10 Mart 2016 Perşembe

Hırsızı Görmek

  Hırsızlar sadece para ve mal çalmazlar.  

Fikirlerinizi, düşüncelerinizi, emeğinizi, birikimlerinizi, duygularınızı hatta hayallerinizi bile arsızca çalabilirler. 

Neden mi çalarlar? 

Sahip olmadıkları şey onlara cazip gelir. Çalınca sahip olduklarını zannederler.  
Halbuki “olma”nın halleri vardır.  Fransızcadaki “etre” ve “avoir” fiilleri bunu ifade ederler. Biri kişinin kendisinin “bir şey olması” – birikimli ve donanımı ile insanın kendi halidir.  

Diğer hal ise “sahip olmak” – kişinin belli bir “şey” üzerinde mülkiyet hakkı anlamındadır. Kişinin EĞİTİMLİ OLMASI ile DİPLOMA SAHİBİ olması arasındaki fark gibi. Mülkiyet farklı şekillerde oluşabilir – çalışarak ve kazanarak, miras ve bağış yoluyla ya da hırsızlık yoluyla…

Hırsızlık yoluyla “fikir, eser, ün şan, şöhret” sahibi olanların kaderi acıklıdır. 

İstedikleri ve arzuladıkları şey aslında “olmaktır”.  Bunun gereği olan çalışmak, çaba göstermek; kendi sivriliklerini ve biçimsizliklerini taş misali akıntısında törpüleyebilecekleri bir nehir gibi algılamak istemezler hayatı. Kendini yontmak insana acı verir ve buna dayanıksızdırlar. Her hırsızlıkta “ben oldum” “bu benim” derler ve bir süre öyle giderler.  Bu zan onları kör ve sürekli hırsızlığa mahkûm eder. “Bu benim” derken telaffuzdaki vurgu hep “i” harfinde kalır. “E” harfine basamazlar…

Çok kabaca yapılmış incelikli bir hırsızlığı görebilmek için öncelikle biraz teknik bilgilendirme gerekli. Bakalım.

İntihal Nedir?
“İntihal (TDK: aşırma), bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanması. İntihal bir tür sahtekârlık ve hırsızlıktır.
Başlıca türleri:
Alıntı ifadeler ve fikirler için kaynak göstermemek
Ödünç alınan ifadeleri tırnak içinde yazmamak ve kaynak göstermemek”. (https://tr.wikipedia.org/wiki/İntihal)

Bir başka kaynağa göre “İntihal:
  • ·         Aşırma
  • ·         Başkalarının yazılarından bölümler, şiirlerinden dizeler alıp, kendininmiş gibi gösterme
  • ·         Başkalarının konularını benimseyip değişik biçimde anlatma
  • ·         Bir yazıda başka bir yazıdan konu ya da biçim alma
  • ·         Başkalarının yapıtlarını kaynak göstermeden kullanma
  • ·         Hırsızlık, çalma
  • ·         Mevcut bir kaynaktaki fikri veya ürünü yeni ve orijinal gibi gösterme

Yani intihal, bir çeşit hile, dolandırıcılık ve/veya sahtekarlık olarak düşünülebilir. Başkalarının yapıtlarını çalma ve daha sonra bununla ilgili yalan söyleme eylemlerini içerir.

Kelimeler ve fikirler gerçekten çalınabilir mi?
Evet. Kanuna göre çalınabilir.
Fikri Mülkiyet: orijinal fikirlerin ifade edilmesi
Telif Hakkı: fikri mülkiyeti ve orijinal buluşları koruyan kanunlar.

