2 Kasım 2010 Salı

Vandallığın Nedenlerinin Çözümlenmesi - 1


Birkaç gün önce, 29 Ekim gecesi Gökçeada’da Rum mezarlığı talan edildi. Saldırıda 78 Rum mezarı tahrip edildi. Olayı Türk Dışişleri Bakanlığı şiddetle kınadı, yunan basını tahrik ve Vandalizm olarak tanımladı.

 Vandalizm ile ilgili olarak internette kısa bir araştırma yaparsanız şunları bulursunuz:
Vandalizm; bilgisizlik yüzünden ya da zevk için kamu veya sanat yapılarını büyük zararlara yol açarak yıkmak ve bu yıkımı kendi başına bir amaç durumuna getirmektir. “Kırıp geçirmek” anlamında kullanılan bu kavrama Fransız Devrimi sırasında rastlanmasına karşın daha eski zamanlardan beri görüldüğü bilinmektedir.
Günümüz modern kent toplumlarında da estetik ve güzel olan her şeye, ortak yaşam alanlarına saldırı olarak karşımıza çıkmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde Vandalizm de, şiddetin benzer şekli olan holiganizm gibi toplumsal güncel bir sorundur.

Vandalizm, antisosyal kişilik bozukluğu olarak tanımlanmıştır. Erkek bireylerde daha sık görülmektedir. Kadınlarda daha az rastlanmasına karşın, antisosyal kişilik bozukluğu olan genç annelerin eşlerine ve çocuklarına karşı şiddet içeren davranışlarda bulunduğu bildirilmiştir.
Vandalizmin özellikle adölesan çağda ilaç, uyuşturucu ve alkolün kötüye kullanımıyla ilişkili olduğu saptanmış olup; kokain kullanan adölesanlarda % 57 oranında vandalist davranışlar görülmüştür. Özellikle sosyoekonomik düzeyi düşük okul çağındaki gençlerde sık karşılaşılmaktadır. 16 ayrı liseden 7340 öğrenci arasında yapılan bir çalışmada öğrencilerin % 5’inde vandalist davranışların gözlendiği bildirilmektedir.
Sivas’ta yapılan bir çalışmada, farik ve mümeyyizlik muayenesi için gönderilen kamuya zarar veren şiddet davranışlarında bulunan çocukların çoğunun ebeveynlerinden uzak oldukları belirtilmektedir. Eğitim ve ilgi, sevgi, şefkat gibi değerlerin verilemeyen yetişme çağındaki insanların suça eğilimli sosyal bir çevreye itildikleri düşünülebilir.

Sosyal katmanlar arasında derin farklılıkların olduğu, sağlıksız kentleşme sürecinin yaşandığı ülkemizde bu konunun ileride daha büyük sorunlara sebep olmadan, sözcük olarak bile çok iyi bilinmeyen Vandalizmin varlığının kabul edilmesi ve ayrıca eğitim, pedagoji, psikiyatri, adli tıp gibi disiplinleri ilgilendiren bu konunun kapsamlı olarak araştırılması, çözüm önerilerinin gündeme getirilmesi gerekmektedir.

Gökçeada gibi Bozcaada da tarihi, sosyal yapısı ve kentleşme sancılarıyla vandalist saldırıları tehlikelerine açık bir yerdir. Bu blogda yer alan yazıların tümü bu tehlikenin farklı boyutlarına işaret etmektedir. Gökçeada’daki üzücü olay kadar şiddetli olmasa da çeşitli görünümlerini zaman zaman yaşamaktayız. Bunlara göz yumulması daha büyük ve şiddetlilerine zemin hazırlamaktadır. Örnekler mi?

Ortak kamu alanları olan sokakların ve meydanların pervasızca işletmeciler ve ziyaretçilerin araçlarınca işgal edilmesi, çevre vandalizmi olarak da tanımlanan sokakların, denizlerin ve sahillerin çöp yığınlarıyla kuşatılması, “bağ evi” sevdasıyla evlerin dikilip bağların yok edilmesi; özetle bireysel zevk ve bilgisizlik yüzünden ortak karakteri oluşturan doğal güzelliklerin tahrip edilmesi; adayı tanıtan tüm broşürlerde yer alan “Aya Paraskevi” manastırı ve diğer manastırların mezbelelik halinde bulunması; Adanın sembollerinden olan yel değirmenlerinin yıllardır onarımının engellenmesi ve yapılmaması, Adada bulunan tarihi hamamların depo olarak kullanılması, Nekropol ve diğer antik yerleşim yeri kazılarının yapılması için yıllardır çaba gösterilmemesi, Arka denize kanalizasyon ve diğer atıkların akması Vandalizmin maalesef “kabul gören” ve “izin verilen” görünümleridir. 

Bir diğer grup Vandalizm görünümü ise sosyal yaşamda görünenlerdir: Adada yıllar içerisinde meydana gelen adlı vakaların sayı olarak artması ve nitelik olarak ağırlaşması, gençler arasında uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması; insanların günlük yaşamda – ister inşaat ya da basit bir tamirat, ister basit bir alışverişte “kandırıldım, kazıklandım” duygusunu yaygın olarak yaşaması; informal iletişimin en yıkıcı ve tehlikelisi olan “dedikodunun” en kabul gören –meşru- iletişim halini alması; insanlar arasındaki güvensizliğin yol açtığı öfkenin ilişkilerde hep en belirleyici duygu olarak yer alması; en “muhafazakâr” ya da en “modern” tutumların arkasında kabul edilemez ahlaki zafiyetlerin çıkması … birer sonuçtur.

Neyin sonucu?

En genelleştirilmiş yanıt belki de “hayat paradigmamızdır.”

Bu dünyaya “sahip olmak” için mi, “şahit olmak” için mi geldiğimize ilişkin verdiğimiz bireysel ve sosyal yanıttır.  Tüm bireysel ve sosyal davranışlarımızı anlamlandırmak için uygun gibi görünmekte bu genelleme. Ama genellemeler tehlikelidirler aynı zamanda. Adı üstünde: genel – leme! Ve bu düzeyde genellemeler bilimden çok felsefenin konularıdırlar. Bilimdeki genellemeler çalışma konusu olan evrenle sınırlıdırlar.

Bu blogdaki geçmiş yazılarda Ada ile ilgili yapılan birçok bilimsel araştırmadan söz edildi.  Teknik ve sosyal araştırmalar. Bilimin verilerini gerek bireysel yaşamamızda gerekse sosyal yaşamamızda kullanmadığımız zaman çok pahalı bir öğretmene başvuruyoruz demektir: tecrübelerimize. 

Elbette ki tecrübeler çok değerlidir. Hem birey hem de toplum hem de yönetimler açısından. Ama ne yazık ki bunlar sadece bizimle sınırlıdırlar ve hatalı olma olasılıkları çok yüksek. Bilim hatasız mı? Tabi ki değil. Bilimsel çalışmaların üstünlüğü şuradadır: Bilimde hata ÖNGÖRÜLÜR ve KONTROL edilirken diğer tüm ulaşılabilen deneyimler de hesaba katılır. Örneğin temel bilimlerde ve teknik çalışmalarda kabul edilebilir hata payı binde bir düzeyindedir. Sosyal bilimlerde ise binde beş düzeyindedir.  Bu şu demektir: kişisel yaşamınızı ya da kamu yaşamınızı düzenlerken bilimin söylediğini değil de kişisel tecrübelerinizi dinlerseniz yüzde yüz de yanılabilirsiniz hiç yanılmayabilirsiniz de. Tamamen tesadüflere kalmış bir yanılma payınız var. Ama bilisel verilerle karar verirseniz yanıma payınızı peşinen bilirsiniz: teknik konularda binde bir, sosyal konularda yüzde beş. Yani yanılma olasılığınızı düşürür ve kontrol edersiniz artı farklı deneyimlerden de yararlanmış olursunuz.

Bu açıklamalar size uzun gelmiş olabilir. Ama bu gerçeği asla ama asla unutmamamız gerekir.

Vandalizm bir kişilik bozukluğudur. Daha doğrusu benzer kişilik bozukluklarına –antisosyal kişilik bozukluğuna sahip olan bireylerin bir araya gelmesiyle oluşan ortak bir hareket ve akımdır.  Küçük bir grupta dahi olsa ortak olması o grup için onu “meşru” kılmaktadır. Ve kişilik bozukluklarının daha doğrusu tüm kişiliğin –bozuk ya da sağlam- temeli ailede atılır. İlk yedi yaş çok kritiktir kişiliğin oluşmasında. Aynen bir yapının temeli gibi. Temel değerler bu dönemde oluşur. Daha sonradan düzeltilebilmesi imkânsız olmasa da çok ama çok zordur. Bozuk atılırsa-geçmiş olsun.  Peki, nedir bu temel değerler?

“Doğru-yanlış”, “haklı-haksız”, “güzel-çirkin” ve “iyi-kötü” ye ilişkin değerlerdir.  Beş yaşındaki bir çocuk topa tekme atıp komşunun camını kırdığında, kızgın komşudan özür dileme ve diletme yerine “canım ne olacak o daha bir çocuk” diyen bir ebeveyn bukadarcık bir cümleyle çocukta bir iyi-kötü, doğru-yanlış, haklı-haksıza ilişkin değerin yanlış yerleşmesine neden olabilir. Ya da yol kenarındaki çiçekleri yolduğunda, geçen bir kediye tekme attığında…

Şimdi şu soruyu sorup kayda geçirelim ve bir tarafa bırakalım. Adadaki ailelerin kaçı, anne-babaların, ebeveynlerin kaçı bu sorumluluk içinde davranıyorlar? Böyle davranabilmeleri için kimden ne kadar destek, bilgi ve yardım alıyorlar? Aileler, Okullar, HEM, Belediye ve sivil toplum kuruluşlarının en önemli görevi bu değil de nedir?

Devam edelim. 

Bundan sonraki aşamada kişiliğin gelişiminde sosyal değerler oluşur. Çocuk paylaşmayı, rekabet etmeyi, ortak hareket etmeyi, gücünün sınırlarını, grup içinde kendini doğru ifade etmeyi, otoriteyi, liderliği, beraber başarmayı öğrenir. “O sana öyle dediyse sen de onun ağzının payını verseydin”, “o sana vurduysa sen de onun ağzını burnunu kırsaydın”, “neden senden notları daha yüksek, her şeyin var sen birinci olmalısın”, “neden bana söylemedin ben ona gösteririm” v.b. sıkça şahit olduğumuz “yetişkin tepkileri” sosyal gelişimi bozarlar. Tıpkı “sus şikâyet istemiyorum”, “bu karne düzelmezse…”

Bir not daha: sosyal gelişim için en önemli araç OYUNDUR. Çocuklar arasında oynanan OYUNLAR. Oyunlarla çocuğun kişiliği gelişir. Oyunlarla çocuğun kişiliği olgunlaşır ve gelişir.

Şimdi de şu soruyu sorup kayda geçirelim ve bir tarafa bırakalım. Adadaki ailelerin kaçı, anne-babaların, ebeveynlerin kaçı çocuklarının oyun oynayabilmesi için yeterli ortam düzenlemelerini yapıyor?  Adada çocuklar için kaç oyun sahası, futbol dışında ne kadar ve nasıl bir örgütlenme var? Aileler, Okullar, HEM, Belediye ve sivil toplum kuruluşlarının en önemli görevi bu değil de nedir? Bunları oluşturmak otopark ya da sergi yeri oluşturmaktan daha mı zordur?

Yine devam edelim.

Ergenlik ve gençlik dönemi insan gelişiminde çok kritik bir dönemdir. Kişinin birey olduğu kendi özgün kimliğini oluşturduğu dönemdir.  Aileye karşı birey olarak tanınma akranlara karşı gruba kabul edilme topluma karşı özerk bir birey olarak görünme mücadelesi verir kişi. Bu mücadele bazen kıran kırana bazen yumuşak ve gürültüsüz olur.  Bireyin hayatında o güne kadar sadece aile ve yakın çevre varken artık ağırlıklı olarak referans grupları dediğimiz, kendini özdeşleştirdiği ve kendini tanımlamasına aracılık eden topluluklar yer alır. Bunlar sportif, dini, siyasi, sanatsal nitelikler taşıyabilen gruplardır. “Gang” dediğimiz kriminal çeteler de bu gruplar içinde yer alır.  Gencin üzerindeki etkileri aileninkinden çok daha güçlüdür bu dönemde.  Aile kendi hesabına genç üzerinde iktidar savaşı verirken bu savaşı kolayca kaybedebilir de. Bu dönem ailelerin belki de en çok dış kurumsal desteğe ihtiyaç duydukları dönemdir. Daha önceki dönemlerde yaptıkları hatalar bu dönemde çeşitli faturalar olarak önlerine çıkmaya başlar. Bir yandan onlarla hesaplaşırken diğer yandan genç bir yetişkinin geri dönülemez adımlar atmasında çok çaresiz kalabilirler. Okulun terk edilmesi, suça karışma, uyuşturucuya başlama, evden kaçma v.b artık toplumun da hoş göremeyeceği ve yaptırımları aileyi de bağlayan ciddi sonuçları olan davranışlar genç yetişkinlikte ortaya çıkıverir.

