3 Şubat 2011 Perşembe

Bozcaada İmar Koruma Planı - Bitmeyen Semfoninin Yeni Sayfası

Dün nihayet, yılan hikayesine dönen Bozcaada İmar Koruma Planının küçük bir bölümü - 1/25 binlik bölümü Meclise geldi.

Bu bölüm ile ilgili top şimdilik mecliste. Bakalım top nasıl ve nereye dönecek.

Hepimiz birlikte göreceğiz.

Bozcaada Belediye Meclisi bildiğiniz gibi dört siyasi partinin temsilcilerinden oluşmuş durumda. 

Bu güne kadar adadaki siyasi parti teşkilatlarının kamuoyuna açıklanmış, plan ile ilgili beklenti ve önerileri olmadı.

Planın tartışılması sırasında bu teşkilatların görüşlerini duymayı umuyoruz. Tabi ki bu görüşlerin ne olduğu kadar nasıl oluşturulacakları da önemli.  Bu görüşlerin uzlaşma ile seçmen gruplarının çıkarlarını mı yoksa kişisel çıkarları mı yansıtacağını hep birlikte göreceğiz.

Bu kararlar Bozcaadanın sosyal, ekonomik ve ekolojik geleceğinin temeli olacak.

Yasal sorumluluk seçtiğimiz yöneticilerin. Ahlaki sorumluluk ise başta onları seçen bizler olmak üzere hepimizin.

1 Şubat 2011 Salı

Neden Bozcaada? Tayfur SANLIMAN

Ey Deniz!...
Bu güzelleme yi götür Lefkofris'in bekareti, Tenedos un üzümü, Bozcaadanın inciri ile beraber Truvalı Helen in ayaklarına ser...Ser ki rüzgarın oğlu Kaikias deli aşıklar gibi essin...

1985 Kasımı ortalarında Bozcaadayı Yakar Kaptanın teknesinden ilk kez seyrettiğimde, neden Boz değilde Bozca diye geçirdim içimden...

Bu güzel kızın tüm güzelliklerini birden sergilemek istemediğini anlayabilmem için on yıl kadar geçmesi gerekti...

Bu on yıldan sonra bağları, ormanları, zeytin, iğde ve incir ağaçları ile bu minik kraliçenin isminde yeşil renge gönderme yapan bir sıfat neden yok diye düşündüm...

Bir on yıla yakın süre de bu güzel kızın başında esen sevda yellerini tanıyıp sevebilmem için geçti. Bazen deli bazen akıllı esen Poyrazı, bazen döven bazen okşayan Lodos u benim de başımda esen yeller oldu. Daha da ısındım o na...

2000 i iki geçe, 21.yüzyılın başlarında atölyelerimizi adaya taşıdığımızda çok sevdiğim eşimle birlikte anladık ki biz bu güzel kızdan ayrı olamayız...

Adını siz nasıl anarsanız anabilirsiniz, bir memesi Ayazma Tepesinde, bir memesi Habbele de, güzelim saçlarını Ayana dan Ege ye salmış, bacakları Kale üzerinden aşmış, minicik ayakları İğdelik te, bu güzel kız, güzelim Ege de yıkandığı her gecenin sabahında yeniden doğar. Yeniden güzelleşir. Ve güzelliğini O nu sevenlerle cömertce paylaşır...

Şimdi dilerseniz sizde, gönlünüzce düzenlediğiniz bir güzellemeyi verin Ege ye uçan kuşlara, mutlaka eline geçer.. 

Sevişebilirsiniz.

Kimbilir...?


Kasım 2008   BOZCAADA

Adalı Olmak... Aslı Dinçoğlu YAVAŞ


Nedir adalı olmak?
Kimdir gerçek adalı?
Burada doğmak, büyümek, yaşlanmak mı? Dedelerinin, ninelerinin mezarlarının bu toprakta olması mı? Uçsuz bucaksız bağlara, toprağa sahip olmak mı? Ya da sahip olduğun küçük bir toprak parçası yeter mi adalı olmaya? Kaç yıl geçmeli Bozcaadalı olmak için… Üç yıl beş yıl on, yirmi yıl, bir nesil, 3 nesil .. Nedir adalı olmayı sağlayan?

Geçmişine, köklerine sığınıp, atalarından kalan mirasa güvenerek sadece varlığını sürdürebilmek için adada yaşayan mı, yoksa bir tutkuyla adaya bağlanan ve tüm enerjisini onu sevmeye harcayan, bir bebek gibi onu koruyup kollamaya çalışan, mecburiyetten değil onu sevdiği, bağlandığı, hatta tutkunu olduğu için adada yaşayanlar mı gerçek adalı.