  •  Başkasının çalışmasını kendinizinkiymiş gibi teslim etmek.
  • Başkasının çalışmasından kelimeleri veya fikirleri kaynak göstermeden kopyalamak
  •  Aktarılan sözleri, söylemleri tırnak işareti içerisine almadan yazmak
  • Aktarılan sözlerin kaynağı ile ilgili yanlış bilgi vermek
  • Kelimeleri değiştirseniz bile başkasının cümle yapısını kaynak göstermeden kopyalamak
  • Bir kaynaktan, kaynak göstererek veya göstermeyerek, kendi yapıtınızın neredeyse hepsini oluşturacak kadar çok söylem ve fikir kopyalamak
  • “The Too-Perfect Paraphrase” – Kaynağı düzgün bir şekilde göstermek ancak kelimesi kelimesine kopyalanmış metni tırnak işareti içerisine yazmamak. Bu durumda, kaynak gösterilmiş olsa da yazar özgün sunumu ve yorumu kendisininmiş gibi göstermektedir.
  •  “The Resourceful Citer”/ “Saygılı Bahsedici” – Tüm kaynakları olması gerektiği şekilde belirtmek, tırnak işaretlerini ve tekrar yorumlamayı yerinde kullanmak. Peki bunun neresi yanlış? Metinde hiç özgün kısım yok! Bu tarz bir intihali farketmek çoğu zaman zor olabilir çünkü metin herhangi başka iyi bir araştırma dokümanına benzemektedir. (http://bbyuygulama.atauni.edu.tr/sp/assets/users/_serpilfirat8925/plagiarism1.pdf)


“3.1. İntihal Türleri Nelerdir?

Genel olarak yapılan intihal türleri şunlardır: [7, para. 4]:

  • ·         Klonlama (Clone): Başkasının çalışmasını kelime kelime kendininmiş gibi sunma.
  • ·         Kopyalama (Ctrl-C): Değişiklik yapmadan tek bir kaynaktaki metnin önemli bölümleri içerme.
  • ·      Bulma-Değiştirme (Find-Replace): Anahtar kelimeleri ve cümleleri değiştirme fakat kaynağın önemli içeriğini koruma.
  • ·         Remiks Yapma (Remix): Birbirine uyan birçok kaynağı başka sözcüklerle anlatma.
  • ·         Geri Dönüştürme (Recycle): Yazarın önceki çalışmalarını kaynak göstermeden fazlaca alma.
  • ·         Melezleme (Hybrid): Kaynak göstermeden kopyalanan metinler ile kaynak gösterilenleri mükemmelce birleştirme.
  • ·         Lapa Yapma (Mashup): Birçok kaynaktan kopyalanan materyali karıştırma.
  • ·         404 Hatası Yapma (404 Error): Var olmayan ya da kaynaklar hakkında hatalı bilgili kaynaklar içerme.
  • ·         Toplama (Aggregator): Uygun kaynak içerme fakat neredeyse hiç orijinal çalışma olmama.
  • ·      Yeniden Tweetleme (Re-Tweet): Uygun kaynak içerme fakat orijinal metne ya da yapıya çok yakından dayanma.

3.2. İntihal Olarak Kabul Edilen Davranışlar Nelerdir?

Aşağıdaki fiiller intihal olarak kabul edilen davranışlar arasında yer alır [8, para. 5]:
  • ·         Başkasının çalışmasını kendininmiş gibi teslim etmek.
  • ·         Başkasının kelimelerini ya da fikirlerini kaynak göstermeden kopyalamak.
  • ·         Alıntıyı tırnak içine koymada başarısız olmak.
  • ·         Alıntının kaynağı hakkında yanlış bilgi vermek.
  • ·         Kelimeleri değiştirmek fakat kaynak göstermeden kaynağın cümle yapısını kopyalamak.
  • ·      Kaynak gösterip ya da göstermeksizin çalışmanın ana kısmını oluşturan kaynaktan çok fazla kelime ya da fikir kopyalamak.”( Behlül Gücükoğlu, Zerrin Ayvaz Reis, Türkiye’de ve Dünyada İntihalin Yaptırımları, http://ab.org.tr/ab14/bildiri/323.pdf)

Bir başka kaynakta intihalin nedenleri ve örnekleri aşağıdaki gibi verilmektedir:

“3) NEDEN İNTİHAL YAPILIR?
  • ·         Yeterli zamanın olmaması
  • ·         Kişinin o konuda uygun şekilde yazacak birşeyinin olmaması
  • ·         İyi bir derece/not almak
  • ·         Kendine güven sorunu
  • ·         İntihali daha önce de yapıp yakalanmamış olması
  • ·         Danışman ve öğrenci arasında yeterli iletişimin olmaması
  • ·         Yaptığının intihal olduğunu bilmemesi (Farkında olmadan intihal yapıyor olması).

