği içerisinde bulunduğu, özellikle AB gençlik projeleri konusunda çok deneyimli olan İstanbul merkezli bir gençlik derneği yöneticilerini misafir edecektir.

Pek çok AB ülkesinden gençlerle ülkemizin farklı yerlerinde farklı nitelikte (dil öğrenimi, kaynaşma, kültürleri tanıma v.b.) gençlik kampları düzenleyen gençlik derneği ile işbirliği imkanları araştırılacak.

Gençlik derneği başkanının Bozcaadalılar Derneği üyeleri ile davetlilere Bozcaada'nın yararlanabileceği AB Program ve fonları ve bu konudaki deneyimleri ile ilgili bir sunum yapması planlanmaktadır.













23 Mayıs 2014 Cuma

Bozcaadalı Üreticilere Önemli Duyuru

T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün “Kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesi programı çerçevesinde makine ve ekipman alımlarının desteklenmesi programı” başvuruları devam ediyor.  Program çerçevesinde gerçek, tüzel kişiler ve tarım birlik ile üstbirlikleri hibe programından yararlanabilmektedirler.  Hibe destek programı tüm illerde uygulanmaktadır. Programın amacı Bakanlık tarafından şöyle ifade edilmiştir:

Kırsal kalkınma plan ve programları ile  Ulusal Tarım Stratejisi çerçevesinde, tarım üreticilerine kırsal alanlarda bireysel projeli yatırımları için belirlenen iller dahilinde kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak için, gerçek ve tüzel kişilerin tarım ürünlerinin işlenmesi, değerlendirilmesi ve pazarlamasına yönelik ekonomik faaliyet yatırımları ile kuruluşların mevcut altyapı tesislerinin rehabilitasyonuna yönelik yatırımlarını teşvik etmek amacıyla, kırsal kalkınma programları uygulamaya konulmuştur.

Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı kapsamında Makine ve Ekipman Alımlarının Desteklenmesi Programı, kırsal alanda Belirlenen bazı tarımsal makine ve ekipman alımlarına yönelik yapılacak harcamalarının belirli oranlarda hibe olarak finansmanı yoluyla,  tarım sektörünün ihtiyaç duyduğu tarım alet ve makine altyapısı yönünden güçlendirilmesi gelir ve sosyal standartların geliştirilmesi, ayrıca, tarımsal faaliyetler için geliştirilen yeni teknolojilerin üreticiler tarafından kullanımını yaygınlaştırarak; daha kaliteli ve pazar isteklerine uygun üretim yapılmasını sağlamak, zor şartlarda ve bedenen çalışan üreticilerimizin işlerini kolaylaştırmak ve üretim maliyetlerini düşürerek uluslararası düzeyde rekabet edebilir bir düzeye getirmek amacıyla uygulamaya konulmuştur. http://www.tarim.gov.tr/TRGM/Sayfalar/Detay.aspx?OgeId=143&Liste=Duyuru

Programın yatırım konuları  ise aşağıdaki gibi belirtilmiştir:
  (1) Program aşağıdaki kırk bir adet yatırım konularını kapsar:
a) Anıza doğrudan ekim makinesi,
b) Arıcılık makine ve ekipmanı,
c) Balıkçı gemilerinde soğuk depo,
ç) Balya makinesi,
d) Bahçe traktörü,
e) Biçer bağlar,
f) Biçerdöver ürün hasadında kullanılan verim ölçer kiti,
g) Canlı balık nakil tankı,
ğ) Çayır biçme makinesi,
h) Çeltik fide dikim makinesi,
ı)  Çiftlik gübresi dağıtma makinesi,
i)  Dal parçalama makinesi,
j)  Diskli tırmık,
k) Dip kazan,
l)  El traktörü,
m) Fındık toplama makinesi,
n) Fındık ,mısır ,çeltik,ayçiçeği ve kabak çekirdeği kurutma makineleri,
o) File sisteminin kurulması,
ö) Güneş kolektörü,
p) Kimyevi gübre dağıtma makinesi,
r) Mibzer,
s) Mini yükleyici,
ş) Motorlu tırpan,
t) Pamuk toplama makinesi,
u) Pancar söküm makinesi,
ü) Patates söküm makinesi,
v) Pülverizatör,
y) Sap parçalama makinesi,
            z) Sap toplamalı saman makinesi,
           aa) Silaj makinesi,
           bb) Sıra arası çapa makinesi,
           cc) Su ürünlerinde buzlama makinesi,
           çç) Su ürünleri için kuluçka dolabı,
           dd) Süt sağım ünitesi ve soğutma tankı,
           ee) Süt analiz cihazı,
            ff) Tambur filtre,        
            gg) Taş toplama makinesi,
            ğğ) Tarım römorkları,
            hh) Toprak frezesi,
            ıı)  Yem hazırlama makinesi,
            ii)  Zeytin hasat makinesi.