Ben muhteşem, herkese yaşamanın kısmet olmadığı bu mucizevî adada doğdum. Çocukluğumu doyasıya yaşadım. Adadan tek ayrılığım eğitim yıllarımı kapsayan süreçti. Ama hiçbir zaman kent yaşamına ait olmadım olamadım. Alışamadım insanların birbirinden kopuk olduğu, bir selamı esirgediği şehir hayatına.. Kendimi bildiğim andan itibaren hep burada yaşamayı, evlenmeyi, çocuğumu burada büyütmeyi, bu küçük ailenin bir üyesi olmayı hayal ettim.. Benim tercihim belki bir alışkanlık belki kolay olanı seçme belki de bir mecburiyetti. Sebebi ne olursa olsun şu anda adada yaşamaktan mutluluk ve heyecan duyuyorum.

Son yıllarda çınar altından geçerken yada adanın o dar sokaklarında dolaşırken herkesin kendinden adalı olarak bahsetmesi ne kadar doğru. Köyündeki hayatını adamızda yaşamaya çalışan, farklı şiveleriyle kapı önü sohbetlerinde birbirlerini çekiştirenler ya da sadece kendi zevki için adadan bir ev satın almış, yılın belli günlerinde tatil için adaya gelen ve doğanın en verimli halinin keyfini sürmek isteyen ada hayranlarının benim gözümde adalı olması ne yazık ki mümkün değil. Çünkü Adalı olmak bir birikim gerektirir. Onu ruhunun derinliklerinde hissetmeyi gerektirir. Doğanın bize tüm nimetlerini sunduğu zamanların dışında en acımasız olduğu halleriyle de barışık olmayı gerektirir. Geminin geçmediği, elektriğin kesik olduğu, rüzgarın çığlıklar attığı, ana karanın kendini bizden gizlediği günlerde bile memleketine sıkıca sarılabilmektir. 

Yalnızlıktır, Özlemdir. Hep uğurlayan olmaktır. Bazen özgürlük bazen de çoğumuzun kaldıramayacağı kadar fazla bir kısıtlama.

Neydi adalıyı adalı yapan; tahsil görmüş, kültürlü, sosyal, modern, sanatçı ruhlu bayanları; öz güvenli, mutlu girişken çocukları, çalışkan, mert bakımlı erkekleri…

Adalı fedakardır, kalenderdir, yardımseverdir, misafirperverdir. Adalı cefa çekendir. Adalının mangal gibi yüreği vardır.. Adalıların sevinçleri, hüzünleri, acıları, kaygıları ortaktır. Sohbetleri tadına doyulmazdır.

Ya şimdi ne oldu bize? ne değişti. Çalışkanlığımıza, dürüstlüğümüze, misafirperverliğimize ne oldu..Yok mu oluyor bu koca kültür. Hayır aslında yok olmuyor ama sayımız o kadar azaldı ki sonradan yerleşenlerin içinde kaybolup gidiyoruz. Gelenlerin yaşam tarzı hakim rüzgar olmaya başladı.. Ya bizler ne yapıyoruz bunun için. Direnebiliyor muyuz. Bir boş vermişlik, umursamazlık duvarı sarmış etrafımızı. Ada hala var ama içinde biz yokuz farkında mıyız.

İşte bu yüzden gerçek adalı bu küçük toprak parçasını kendi çıkarlarından ötede tutabilen, değerlerini gözeten, hüznünü ve sevicini paylaşabilen, yarınları için kaygılanan, bunun da ötesinde endişelerini dile getirip taşın altına elini sokabilen, ada için emek harcayandır.

Bu küçücük adamız için emek harcayan, kökten değil ama kalben adalı tüm dostlara gönülden teşekkürler…..



31 Ocak 2011 Pazartesi

Seçim Sathı Mailinde Bozcaada

karikatür gibi...

Ülke şimdiden "seçim sathı-mailine" girdi. Liderler başta olmak üzere tüm parti teşkilatları, aday adayları bir telaş ve koşuşturma içinde.

Tüm bu telaş ve hazırlıkları adalılar televizyon kanallarından izlemektedirler. Tıpkı dünyada olup biten diğer olayları izledikleri gibi. Yani etkilenmeleri o kadar...

Arada bir yolunu şaşırıp kış günü adaya uğrayan ve "hava koklayan" ilin politik aktörleri de yok değil. Ama adanın havasını koklasalar ne olacak! Adada hava temiz...

Üstelik adada onları cezbedecek kadar seçmen sayısı yok.

Bu iyi mi kötü mü bilemem. Ama galiba hem iyi....... hem kötü.

Kötü çünkü merkezi idarenin politikalarından bazıları Bozcaadayı doğrudan etkiliyor. Tarım politikası, turizm politikası, tarımsal sanayi politikası, yatırım politikası gibi. Ama adalılar bu politikaları seçimden önce öğrenip anlayıp oy verme davranışlarında bunu dikkate alma taraftarı değiller pek. Uygulandıklarında ise tepkileri biraz mırıldanma, biraz söylenme ve sonra da onlara uymadan öteye gitmiyor.  Ve yine oy verme davranışı takım tutar gibi "gassraylı" ya da "fenerli" olmaya devam ediyor.