Şimdi yine bir soruyu sorup kayda geçirelim ve bir tarafa bırakalım. Adadaki ailelerin kaçı, anne-babaların, ebeveynlerin kaçı çocuklarının bu dönemine hazırlıklılar? Bu dönem için nereden ve nasıl yardım almaktadırlar?  Ergen ve gencin sağlıklı bir kimlik edinmesi için ne tür ortam ve etkinlikler düzenlenmektedir? Aileler, Okullar, HEM, Belediye ve sivil toplum kuruluşlarının en önemli görevi bu değil de nedir? Bunları oluşturmak festival düzenlemekten, şarap tadım günleri gerçekleştirmekten, sergiler açmaktan daha mı zordur?

Mesleki değerlerin oluşması bir başka yazının konusu olacaktır.

Her şey bireyle başlar. Birey ailede yetişir ve etrafında toplum vardır. Toplumu da o bireyler oluşturur. Nasıl bir birey yetiştirirseniz öyle bir toplumunuz olur. Bu ilişki karşılıklıdır. Nasıl bir toplumsanız öyle bireyler yetiştirirsiniz. Siz nasıl bir ebeveyn ve aileyseniz çocuk sizin aynadaki görünümünüzdür. Kendi görünümünüzle kavga etmeyin. Onu sadece iyileştirin.

Tüm karmaşık öğrenme kuramlarının arkasında öğrenme ile ilgili temel bir gerçek var. En etkili öğrenme yöntemi taklitle öğrenmedir. Yeni yetişenler ebeveynlerini ve çevredekileri taklit ederler. Neyi görürlerse onu denerler ve yaparlar. 

Adada hiçbir çocuk ya da genç Papua Yeni Ginece konuşmuyor ve Papua Yeni Gineli gibi davranmıyor.  Sizin gibi, ya da benim gibi konuşuyor ya da davranıyor… Onların düzgün olmasını, yarın yaşlandığımızda içinde yaşadığımız toplumun da düzgün olmasını istiyorsak biz de düzgün olmaya çaba göstermeliyiz. Vandal olmalarını istemiyorsak farkında olmadığımız Vandallıklarımızın farkına varıp onlarla baş etmeliyiz.  “Bizde bunlar yoktu biz nasıl büyüdük” diye intikam almak yerine “bizler gibi olmamaları” bizden daha iyi olmaları için çaba göstermeli ve gerekli ortamları sağlamalıyız. Gerekli ortamların “gereklerinin” neler olduğunu da kendi tecrübelerimizden değil bilimden öğrenmeliyiz.

Bu yazı oldukça uzun oldu. Vandallığın birey açısından kaynakları irdelendi. Ama kaynağa sadece birey ya da bireysel gelişimdeki antisosyal sapmalar değil elbette. Bu gelişim ve sapmaları bir toplumsal-siyasal-ekonomik-yönetsel “geştalt” üzerinde gerçekleşir. Bunlar başka bir yazıda ele alınacak.

Şöyle bir “ama”yı şimdiden duyuyor gibiyim. Ama bunları Ada için geçerli değil sadece. Evet değil. Ancak ada bir bireyin sağlıklı gelişimi için alınabilecek önlemler bakımından ideal bir ölçekte. Neden tüm topluma “iyi örnek” oluşturacak düzenlemeler yapılamasın? Ölçeği buna izin veriyor. Yeter ki siz isteyin. Ben istemesem bunları yazmazdım.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Çok üzgünüm. Ama Bozcaadayı terkedeceğim! - Tepkileri.

Yazıya kimi katıldı. Kimi katılmadı.

Kimi hak verdi, kimi karamsar buldu.

Ama sadece birkaç gün sonra terketmeye niyetli dostumun düşüncelerini doğrular nitelikte gelişmeler oldu adada.

Malüm. Narkotik polisinin operasyonu.

Çok geç bile kalındı.

Ve Adadaki kokuşmuşluk buzdağının sadece görünen kısmı.

"Ama cekip gitmemek icin, mucadele edecek enerjiyi bulmak icin biraz da iyimserlik gerekmiyor mu?
Eger o da olmasa, duzelebilecegine inanmasak, degisimi etkileyebilecegimize inancimizi kaybetsek hepimiz toplayip bohcalarimizi donmeliyiz.
Oyle mi yapmaliyiz?"

Sevgili Ferai Tınç haklı.

Düzelebileceğine inanmalıyız. Bohçalarımızı toplayıp gidebileceğimiz bir başka Bozcaada yok.

Bir başka ada yok.

Bunu biz "dışarlıklılar" zaten biliyoruz.

Bunu "adalılaaaa" da anlamak zorunda.

Bizlere "dışarlıklı" deyip kolaycılıktan vazgeçmek zorunda.

Adaya sevdalı olan herkes Adalıdır.

"Adaya sevdalı" ile "adaya zararlı" nın ayırımını yapmayı öğrenmek zorunda.

"Adaya zararlı olan" "dışarlıklı" kadar "adalı" da var.

Adayla ilgili aymazlıklar son bulmalı.

Buna herkes kendinden başlamalı.

Ailesiyle devam etmeli. İçinde bulunduğu sosyal gruplarla devam etmeli.

Adanın Koruma imar planı hazırlanıyor. Ortada plan yok.

Peki adadaki siyasi partilerin herhangi birinin planla ilgili bir görüş, yaklaşım, tasarısını duydunuz mu?

Belki birkaç istisna adadaki derneklerin tartışmalarını duydunuz mu?

Adanın "büyük" ailelerini?

Duyduğunuz tek şey dedikodu.

Bu aymazlık bitmeli.

Nasıl mı?

Kasım ayında yapılacak Koruma İmar Planı Halk Toplantısına herkes katılarak başlamalı.


Bozcaadayı polisiye tedbirlrle iyileştirmeye terketmek değil, katılarak ve paylaşarak iyileştirmek ve geliştirmek zorundayız.

Ne ülkemizde ne de dünyanın başka bir yerinde gidebileceğimiz bir başka Bozcaada yok!

4 Ekim 2010 Pazartesi

Çok üzgünüm. Ama Bozcaadayı terkedeceğim!

Umarım bir gün bu cümleyi hiç kimse telafuz etmek zorunda kalmaz.

Ama sarfedenin içtenliği kimi olsa derinden sarsar.

Bu cümleyi kuran Türkiyenin en büyük şirketlerinden birinden en üst görevlerde bulunmuş birisi.

Az değil, 25 yıldır adalı.

İnanılmaz bir ada tutkunu: denizine, şarabına, bağına balığına...

Tüm yılını adada geçirir ve herkesle iyi geçinir...

Gelme sebebi - ada ve insanları.

Terketme sebebi - ada ve insanları.

Söyledikleri çok çarpıcı:

Gazetelerde tam sayfa ada hikayeleri.

Birkaç gün önce gazetelerde küçük bir köşede: adada bıçaklama olayı.

Ve aktadığı bir adalı yorumu: adalılar birbiri ile kavga etmesinler!

Peki kiminle kavga etsinler?

"Dışarlıklılarla" mı?

Geleni bıçaklayıp denize mi atsınlar?

Olan da bu zaten.

Bozcaadanın denizi, güneşi, plajları, günbatımı, şarapları, kalamarları, meyhaneleri gazetelerde başta küçük küçük, sonra çarşaf çarşaf yer aldı.

Şimdi ise adam yaralamaları öldürme teşebbüsleri küçük küçük yer almaya başladı.

Yeni olduklarından mı?

Değil tabi ki.

Turizmin "patlamasıyla" adam dövmeler, yaralamalar gibi "vakayı adliyeler" başlamıştı giderek artan sayıda ve sıklıkta. "Ada hayranı" basın dahil olmak üzere herkes görmezden geldi. Resmi adı "münferit adli olay", gayrıresmi adı "gençler kavga etmişler".  Adanın fısıltı gazeteleri ise çetelerden, tehditlerden, alınacak intikamlardan, ölümlerden söz ediyor.

"Turizmin patolojileri kendinden önce gelir" uyarılarını kimse, ya da en çok dikkate alması gerekenler başta olmak üzere hiç kimse dikkate almadı.

Sonuç:

Şimdilik dalaksız yaşama ve yaşamının bir bölümünü olmaması gereken yerde geçirmek zorunda kalmaya mahküm gençler.

Ve adaya renk vermekten, katkısı olmaktan öte zararı olmayanların adayı terk etmeye karar vermeleri.

Hep bilinen bir gerçeği "kötü para iyi parayı kovar" gerçeğinin sosyal yaşama tercümesini yapabiliriz:

"Kötü insanlar iyi insanları kovar".
Romanda olduğu gibi "o güzel insanlar bir gün o güzel atlarına binip giderler".

Ada daha ne kadar güzel insanı kurban verecek?
"Olmak ya da olmamak" sorusuyla daha kaç kez daha yüzleşmek zorunda kalacak?
Tarihte, bir dönem "boş ada" olan ismini ne zaman tarihten sildirecek?
Yoksa yakında yine mi aynı adı yazdıracak?

Tartışmalar Üzerine gelen bir Mektup

Cok tesekkur .........,
Bir arkadasimin bana gonderdigi siiri ve ona yazdigim cevabin bir bolumunu, asagida iletiyorum.
Tekrar merhaba ..........,

Bu siirden ders almasi gereken cok insan var ama, toplum aymazligi suruyor. Bir gun, yeterince gec kalindiginda, onlar da olup bitenin farkina varacaklar. Birileri ve hatta aymazlik icinde olanlar dahi buyuk bedeller odeyecekler, kimileri bedel odediklerinde bedel odediklerinin, artik yasamiyor olduklari, uyusmusluklari veya ihanetleri nedeniyle farkinda olmayacaklar. Onurlu aydinlar ise, aydin olmalarinin bedelini, tarihin her caginda oldugu gibi, sessizce odeyecekler. Ne yazik ki.
Ben tek basina ne yapabilirim
    Diye dusundu biri
    Ve hicbir sey yapmamaya karar verdi
    Ben tek basina ne yapabilirim
    Diye dusundu bir oteki
    Ve yanlizliginin kuytuluguna cekildi
    Ben tek basina ne yapabilirim
    Diye dusundu bir ucuncu
    Ve tek basina dusunmeyi surdurdu
    Ben tek basina ne yapabilirim
    Diye dusundu yuz binler
    Ve tek basinaliklarini surdurduler
    Ben tek basina ne yapabilirim
    Diye dusundu milyonlar
    Milyonlarcaydilar
    Ve tek basinaydilar
    Bu arada birileri
    Onlar adina
    Karar vermekteydi
    Tek basina olduklarini sananlar
    Topluca ortadan kaldirildilar..............

                               Ataol Behramoglu

3 Ekim 2010 Pazar

Bozcaada Koruma İmar Planı Tartışılırken - Son

Aynı başlığı taşıyan ilk üç yazıdan ikisi güncel, bilimsel yöntemlerle ve çok emekle yapılmış iki tez çalışmasının sadece sonuç bölümleri idi. Bozcaada ile ilgili yapılan daha yüzlerce bilimsel tez ye çalışma var. Rüzgarından antik dönem kıyı yapısına, bozcaada sikkelerinden karıncalarına, toprak yapısından turizmine, sosyal yapısından üzümlerine kadar birçok bilimsel çalışma.

Yazılardan birisi de sevgili hemşerimiz, değerli iktisatçı, bilim adamı ve ülkemizin gördüğü en değerli bürokratlardan biri olan Bilsay Kuruç'a ait.  Bozcaadanın kimliğine ve ruhuna ilişkin tespit ve uyarılarının yer aldığı bir yazısı. Kuşkusuz bu nitelikte daha binlerce Bozcaada yazısı ve onlarca çok değerli kitap bulunmaktadır. 

Bilimsel çalışmalardan bazıları- sevgili Çiğdem Ayhan Kaptan'ınkinde olduğu gibi, son derece ayrıntılı ve teknik yetkinlik nitelikleriyle doğrudan koruma imar planı esasları olarak hatta planın alt yapısı olarak kabul edilebilecek niteliktedir. Peki bunca bilimsel çalışmaya rağmen neden Bozcaadanın hala bir koruma planı yok?

Usul ve takvim açısından baktığımızda, yasakoyucu belediyelere 30 Haziran 2006 yılına kadar bu panları hazırlamayı emretmişti. Daha sonra bu tarih iki defa uzatıldı. Yani son tarih 30 Haziran 2008 idi. Bu tarihe kadar koruma imar planı hazırlamayan belediyelerin imar ile ilgili izin yetkileri plan hazırlanıncaya kadar donduruldu.