Hibe destek miktarı bireysel üreticiler için 50 000 TL, Birlikler için 100 000 TL limitlidir. Başvuru süresi 09 Haziran 2014 tarihinde dolacak olan Programdan yararlanmak isteyen Bozcaada’lı üreticiler ve birlikler başvuru yapabilirler. Başvuru proje ve evraklarının hazırlanmasında istekliler, Bozcaada'lılar Derneğinin gönüllü danışmanlığından yararlanabilirler. 


25 Nisan 2014 Cuma

Bozcaada Bilim Politikası

Bilim kalkınmanın ve gelişmenin temeli ve anahtarıdır.  Bilimsel çalışma için çekim merkezleri oluşturma ve destekleme; bilimsel bulgulardan günlük yaşamın her alanında yararlanma yönünde politikalar geliştirebilen ülkeler gelişmiş diye adlandırdığımız ülkelerdir. 

Bilimin ve bilimsel çalışmaların katma değer yaratma işlevini keşfeden ülkeler ve bölgeler ekonomik sonuçlarından en çok yararlanan, bunun yanında ve sonucunda sosyal ve kültürel cazibe alanlarına dönüşmüşlerdir. 

“Avrupa kültürü”, “Amerikan kültürü”, “Uzakdoğu kültürü” dediğimizde anlaşılan şey, bu coğrafi bölge ya da ülkelerin yaşamlarının her alanı ile ilgili yapılan ve bilgimize sunulan - tanıtılan sonsuz sayıda bilimsel çalışmadır. 

İyi tarif edilmiş ve oluşturulmuş bir bilim politikası ülkelerin – toplumların – bölgelerin ve şehirlerin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimine katkı sağladığı gibi tanıtımında saygın bir isim sahibi olması sonucuna yol açmaktadır. Dünya ölçeğinde pek çok örnekleri mevcut.

Tüm bu genel bilinenleri aklımızda tutarak, Bozcaada ölçeğinde ve Bozcaada’nın gelişmesinde “bilim” enstrümanından nasıl yararlanılabilir’in tartışılmasında yarar bulunmaktadır.

Akla gelebilecek il itiraz Bozcaada’da bir üniversitenin bulunmamasıdır. Bozcaada’da bir üniversitenin olmaması ilk bakışta bir dezavantaj gibi görünmektedir. Diğer yandan, tek bir akademik birime sahip olmak yerine pek çok akademik birim – Türkiye ve dünyadaki üniversiteler – için ilgi ve cazibe merkezi olmak gibi bir avantaj söz konusu olabilir – değerlendirilebillinirse…

Bu avantajı sağlamanın ilk adımı uygun altyapının oluşturulması olabilir. Bu altyapının olmazsa olmaz iki temel alanı bulunmaktadır: arşiv ve fiziksel altyapı.

Bozcaada, Ege Adaları ve bölge ile ilgili yazılmış binlerce kaynak bulunmaktadır.  Bu kaynakların elektronik ve fiziksel ortamda derlenerek bir Bozcaada Kütüphanesi oluşturulması, Amerika’daki “Kongre Kütüphanesi” iddiasında olmayacaktır, ancak araştırmacılar için önemli bir çekim merkezi ve ada için gelir kaynağı niteliğini taşıyacaktır. Bozcaada’nın daha çok araştırma konusu olmasını sağlayacaktır.  