Örneklerle neler intihaldir, neler değildir diye bakmak gerekirse:

“Anoreksiya nevroza” rahatsızlığı hakkında bir makale yazdığımızı düşünelim. Bununla ilgili kaynak taraması yapıyoruz ve şöyle bir metinden yararlanıyoruz.:

Orjinal metin:
Perhaps the most puzzling symptom of anorexia nervosa -- a disorder that tends to occur in young women -- is the refusal to eat, resulting in extreme weight loss. While most people have a great deal of difficulty in dieting and losing weight, particularly if a diet extends over many months or years, individuals with anorexia nervosa can literally diet themselves to death. (2011, June 5)

Alıntılanarak yazımızın içerisine konulmuş şekli:
Anorexia nervosa is a serious disease which causes many people –especially young women- to die. Perhaps the most puzzling symptom of anorexia nervosa is the refusal to eat, resulting in extreme weight loss. Many people have a lot of difficulties when they are dieting, but if a diet extends over many months or years, individuals with anorexia nervosa can literally diet themselves to death. (2011, June 5)

Yukarıdaki örnek bir intihaldir. Alıntının kaynağı belirtilmiş olsa bile, işaretli cümlelerin aynı olması intihal kabul edilmektedir. Kaynaktan birebir olarak alınan cümleler, kelimeler uygun şekilde belirtilmek zorundadır.”  (http://awc.iyte.edu.tr/handouts/6sorudaintihal.pdf)

İntihale sıkça maruz kalmış blog yazarı Deniz Gürel,  konu ile ilgili duygu ve düşüncelerini şöyle anlatmaktadır:

“Beni hayrete düşüren ve aynı zamanda kızdıran konu şu ki intihal (aşırma) konusunda doğru bilince sahip değiliz. Bir içerik internette yayınlanmışsa sanki herkes tarafından serbestçe alınıp kullanılabilirmiş gibi ‘yanlış’ bir anlayış var. Bu yanlış anlayış nedeniyle bir başkasının içeriğini alıp ‘tepe tepe’ kullanmak normal algılanıyor.
Eğer bir alıntı yapılacaksa bunun belli kuralları vardır. Yazının/eserin tümünü olduğu gibi kopyalamak alıntı değil çalıntı yapmaktır. Her eser bir emek sonucunda oluşur, bu emeği görmezden gelerek kullanmak hem etik hem de hukuki olarak suçtur. Bu kadar net!”( http://www.denizergurel.net/intihal-asirma-sucu-nedir-nasil-yapilir/)

Etik ve hukuki bir suç olan aşırma ile ilgili tanım, ilke, hak ve cezaları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından düzenlemektedir.

Madde 16 – Eser sahibinin izni olmadıkça eserde, veyahut eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz.
Madde 18 – (Değişik: 21/2/2001 - 4630/11 md.) Mali hakları kullanma yetkisi münhasıran eser sahibine aittir
Madde 21 – Bir eserden, onu işlemek suretiyle faydalanma hakkı munhasıran eser sahibine aittir
Madde 35 – Bir eserden aşağıdaki hallerde iktibas yapılması caizdir:
3. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ve yayımlanmış diğer eserlerin, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadiyle bir ilim eserine konulması; İktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır.
Kanunun 71. Maddesi, önceki maddelerde ayrıntılı olarak tarif edilen manevi ve mali hakların çeşitli ihlal türleri karşılığında verilecek cezaları düzenlemektedir.

Bu kısa teknik bilgilerden sonra, gelelim işin “oldu-bitti” kısmına…

Şu anda, bu yazıyı okuduğunuz blog Mayıs 2010 yılında açılmıştır. Altındaki notta, 5846 sayılı yasaya atıf yapılmadan ancak öngördüğü şekilde, şu cümle yer alır: 

Yazı ve resimlerin tüm hakları yazara aittir. İzinsiz kopyalanamaz, alıntı yapılamaz.

Ağırlıklı olarak Bozcaada ile ilgili düşüncelerimi, fikirlerimi, öğrendiklerimi, hayallerimi ve hayalkırıklıklarımı, sevinç ve kızgınlıklarımı blog izleyenleri ve arkadaşlarımla paylaşmaktayım. Zaman zaman konuklarım da olur.  Teknik olarak mümkün ve teklif edildiği halde bloğu ticari kazanç getirici bir hale getirmeyi hiç düşünmedim.  Reklam alıp paylaştıklarıma bir değer biçemem.