Bozcaada Belediyesi bu takvim içerisinde koruma planını hazırlamadığı için bu süreden beri imar ile ilgili başvuruları kabul edememektedir. Taa ki plan hazırlanıncaya kadar.

Yasal sürenin bitiminden iki yıl geçti. Prosedür geregi yapılması gereken halka açık toplantılar yeni yapılmaktadır. Bir hayli itirazların olması kaçınılmaz.  Süreç ağır ve aksak da olsa işlemeye başladı.

Sürecin bu ve bundan sonraki aşamasında asıl önemli olan noktalar ve endişeler şunlardır:

Bu blogdaki Stadtluft macht frei! yazısında bir kısmına işaret edilen Bozcaadanın toplumsal alt gruplarının farklı olması çok doğal beklenti ve talepleri nasıl uzlaştırılacak; bu uzlaşma ile bilimsel ve teknik gereklilikler nasıl bağdaştırılacaktır?

Bu uzlaşı bir ya da birkaç kesimin taleplerine ya da populizme mi kurban edilecek yoksa gerçek bir uzlaşı mı olacak?

Bu uzlaşı, "şimdi ve burada" ihtiyaçlarına mı yoksa 50 yıl sonrası Bozcaadanın ihtiyaçlarına mı cevap verecektir? 

Bu endişeleri Bozcaadalı ya da değil Bozcaada ile bir biçimde dokunuşu olan herkesin duyması doğaldır ve zaten de duyması gerekmektedir.  Yapılacak olan tercihler Bozcaadanın geleceği ve gelecekteki kimliği olacaktır. Bu tercihler duygu ve akıl dengesini zorunlu kılmaktadır, çünkü duygusuz bir akıl akılsız bir duygu kadar tehlikelidir. Herkese ama herkese kulak verilmelidir. Bağcısına, turizmcisine, işçisine, mimarına, memuruna, bilim adamına, ev hanımına, esnafına, çocuğuna... Özellikle de  sürekli adada yaşayanına...

Turizm bilimiyle uğraşanların haklı bir uyarıları bulunmaktadırlar turizmin geliştiği yerlere ilişkin olarak: Gündelik hayatın sekteye uğradığı yerler artık bir yerleşim değil bir tatil köyü olmaktan öteye gidemez diye. Bağcının bağına gidemediği, ev hanımının ekmeğini almak için işgal edilmiş sokaklardan geçemediği, işçinin memurun gürültüden sabaha kadar uyuyamadığı, hastanın kalabalıktan gemiye binemediği, yaşlının karşıdan karşıya geçemediği, çocukların top koşturacağı yerlerin otoparka dönüştürüldüğü, çatısını kapısını penceresini onarmak için insanların yıllarca izin beklediği bir bir plan gerçekten Bozcaadanın sonu olur.

Bozcaadanın imar planı salt teknik bir çalışma değildir. Bozcaadanın sosyal projesidir aynı zamanda. Ekonomik, ekolojik ve tarihi sonuçları olacak bir sosyal proje. 

Bozcaada Koruma İmar Planı Tartışılırken - 3

Kaynak: Bir Turizm Ürünü OlarakŞarap Kültürünün Bozcaada Turizmine Etkileri, Bahadır Sezer, Danışman Yard. Doç. Dr. Gül Küçükaltan, Yüksek Lisans Tezi, ÇÖMÜ, 2006
Araştırmada elde edilen veriler, aşağıdaki değerlendirmeleri olanaklı kılmıştır:
      Bozcaada'da turizmin gelişim sebebini incelediğimizde şu sonuca varabiliriz: Adada tarihi sayılabilecek çok fazla bir şey yoktur. Sadece kalesi ve kilisesi vardır. Diğer tarihi eserler harabe durumundadır. Bu sebepten Bozcaada'da Turizm tarihi bir sebepten dolayı gelişmemiştir. Bozcaada'nın temiz havası, temiz denizi, balığı, üzümü, şarabı adada turizmin gelişmesinin temel sebebidir. 1996 yılı sonunda ulaşımın hızlı feribot ile sağlanmaya başlanması turizmi olumlu etkilemiştir.
      Bozcaada'yı ziyaret edenlerin büyük bir kısmını genç ve orta yaşlardaki bireyler oluşturmaktadır. Ancak ziyaret edenler arasında yaşlı diyebileceğimiz kesimde az değildir. 21 yaş ve daha küçüklerin oluşturduğu grup ise sadece küçük bir orana sahiptir. Bunun sebebi Bozcaada'nın en önemli turizm olanağının Şarap olması ve genelde insanların bu bölgeye ya turlar ile ya da bireysel olarak kendi arabaları ile gelmeleridir. Bundan da anlaşılacağı gibi 21 yaş altındaki grubun sahip olacağı olanaklar genelde buna müsait olmamaktadır. Düzenlenen turlar için yapılan tanıtımların genellikle yaş grubu yüksek kişileri cezp ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca 21 yaş altındaki yaş grubunun ekonomik özgürlüklerini henüz kazanamamış olmaları da buna etken olabilmektedir.
     Bozcaada'ya gelen ziyaretçilerin evli veya bekar olmasının adayı tercih etmelerine herhangi bir etkisi olmamaktadır.
      Bozcaada'yı daha çok kadınlar tercih etmektedir. Bunun sebepleri, sivil toplum kuruluşlarının bayanlara yönelik düzenledikleri turlar olabileceği gibi genel olarak şarap ve tadım turlarına, bayanların daha çok katıldıklarından dolayı olduğunu söyleyebiliriz.
     Emeklilerin şarap turizmi için gerekli olan hem ekonomik özgürlüğe hem de boş zamana sahip olmalarından dolayı Bozcaada'yı ziyaret edenler arasında daha yüksek oranda yer aldıkları düşünülmektedir. Ayrıca bir şarap bölgesinde bulunması gereken rahatlık ve sakin doğal ortam emeklilerin adayı tercih etmelerinde tamamlayıcı bir etkendir.
      Bozcaada'yı ziyaret edenlerin büyük bir çoğunluğu eğitimli kişilerdir. Buradan yola çıkarak bir şarap bölgesi olan Bozcaada'yı ziyaret edenler üzerinden bir genelleme yaparsak "şarap turizmi"nin, eğitim seviyesi yüksek kişilerin tercih ettiği bir turizm çeşidi olduğunu söyleyebiliriz.
      Bozcaada'ya gelen ziyaretçilerin büyük bir çoğunluğunu gelir seviyesi yüksek bireyler oluşturmaktadır. Bu yüzden "şarap turizmi"nin gelir seviyesi yüksek kişilere hitap ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
    Bozcaada'yı ziyaret edenlerin çoğunluğunun işleri ile şarap sektörünün ilgisi yoktur. Ziyaret edenlerin şaraba olan ilgileri zorunluluktan değil sadece özel bir ilgiden kaynaklanmaktadır.
     Çanakkale ve yöresine düzenlenen organize turlarda çoğu zaman Bozcaada bulunmamaktadır. Bu yüzden ziyaret edenlerin yarıdan çoğunun turlar ile gelmesi dikkat çekicidir. Bunun sebebi düzenlenen turların genelde şarap turları olmasıdır. İki veya üç günlük olan bu turlar özellikle bağbozumu zamanlarında adaya büyük bir talebin olmasını sağlamaktadır.
    Bozcaada'ya gelen ziyaretçiler genellikle Marmara ve Ege bölgesinden gelmektedirler. Şarap turlarının bu konuda etkisi büyüktür. Marmara ve Ege Bölgelerinin Bozcaada'ya yakın olmaları kuşkusuz ziyaretçilerin adaya gelmelerinde etkendir. Ancak Marmara Bölgesinde İstanbul, Ege Bölgesinde de İzmir gibi büyük şehirlerin bulunması ve özellikle en büyük etkenin bu şehirlerden şarap turlarının düzenlenmesi olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bölgelerden ise Ada'ya herhangi bir şarap turu düzenlenmemektedir. Bu da bu bölgelerden gelen ziyaretçi sayısının düşük olmasını açıklamaktadır.
    Bozcaada'da şarap turizmi özellikle yaz sonu ile sonbahar döneminde olmaktadır ve bu sayede turizm sezonu uzatmaktadır.
     Şarap turlarının özellikle hafta sonları düzenlenmesi gelen ziyaretçilerin de konaklama sürelerinin, daha çok 2 ila 4 gün arasında olmasına sebep olmaktadır.
     Bozcaada'yı ziyaret edenlerin motivasyonu şarap tatmak, almak, doğal imkanlar ile kırsal ortamda bulunmak ve rahatlayıp güzel bir gün geçirmektir. Bu özellikler şarap turizminin en önemli unsurlarıdır. Bu yüzden şarap turizmi bölge için çok önemlidir.
     Şarap turizmi nedeniyle ziyaretçilerin Bozcaada'da farklı şaraplar deneme motivasyonu ve satın almak istemeleri şarap üreticilerinin yeni pazarlar kazanmasına imkan sunmaktadır. Özellikle Bozcaada şarap firmalarından Ataol ve Talay gibi firmaların Bozcaada dışında özel satış mağazalarının olmaması nedeniyle çok önemli bir fırsattır ve değerlendirilmelidir.
     Şarap turizmi, bölgenin bağ tarımı ile uğraşmasına ve turizm ile ilişkili olarak bağların korunmasını da gerekmektedir. Dolayısıyla Türkiye'de tahrip edilen bir çok turizm bölgesi dikkate alındığında "şarap turizmi", Bozcaada'da doğal yapının korunması ve sürdürülebilirliğin sağlanması açısından uygun bir seçimdir.
     Ada'ya şarap için gelenler genelde bir şarap bölgesini gezmekten, şarap tatmak ve bu konuda bilgi edinmekten dolayı memnun ayrılmaktadırlar. Ziyaretçilerin büyük bir oranının tekrar gelmeyi düşünmesi Ada'nın önemli bir şarap bölgesi olacağının da göstergesidir.
   Bozcaada halkının özellikle balık ve şarapçılık dışında tek gelir kaynağı turizmdir. Bu yüzden Ada yaşamı üzerine önemli bir etkisi olan turizmin değeri iyi bilinmeli ve ziyaretçilere karşı olumlu olmanın şart olduğu unutulmamalıdır.
     Bozcaada'da şarap turizmi açısından önemli bir ziyaretçi sayısına sahiptir. Buna rağmen turların ve tanıtımın yeterli olmadığı düşünülmektedir. Özellikle potansiyel turiste ulaşmak için düzenlenen şarap turlarının, seyahat acenteleri tarafından daha da yaygınlaştırılması gerekmektedir.


Şarap turizm'i, potansiyel ve güncel şarap turistleri tarafından, bir şarap bölgesinin niteliklerini tecrübe etmek ya da üzüm, şarap tadımı için bağlara, şarapçılara, şarap festivallerine ve şarap şovlarına katılarak rahatlamak ve güzel bir gün geçirmek amaçlı yapılan seyahatlerdir.
Zengin düşünülmüş ve düzenlenmiş bir bağ yeri, ziyaretçilerin yerel hediyeler almasını, dünyanın diğer bölgelerinden şaraplar görülebilmesini, satın almadan önce birçok şarabın test edilebilmesini sağlamaktadır. Bu metot, müşteriye şarabı test ederken, şarap üreticisine de sorular sorabilmesine olanak sağlar.
Şarap Turizmi, son yıllar da tüm dünyada hızla gelişmektedir. Turizmin bu yeni diyebileceğimiz alt dalının geliştirilmesi için daha fazla çalışma yapılmalıdır. Şarap Turizmi'nin artan değeri bir çok ülkede kanıtlanmıştır. Ayrıca Şarap Turizmi üzerine destinasyonların geliştirilmesi açısından çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemizde de gereken önemin verilmesi gerekmektedir.
Şarap birçok ülkede turizm için önemli itici bir güçtür. Sadece şarabı iyi diye turistler tarafından tercih edilen bölgeler, şehirler, ülkeler vardır. Şarap işinde ünlü olan ülkelerin hükümetleri de bu bağlantının farkındadır ve şarap sektörlerine ciddi destek vermektedirler. Doğu Avrupa ülkeleri bile batılı turistleri çekebilmek için değişik pazarlama etkinlikleri yürütülmektedir.
Bozcaada son yıllarda şarap turizmi açısından gelişmeye müsait bir yöremizdir. Ada'da dört şarap fabrikası bulunmaktadır. Bunlardan üç eski şarap üreticisinin fabrikaları merkezde, yeni olan ise Tuz Burun Mevkii'ndedir. İlgi ve merakı olanlara fabrikalar gezdirilmektedir. Bu gezi sırasında üzümün şarap olana kadar hangi aşamalardan geçtiği öğrenilebilir ve damak tadına uygun şarabın hangisi olabileceği konusunda fikir edinmek mümkündür. Ayrıca fabrikaların yanında keyifle alışveriş yapılabilecek şarap tadım ve satış mağazaları bulunmaktadır. Bu yüzden şarapçılık ve turizm birbirlerini bütünleyici sektörler haline gelmiştir.