Fiziksel alt yapı koşulu, bir proje kapsamında, araştırma için Bozcaada’ya gelecek araştırmacılar için öncelikle barınma, ofis, iletişim ve laboratuvar imkânlarının sunulduğu bir merkez aracılığı ile oluşturulabilir. Oluşturulan bu fiziksel alt yapı özellikle lisansüstü tez çalışmalarında araştırmacılar, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarınca ilgili alanlarda burs, proje desteği gibi araçlarla desteklenebilir. Örneğin Bozcaada’nın endemik üzüm çeşitleriyle ilgili bir çalışmanın Bağcılar Kooperatifince desteklenmesi gibi.

Bu tür bir altyapı ve destek olmaksızın Bozcaada ile ilgili yapılmış  26 adet tez çalışması bulunmaktadır.  Bu çalışmaları yapan araştırmacılar oldukça elverişsiz koşullarda ve fazlaca kurumsal destek alamadan bu çalışmalarını yapmışlardır. Alanlara göre yapılan çalışmaların dağılımı aşağıdaki gibidir:


Alan
Sayı
%
Yıllar

Arkeoloji , Arkeoloji-denizcilik (1)
2
7.69
1993, 2006

Biyoloji/ Genetik =  Mikrobiyoloji(1)
4
15.38
1995-2012

Çevre Mühendisliği
2
7.69
97,06

Turizm(5)/Turizm işletme(1)/Coğrafya-turizm(2)
8
30.80
2002-13

Jeodezi ve Fotogrametri
1
3.84
2003

Sosyoloji/tarih
1
3.84
2006

Peyzaj Mimarlığı
2
7.69
2007-08

Botanik
1
3.84
2008

Ziraat
1
3.84
2008

Mimarlık
1
3.84
2010

Enerji -mühendislik
1
3.84
2012

Gıda- mühendislik
1
3.84
2012

Uluslararası ilişkiler
1
3.84
2012

Toplam
26
100


Tablodaki dağılım esasında Bozcaada’nın önceliklerinden birinin bilim politikasının oluşturulmasına işaret etmektedir. 

Bozcaada kültüründen söz ederken Bozcaada’nın uzak ve yakın tarihi, geçmiş ve şimdiki sosyal yaşamı, ekonomisi, çevresi, coğrafyası, denizi ve sualtı kaynakları, bağcılığı ve tarımsal potansiyeli, insan gücü kaynakları gibi pek çok alanda çalışma bulunmamaktadır. Dağılımda çarpıcı olan olgu yapılan çalışmaların üçte birisinin turizm ile ilgili olmasıdır. Ancak turizme altyapıyı oluşturan adanın diğer alan ve sektörleri ile ilgili çalışmaların sayısı az, bazılarında ise hiç bulunmamasıdır. Bu haliyle turizm, jeolojik etüdleri yapılmamış, temelleri atılmamış bir eve benzemektedir. Bir deprem ve kuvvetli fırtınada bu ev yerle bir olabilir ve Bozcaada açıkta kalabilir.


Bozcaada’nın bir bilim politikasının olması tam da bu nedenle gereklidir. Bozcaada’nın tüm paydaşları ile oluşturacakları Bozcaada Vizyonunun gerçekleşmesini destekleyecek bir bilim politikası ile Bozcaada’da araştırılması istenen alanlar belirlenir ve desteklenir.  Bozcaada’da oluşacak bilimsel bilgi birikimi sezona ve deniz-kum-güneşe bağlı kalmaksızın tüm bölge için çekim merkezi olmasına yol açacak ve ekonomik-sosyal-kültürel gelişmesine katkı sağlayacaktır. Bozcaada bunu gerçekleştirecek potansiyele sahiptir.