Aksi iddia edildi ve yine bir başka “sahip olan” tarafından vergi dairesine şikâyet edildim.  Şikayet edenin (adı bende saklı) utandığını varsayıyorum; şikayeti ve bloğum nedeniyle hiç vergi mükellefi ya da cezalısı olmadım. İnsan sadece kendisi ile rekabet etmeli…

Bu blogda 16 Aralık 2010 tarihinde bir makale yayınladığım: Bir Ada Fenomeni: Vasilin Meyhanesi (http://tenedos-bozcaada-tenedos.blogspot.com.tr/2010/12/bir-ada-fenomeni-vasilin-meyhanesi.html )

Kendisini az ama eşi ve çocuklarını yakından tanıdığım, dostluk ettiğim; çok geniş bir duygu yelpazesine sahip hikâyelerine tanıklık ve duygudaşlık ettiğim; yayınlamadan metin için yakınlarının onayını aldığım Vasil Bey ve Meyhanesi’nin çok genel çizgili bir portresidir o yazı.  Yakınlarında, acıların ve yaraların henüz tam geçmediği, sadece hafifçe kabuk bağladığı Vasil Bey’in ölümü ve meyhanenin kaderi ile ilgili “daha yazma” dedikleri pek çok şey gün yüzüne çıkmayı beklemekte…

Sadece adalet önünde muhatap olacağım gerekçesiyle, yayın ve yazar ismini şimdi, burada zikretmeyeceğim; Bozcaada’da ticari olarak yayınlanan bir derginin Şubat-Mart 2016 nüshasında yer alan bir makalesini dikkatinize sunacağım. 

Neden mi? Makalenin gövde metni 28 cümle. Bu 28 cümlenin sadece 8 cümlesi yazarına ait.  Oranlarsak % 28.  Diğer 20 cümle ve %72 lik kısmı yukarıda sözünü ettiğim yazımın % 70inin “copy” hali.  Kopyalanmayan % 30 kısmı da yazarın 8 cümlesi için “esinlenme” kaynağı olmuş. 

Yazının sonunda, “Yararlanılan Kaynak” olarak bloğun adresi verilmiş. “Yararlanılan kaynak” diyebilmek için yazar, bir paragrafa, “gelelim hikayesine” ve diğer paragrafa da “Lakin,” giriş cümlesi ve kelimelerini “işlemiş”.  Alınan % 70 in alıntı olduğunu belirten bir işaret yok. Sadece “kaynaktan yararlanmış”; gelelim hikayesine ve lakin’le bağlayarak makaleyi bitirmiş!  Ve tabi ki resimlerden birisini de değiştirmiş… Ama bir mail yazıp izin istemek aklına gelmemiş…

 İlgi çeksin diye başlıkta sormuş: “Neydi ne Oldu! Bir zamanlar Vasil’indi… Ya şimdi?”

Derginin aynı sayısının bir başka makalesinde, “basın ilkelerine sadık yayıncılık yapmanın profesyoneller için bile zorluklarından” söz edilmekte.   Haklılar; sadece ilkelere değil yasalara da uymak zor geliyor anlaşılan, ve ironi gibi…

Kes-yapıştır-geri kalanını büzüştür - ekle-yayınla ve “örnek işletme abone tablosu, örnek reklam tablosu” ile gelsin paralar ve şöhret…


Yazık… 



Alıntı-Çalıntının renkli işaretle gösterildiği yazım: 

16 Aralık 2010 Perşembe
Bir Ada Fenomeni: Vasilin Meyhanesi

Adaya gelen ilk "istanbullular"ın anılarında Vasilin meyhanesi önemli bir yer işgal eder. Sadece onların mı? Adalıların anılarının önemli mekanlarından biridir Vasilin meyhanesi... Türküyle rumuyla önemli bir buluşma, kaynaşma, şakalaşma, "iki tek atma" yeri...

Çanakkale ve Çardakta fıçıcılık yaparken mevsimlik işçiliğin canına tak dediği Vasil Efstratiu 1958 yılında eski belediye binasının yanındaki köşede yer alan dükkanı bankadan kredi kullanarak satın alır.  Meyhane açar.  Varlıklı bir adam değildir Vasil Bey bu yüzden çok çalışır. Kısa sürede borcunu öder.