Şarap turizmi, iklimi ve doğal yapısı uygun olan bölgeler için doğal yapının korunması ve sürdürülebilirliğin sağlanması açısından uygun bir seçimdir. Bu yüzden Bozcaada sahip olduğu olanakları değerlendirmelidir. Bozcaada, şarap turizmi için uygun ve yeterli olanaklara sahiptir. Şarap turizminde marka olmuş bir çok bölge kaliteli şaraplar dışında çeşitli özellikler sunarak diğer bölgelerden farklarını ortaya koymak zorundadır. Bozcaada da bozulmamış doğal yapısı, tarihi yapıları, sakinliği ve hatta özenle yaptırılan rüzgar gülleri ile farklı bir özelliği ile önemli bir şarap bölgesi olabilecek olanaklara sahiptir.
Ülkemizde yaz sezonunun bir çok bölgede kısa sürmesi turizm sektörünü etkilemektedir. Bu açıdan bakıldığında "şarap turizmi" Bozcaada örneğinde olduğu gibi turizm sezonunun daha uzun tutulmasını sağlayacak çözüm önerilerinden biri olmaktadır.
Bu çalışma, "şarap kültürü"nün Bozcaada'ya dikkate alınması gereken bir değer kazandırdığını ortaya koymaktadır. Ayrıca çalışmanın, şarap turizmi konusunda, Türkiye'de yapılan bilimsel bir araştırmanın olmaması nedeniyle turizm yazınına önemli bir katkı sağlanacağı da bir gerçektir. Elbetteki örnek olarak incelediğimiz Bozcaada'nın turizm ve şarap sektörüne de katkıları olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki araştırmanın asıl amacı bu konu üzerine dünyanın çeşitli ülkelerinde araştırmalar yapılıp üzerinde önemle durulması nedeniyle, Türkiye'de de yeni ve daha iyi araştırmaların yapılmasına bir nebze de olsa yardımcı olmaktır.

Bozcaada Koruma İmar Planı Tartışılırken - 2

 Kaynak: Prof. Dr. Bilsay Kuruç (DPT Eski Müsteşarı, A.Ü. SBF Emekli Öğretim Üyesi)


15 Nisan 2008

Bozcaada için bir söyleşi  (25 Ağustos 2008 Pazartesi 21.00 de panel)

Beş yıl kadar oluyor. Çay Bahçesi’nde düzenlenen bir toplu söyleşide konuşmuştum. Şimdi, Bozcaada Deneği’nin sevgili yöneticileri, sevgili dostlarım benden bir yazı isteyince düşündüm. En iyisi, o gün söylediklerimi olduğu gibi yazmak olacaktı. Söyleşi turizm, Bozcaada’mız, Adalılar ve bağcılık üzerineydi. Konular eskimemişti. Bakalım söylediklerim eskimiş miydi?

Konuşma 15 Ağustos 2003, Cumartesi günü saat 19.30’da Çay Bahçesinde yapılmış. Değiştirmeksizin sizlere sunuyorum.

Turizm zor bir konudur. Zorluğu, hemen her yerde dizginsiz biçimde gelişmesi, bu gelişme içinde dokuyu geri döndürülemeyecek biçimde bozmasından kaynaklanır. MUDANYA’nın zeytinlikleri, AVŞA’nın bağları, MERSİN’in narenciye bahçeleri artık yoktur ve bir daha da olmayacaktır. İSPANYA’dan başlamak üzere, AKDENİZ’de hep böyle olmuştur. Kısacası, turizm önce hastalıklarını getirir.

Bozarken, yerine hep benzer şeyleri koyar: Her yerde lokanta, kahve, bar, dükkan ve en tuhafı, insan tipi bir örnek hale gelir. Aleladeleşir. Turistik bir yere giderken oranın nasıl olduğunu öncede bilir, hep onları istemeye başlarsınız. Her şey o bir örnekliliğe göre düzenlenir ve aranır.

İstisnalar, yani başarılı örnekler azdır. Çünkü, değişik bir şey yapmak farklı bir kalite ister.
Çelik GÜLERSOY’unki gibi.

Bozcaada’da son beş on yılın gelişmesine turizm damgasını vuruyor: Turizm adeta bağcılığın zıt kardeşi gibi gelişiyor. Bağcılığın temposu on iki aya yayılır, yavaştır. Turizm üç, üç buçuk aylıktır, hızlıdır. Bağcılık turizmi bozmaz. Turizmin hızı ise bağcılığı bozabilir.

Şüphesiz, turizmin gelişmesini bağcılıktan ayrı düşünemeyiz. Ada’nın gelişmesi, bu ikisinin yan yana, iç içe gelişme şansını yakalarsak parmakla gösterilecek bir şey olacaktır. Yoksa aleladeleşecektir.

Biraz geçmişe bakarsak bugünü daha iyi anlarız, yarını öngörebiliriz. Ada’nın geçmişinde Ada’lılar da, devlet de rol oynamıştır. Üç bin yıla uzanan geçmişten bunları öğreniyoruz. Ada Müftülüğünün, dostumuz Haluk ŞAHİN’in ve diğer araştırmacıların kitapları bunu anlatıyor. Ada’nın uzak geçmişi sanki daha iyi biliniyor. Krallar, prensler, cengaverler, savaşlar ve destanlar. Akhilleus, Tenes ve başkaları. (TROYA)

Bütün bunların özü şudur: Ada’lılar üç bin yıldır üzüm ve şarap, yani bağcılık yaparlar. Ada’yı Ada yapan budur.

Ada’lılar bağcılıktan kazanıp yaşamışlardır. Ada ekonomisi bu olmuştur. Bu uzun dönem, on yıl öncesine kadar gelir. Altyapı namına bugün var olan birçok şey on yıl öncesine kadar yoktur :
Yollar basit topraktır. Asfalt yol 1980’lerde başlamıştır.
Ulaşım motorla, uzun süre YAKAR kaptanın motoruyla yapılmıştır. Eskiden haftada bir gün İSTANBUL’dan kalkan gemi Ada’ya yakın demir atar ve kıyıya kayıkla çıkılırdı. Sonraları, 1980’lerde, Odunluk iskelesinden, Normandiya Çıkarması’na (1944) katılmış iki çıkarma gemisi sefere girdi. Gemiye otomobilin geri manevrasıyla girilir ve gemi 22 ya da 23 oto alırdı!
Elektrik yok gibiydi. Su kuyulardan gelirdi, ama rezervler yetersizdi.
Telefon varla yok arasıydı. Posta uzun süreliydi, gazete gecikmeliydi.
Televizyon 1980’lere kadar yoktu. Buzdolabı yerine tel dolap vardı. Fırınlar odun, kömür ateşiyle işlerdi.
En önemlisi, 1990’lara kadar kadastro yoktu.

Bu tabloda turizm hemen hemen yoktu. Ada’ya yabancı uyruklular ÇANAKKALE Valiliğinden izin almaksızın giremezlerdi.

“Yok”ların yanında “Var”lar da vardı: Bir kere, Şehir Kulübü vardı (Bugün bir lokanta).
Zemin topraktı. Orada herkes eşitti. Büyük bağcılar, küçükleri, bağ işçileri ve diğerleri birbirine “Sen” diyerek konuşurlar ve aynı çayları içerlerdi. Ada’da iki kahve vardı. Orada da statüler aynı idi. Herkes birbirine “merhaba” derdi. Kapılar kilitsizdi. Sokaklarda  kanepelerde oturulurdu. Bağcılık eşekle ve pırpırlarla yürütülürdü. AYAZMA’da en çok on kişi denize girerdi. Kış gelince bazı Ada’lılar kumarda acımasızca birbirlerini üterlerdi.

Ada’lılar kimlerdir? O dönem Ada’lısının  nesli tükenmek üzere. Önce tükenenleri analım. Çünkü, uzak tarihin kişiliklerini biliyoruz da, yakın geçmişin insan manzaralarını anmıyoruz.

Önce ALTAN’ı anmalıyım. O sevgili dostumdu. 1971’de bizi Ada’ya çeken ALTAN (GÜRMAN)’dı. YAKAR’ın motoruyla geldik. ALTAN Ada’yı ve SULUBAHÇE’yi sevenlerin, korumaya çalışanların lokomotifiydi, simgesiydi.

Çalışkan, zeki ve yardımsever Hacı SÜLEYMAN’ın Anadol otomobili, Ada’daki iki yada üç otodan biriydi. Ev aramaya ve bulmaya hep onun otosuyla gittik. Hacı bizi 1986’da BEDRİ Albay’a götürdü Albay ilginç bir insandı. Kısa sohbetimizin sonunda “Bu evi sana satayım, gideceğim, kalbim var” dedi. O tarihten beri orada oturuyoruz.

LİGOR şarap degüstatörüydü. Albayın da eski emir eriydi. Çok iri, ama sevimli gövdesi vardı. Minnacık evi, LİGOR’un gövdesinden biraz daha genişti! HAYATİ Beyin (TALAY) ona yardımlarını bir vefakarlık örneği olarak belirtmeliyim. (Bu konuşmayı yaparken dinleyiciler arasında bulunan ve Ada’nın simgelerinden biri olan HAYATİ Bey 2007’de aramızdan ayrıldı.)

VASİL müstesna meyhanesi, rakı adabına göre düzenlenmiş yaşamı ile Ada’nın aristokratı gibiydi.

KORELİ, Ada’nın ilk lokantasının sahibiydi. Bozcaada deyince, insanlar hemen “KORELİ”  derlerdi. KURTULUŞ ve küçük HÜSEYİN onu yaşatıyorlar.

FRANSIZ MEHMET Ada’nın ilk marangozuydu. FRANSA’da kaldığı için ona öyle denirdi. Çok genç yaşta gitti.

İLHAN Bey (ARAL) Galatasaray Lisesi mezunu idi. Espri anlayışı inceydi. Hassas, incelik sahibi insandı. ÇAYIR yolunda, Ada’lıların DALLAS dedikleri bir çiftlik yaptırmıştı. Kayalıklara gidip, kabuklulara limon sıkıp yiyecektik birlikte. Olmadı.

Tükenen kuşağın sonuncusu, bu yıl kendisini daha çok özlediğim İRFAN Bey (ARAL) nadir bir insandı. Üzümün ve şarabın ustası olduğu kadar dünya politikası ile ilgilenir ve bilirdi. Çok okurdu. Değerlendirmeleri zeka doluydu. Onu yavaş yavaş kaybettik. Tıpkı Ada’da bir dönemin sonunun gelişi gibi.

(2007’de, bu insanlara Ada’nın, denizlerinin, yolculukların simgesi YAKAR Kaptan eklendi. YAKAR Kaptan’ın gidişi, eski dönemin kapanışı demek oluyor.

Devlet Ada’da kaymakamları ve politikalarıyla görünür. Kaymakamlar deyince, 1980 öncesinden Kutlu AKTAŞ, 1980’lerden Caner YILDIZ ve 1990’lardan Yavuz AKKOÇ akla gelir.

Politikalar deyince Ada’nın yolları, kadastrosu ve Tekel alımları akla gelir. Devletin politikaları son on yılda bir büyük paket gibi ardı ardına uygulandı, daha önce görülmeyen etkiler yarattı. Eski uzun dönemin sonunu getirdi. Özetle, bağcılığı destekleme niyetiyle başlatılan (yada Ada’lıların öyle sandığı) politikalar, son on yılda hızla turizmi getirdi. Eski dönemin “yok”ları var olurken, “var”ları yok olmaya başladı. GEYİKLİ İskelesi’nin yapımı ile sefere giren araba vapurları ile Ada’nın kadastro’su örtüştü: Ada’nın bağlarından evlerine kadar her şey satılmaya başladı. O güne kadar Ada’yı bilmeyen yeni mülk sahipleri ile birlikte turizm de hızlandı.

Altyapıyı politikalar paketiyle oluşturursanız turizmi tutamazsınız, hızlanır. Her yerde böyle olmuştur. Şimdi zor ve değişik bir şey yapıp yapamayacağımız bir noktaya geldik: Turizmin (ve yeni mülklerin) yarattığı değişmenin sonucu ne olacak? Aleladeleşme mi, yoksa herkesin kazanabileceği bir yeni Ada modeli mi?