19 Nisan 2014 Cumartesi

Seçim ve Sonrası

“İlk işimiz, siyasetin bir yarış olmadığını ve amacının karşısındakini yenmek olmadığını kabul etmemiz gerekir. Siyaset yoluyla somut hedef ve yolları tartışarak, doğru olanı bulmak ve buna ulaşmak için hangi kadroların daha uygun olacağına karar vermek gerekir.” (M. Kaynak, Dönemeç, Truva, 2009)

Bozcaada Belediye Başkanlığı ve Belediye Meclisi seçimleri bitti.

Seçim sürecinden önce, aday gösteren partilerin Bozcaada ile ilgili somut hedef ve yolları kendi içerisinde tartıştığını, doğru olanı bulmak ve buna ulaşmak için hangi kadroların daha uygun olacağına karar verdiğini söyleyemeyiz.

Kazanan partinin, kadrolarını biraz daha demokratik yolla - sandıkla seçmiş olması bu gerçeği değiştirmemektedir.

Seçime giren hiçbir siyasi parti, Bozcaada ile ilgili bütünsel, kapsayıcı, geleceğe yönelik ekonomik ve sosyal, somut bir hedef oluşturamamıştır. Adayların paylaştıkları hedefler, çeşitli kesimlerin ihtiyaçlarına yönelik nokta hedeflerdir ve genellikle “yapı” ile ilgilidirler. (Pekmez fabrikası, çok amaçlı salon gibi).

Bu nokta hedeflerin eksiği, sağlam bir fizibilite çalışmasına dayanmamaları ve genel gelişme yönü içerisindeki yerleri, anlamları ve işlevleri ile ilgili bir modele oturmamalarıdır. Hangisinin, diğerinin girdisi ya da çıktısı olacağına ilişkin ya da aralarındaki bağlantı ve ilişkilerini, bütünselliğini içermemesidir.  

Seçim sonucundan, Bozcaadalı seçmenin “12 ay yaşanan bir Bozcaada” genel söylemi yönünde tercihini kullandığı görülmektedir.  Bu söylemin ölçülebilir tek bir parametresi bulunmaktadır: zaman - 12 ay…

Hedef olabilmesi için başka ölçütlerin tarif edilmesi gerekmektedir:

Kimler 12 ay adada yaşayacak?

Hangi sayıya ulaşılırsa 12 ay yaşanan bir ada olduğunu kabul edeceğiz?

“Yaşanan”dan kastımız nedir? Yaşam kalitesi göstergeleri hangileridir?

Ne kadarlık bir ekonomik büyüklük temel alınacaktır ve girdileri ne olacaktır, hangi kalemlerden oluşacaktır?

Farklı sosyal kesimlerin 12 ay yaşam kalitesini güvence altına alacak sosyal model ne olacaktır?

Sezon dışı göçü önleyecek hangi cazibe ve çekim alanları, hangi yöntem ve araçlarla kullanılacaktır?

Tüm bu soruların birbiriyle ilintisi kurulmuş, tarif edilmiş cevapları henüz bulunmamaktadır.

Seçimin zamanlamasının getirdiği – sezon öncesinde bulunma – gibi bir zorunluluk ve denilebilir ki talihsizlik, yerel yönetime yukarıdaki sorulara cevap arama ve bulma fırsatı vermeden turizme odaklanma zorunluluğunu dayattı.

Bozcaada için turizm önemli bir sektör.

Çok tartışılması gereken bir sektör.  

En önemli sektör müdür?

Bilmiyoruz.

En önemli sektördür dediğimizde, “Bozcaada bir tatil köyüdür” dememiz lazımdır.

Geçmişe baktığımızda, Bozcaada hiçbir zaman bir “tatil köyü” olmadı ama 12 ay yaşayan 4-5 bine varan nüfusa sahipti.

Dünyadaki hiçbir “tatil köyünde” 12 ay yaşam olmaz. Olsa olsa daha uzun sezon olur.

Var olduğundan beri Bozcaada’nın temel ekonomik sektörü tarım ve balıkçılık-süngercilikti.

Sosyal yaşamın çimentosu esnaf, zanaatkarlardı.

12 ay yaşamanın sürdürülebilmesi 12 ay yaşayan insanların günlük ihtiyaçlarını uygun bir düzeyde karşılanmasından geçmektedir.