Meyhanesi kısa  sürede adanın sevilen mekanlarından biri olur.  Güleryüzlülüğü, efendiliği, yemeklerinin lezzeti ve en önemlisi neşelenince kemanını alıp dostlarına müzik ziyafeti çekmesi meyhaneyi en tercih edilen yer yapar.

Kemanı Vasil Bey için çok değerlidir. Onu dükkanda tutmaz. Meyhanede çalacağı zaman evinden birisiyle getirttiğinde mutlaka "şifreli" ister evdekilerden. Gönderdiği kişiye anahtarlığını verir ve evden o anahtarlığı görmeden kemanı vermezler. Daha sonraları Almanyadan bir pikap getirtir Vasil Bey ve meyhanede muhabbetler koyulaşınca hafiften rumca ya da türkçe çalan bir plak döndürür.

Her sabah evde bir kaşık reçel ve bir bardak sudan oluşan kahvaltısından sonra Vasil Beyin ilk işi  balıkçı barınağına gitmektir. Erkenden balıklarını alır, arka denizde temizler ve hazırlar. Dükkanda kömür ızgarasını yakar, külle örter.  Daha sonra diğer alışverişini yapar. Domatesli kalamarı, ahtapot salatası, kağıtta kaşarlı pastırması dillere destan olur.

Adalılar için bir sosyal klup gibidir meyhane. Memurlar, esnaf, nadiren gelen turistlerin vazgeçilmez mekanıdır. Özellikle kış geceleri saat 22.00 den sonra lüks lambasının sarımtrak ışığında neşeli kahkahalar meyhanenin içinde kalmaz dışarı taşar. Hafta sonları daha çok rum ailelerdir müşterileri... Bir de daimi müşterileri vardır: en yakın dostları Osman Kaptan ve Fıçıcı Stelyo...Meyhanenin en büyük neşe kaynaklarından biri olan küçük oğlu Apostolun yerden fırlatarak oldukça yüksek tavana kağıt para yapıştırması numarasının sırrı tıpkı lezzetli ızgara köftesinin reçetesi gibi hala bilinmemekte...
Çalışkanlığı, tevazusu ve yardımseverliği ile Vasil Bey adanın sevilen esnafından biridir. Bu özellikleri nedeniyle de uzun yıllar cemaat başkanlığı yapmıştır. Dürüstlüğü, adaletseverliği ve sağduyusu ile çeşitli anlaşmazlıklarda  başvurulan güvenilir bir hakem olmuştur hep. Ama bir başka özelliği onu bir efsane haline getirmiştir, o da içki içme adabı. Sıkça rakı kadehini gösterip "bunu içmeyen ya delidir ya divanedir" sözünü hala sevenleri kadehi aldıklarında adını telafuz etmeden söyleyip onu anarlar.

Her güzel şeyin geçici olduğu gibi adada da "zor zamanlar" başladığında Vasilin meyhanesi açık kalmak için direnir. Zaman gelir gidenler azalır, zaman gelir camı kapısı kırılır. Açıldıktan 24 yıl sonra Vasil Beyin Meyhanesi ada için bir devrin kapanması gibi kapanır.

Meyhane binası hala yıllara tanıklık edercesine köşede boş olarak durur. Ada ve adalıların anılarında ise hep o dolu, nezih ve neşeli haliyle yer alır. Vasil Bey ise, değerli adalı Bilsay Kuruç hocanın dediği gibi, "Vasil müstesna meyhanesi, rakı adabına göre düzenlenmiş yaşamı ile Ada’nın aristokratı gibi..." anılarda yaşamaya devam eder.