Son birkaç yıl bir şikayetler dönemi gibidir: Ada’lının eskisi “Ada artık eski Ada değil” diyor. Ada’lıların kazancı artanı (esnafı, Bayramiç’lisi) daha iyi bir ayar istiyor: Vapurun sıklaşmasını, gelenin gidenin edepli olmasını, ortalığı kirletmemesini istiyor. Gelen turist vapurların seyrekliği ve kuyrukların uzunluğundan hoşnut değil ve esnafın fiyatları yüksek tuttuğunu, hizmetlerin iyi olmadığına söylüyor. Bağcıların derdi apayrı. (Her yıl burada panelde konuşurlardı; bu yıl yoklar.) Üzümün devletçe koruma görmediğini söylüyorlar ki, şikayetlerin en önemlisi de bu. Çünkü, olup bitenler gösteriyor ki, üzümü korumak Ada’yı korumak demektir.

Bağcılığı korumak GÜLERSOY’un SULTANAHMET’i korumasına benzemiyor. Çünkü, üç bin yıldır Ada ekonomisini bağcılık çeviriyor. Eğer bugün turizmin iyisini becerebileceksek, bu, bağcılığı korumayı bilerek olacaktır. Yani, herkesin kazanabileceği bir Ada kimliği ancak bağcılığı koruyarak ortaya çıkabilir.

Ama, işte burada talihsiz bir noktadayız. Çünkü, “aramızdan ayrılanlar”a şimdi TEKEL katılıyor. TEKEL gidiyor. Haberlere göre, 26 Eylülde blok satışla gidiyor.

Biliyorsunuz, TEKEL Türkiye’nin beş yüz büyük finansı içinde sekizinci sıradadır. Ayrıca, AVRUPA’nın en büyük otuz alkollü-alkolsüz içki firması arasındadır. Kasasına günde on bin trilyon TL. para girer. 2001 yılı satış hasılatı 3.1 katrilyon TL.dir. ve bunun 1.9 katrilyonu vergi, fon, vs. şeklinde devlet geliridir. 2001 yılı karı 138 trilyon TL.dir ve TEKEL özelleşirse, bu, devletin kasasından özel kasalara akacaktır.

Yine biliyorsunuz, TEKEL tütünün de en önemli alıcısıdır. Yerli sigaranın (TEKEL’in) pazar payı %40 dır ve iki yabancı firma ise paylarını %30 a çıkarmışlardır. 1999 da beş bin köyde 570 bin ekici ailesi varken, yerli sigaranın pazar payı daraldıkça bu ailelerin sayısı 400 bine düşmüştür. Korkarım, yarın daha da düşecektir.

Bunları şunun için söylüyorum: Hatırlayabilirsiniz, 1970 lerde TEKEL’in motorları gelir, Ada’nın karasakızını alırdı. Karasakız şaraplıktır, konyaklık üzümdür. 1986 da Tuzburnu’nda TEKEL’in fabrikası kuruldu. Fabrika 1990 larda her yıl iki bin tona yakın üzüm alırdı. Bu 150 ila 200 üretici ailesinin gelir güvencesi demektir.

Ancak, on iki yıldır TEKEL’in alımları zayıfladı. 2001’de 700 bin kilodan biraz fazla, 2002 de 670 bin kilo kadar oldu. Kısacası, devlet bağcılığın altyapısı için bir şeyler yapacakmış diye düşünülürken, birdenbire geri çekildi. Üreticiyi beş yıldır yalnız bıraktı. (Geçen yıl üzüm bağda kaldı. Bu yıl üzüm 22 kuruştan satıldı. Bağlar köklenebilir!) Çünkü, ülke çapında üst kattan TEKEL’e “üreticiyi bırak, piyasadan çekil!” komutu verildi. Bu acıdır.

Şimdi temel soru şudur: Bağcılık ne olacak? İşler keyfe kalırsa, üç bin yıldır karasakız ve çavuşla yoğrulan Ada ne olacak? Bağcılığı keyfe kamış bir Bozcaada’da turizm ilginç olur mu? Bağcılığın kaderiyle ilgilenmeyen turizm aleladeliği getirir. Bu AVŞA Ada’sının hazin modelidir. Bağcılığa sahip çıkabilen, TEKEL’in büyük boşluğunu doldurabilen, kaliteli ve işlek bir yeni model arıyoruz.

Ada’lılar, yani bağcılar kendi kaderlerine sahip çıkabilirler mi? Bağcılığı kurtarabilirler mi? Yoksa, üzümler bağda mı kalır? Bağcıların kaderi TEKEL’in ortada bıraktığı tütüncülerin kaderi gibi mi olur? Yoksa, Ada’nın şarap üreticileri mi birleşerek fabrikayı alırlar?

Devlet bağcılığı desteklemekten çekiliyorsa, üretici karşısında özel bir tekeli mi bulacaktır? Tuzburnu’ndaki fabrikayı büyük ihtimalle ucuza alacak olan özel kişi, üreticinin kaderiyle ve Ada’nın bağcılığı ile ilgilenecek midir?

Eski dönem, insanları ve politikalarıyla kapanırken şunu merak etmeliyiz: Yeni Ada’lılar, yani dışarıdan gelen yeni mülk sahipleri kimlerdir? Onların ortak bir Ada’lılığı öncelikle bağcılık üzerinde kurulabilecek midir?

Devlet artık “Nasıl bir Bozcaada istiyoruz?” sorusunu sormuyor. Üreticiyi terk etmesi bu soruyu sormadığını gösteriyor. Soru belki de yeni girişimci olan turizmcilere kalıyor. Bunların yaratıcı ve koruyucu olanlarına. Çünkü, bağcılığa sahip çıkmayı bilen girişimci kendi sorunlarını da daha kolay çözecek bir kapasiteye erişecektir. Ada’nın geçmişi ile geleceği arasındaki köprü belki de bu ince çizgi üzerinde kurulacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum.”


Evet, bundan beş yıl kadar önce Çay Bahçesinde bunları konuşmuşuz. Aradan geçen süre konuştuklarımızı zenginleştirmiş mi, yoksa sözlerimizi geçersiz mi kılmış? Bozcaada’mız, insanları, bağları, rüzgarı, denizi ve mevsimlerine göre hızlanıp yavaşlayan yaşama temposu ile özünü yitirmeksizin kimliğini koruyan, ama kendini güzelleştirmeyi bilen  bir Ada olmaya doğru gidebiliyor mu? Dostlarımız bunları, hep bunları konuşmayı sürdürsünler. Kolay gelsin.


TURİZME İKİ YAKLAŞIM

Müşteri velinimetimizdir
Ne yaparsa makbuldür!

Maliyeti (Ekonomik-Sosyal) yüksek olabilir.
Bozcaada ölçeğinde sonradan telafisi çok zordur.

Turist misafirdir. Hoş gelmiştir, ancak, ayakkabılarını çıkararak girmelidir.

Bozcaada Koruma İmar Planı Tartışılırken - 1

Kaynak:ÖZGÜN PEYZAJ KARAKTERİSTİKLERİNE SAHİP MEKANLARA YÖNELİK BİR PEYZAJ PLANLAMA YÖNTEMİNİN ORTAYA KONULMASI; BOZCAADA ÖRNEĞİ, Çiğdem KAPTAN AYHAN, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı Bilim Dalı Kodu: 501.05.00 Sunuş Tarihi: 08.11.2007, Tez Danışmanı: Doç. Dr. Şerif HEPCAN Prof. Dr. Tanay BİRİŞÇİ YILDIRIM (II. Tez Danışmanı), EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ (DOKTORA TEZİ)