Sadece “turizme hizmet veren” esnaf ve sanatkarlar 12 ay adada yaşamın çimentosu olmaktan uzak olacaklardır. 12 ay yaşama katkıları olmayacaktır.

Terzi, berber, kuaför, ayakkabı tamircisi, beyaz eşya servisi, sinema salonu, oyun salonu, kıraathane, mandıra, pastahane, fırın, bakkal, çorbacı, lokanta, çayhane, müzisyen, oto tamircisi, marangoz, tesisatçı gibi esnaf ve zanaatkar işletmeleri 12 ay yaşayanlara hizmet vermek üzere desteklenirse 12 ay yaşam mümkün olacaktır. Bunun altyapı ve araçlarının geliştirilmesi gerekir.

Kamunun, yerel yönetimin düzenleyici rolü bu alanda çok önemlidir.  Bu rolü ile ilgili adada iyi ve kötü örnekleri mevcuttur.

Elektrikçi için verilen yer büfeye, tuhafiye’ye verilen yer kafeye dönüşebilmektedir. Gerekçe ilk anda makul gibi görünmektedir – kamunun zarara uğratılmaması, idareye gelir sağlanması, emsal kira uygulanması… Ancak kamu çıkarı ya da kamu yararı salt gelir elde etmek gibi dar biçiminde yorumlanamaz. 

Göçün önlenmesi, 12 ay günlük yaşamın sürdürülebilmesi amacıyla kamu gelirinden vazgeçebileceği gibi, aksine destekleyici düzenlemeler yaparak sosyal ve ekonomik dokuyu tahripten korumalıdır. Kamu olmasının anlamı da zaten budur.

Bu anlamda iyi örnek ise, fiyatları tarif edilmiş; 12 ay herkes için açık mahalli idare tesisidir. Servisini, menüsünü, hizmetini, performansını eleştirebilirsiniz.  Eleştiriler varsa bunları sistematik olarak değerlendirip iyileştirmek yönetimin temel görevidir.  Şikâyetler varsa, bunlar yönetimin ihmalidir. Ancak var olan eleştirilebilecek performans, temel gerçeği değiştirmemektedir: 12 ay herkes için açık, sıcak, fiyatları herkes için ulaşılabilir kamusal hizmet veren bir işletme.

 İyi yönetilirse, performansı da iyi olur…

Bu örneklerin Bozcaada’da hızla çoğaltılmasına şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.

Örneğin Bozcaada Belediyesi, 06.03.2011 tarih ve 27868 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Mahalli İdareler Bütçe İçi İşletme Yönetmeliğinde tarif ettiği statü ile Salhane olarak bilinen binayı Bozcaada Belediyesi Sosyal Tesisi olarak hizmete hemen açabilir. Belediye Başkanının seçim öncesinde bu yönde zaten taahhüdü vardı.

Arka denizdeki işletmelerin “turist”  dediğimiz konuklara yönelik sezon/fiyat hizmetleri nedeniyle Bozcaada’da 12 ay yaşayan halkı için ulaşılamaz olan arka deniz, günlük yaşamda ulaşılabilir hale gelir.  Daha 10-15 yıl öncesine kadar tüm adalıların, yaşlısı-genci-çocuğunun denize girdiği arka deniz bir belediye işletmesi ile tekrar eski günlerine döner.

Böyle bir işletmede kritik nokta şu: gerçekten belediye işletmesi olması…

Yüksek kiralar karşılığında, hizmet fiyatlarının yüksek olmaması; Ayşe teyze, Ahmet Amca için de ulaşılır olması…

Lokanta olmaması, onlar adada yeterince var zaten.

Ama herkesin, sabah çayını da denizi seyrederken çayını yudumlaması, tostunu yemesi, denize girdikten sonra gazozunu yudumlaması, akşamüstü patates kızartmasıyla birasını içmesi, gece yemekten sonra da kahvesini içmesine imkân verecek bir tesis.

Bozcaada Belediyesi böyle bir işletmede beş-altı personeli çalıştırabilecek kapasitededir.