5 Mart 2016 Cumartesi

2300 Yıl Öncesinden...

Teofrast

Lesvos (Midilli) adasında M.Ö. 372 yılında doğan Tirtam okul çağına geldiğinde önce adada eğitim görür, sonra daha ileri eğitim için Atina’ya gönderilir ve hayatının sonuna kadar orada kalır. Dönemin en ünlü öğretmeni olan Platon (Eflatun) dan Platon Akademisinde dersler alır. 
Orada Platon’un bir başka ünlü öğrencisiyle tanışır ve ondan felsefe dersleri alır. Yardımcısı olur ve kendi akademisini oluşturmasına yardım eder. Felsefe öğretmeni olan Aristo, güzel konuşmasından dolayı adını önce Eufrast koymuş, sonra ise tanrılar gibi konuşan anlamında, Teofrast olarak değiştirmiştir. Büyük İskender’in de öğretmeni ve danışmanı olan Aristo, İskender’in ölümünden sonra şehri terk etmek zorunda kalır. Okulunu ve kütüphanesini güvendiği Teofrast’a bırakır. Ölümüne kadar geçen 35 yıl içerisinde Teofrast Okulu ve Aristo ekolünü geliştirir, 250nin üzerinde eser verir. Günümüze kadar birçok maceradan sonra, bunlardan sadece ikisi kalır.
Teofrast’ın günümüze ulaşan bu iki eserinden daha ünlüsü, Karakterler adlı eseridir. Kaba bir hesapla günümüzden 2300 yıl öncesinde yazılmış bu eser, “yeryüzünde değişen bir şey yok” dedirtecek canlılık ve güncelliktedir. Yazar döneminin toplumundaki insan çizgilerinin adeta sözle karikatürlerini çizmiştir. Satırları metafizik değil ampiriktir. İnsan davranışına ilişkin keskin gözlemlerinin güçlü anlatımı ile yazılmışlardır.
Eserde, olumsuz 30 insan çizgisi anlatılmaktadır. Edebi olma kaygısı taşımayan günlük bir dille yazılmış olan eser, muhtemeldir ki yazılmış ve günümüze gelememiş olan ya da yazılacak olan ve yazılamamış bir tiyatro eserinin eskizleridir. Ve yine muhtemeldir ki olumlu insan çizgilerini içeren bölümü günümüze ulaşmamıştır…

Bu haliyle bile yazılmış olsalar, Teofras’ın Karakterleri, kendisinden yüz yıl öncesinin Eshid, Sofokles ve Euripides gibi klasik tragedya yazarlarının karakterlerinden oldukça farklıdırlar.  Yağlı boya ile portreleri çizilmiş kadar gerçekçi ve hayatın günlük telaşı içerisindedirler. En önemlisi de o zamandan bu zamana yeryüzü binlerce kez güneşin etrafında dönmüş ise de insanının davranışlarının değişmeyen çizgilerini yakalayabilmiş olmasıdır. 
Aşağıda Teofrast'ın Karakterler'inin kısaltılmış çevirisini ile birlikte kim bilir, belki kendinizden ve çevrenizden çok şeyler bulacaksınız. 

I.  İkiyüzlü
Bakın nasıldır ikiyüzlü kişi: düşmanına gidip onunla konuşarak nefretini gizleyebilir. Arkadan birine kötülük yapmıştır – yüz yüze geldiğinde onu över hatta ona üzüntülerini bildirir. Arkasından konuşanlar olduğunda darılmaz onları affeder. Haksızlık ettiği birisi ona tepkisini söylediğinde duygusuzdur. Acele görüşmek istediğinde ise işi vardır, başka zaman görüşelim der.
Asla yaptığı şeyi söylemez, daha düşündüğünü ve henüz geldiğini söyler. Pazarda bir şey sattığında satamadığı söyler, aksine satamadığında ise sattığını söyler…
Bir şey duymuştur, haberim yok der, gördüğü şeye de görmedim. Söylediği şeyi hatırlamadım der. “Düşüneceğim, bilmiyorum, hayret, ben de öyle düşünüyorum” ve “inanmıyorum, düşünmüyorum, çok şaşırdım” onun sözleridir. 

II. Yaltaklanan
Yaltakçılığı, yaltaklanan kişinin fayda sağladığı kişilerle ilişkilerindeki haysiyet yoksunluğu olarak tanımlayabiliriz. Bakın yaltakçı nasıldır. Seninle birlikte yürür ve “Bak herkes sana bakıyor. Kasabamızda böylesi yok. Geçen gün otuz kişi bir araya geldik ve konuşurken konu kimin en düzgün kişi olduğuna geldi. Başta ben olmak üzere herkes bu kişinin sen olduğunu söyledi”. Bunu yaparken de elbisenin üstündeki bir ipi alır, saçının-sakalının arasındaki bir çöpü ve gülerek şöyle der: “görüyor musun bak, iki gün seninle görüşmedik ve saçın başın karışmış. Ama senden başka kim böyle güzel saç-sakala sahip ki…”
Bir şey söylemeye kalksan herkesi susturur. Şarkı söylesen över, sustuğunda “harika” der. Kötü bir şaka dahi yapsan güler ve elbisesini ile ağzını kapatır çok gülüyormuş gibi.  Karşına çıkan insanlara “çekilin” diye bağırır. Çocuklarına elma ya da armut alır ama onlara sen varken verir, onları öper ve “iyi babanın çocukları” der.  Seninle ayakkabı almaya gelir ve “ne güzel ayaklar, bu ayakkabı yakışmadı” der. Bir dostuna gideceksen, önden gider ve “sana geliyor” der, sonra sana gelir ve “ona söyledim geldiğini” der.  Sana olmayacak yerlerden hediyeler alır. Misafirinse, şarabı il o över ve “ne muhteşem sofra” der. Üşüyüp üşümediğini sorar ve sen cevap verene kadar üstüne bir örtü örter. Başkalarının yanında kulağına fısıldayarak konuşur, başkalarıyla konuşurken sana bakar. Tiyatroda kölenin elinden yastığı kapar ve senin oturacağın yere koyar.  Evinin yapısını, tarlalarının bakımını ve yapılan resmini över.
III. Çalçene
Çal çenelik düşünülmeden ve boş şeyler konusunda sonsuza kadar konuşabilmedir. Çalçene şunu yapar. Tanımadığı birisinin yanına oturur ve önce karısını över.  Sonra gece gördüğü rüyayı anlatır. Daha sonra en ince ayrıntısıyla yediği öğle yemeğini anlatır. Oradan insanların eskiye göre ahlaksız olduklarını, pazarda buğday fiyatlarının çok iyi olmadığını, kasabada çok yabancı olduğunu, bayramdan sonra denizin daha sakin olduğunu ve yüzmek için ideal olduğunu, Zeus biraz daha yağmur yağdırırsa ürünün iyi olacağını, tiyatronun sütunlarının sayısını… Sonra der ki “dün istifra ettim” ve arkasından sorar “bugün günlerden ne”? Tahammül edip kendiliğinden gitsin diye beklersen bu asla olmaz.

IV. Sütübozuk
Sütü bozukluk görgüsüzlükle ifadesini bulan cehalet olarak tanımlanabilir. Bir toplantıya gitmeden işkembe çorbasını tıka basa yer ve orada parfümün işkembe çorbasından daha hoş olmadığını iddia eder. Kocaman ayakkabılar giyer ve yüksek sesle konuşur. En yakın dostlarına güvenmez toplantıda olanları hizmetkarları ile paylaşır.
Oturduğunda elbisesini dizlerinin üstüne öyle çeker ki başka yerleri görünür, aldırış etmez. Sokakta hiçbir şet dikkatini çekmez ama sığır, eşek ya da bir keçi gördüğünde durup inceler. Acıktığında sadece kendisine yemek hazırlar. Herkes sofradayken hayvanlara yem vermeye gider. Kapı çalındığında kapıyı kendi açar ve köpeğini çağırır, burnundan tutar ve şöyle der “bu evin bekçisi bu…”.
Alacağı olduğunda, kendisine verilen gümüş parayı silinmiş ve hafif diye reddeder ve değiştirilmesinde ısrar eder. Birisine ödünç saban, sepet, tırpan ya da torba verdiğinde gece uyku tutmaz ve hemen gidip ister. Kasabaya inerken ilk gördüğünü durdurur ve deri ile tuzlu balık fiyatlarını sorar; sonra da tıraş olacağını ve tuzlu balık almayacağını söyler.
V. Yağcı
Kişinin, yakışık alıp almadığını düşünmeksizin, şeref ve haysiyetini gözetmeksizin başkalarıyla ilişkilerinde onlara haz sağlamaya çalışmak olarak tanımlanabilir. Bakın yağcı nasıl davranır. Daha uzaktan selam verir, olağanüstü bir insan olduğunu söyler, iltifatlara boğar ve iki eliyle seni tutar, bırakmaz. Seninle biraz yürür, tekrar ne zaman görüşeceğinizi sorar ve tekrar iltifatlar yağdırır. Hakem olarak görüşüne başvurulduğunda sadece kendisine başvuran tarafa değiş her iki tarafa da yaranmak için helak olur.  Yabancı birine, hemşerilerine göre daha haklı olduğunu söyleyebilir.

