6 Eylül 2010 Pazartesi

"İnsanlık Adına"

"İnsanlık Adına" üstad-mimar, halk yapı sanatının en yetkin isimlerinden biri olan sevgili Cengiz Bektaş Hocanın "Kentli Olmak ya da Olmamak" adlı kitabında yer alan bir yazısının ismi. Yazı 1998 yılı nisan ayında bir bayramdan sonra kaleme alınmış. Cengiz Hoca bu yazısında, bayramda, kendi de yaşadığı Gürenin bir dağ köyündeki "turist" davranışlarını anlatıyor.

Yazıda geçen "köy" yerine Bozcaada, "alan" yerine Bozcaadaki meydanı, "köylü" yerine Bozcaadalı kelimelerini koyarak okursanız dersiniz ki Cengiz Bektaş Hoca Adayı anlatmış.  En güncel haliyle... Hoca bayramdan sonra yazmış, ben bayramdan önce yazıyı aldım. İki gün sonra bir de bu gözle bakın diye...

Yazıyı okuyalım.

"İnsanlık" Adına...

Köyün bir tanecik alanı var.
Çok seviyoruz...
Orada birbirimizi buluyoruz çünkü...
Ağaçları, çiçekleri, havuzu, çeşmesi, dağ çayları, da sunan çayhanesiyle bir park orası...
Köyün oturma odası...
Yerleşmenin alanını, "resmi geçit" ya da "trafik" yeri sanan günümüz yöneticilerine, onların isteklerine uyan tasarımcılarına bir karşı yanıt gibidir köyümüzün göbeği...
Belediye, hemen tüm dükkanlar (bakkallar, kasaplar,berberler) fırın, PTT, parti odaları, korumalar; kısaca tüm ortak kullanımlar bu alanın çevresindedir. Yapılarla ortadaki parkın arası tek yönlü yol... Tam bir çember çiziyor. Üzerinde "park" etmek yasak... Az ötede (neredeyse bitişikte) otopark var.

Adam ta İstanbuldan kalkar, bunun için gelir sanki...
Arabasını yolun ortasında bırakır, bakkala girer alışverişini yapar. Köylümüz sabırlıdır bekler...
Arabanın kapısı ve arabesk müziği açıktır. İçinde "eşofman"lı insanlar vardır... Eşofman çıkmamış olsaydı pijamalı olacaklardı besbelli... Çevrelerine, insanlara en küçük saygıları yoktur...

Ne olacak canım, takılma!
Takılmayacağım ama, dediğim gibi, tüm köyü işlemez duruma sokuyorlar... Köylülerin de bir şey söylemediği, bu köylü kalamamış, kentli olamamış insanlar, köyleri, kentleri, yolları, her şeyi tıkıyorlar.  Yaşamı zorlaştırıyorlar.

Tek ölçütleri var: Çıkarları... Alacaklarına göre yönleri çok kolay değişiyor. Ne sözlerine, ne oylarına, hiç bir şeyine güvenmek olası değil... Ayakları, kökleri yerden kopmuş bir kez...

Kedi gibi davranabilirler, dikenli bir bitki gibi de... Hem korkaktırlar hem de kavgacı... Tutarlı değer yargıları, davranış ölçütleri yoktur. Söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmaz.

Çok kısa görüşlüdürler... Yollarda izlerinde gidip dururlarken birden sollayanlar, ya da tekerleri bankette tozu dumana katarak, önündeki aracı sağından geçenler bunlardır. Ancak kuralları çiğneyerek kendilerini kanıtladıklarını sanırlar. Her türlü kuralı çiğneyip; polis durdurunca da bin dereden su getirenler, yalvaranlar, "rüşvet"e zorlayanlar bunlardır.

Genellikle İstanbul plakalıdırlar. Gençliğimde İstanbul plakası saygı uyandırırdı, şimdilerde görmemişliğin, densizliğin, utanmasızlığın simgesi gibi...

Bu son bayramda ölen ikiyüzün üzerinde insanın büyük bölümü bu türlü kişilerin kurbanlarıdır. Bir kişinin "sürücü belgesi" alabilmesi için önce insan olması gerekmez mi? Bir çok ülkede psikologlar da girer devreye sürücü belgesi alabileceklerin saptanmasında...

Öyle ya, kişi en az insanlık niteliklerine ulaşmış mı bakalım?

20 Nisan 1998

Hiç yorum yok: