Mitoloji insanoğlunun yeryüzündeki serüveninin
hikayeleridir.
Hikayelerdeki adları
değiştirdiğinizde bugün geçen bir olay anlatılıyor zannedersiniz bazılarında…
Öylesine tarih içerisinde kalıcı çizgileri öne çıkarırlar…
Mani ve depresyon mitolojik ve
antik çağlardan beri bilinmekte ancak 19. yüzyıl sonlarına kadar ayrı insanlık halleri olarak değerlendirilmekteydi.
Diyonisos’un aylarca süren “şenliklerini” okuduğunuzda, bir mani dönemini anlatan yeni
yazılmış hikaye ya da akademik kitabı okuyorsunuz zannedersiniz.
Ancak 1854 yılında J. Falret ve
J. Baillarger bu iki duygudurumunun birbirini izlediğini ve bağlantılı
olduklarını tespit etmişlerdir. Falret’in “la folie circulaire”, Baillarger’in “folie
a double forme”, daha sonraları K. Kahlbaum’un (1882) “cyclothimia” ve nihayet
1896 yılında E. Kraepelin’in “manishdepressive” olarak tanımladığı durum
günümüzde bipolar bozukluk ya da en bilinen adıyla manik-depresif hastalık
olarak özellikle dinamik ve varoluşçu psikyatrinin ilgi alanı içerisinde
yer almaktadır.
Psikyatri ya da psikolojinin
birer bilim alanı olup olmadıkları ile ilgili bilim felsefesi tartışmalarına
girmeden/onlar bir yana, bu birbirine bağlı iki duygu durumunun gerçekte
yaygınlığı hiç de az değil.
Dünya Sağlık Örgütünün verilerine
göre göre 21. Yüzyılın ilk on yılındaki yaygınlığı genel nüfus içerisinde % 3. Oxford Textbook of Psychiatri (2011) de yer
alan verilere göre gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu oran çok daha
yüksek: hastalanma olasılığı erkekler için % 3-12 ve kadınlar için % 20-26.
Bu rakamlar bilimsel
araştırmalarla tespit edilen ve daha çok bireysel tedaviye yönelik çabalarla
ilgili araştırma bulgulardır.
Asıl konuya geçmeden önce bir
araştırma bulgusuna daha değineceğiz. Bu da manik-depresif bozukluğun tespit
edilen genetik bir temelinin bulunmadığıdır. Ancak bu bozukluğun ailede
bulunması durumunda ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olduğu gerçeği bize, organik
temellerinin yanısıra, genetik geçişliden çok sosyo-genetik geçişli olduğunu
düşündürtmektedir.
Sadede gelmeden önce, birazcık
daha tarih bilgisi…
Bireyler gibi, toplumların da hastalanabileceğine
ilişkin görüşler özellikle tüm dünyayı saran ve etkileyen, çok geniş çaplı ve
yıkıcı, insanoğlunun en karanlık ve şeytani yanlarını ortaya çıkaran iki dünya
savaşının ardından dile getirilmeye ve tartışılmaya başlandı.
F.Oppenheimer, H. E. Richter, H.
Marcuse, M. Horkheimer, Adorno gibi özellikle Frankfurt Okulunun kurucu ve
ardıllarının başlattığı tartışmalara psikiyatri, toplumbilimi, teoloji, antropoloji
gibi felsefe dışındaki alanlardan (E. Canetti, E. Fromm, I. Illich gibi) da
destek geldi. Birey gibi aileler ve bir
bütün olarak toplumların da “akıl tutulmasına” uğrayabileceğini ve
hastalanabileceğini vurguladılar. Toplum ve toplulukların bazı ortak karar ve
davranışlarının başkaca bir açıklamasının olamayacağının altını çizdiler.
Bireylerdeki tipik mani
sendromunun üç temel semptomu bulunmaktadır:
- 1. Yükselen
ruh hali - duygudurumu
- 2. Artan
aktivite - hareket düzeyi
- 3. Artan
düşünme hızı
Bu semptomları gösteren insanlarda
genellikle:
1- Benlik
saygısında abartılı bir artma (Kendine aşırı güvenme – kendini çok güçlü
hissetme)
2- Uyku
ihtiyacının azalması
3- Her zamankinden
daha fazla konuşma ya da konuşmaya isteklilik.
4- Fikir
uçuşmaları (sıçramaları) ve düşüncelerin sanki yansıyor gibi birbirini izlemesi.
5- Dikkat
dağınıklığı (yani, dikkat önemsiz ya da ilgisiz bir dış uyaranla kolaylıkla
dağılabilir)
6- Amaca
yönelik etkinlikte artma (toplumsal, iş ya da okul, cinsel açıdan), ajitasyon.
7- Kötü
sonuçlanması ihtimali yüksek; zevk veren etkinliklere düşüncesizce atılma
(Örneğin elindeki bütün parayı harcama, cinsel girişimlerde bulunma ya da
aptalca iş yatırımları yapma)
8- İş yaşamı,
sosyal yaşam ve özel ilişkilerde önemli ölçüde bozulma ve durumun başkalarınca da
fark edilebilmesi; görülür. (Amerikan Psikiyatri Birliği, Mental Bozuklukların
Tanısal ve Sayımsal El Kitabı (DSM IV – 1998)
Bireylerdeki tipik depresyon
sendromunun da üç temel semptomu bulunmaktadır:
- 1. “Yerlerde
sürünen” ruh hali - duygudurumu (distimia)
- 2. Azalmış
aktivite - hareket düzeyi
- 3. Azalmış
düşünme hızı
Bu semptomları gösteren
insanlarda genellikle:
1. İçine
kapanma ve sadece kendisi ile ilgili olma, kişisel aşırı duyarlılık,
alınganlık,
2. Kendini
üzgün, endişeli ve değersiz hissetme,
3. Derin
bir umutsuzluk, değersizlik ve kötümserlik,
4. İntihar
düşünceleri ve eğilimi,
5. Günlük
zorunlu aktivitelere karşı bile ilgisizlik ve isteksizlik,
6. Unutkanlık,
dikkatini toplayamama ve karar vermede güçlük,
7. Uyku
bozukluğu ve sinirlilik hali,
8. Sebepsiz
ağrılar ve aşırı kilo alma ya da verme görülür.
Yukarıda özetle anlatılan iki
farklı ancak sebep-sonuç gibi birbirini izleyen ruh durumu ile ilgili önemli
bir tespit daha var ki bu yazının ana temasını oluşturmaktadır. Mani genellikle yaz aylarında, depresif hal
ise kış aylarında görülmektedir.
Şimdi, kendinizi Göztepe’nin üstüne
çıkıp, rahat rahat oturmuş Ada’yı gözlemlerken hayal edin bir an…
Görecekleriniz:
Yaz başlarken heyecan ve neşe
içinde insanlar akın akın arabalarla, otobüslerle, yürüyerek gemiden inip
iskele caddesinden tüm adaya dağılırlar. Herkeste bir coşku, iyimserlik,
abartılı selamlaşmalar, kahkahalar ancak en ufak bir aksilikte ise kavgaya
dönüşüveren sinirlilik ve tartışmalar, klakson ve bağırışan insan sesleri …
Her yerde, hayat yemekten
ibaretmiş gibi, sabah mükellef pişili 10 çeşit reçelli ve daha neli neli
kahvaltı sofraları… Öğlen-ikindi çaylı kahveli börekli çörekli atıştırmalar.