 ....................................................................
Kullanımları olumlu/olumsuz etkileyen/etkileyebilecek yukarıda dile getirilen faktörlerin de rehberliğinde ve "yöntemin uygulanmasıyla elde edilen mekansal kullanım öncelikleri hiyerarşisi dışında" Bozcaada bütününde genel anlamda aşağıdaki analizleri yaparak sorunları ortaya koymak ve çözüm önerilerini tartışmaya açmak olasıdır:
1. Bağcılık, Bozcaada'nın yüzyıllar öncesine dayanan tarımsal geleneği olması sebebiyle ada açısından farklı bir önem taşımaktadır. Adanın toprak yapısı ve iklim özellikleri sofralık ve şaraplık farklı üzüm çeşitlerinin yetişmesine olanak tanımaktadır. Özellikle ünü oldukça yaygın bir sofralık çeşit olan "Bozcaada Çavuşu" adaya özgü bir çeşittir. Ancak üzüm yetiştiriciliği oldukça zor bir tarımsal faaliyettir. Ürünün kaliteli olabilmesi için yılın tüm aylarında yapılması gerekenler vardır. Buna rağmen ada üzümlerinin özellikle çekirdeksiz üzüm çeşitlerinin piyasada yayılmasıyla beraber eski yıllarda olduğu gibi satışının yapılmaması, İstanbul dışında başka pazarının olmaması sebebiyle üreticinin maliyeti karşılayamamasına neden olmaktadır. Dolayısıyla birçok üretici hasadı bile yapamamakta, üzümlerini bağda bırakmak zorunda kalmaktadır. Buna ek olarak, adadaki bağların büyük bölümü yaşlı bağlardan oluşmaktadır.Ayrıca adada yetiştirilen sofralık ve şaraplık üzüm çeşitleri sınırlıdır. Dolayısıyla özellikle şarap yapımı için farklı çeşitlere ihtiyaç duyulduğunda Bozcaada dışından üzüm getirilmesi söz konusu olabilmektedir.
Bağcılıktan istedikleri ölçüde gelir elde edemeyen bağ sahiplerinin, turizmin de etkisiyle bağ alanlarını satışa sunmasıyla beraber bağ alanlarında azalma söz konusu olmuştur. Özellikle İstanbul'dan Bozcaada'ya gelerek burada 2. konut sahibi olmak isteyenler aldıkları arazilerdeki bağlarla bir süre ilgilenmekte ancak daha sonra yaşamlarını Bozcaada'da sürdürmedikleri veya bu kültüre uzak oldukları için ilerleyen süreçte bağları kendi haline bırakmaktadırlar. Bu durum var olan bağ alanlarının kaybolmasına neden olmaktadır.
Tüm bunların çözüme ulaştırılması, bağcılığın adanın temel ekonomik faaliyeti haline getirilmesi gerekmektedir. Bu aşamada, adanın toprak yapısına ve iklim özelliklerine uygun farklı çeşitler saptanmalı ve adada yetiştirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Ayrıca adada çok yıllık olan yaşlı bağlar yenilenmeli ve modern yöntemlere geçiş sağlanmalıdır. Böylece adada farklı türlerin yetişmesi sağlanabilecek ve kaybedilen pazar payının geri kazanılması için fırsatlar yaratılabilecektir.
2. Şarap yapımı da Bozcaada'nın tarihinde öteden beri süregelen ve bugün de önemli yer tutan ekonomik bir faaliyettir. Bu alanda faaliyet gösteren adanın şarap firmaları da çeşitli problemlerle karşı karşıyadırlar. Öncelikle (ÖTV) olarak adlandırılan vergilerin artırılmasıyla fiyatlarda oluşan değişikliğin şarap satışlarında önemli azalmaya neden olduğu belirtilmektedir. Son yıllarda şarap üretiminde daha teknik ve bilimsel yollara başvurulması adada üretilen şarabın kalitesinde bir artış sağlamıştır. Yurt içinde kısıtlı bir pazar payına sahip Bozcaada şaraplarının hem bu payı artırması hem de yurt dışındaki şarap sektöründe adını duyurabilmesi için üretici lehine çeşitli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca yurt içi ve dışındaki akademik kuruluşlarla da işbirliğine gidilmelidir.
Bozcaada'da şarap üretimi yüzyıllardır süregelen uğraşlardır. Bu alanda daha teknik ve bilimsel çalışmaların gerçekleştirilebilmesi ve adalı gençlerin bu konuda bilimsel temellere oturan eğitim alabilmesi amacıyla bağcılık ve şarap üretimiyle ilgili bir yüksek okul ya da meslek yüksek okulu açılması üzerine çeşitli çalışmalar yapılmalıdır.
3. Adanın tarımsal ürün deseni sahip olduğu özellikler itibariyle (toprak yapısı, iklim özellikleri) oldukça kısıtlıdır. Adanın tarihine bakıldığında insanların en uygun ürün olarak üzümü seçtikleri görülse de adaya uygun başka tarımsal ürünlerin yetiştirilmesine olanak sağlanmalıdır. Son yıllarda yapılan zeytincilik ve organik tarım projeleri dikkatlice takip edilmeli ve desteklenmelidir.
4.      Bozcaada'nın sahip olduğu doğal ve kültürel özellikleri sayesinde son on beş yıl içinde tanınarak bir turizm merkezi haline gelmesi, adanın sıradan yaşamında oldukça önemli değişiklikler yaratmıştır. Turizm, ada insanı için farklı bir gelir kaynağı olmuş ve ev pansiyonculuğundan küçük ölçekte tatil köylerine kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde hizmet vermeye başlamışlardır. Ancak turizmin Bozcaada ekonomisinde önemli yer tutmasıyla beraber farklı ölçeklerde sorunlar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Turizm öncelikle ev pansiyonculuğuyla başlamıştır. Genelde özgün Bozcaada evlerine sahip adalılar, evlerinin bir veya birkaç odasını pansiyon olarak işletmeye başlamışlardır. Bu şekilde başlayan turizm hareketinin iyi bir ekonomik kaynak olduğunun fark edilmesiyle beraber, pansiyon amaçlı yeni evlerin inşa edilmesi, dolayısıyla kent içindeki geleneksel yerleşim dokusunun zarar görmesi ve kentsel yerleşimin yayılması sonucunu doğurmuştur. Turizm elbette ada için önemlidir ancak bugün devam etmekte olan tehlikeli yapılaşma sürecinin de engellenmesi ve özgün mimari dokunun korunduğu bir çerçeveye oturtulması şarttır. Bu konuda Şirince, Safranbolu, Beypazarı vb. kentler örnek alınarak, özgün mimari dokunun korunarak turistik kullanımlara uyarlanmasına daha fazla çaba gösterilmelidir.
5.      Bozcaada'nın nüfusu da turizm hareketlerinin başlamasından etkilenmiştir. Kış aylarında ıssızlaşan ada, turizm sezonunun başlamasıyla beraber hareketlenmekte ve nüfus 10.000'lere varmaktadır. Bu mevsimsel nüfus artışı Bozcaada'nın kaynaklarını zorlamaktadır. Ada içindeki trafik karmaşası ve otopark sorunu özellikle kent merkezinde ciddi sıkıntılara yol açmaktadır. Bozcaada'nın altyapısı bu nüfusa göre planlanmadığı için özellikle içme suyu konusunda problemler baş göstermektedir. Bozcaada'nın yeraltı su kaynakları açısından oldukça fakirdir. Suyun Bozcaada'ya Çanakkale'den deniz altındaki bir sistemle geliyor olması nedeniyle tüm dünyada yaşanan su problemlerinin Çanakkale ve Bozcaada'yı da olumsuz etkilemesi büyük olasılıktır. Bu yolda özellikle yağışlı mevsimlerde suyun toplanması ve depolanması yoluna gidilmesi bir çözüm olabilir. Örneğin Ürdün ve Hindistan gibi ülkelerde yağışlı mevsimlerde çatılara kurulu olan sistemlerle yağış suyu toplanarak bahçelerde yeraltındaki tanklarda depolanmakdır. Hatta bunu yapmak yasal bir zorunluluktur. Ayrıca Bozcaada'da özellikle yaz aylarında yaşanan trafik sorunun çözümlenmesi için anakaradan vapurla arabalı geçiş için ödenen ücretin artırılması yoluna gidilmesi ya da adaya günde girebilecek araba sayısının sınırlandırılması trafiğin çözümlenmesi açısından bir öneri olabilir.
6. Bozcaada'da iklim koşulları gereği yaz aylarındaki turizm sezonu özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarına göre daha kısa sürmektedir. Bu durum adadaki turizm aktivitelerini sınırlandırmakta ve çeşitliliğini azaltmaktadır. Deniz suyu sıcaklığının kullanıma izin vermediği ama iklim koşullarının ulaşıma ve çeşitli aktivitelere elverdiği zamanlarda da Bozcaada'nın farklı turizm aktivitelerine (dalış sporu, bisiklet turları vb.) ev sahipliği yapabilmesi açısından gerekli şartlar sağlanmalıdır.
7.      Çöp depolama konusu da Bozcaada için çözüm bekleyen başka bir problemdir. Bugün ada içinde gelişigüzel olarak depolanan çöp çeşitli problemlere de zemin hazırlamaktadır. Son olarak 2007 yılının bahar aylarında çöp alanında başlayan küçük çaptaki yangın bu problemlerin bir habercisidir. Ada ekosisteminin kırılgan doğası gereği, küçük bir müdahale halinde bile bozulmaya uğrayabilecektir. Çöplerin ayrıştırılması, organik atıkların yeniden değerlendirilmesi, tehlikeli atıkların mutlaka ana karaya taşınması gibi çözümler dikkate alınabilir. Bu konuda ada halkını hem teşvik edecek hem de zorunlu kılacak önlemler birlikte alınabilir. Geçmiş yıllarda Bozcaada'da başlatılan naylon poşet yerine kese kağıdı kullanılması kampanyası gibi etkinlikler yeniden canlandırılabilir.
8.      Bozcaada zengin tarihinin bir getirisi olarak özgün bir kentsel dokuya sahiptir. Rum ve Türk kültürünün izlerini bir arada barındıran evleri ve sokak dokusu son derece ilgi çekicidir. Ancak Bozcaada'nın kentsel siluetine bakıldığında ilk göze çarpan bu farklı ve tarihi doku değil, resmi kurumlara ait yapılar olmaktadır. Adanın sahip olduğu mimari dokuyla çatışma halinde, kimliksiz ve sıradan bir anlayışla yapılmış bu binalar adanın mimari özgünlüğüne ciddi zarar vermektedir. Adanın 182 evden oluşan toplu konutu da aynı şekilde özensiz yapılmış binalardan oluşmaktadır. Adadaki doğal ve kültürel değerlerin korunması amacıyla devlet kurumları tarafından oluşturulan koruma kararları ve inşaat koşullarının, devletin başka kurumları tarafından çok ciddi şekilde ihlal edilmiş olması ciddi bir paradokstur.
9.      Bozcaada ve benzeri özgün değerler taşıyan alanlarda o yöreye ait özellik ya da özelliklerin simgelendiği plastik elemanlar her zaman dikkat çekici olmuştur. Bozcaada kalesi tarihi bir yapı olarak ziyaretçilere bu farkındalığı yaşatsa da yine de ilçe merkezinde adanın geleneksel özelliklerini simgeleyen, hatırlatan bir eserin bulunması her zaman akılda kalıcı bir görsel zenginlik sağlayacaktır.
10.  Adada koruma işlevi doğal, arkeolojik ve kentsel sit kararlarıyla sağlanmaktadır. Ancak söz konusu sit alanları ve özellikle doğal sitler olduğu zaman, çok boyutlu sorunlar karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, bu karar mekanizmasının özellikle Bozcaada gibi farklı ekolojik koşullara ve kültürel değerlere sahip alanlarda işleyişinin daha dikkatli değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun da ötesinde, karar verme sürecinin daha şeffaf olması, gereken tüm uzmanlık dallarının yer aldığı, daha bilimsel temellere dayanan kararlar alabilen kurulların oluşturulması, Bozcaada ve benzeri peyzajların mekansal planlanması açısından hayatidir.
11.  Adanın özellikle batısında yer alan maki ve sınırlı orman alanları özenle korunmalıdır. Özellikle yangın tehlikesine karşın tüm önlemler alınmalıdır. Buna ek olarak; mümkün olan tüm alanların ada doğal ekosistemine uygun türlerle ağaçlandırılması amacıyla üniversiteler ve vakıflarla işbirliği olanakları yaratılmalı ve çeşitli kuruluşlardan maddi destek sağlanmalıdır.
12. Bozcaada doğal değerlerinin yanı sıra zengin tarihinin bir getirisi olarak arkeolojik değerlere (kent merkezi sınırları içinde kalan kazı alanı gibi) de sahiptir. Ancak bu değerlerin gün ışığına çıkarılması uzun ve maddi olarak külfetli kazı çalışmalarını gerektirmektedir. Bu çalışmaların gerçekleştirilmesi için çeşitli kurumlarla işbirliği yapılmalıdır.
13.  Çalışma alanında yıl içinde farklı zamanlarda gerçekleştirilen çeşitli organizasyonlar (festivaller, şenlikler vb.) adanın tanıtılması açısından oldukça önemlidir. Bu tür oluşumlar amaçlarından sapmadan artırılmalı ve devam ettirilmelidir.
14. Bozcaada'da yer alan kamu kurum ve kuruluşlarının çalışmaları, projeleri adanın geleceği açısından çok önemlidir. Bu kuruluşların bugünün teknolojilerini (uydu görüntüleri, uzaktan algılama programları ve bunları gerçekleştirebilmek için gerekli teknik donanım ve eleman) kullanmaları gerekmektedir. Özellikle adanın tüm doğal ve kültürel değerlerinin dökümü oldukça detaylı bir şekilde oluşturulmalı ve sürekli güncellenmelidir. Ayrıca belediye ve kaymakamlık bünyesinde adanın söz konusu değerlerini doğru değerlendirebilecek meslek gruplarına ait uzmanların görev alabilmesi için kadrolar yaratılmalıdır.
15. Ulusal ya da uluslar arası çeşitli kuruluş ya da vakıflarla yapılacak çeşitli ortak projeler veya bu          kuruluşlardan sağlanabilecek maddi destekler Bozcaada'nın sürdürülebilir geleceği açısından umut verici adımlar olacaktır.

Sonuç olarak; Bozcaada'nın coğrafi konumu, tarımsal ve turistik potansiyeli, özgün mimari ve kentsel dokusu, kültürel değerleri gibi sahip olduğu pek çok doğal ve kültürel niteliğiyle öne çıkan özgün bir peyzaj olduğunu bir kez daha vurgulamak gereklidir. 

Özellikle son yıllarda, hem olumlu hem de olumsuz etkileri de beraberinde getiren giderek artan turizm talepleriyle karşı karşıyadır. Aksine, ada kimliğinin en önemli bileşenlerinden olan ve yüzyıllardır süregelen geleneksel tarımsal faaliyetler ise giderek yok olmaktadır. Böylesine bir alanda koruma başta olmak üzere farklı kullanımları bir arada var etme, aslında bir anlamda adanın kimliğini geriye kazanma/muhafaza etme çabasının; peyzaj planlama ilkeleri temeline oturan, bir mekansal planlama anlayışının rehberliğine gereksinim duyduğu açıktır. 

Bu çalışma bir ölçüde bu açığı kapatma yolunda ciddi bir örnek oluşturmaktadır. Gerek kullanılan yöntemin benzer özellikteki başka alanlara uyarlanabilir olması gerekse Bozcaada'ya yönelik ekolojik temelli bir planlamanın referanslarını taşıması, bu araştırma açısından da ortaya çıkış amaçlarıyla örtüştüğü için kayda değer bir durumdur.
Önemle vurgulamak gerekir ki; çalışmanın sonuçlarının sadece bu aşamada bırakılması daha önce de dile getirilen nihai hedeflere varmada Bozcaada açısından çok önemli bir eksiklik olacaktır. Çünkü burada yapılan olabildiğince nesnel ölçütlerle hangi mekansal kullanımın Bozcaada'nın hangi bölümü için daha uygun olduğunun saptanmasıdır. Bu nedenle ortaya konulan kullanım önceliklerinin uygulamaya geçirilmesi ancak araştırma sonuçlarının tartışılacağı bir sonraki süreçte yerel yöneticiler ve halkın katılımıyla olasıdır. 
Araştırma sonuçları ancak uzmanlar gözüyle Bozcaada'ya bir bakışı ifade etmektedir. Elbette gerek araştırıcı gerekse hemen bütün uzmanlar Bozcaada'yı iyi tanıyan ve hatta bazıları orada yaşayan kişiler olsalar bile, bu sonuçların sadece uzmanlar tarafından değil çok farklı kesimlerce etraflıca tartışılması ve üzerinde genel bir uzlaşının sağlanacağı yasal dayanağı olan politikalara ve kararlara dönüştürülmesi esastır. 
Aksi durumda çalışmayla hedeflenen iki boyutlu faydadan birisi olan Bozcaada'yla benzer niteliklere sahip diğer alanlara da uyarlanabilecek bir yöntem üretme düşüncesi dışında, Bozcaada özelinde uygulanma ve dolayısıyla başarı şansı düşük olacaktır.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Stadtluft macht frei!

Bozcaada 40-50 yıl önceden beri karşı kıyıdan görece yoksul köy nüfüsü için önemli bir çekim merkezi olmuştur. Yüksek beceriler gerektirmeyen bağ işçiliğinin bir istihdam fırsatı sunması, rum nufustan boşalan ev-emlak ve arazilerinin kolay elde edilebiliyor olması, lise düzeyinde eğitim verilebiliyor olması, sağlık hizmetlerinin sunuluyor olması, fazla sermaye ve beceri gerektirmeyen esnaflık ve ticaret olanaklarının turizm sektörünün birden parlaması ile artması gibi "kentsel" türde etmenler göçte çekimi oluşturmuşlardır. Kırsal topllumun az ve genellikle aşağıya doğru olan akışkanlığı, kırsal toplulukların birey üzerindeki zorlayıcı ağır baskısı, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşımın güçlükleri ise itici etmenleri oluşturmuştur.