İyi çünkü seçim öncesi ülkenin bir çok yerinde yaşanan gerginlikler adada yaşanmıyor. Hatta genel seçimler adada sıkılan adalılar için bir "ekşın" ve "şov"  gibi algılanıyor. Olağan günlük dedikoduların sıkıcılığının yerine "derin" çınaraltı politik analizleri renklendiriyor. Adalıların hepsi taraf gözetmeksizin tüm partilerin toplantı ve etkinliklerine katılıyor.  Milletvekili adaylarının konuşmaları ne konuştuklarından çok nasıl konuştukları ile değerlendiriliyor.

Seçim günü en büyük sıkıntı alkol tüketiminin yasak olması...

Seçimin ertesi günü ise herşey olağan haline dönüyor...

26 Ocak 2011 Çarşamba

Adada Yeni - Yenilenen ve Kışın Açık Bir Mekan

Adada yazın herkes işletmeci.

İşletenler de işletilenler de yazlıkçı...

Şu anda akşam oturup iskele manzarası eşliğinde şöyle bir balık ve zerzavatını  yiyip içebileceğiniz tek mekan var açık: Vasilaki.

Sayın Hasan Yunatçının yenilediği ve işlettiği Vasilaki minik ama ferah, sade amma sıcak ve açık tek mekan.

Sıcaklıktan kasıt hem tabandan ısıtmalı fiziksel sıcaklığı, hem servisteki güleryüzlülük ve samimiyetin yarattığı ortam sıcaklığı. Öyle olduğu için olsa gerek, adada kışın ikamet eden az sayıdaki meyhane işletmecisinin de gözde mekanı.

Şık kapalı mekanı ve modern mutfak dizaynıyla Vasilaki yazın da "yazlıkçıların" gözde mekanı olmaya şimdiden aday.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Bir Meyhane Dönüşü...

İkisi de rahmetli, Vasil bey (Meyhaneci Vasil) ve Stelyo bey (Fıçıcı Stelyo) Sulubahçeye Sandalcı Panayinin meyhanesine giderler.

Bir iki derken kafaları iyice bulurlar. Vasil beyin motosikletine biner ve adanın yolunu tutarlar.

Vasil bey dükkanının önüne gelince durur. Arkasına bir bakar ki Stelyo bey yok.

Hemen motosikletiyle geri döner. Bir yandan da yol kenarlarına bakınır.

Papazbahçeyi geçince çamlık kavşağında yol kenarında Stelyo beyi yerde yatarken görür ve hemen durur.

Stelyo bey yol kenarına sızmış, mışıl mışıl uyumaktadır.  Vasil bey güçlükle uyandırır bir yerinde bir şey var mı diye bakar bu arada.

Hayır yok. Stelyo bey motosikletten düştüğünün farkında bile değil. Vasil bey de öyle...

23 Ocak 2011 Pazar

Bir Köpekbalığı Hikayesi

Eskiden adalılar üzümü İstanbul haline gönderirler, yaz sonu da paralarını almak için için o zamanlar Unkapanıda olan toptancı haline giderlermiş.

Günlerden bir gün Stelyo Bey (Fıçıcı Stelyo), Nevzat Bey (Balıkçı Nevzat) ve Vasil Bey (Meyhaneci Vasil) Unkapanına gidip üzüm paralarını alırlar. Yokluk yılları, fakirlik günleri...

Paraları ceplerine zulalayınca üç kafadar soluğu Galata Köprüsü altındaki meyhanelerin birinde alırlar. Garson gelir. Hemen rakıyı, beyaz peyniri ve mezeleri söylerler. Biraz sonra da balıkları sorarlar. Garson güzel kılıç balığı var, der. Ondan da söylerler.

Üçlü koyu bir muhabbete dalmışken balık gelir. Stelyo bey bir çatal alır ve Vasil beyin kulağına eğilerek fısıldar: Bu kılıç değil, köpek balığıdır...

Vasil bey garsonu çağırır:

-A vre kuzum bu kılıç değil köpek balığıdır!

Garson bu üstü başı dökülen üç kafadara tepeden bakarak:

-Bu kılıçtır, ne bilirsiniz kılıcın tadını siz?

Vasil bey garsona sertçe,

-Doğru, pahalı balıktır bilmeyiz tadını vre... ama şu adamı görüyorsun? diye Stelyo beyi gösterir. O bizim adada köpek balığından başla bir şey yemez onun için köpek balığının tadını iyi bilir!

Garson balık tabağını kaptığı gibi geri götürür...