Akşam ise rakılı şaraplı, zeytinyağlı mangallı, ithal kalamarlı - kültürlü
balıklı uzun soluklu sofralar…
Arabalar, traktörler, minibüsler
ve motosikletler, merkez – Ayazma, Ayazma – merkez, merkez - Polente, Polente –
merkez ve diğer yollarda, TEM otoyoluna yakışır hızlarda birbirini çiğnercesine
bir akış içerisinde…
Herkes koşturma ve konuşma
halinde…
Özellikle Ada’ya ilk defa
gelenler “adalılara” bir mitoloji kahramanına bakar ve dinler gibi bakmakta ve
dinlemekte, birçoğu da “eh, madem bu rol verildi demek ki öylemişim” diye
düşünürek anlatmakta, anlatmakta…
Abartılı gelecek ama şu
diyaloglar gerçek:
- - Siz esas nerelisiniz?
- - Adalıyız.
- - Peki bu kale ne zaman yapılmış?
- - Bilmem, biz geldiğimizde vaadı...
Ya da;
- - Migros nerede?
- - Bak şimdi… Şuracıktan çık, sağa dön, karşına eski
bir ev çıkcek, oradan aşarı doğru gidivee görcen…
Adaya birden çok defa gelenler
ile diyaloglar genellikle neyin değiştiği neyin değişmediği, nerenin iyi-kötü,
pahalı-ucuz, neyin güzel- çirkin olduğu ile ilgili…
“Yazlıkçı adalılar” ve “adalı
yazlıkçıların” “mevzuları” ise daha “derin”;
Kanalizasyon, trafik, sonradan
gelenler, pahalılık, pazar yeri, çöpler, hayvanlar, havalar, ustalar etrafında
dönen ve “Ne olacak bu adanın hali” ile biten monologlar…
Yaz dönemi “hızlanmanın” olduğu
bir diğer alan “aktivite”ler.
Toplantılar, sergiler, festivaller, bir daha
toplantılar, sergiler, festivaller…
İlanlar, bildiriler, kararlar…
Etkinlik ve konuşmalarda “ada
sevgisi”nin boyutu adeta ürkütücü…
Ada “Şirin” insanlar Ferhat…
Ada oltar, insanlar onun için
hayatını kurban etmeye hazır aşıklar…
Cek-cak.. Cağız-ceğiz..
Yaz tarifesinin son gemisi, mani’nin
bitip depresif ruh haline geçişin simgesi adeta.
Ada sakin, rüzgar sakin, insanlar
sakin…
Ekim sonu ile “yok”lar
başlamakta.
Hareket yok, konuşma yok, “ada
aşkı ve aşıkları” yok.
Kedi ve köpeğiyle birlikte
sayıldığında 500-600 kişiye düşen ahali evine kapanmakta.
Kedi ve köpekler bile birer saat
aralıklarla caddede karşıdan karşıya geçmekte mecbur kalınca.
Daha gün kararmadan cadde ve
sokaklar dışarı çıkma yasağı varmışçasına bomboş.
Mahallelerdeki evlerde tek tük
ışıklar şaşkın şaşkın yanmakta.
Güneşli güzel günlerde Çınaraltında
oluşan iki-üç masada diyalog, filimdeki gibi:
- -Nabiyon?
- - İyi.
- - Sen nabiyon?
- - İyi.
- - Geçiniyoz işte…
- - Yaşıyoz işte...
Yazın cek-cak, cağız-ceğiz diyen ve adada kalan az sayıda
mitoloji kahramanına yazınki söylem ve söylevlerini hatırlattığınızda, size, neden adada hiçbir şeyin olamayacağını, değişemeyeceğini ve
yapılamayacağını isteksizce özetlerler.
Dikkatlice söylediklerini dinlerseniz
ve analiz ederseniz “acı gerçekle siz de karşılaşırsınız”: Neden kendisi değil,
kendisi dışındaki diğer mitoloji kahramanı ya da kahramanlarıdır.
“Onunla” ya da “onlarla” da baş
edilemez zaten.
"Diğerleriyle de bir iş olmaz zaten".
Yaklaşık yarım asırdan öncesinde Ada’da
oluşan bu duygudurumu her geçen yılla birlikte şiddetini arttırmakta.
Tedavisi vardır ve bir an önce
başlanmalıdır.
Son Söz: Yarı hekim candan, yarı imam imandan eder.