Bozcaada’da bağcılık ve şarapçılık sektörü, Bozcaada’nın bütünsel kapsayıcı hedeflerinde bir alt strateji düzeyinde değil, aksine vizyonunun; “ne olmak istiyoruz”u tarif eden temel ifadesinin içinde mutlaka yerini bulmak zorundadır.  Tenes’ten beri, binyıllardan beri var olan bu sektör tercih dışında bırakılamaz. Bırakmak isteseniz bile, ada sizi bırakmaz, buna izin vermez…

Turizm gibi, bu sektörün de esaslı biçimde tartışılması gerekmektedir.

Bağ alanımız, bağ stokumuz nedir?

Kontrolsüz biçimde dikimi yapılan farklı cins üzümlerin yerli endemiklerle etkileşimi nedir?

Gen ve diğer tescilleri yapılmış mıdır? Bankası oluşturulmuş mudur? Bölgeler tarif edilmiş midir?

Regülasyonlar ne olmalıdır?
Büyük bağcının sorunları nelerdir?
Küçük bağcının açmazları nedir?
Şarap üreticileri ne tür bir desteğe ihtiyaç duyarlar?
Ürün işleme çeşitleri, yöntemleri, kapasitesi nedir ve ne olmalıdır? Hangi adımlara ihtiyaç var?
Üretim ve pazarlama strateji ve politikalarında kime hangi görev ve roller düşüyor?

Bozcaada’nın geleceğe ilişkin senaryosu nedir?

Tüm bu sorular cevap bekliyor…

Bireysel değil, işletme bazında değil, sektörel ölçekte değil, Bozcaada ölçeğinde cevaplar…

Bütünsel cevaplarda uzlaşmadan ne bireysel, ne işletme ne sektörel düzeyde 12 yıl yaşayan bir Bozcaada var olabilir…

Cevaplar aranırken tüm kesimlerin görüşleri, ihtiyaçları ve talepleri dikkate alınmalıdır.

Küçücük adada kimlik tarifi yapılırken dışlamalar da büyük olmakta…
Örneğin, sayıları hiç de az olmayan, adada “yazlık” evi olanları hangi kategoride değerlendiriyoruz?
“Turist” mi değil mi?
Adalı mı değil mi?
“Yazlıkçı”, “İstanbullulaaa” diyoruz…

Peki adada kışın kaç kişi var?

Kışlık evi “İstanbulda” değil de, Çanakkale’de olan ve kendini “adalı” olarak tarif edenler de yazlıkçı değiller mi? Onlara da yeni bir kategori başlığı açıp “Çanakkalelileee” mi diyeceğiz?

Kazancını adadan temin etmeyen, ülkenin farklı şehirlerinde yaşayan ancak adada da evi olan birçok insan var. Adada bir ay, üç ay, sekiz ay yaşayarak ada ekonomisine çok ciddi katkılar sağlamalarının ötesine adaya bir katkıları daha var:

Pek çoğu kazanç sağlamak bir tarafa, ciddi harcamalar yaparak sahip oldukları arazilerin, bağların bakım masraflarını karşılayarak bağları ayakta tutuyorlar ve istihdam sağlıyorlar.

Bunlara da kulak verilmeli ve bu çabalarında kurumsal destekler sağlanmalıdır.

Adada evi olan “İstanbullular”,  sağlıktan mimariye, sanayicilikten hukuka pek çok alanda uzmanlık, yetkinlik ve güce sahip insanlar.

Bunlara da kulak verilmeli ve bunlardan kurumsal destekler sağlanmalıdır.

Bir de “Bayramıçlılar” var…

Özellikle Bozcaada’nın yaşadığı travmatik kitlesel göç sonrasında ekonomisine çok büyük katkı sağlamış ve sağlamaya devam eden kesim.

 Bunlara da kulak verilmeli ve kent kültürüne, Bozcaada kültürüne uyumlarında desteklenmelidirler.

Bozcaada’da dışlama değil, birlikte yaşama zamanı…

Ama önce uzlaşma, sonra doğru yöntem ve araçlar…