Kırsal topluluklar dışında Bozcaada bir de belki de bir paradoks olarak büyük kentlerden de eser miktarda göç almıştır. Kırsal göçe oranla sayıca daha az ancak sahip olunan nitelikler bakımından sosyolojisinde sayısına göre daha yüksek etkiye sahip olan "kentli" göçü de almıştır.

Bu kesimi üçe ayırmak mümkündür.  İlki, büyük kent yaşamından kaçan, bir kısmı entellektüel ve sanatsal uğraşılarını devam ettiren ancak adada ekonomik bir faaliyette bulunmayan ve "daimi mükim" olma yerine kışı ada dışında geçiren kentliler.

İkinci grup, eğitim, sosyal konum gibi birtakım yüksek becerileri ve niteliklerine rağmen büyük kentlerde uyum sorunu yaşayan "tutunamayan"ların ve adada ekonomik faaliyetlerde bulunanların oluşturduğu kentli gruptur. Üçüncü ve en küçük grup ise "büyük" emlak ve arazi "kapatan" özellikle adada emlak rantına yönelik faaliyetlerde bulunan gruptur.

Bozcaadayı tüm bu gruplar için cazip kılan şeyler aynı zamanda onu anarşik ve zor yönetilir hale getirmektedir. Bir yandan medyanın ve onun tarafından pompalanan "dışarının" ilgisi, yapılan yatırımlarla, sahip olunan becerilerle ve sunulan hizmetlerle orantılı olmayan yüksek kazançlarla ödüllendirilirken diğer taraftan  bireyi ve grupları denetleyecek ve dengeleyecek baskı toplulukların olmaması ahlaki ve ve sosyal kargaşalara yol açmaktadır.

Birkaç yıldır Bozcaadalılar, adada yıllar önce pek şahit olunmayan hırsızlık, kavga, yaralama, fuhuş, uyuşturucu, eşkiyalık gibi kanunsuzlukların nasıl oluyor da ortaya çıktığına hayret ediyorlar.

Kolay bir açıklama ile tüm bunların "dışarlıklılar" tarafından yapıldığını söylüyorlar. Ama baktığımızda bunu açıklamayı yapanlar genelde "dünün dışarlıklıları", "yörükleri" ya da "tutunamayanları"dir. Yani adaya 40-50 yıldan bu yana adaya yerleşmiş ve artık kendini "adalı" olarak tanımlayanlar ve algılayanlardır. Yukarıda saydığımız kanunsuzluklara karışanlar arasında da bunların ikinci ya da üçüncü nesillerinin sayısının hayli yüksek olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.

Drucker insanoğlunun kentleşme serüvenini anlatırken "Kentte çok parlak bir -yüksek kültür- vardı. Ama bu, pis kokan bir bataklığın üzerindeki kağıt helva inceliğinde bir tabakaydı", demektedir.  Bozcaadada bu bataklığın pis kokuları zaman zaman herkesi rahatsız edecek düzeye gelmekte ancak görmezlikten gelinmekte ve "bu koku dışarıdan geliyor" denilmektedir.

Drucker de diğer tüm toplumbilimciler gibi çözümün sadece sosyal sektör, yani hükümet dışı, kar amacı gütmeyen kuruluşların şu an ihtiyacımız olan toplulukları yaratabileceğini söylüyor. Sadece sosyal sektör halkın vatandaşlık ihtiyaçlarını karşılayabilir - gençlere ve bireylere fırsatlar sağlayarak fark yaratabilecekleri bir alan ve taleplerini ortaklaşa dile getirebilecekleri bir kanal oluşturabilir.

Stadtluft  macht  frei!
(Şehir havası insanı özgürleştirir.)
İnsanı insan yapan denetleyici kurumlar ve topluluklar olmazsa özgür kalan şey içimizdeki hayvan olur.

28 Eylül 2010 Salı

Mavrova nire Bozcaada nire? (Bozcaada Sirtosu)

Bozcaadanın yerlilerinden yaşı 50-60 ve üzeri olanlar düğün dernek olduğunda müzik yapanlardan hep "sirto" çalınmasını isterler. Genellikle bu istekleri yerine gelmez. Ama onlar ağızla mırıldanarak, "lay-lay" olarak sesle söyleyerek elele tutuşarak sirto "çekerler".

Eskaza müzisyenler bildikleri bir sirtoyu çalarlarsa, "hayır bu değil" derler ve yine "lay-lay" diye kendi sirtolarına başlarlar. Sirto her ne kadar yunanlıların ortak ulusal dansı olarak kabul edilse de tek bir sirto yoktur ve neredeyse -ege adalarında- her adanın kendi sirtosu vardır. Bozcaadanın da kendi sirtosu vardır.

İşin ilginç yanı diğer sirtolar genellikle 2/4 lük ya da 4/4 lük ritimli iken Bozcaada sirtosu aksak ritimlidir. Duruma göre 7/8 ya da 5/8 lik olarak çalınabilir. Bu nedenle oynamaya kalkan yaşlı adalılar başka sirtoları beğenmez ve oynamazlar çünkü onları bilmezler.

Bozcaada sirtosu artık Bozcaadanın kayıp kültürel değerlerinden biridir. Ne onu kemanıyla çalacak Meyhaneci Vasil var artık ne de oynayacak rum gençleri. "Gavur" dedikleri rumların oyununu oynamak da  göç öncesi çocukluklarını ve gençliklerini onlarla birlikte geçiren bözcaadalılara kalmış.

Oyuna kalktıklarında hepsinin yüzü ciddileşiverir birden. Yüzlerini okumaya kalktığınızda hüzün, pişmanlık, kaygı, sevgi, öfke, özlem ve söylemek istediğini söyleyememenin boğulmuşluğunu görürsünüz o ciddiyet maskesinin ardında.

Bazılarının gözünden yaşlar süzülüverir ve gizlice silmeye çalışırlar yanındakinin elini bırakarak. Göstermek istemezler gözyaşlarını. Halaydaki hiç kimse birbirinin yüzüne bakmaz. Herkes yere ya da ayaklarına bakar. Bu elele tutuşmuş kadın erkek yaşlı insanlar arasında sessiz ve ortak bir kader ve suçluluk birliğini hissedersiniz.  Gençler ise Bozcaada sirtosunu ne müzik ne de oyun olarak bilmezler. Tuhaf tuhaf bakarlar birden tuhaflaşmış yetişkinlerine.

Geçen gün bir düğünün sonlarına doğru "sirtocular" yine kalktılar. Lay-lay diye müzisyenlere müziği mırıldandılar. Müzisyenler de bu mırıltıdan sonra melodiyi benzettikleri "Mavrovadan aldım sünbül" türküsünü çalmaya başladılar. Bu melodi gerçekten Bozcaada sirtosuna benzemektedir. Aynı tadı vermese de sirto oyuncuları birkaç kez döndüler.

Mavrova nere Bozcaada nere.

Bozcaada sirtosu, bilenler bu dünyadan gitmeden müzisyenlerce kayıt altına alınmayı ve Bozcaada kültür tarihindeki yerini almayı hak ediyor ve bekliyor.

9 Eylül 2010 Perşembe

"Deliye Her Gün Bayram"

Başlık yine benim değil.
Yine Cengiz Bektaş Hocadan aldım.
Ne yapayım? O kadar güzel anlatmış ki Hoca!
Katılmamak, evet, tam da bu dememek elde değil.
Okuyalım:

İnanamıyorum...
Bütün ülke nasıl olur da bu kadar gün dinlenceye çekilir?
Olur mu böyle şey? Oluyor işte...
......................
Bayram da bayram... Deliye her gün bayram...
Bayram dedikleri de bayram olsa...
İnsanlığa sığacak şeyler mi bayramda olanlar? Ayrıntıya girmeye gerek yok...Hemen, ilk iki günde, yüzün üstünde kişi öldü, ondan da çoğu yaralandı.
Neden?

Maymunların bile yapabileceği gibi, bir tekerleği sağa sola çevirebilmek beceri sayılabilir mi? Bakalım sürücü belgesi almak isteyen kişi, yeterince insanlaşmış mı, akıl denilen şeyden payını alabilmiş mi?

Artık herkes biliyor bayram falan değil bu...
(Büyüklerin ellerini öpmek, onları yılda bir iki kez bile olsa sarıp sarmalamak, küslerin barışması, konu komşunun kucaklaşması, toplum yaşamının olumlanması değilmiydi bayram?)

Dinlencenin ilk günü: "Haydi az biraz açılalım" dedim eşime, oğullarıma... Haliç'in kıyısındaki "Rahmi Koç" müzesine götürdüm onları... İşleyim (endüstri) çağında, işleyimle ilgili, teknikle bilimle ilgili bir şeyleri görüp, geleceğe ışıklar yakabiliriz belki içimizde... Olur a...

Herşeyden önce iyi onarılmış, çağdaş bir işlev verilmiş (insan sıcağına kavuşturulmuş) tarihsel bir yapıya girmekle mutlanıyorsunuz elbette... Bu mutluluğu sonuna dek koruyabilmek için direndim de direndim... Beceremedim...

Fotograf aygıtından uçağa, buhar kazanından lokomotife, sandaldan gemiye, çağımızın bir çok buluşu sergileniyor müzede.

Onları, eskiden yeniye izlerken ayırımına varıyorsunuz ki, bizden, coğrafyamızdan, toplumumuzdan hiçbir buluş, küçücük bir yaratı yok... "Şu sofraya biz ne katmışız?" diye bakmaya görün...
İçinizi karalar basıyor, yüreğiniz daralıyor...

Yıllar yılı, otomobil parçalarını birbirine "şekilde gösterildiği gibi" bağlamaktan başka bir şey yapamıyoruz..."Haydi artık şunu biz de yapmayı deneyelim, bunca yıl maymunluk yeter!" Diyenimiz yok...
Her şeyimizi, ama her şeyimizi, kimilerimizin ayakkabılarını, giysilerini bile, başkaları bizim için yapıverirken, yollarımızda elbette bir günde yüzlerce kişi ölecek, ya da yaralanacak...

Önümde bir derginin Bilim Teknik eki duruyor. Yazmayı bıraktım, üşenmedim, içindeki "Bulmaca" daki sözcükleri saydım. Seksenbeş sözcük sorulmuş... Bunlardan yalnızca sekizinin karşılığı Türkçe... Yüzde on bile değil... Dilimize karşılığını bile koyamıyoruz artık, çağdaş teknik kavramların...
Neyse ki deliye her gün bayram...

25 Ocak 1999


Bu gün Bayramın ilk günü.
Adada yer gök insan ve araba.
İnsanlar İstanbuldan, Ankaradan, Tekirdağdan, Bursadan, Kocaelinden.
Arabalar Amerikadan, Almanyadan, Japonyadan, Fransadan.
Çinden bile var.

Adada Rum mahallesi, Rum evleri, Rum müziği...
Rum usulu balık, kalamar, ahtapot, kurabiye....
Ama Rum yok.

Adada Adalı Türk esnaf da eser miktarda.
"İşletmeciler" İstanbullu, "işletilenler" de "İstanbullu."
Neden birbirilerini gelip taaa Adada "işletiyorlar?"
Henüz tüketilmemiş adayı da çiğneyip çiğneyip tükürüverecekleri gün çok mu uzakta dersiniz?
Marmarayı lağıma, Karadenizi bulaşık suyuna çevirdikten sonra sıra buraya geldi anlaşılan.

Pek tuttuğum bir sözcük değil ama "çakma" tam da Adaya oturuyor şu günlerde.
Çakma turistler.
Çakma turizmciler.
Çakma bayramlar.

Adanın çakma turizmine devam edeceğiz.

İyi bayramlar...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Oyunbozan: Haluk Şahin'le Bozcaada Polemiği (1)

Oyunbozan: Haluk Şahin'le Bozcaada Polemiği (1)

"İnsanlık Adına"

"İnsanlık Adına" üstad-mimar, halk yapı sanatının en yetkin isimlerinden biri olan sevgili Cengiz Bektaş Hocanın "Kentli Olmak ya da Olmamak" adlı kitabında yer alan bir yazısının ismi. Yazı 1998 yılı nisan ayında bir bayramdan sonra kaleme alınmış. Cengiz Hoca bu yazısında, bayramda, kendi de yaşadığı Gürenin bir dağ köyündeki "turist" davranışlarını anlatıyor.

Yazıda geçen "köy" yerine Bozcaada, "alan" yerine Bozcaadaki meydanı, "köylü" yerine Bozcaadalı kelimelerini koyarak okursanız dersiniz ki Cengiz Bektaş Hoca Adayı anlatmış.  En güncel haliyle... Hoca bayramdan sonra yazmış, ben bayramdan önce yazıyı aldım. İki gün sonra bir de bu gözle bakın diye...

Yazıyı okuyalım.

"İnsanlık" Adına...

Köyün bir tanecik alanı var.
Çok seviyoruz...
Orada birbirimizi buluyoruz çünkü...
Ağaçları, çiçekleri, havuzu, çeşmesi, dağ çayları, da sunan çayhanesiyle bir park orası...
Köyün oturma odası...
Yerleşmenin alanını, "resmi geçit" ya da "trafik" yeri sanan günümüz yöneticilerine, onların isteklerine uyan tasarımcılarına bir karşı yanıt gibidir köyümüzün göbeği...
Belediye, hemen tüm dükkanlar (bakkallar, kasaplar,berberler) fırın, PTT, parti odaları, korumalar; kısaca tüm ortak kullanımlar bu alanın çevresindedir. Yapılarla ortadaki parkın arası tek yönlü yol... Tam bir çember çiziyor. Üzerinde "park" etmek yasak... Az ötede (neredeyse bitişikte) otopark var.

Adam ta İstanbuldan kalkar, bunun için gelir sanki...
Arabasını yolun ortasında bırakır, bakkala girer alışverişini yapar. Köylümüz sabırlıdır bekler...
Arabanın kapısı ve arabesk müziği açıktır. İçinde "eşofman"lı insanlar vardır... Eşofman çıkmamış olsaydı pijamalı olacaklardı besbelli... Çevrelerine, insanlara en küçük saygıları yoktur...

Ne olacak canım, takılma!
Takılmayacağım ama, dediğim gibi, tüm köyü işlemez duruma sokuyorlar... Köylülerin de bir şey söylemediği, bu köylü kalamamış, kentli olamamış insanlar, köyleri, kentleri, yolları, her şeyi tıkıyorlar.  Yaşamı zorlaştırıyorlar.

Tek ölçütleri var: Çıkarları... Alacaklarına göre yönleri çok kolay değişiyor. Ne sözlerine, ne oylarına, hiç bir şeyine güvenmek olası değil... Ayakları, kökleri yerden kopmuş bir kez...

Kedi gibi davranabilirler, dikenli bir bitki gibi de... Hem korkaktırlar hem de kavgacı... Tutarlı değer yargıları, davranış ölçütleri yoktur. Söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmaz.

Çok kısa görüşlüdürler... Yollarda izlerinde gidip dururlarken birden sollayanlar, ya da tekerleri bankette tozu dumana katarak, önündeki aracı sağından geçenler bunlardır. Ancak kuralları çiğneyerek kendilerini kanıtladıklarını sanırlar. Her türlü kuralı çiğneyip; polis durdurunca da bin dereden su getirenler, yalvaranlar, "rüşvet"e zorlayanlar bunlardır.

Genellikle İstanbul plakalıdırlar. Gençliğimde İstanbul plakası saygı uyandırırdı, şimdilerde görmemişliğin, densizliğin, utanmasızlığın simgesi gibi...

Bu son bayramda ölen ikiyüzün üzerinde insanın büyük bölümü bu türlü kişilerin kurbanlarıdır. Bir kişinin "sürücü belgesi" alabilmesi için önce insan olması gerekmez mi? Bir çok ülkede psikologlar da girer devreye sürücü belgesi alabileceklerin saptanmasında...

Öyle ya, kişi en az insanlık niteliklerine ulaşmış mı bakalım?

20 Nisan 1998

3 Eylül 2010 Cuma

Tenedos-Bozcaada: Adada Fısıltı Gazetesi

Tenedos-Bozcaada: Adada Fısıltı Gazetesi

Adada Fısıltı Gazetesi

Seneler evvel, daha önce duyurulan ve herkese açık bir toplantı yapmıştık.

20-25 kişilik küçük bir grup sıradan insanlar katılmıştık.

Herkesi ilgilendiren bir konu ve onunla ilgili sorunlar konuşulmuştu.

Konu ile ilgili kurumdan katılanlar pek dertlenmiş, şikayet ve eleştirilerini dile getirmişlerdi.

Herkes içtenlikle fikrini, yaşadıklarını, dileklerini anlattı.

Sorunlar ve konu önemliydi ve acaba ne yapılabilir diye düşünmüştüm.

Bu nedenle konuşulanları derleyip toplayıp yazılı hale getirmiş ve özel bir internet çevriminde paylaşmıştım.

Ertesi gün sabahtan en yüksek yönetici tarafından  "makama" davet edildim.

Bir gün önce konuşulanlar sorgulanmış ve "bir daha olmasın böyle kalkışmalar" tonunda "ihtar" almıştım.

"Bir daha olmasın" kısmı tabi sadece eleştirilerdi.

Aynı gün konu birden öyle dallandı budaklandı ki, toplantıya katılanlar gördüklerinde birbirine korkuyla,

"Haberin var mı konuşulanları teybe almışlar, internette yayınlamışlar, katılanları tek tek sorguluyorlarmış" diye fısıldıyordu.

Öğleden sonra bana ilk fısıldandığında önce ben de korkuyla irkildim.

"Kim?" sorusu aklıma ilk hücüm eden soruydu?

Kim teybe kaydetmiş ve internette yayınlamış olabilirdi?

Tüm katılanları zihmimden geçiriyor, hiç kimse için "yapmıştır" diyemiyordum.

Ve bir an sonra kahkahayı bastım.

Ben kaydetmiştim tabi ki.

Ama teybe falan değil.

Düzgün biçimde konuşulan konuları, eleştirileri ve görüşleri not haline getirmiş ve üye sayısı kısıtlı bir grupla paylaşmıştım.

"Çok yüksek amir" de buradan okumuş ve beni çağırmıştı.

Yanından çıkınca sadece onun yanındaki "en yakınlarına" görüşmeyi anlatmıştım.

Ve aynı gün içinde akşamüstü fısıltı beni bile ürpertecek biçimde bana gelmişti.


Tüm bunlar bu akşamüstü aklıma geliverdi.

Nedeni dünden beri adada dolaşan bir başka fısıltı.

"İstanbullu" (bilmeyenler için not: adalılar için tüm turistler ve dışarıdan gelenler istanbulludur) bir doktor,

balıkhane ya da lokantalardan birinde oturur ve balık ismarlar.

Kendisine "kalkan" diye vatoz yedirilir.

Bunu farkeden doktor adisyonu aldığı gibi soluğu savcılıkta alır.

Şimdi gelelim sorulara.

"İstanbullu doktor" adada kalkan olmadığını bilmez mi? Bilirse niye sipariş verir?

Diyelim ki bilmez, balık önüne gelince de mi anlamaz?

Diyelim ki anlamadı peki yedikten sonra nasıl anlar da soluğu savcılıkta alır?

Tüm bu soruların cevabını bilmiyorum.

Merak da etmiyorum doğrusu.

Ama fısıltı gazetesinin gücünü biliyorum.

İşletme adı telafuz edilirse yandı. Edilmezse hepsi yandı,

Ada da yandı aslında.

Çünkü:

Daha sonra yaptığımız toplantılara "o" toplantıya katılanlar bir daha hiç katılmamıştı.

29 Ağustos 2010 Pazar

Adada Sabah Kahvaltısı

Yaz günlerinde terketmek zorunda kaldığım bir keyfi bu sabah yaşayayım dedim...
Fırından az börek alıp Çınaraltına gittim. Güç bela boş bir masa buldum.
Ama o da ne?
Börek kışınki lezzetinde değildi. Tatsız tuzsuz olmuş.
Gelen çay ise zehir gibiydi.
Yan masalara göz attım.
Bir çift tabaklarındakini be bardaklarındakini olduğu gibi bırakıp kalktılar.
Garsonla konuşurlarken kulak misafiri oldum. Oldukça yüklü bir parayı ses çıkarmadan  ödediler.

İşte yazın Ada bu.

Basından izlediğim kadarıyla, diğer turistik yerler de farklı değil.
Kitle turizminin girdiği her yer böyle: herşey kalitesiz ve pahalı.

Bunun ekonomik ve sosyolojik birçok nedeni var biliyorum.
Ama temeldeki nedenlerden biri galiba psikolojik olan:
Bizim toplumumuzdaki bireyler "hayır" demeyi bilmiyorlar. Hiç öğrenemiyorlar çünkü daha küçük yaşlardan.
Önce ana babaya, sonra öğretmene, sonra büyüklere, sonra amirlere, yöneticilere "hayır" de de gör gününü...
 Bakıştan azarlamaya, dayaktan sürgüne birçok cezası var "hayır" demenin.

Dolayısıyla esnaf:
"hayır yerimiz yok" demek yerine iki masa daha atıyor.
"hayır çayımız yok" demek yerine demlenmemiş çayı sunuyor.
"hayır servis veremiyoruz" demek yerine evde kendi suyunu kalkıp almayan adamlar ya da çocuklara servis yaptırıyor.

Dolayısıyla "turistler":
"hayır bu yemek yenmez" diyemiyor.
"hayır bu servis kabul edilemez" diyemiyor.
"hayır bu fiyat kabul edilemez" deyip kalkmıyor.

Bedelini ödüyor ve gidiyor.
Bedelini hepimiz ödüyoruz-bu korkunç öğrenilmiş çaresizliğin.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Başkanın Talihsiz Demeci

Başkan deniz otobüsü ile yazın gelenlerin Adaya bir fayda sağlamadıklarını, yiyecek ve içeceklerini yanlarında getirdiklerini, güneşlenip denize girip bir de çöplerini bırakarak adadan ayrıldıklarını dolayısıyla esnaf ve otel pansiyon sahiplerine bir faydalarının bulunmadığını, bu nedenle de deniz otobüsü seferlerinin yaz sezonu için gözden geçirileceğini söylüyor özetle.

Tam bir "tut kelin perçeminden" durumu.

Hiç kimsenin seyahat özgürlüğünü kısıtlayamazsınız, biiiiiiiiiiiiir.

Deniz otobüsü seferleri konulsun diye çaba gösterenlerin başında başkan geliyor, ikiiiiiiiiii.

İnsanların adaya geliş amacı esnafı ve pansiyon otel sahiplerini zengin etmek değildir üüüüüüüüüç.

(Neden insanlar yiyecek hatta içeceklerini dışardan getirme gereği duyarlar acaba?)

Yıllardır sürdürülebilir bir turizm politikası oluşturmayıp insanları "adanın temiz deniz ve muhteşem plajlarına" çağırmayı marifet saymanın sonuçları bunlar dööööööööööört.

Çöp kutusundan kanalizasyonuna, yollarından su şebekesine "saldım çayıra mevlam kayıra" bir alt yapı oluşturma ve sürdürme gafletinin meyveleri bunlar beeeeeeeeeeeeeş.

Eminim saymaya kalksanız, daha çok sayarsınız.

Fazla lafa gerek yok.

En güzel resimler anlatır: (Başkanın demeci tahrik etti doğrusu paylaşmak için!)


Belediyenin arazözü foseptikten çektiğini göztepenin altına boşaltırken!



Kanalizasyon arka denize akarken!


Kanalizasyon suları yollarda akarken! Esnaf yolları kaparken!

Daha binlerce resim var.

Kötü yönetimi belgeleyen.

Ve  "bir kısım Bozcaadalı" hiç ama hiç utanmıyor.

8 Ağustos 2010 Pazar

Fırsatlar ve Fırsatçılar Adası Bozcaada

Bozcaada geçen yıl dünyanın en güzel 4. adası seçilMİŞ.
Bozcaadanın gerçekten de öyle olma şansı var eğer fırsat verilirSE.
Kimin tarafından mı?
Fırsatçılar tarafından.
Şu anda memlekette enflasyon yok.
Ama adada birçok şeye yüzde yüz zam var.
En taze örnek çınaraltı kahvesi.
Cumartesi oldu zam oldu.
Hafta bitti ya.

Anlayış şu:
Akarken pahalı satalım çok kazanalım.
 Fiyat turiste göre.
Çok para kazanınca karşıdan ev alalım orada oturalım.
Yaz gelince adaya gidip dükkanları açalım. Yine kazanalım ve bir araba alalım.
Öbür yaz yine gelip dükkanları açalım ve para kazanalım.
Turistler de zaten dışarıdan geliyor.
Garsonlar da, bulaşıkçılar da, işletmeciler de, domates-biber-patlican da, balık da rakı da.
Yani turistlerle birlikte geleceğiz ve dükkanları açacağız.
Turistlerle birlikte de gideceğiz.
Onlar kazıklanmış ve mutlu.
Biz kazıklamış ve mutlu.
Aynı gemiyle karşıya geçeceğiz.
Bir dahaki sezona kadar.
Seneye hep birlikte yine adaya geleceğiz.
Kimbilir bir gün gelir, gelirken üzümümüzü ve şarabımızı da getiririz gelirken.

Ada koca bir tatil köyü oldu.
Kapısı sezondan ve bayramdan bayrama açılan.
Adalılar mı?

Yazarın dediği gibi '' o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler''.