VI. Utanmaz
Utanmazlık ısrarla utanç verici şeyler yapmak ve konuşmak olarak tanımlanabilir. Bakın utanmaz adam nasıl birisidir. Hemen yemin etmeye hazırdır. Kavgacı ve sokak ağızı ile konuşur, her şeyi yapabilir ve her şey ondan beklenir.
İçkili olmadan da üstünü başını çıkarıp göbek atabilir. Panayır olduğunda seyircilerden para toplarken bulur kendini ve vermeyenlerle kavgaya tutuşur. Onun için utanılacak iş yoktur, her işi yapabilir. Kumar oynayabilir, ailesine bakmaz. Evinden çok hapishanede yaşayabilir.
En kalabalık ve bayram günlerini seçerek yolda giden birini çevirir ve yüksek sesle bağırır çağırır, küfür eder ve etrafında seyirci toplar. Söyledikleri utanmazca ve bayağıdır bu nedenle kimse sonuna kadar dinlemez, uzaklaşır.
Aynı anda birçok davası vardır: kiminde sanık, kiminde müşteki; kiminde yalan yeminle kurtulur, göğsünde bir tomar dilekçe ve belge ile gezer.
Sokak serserilerinin başına geçmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Hemen borç verir ama günde yüzde yirmi beş faiz ister. Faiz toplamak için meyhane ve dükkânları kendi dolaşır.

VII. Geveze
Gevezelik nedir derseniz, konuşmada kendini tutamamaktır. Bakın nasıl bir adamdır geveze. Onunla karşılaşıp bir şey söylediğinde, anında sana işin öyle olmadığını, kendisinin her şeyi bildiğini ve eğer biraz vaktin varsa her şeyin doğrusunu sadece ondan öğrenebileceğini söyler. Araya girip bir şey söylemeye çalıştığında, “sözünü balla kestim, diyeceğini unutma; iyi ki aklıma getirdin az daha unutuyordum; çabuk çaktın meseleyi; bak benim dediğime geldin ” diye konuşturmaz ve sözünü keser. Onunla konuşurken sözünü kesmesin diye rahat nefes bile alamazsın.
Ayrı ayrı birkaç kişiyi artık yorduğunda başka bir grup insanın yanına gidip onları işlerini bırakıp kaçırtabilir. Eve gitmen gerektiğini söyleyip kaçmak istediğinde konuşarak seni evine kadar geçirir.
Mecliste neler olduğunu ona sorduğunda; olanları, en ince ayrıntısına kadar tüm tartışmaları, bu meseleler ile ilgili geçmişte yaşanan tüm sorun ve tartışmaları, geçmişte kendi söylediklerini anlatır. Anlatırken öyle kendinden geçer ki dinleyenler sıkılır, bir kısmı kalkar gider, diğerleri dinliyormuş gibi yapar ama dinlemez, dinleyenler konunun ne olduğunu unutur.
Onunla iş yaparsan, iş yaptırmaz; tiyatroda yanında oturursa izletmez; beraber yemek yersen yemek yedirmez.

VIII. Dedikoducu
Dedikoduculuk, dedikoducunun insanların inanmalarını istediği olmayan şeylerle ilgili haberler uydurmaktır. Bakın nasıl biridir o. Arkadaşınsa ve yolda karşılaşırsanız yüzü aydınlanır, size gülümser ve sorar: “Nereden geliyorsun? Yeni bir şey var mı? İnanamıyorum, hiç mi haberin olmadı?” ve sormaya devam eder “Senin yanında konuşmadılar mı? Hayret. Neler neler konuşuluyor hâlbuki”. Cevap vermeni beklemeden devam eder: “Demek öyle. Hiçbir şey duymadın. Sana anlatayım, aklın duracak şimdi.”  Ve başlıyor anlatmaya. Bir askerden, ya da flütçü Asti’in kölesinden, ya da savaş yerinden yeni dönmüş olan bir tüccardan duymuş – haber kaynakları genellikle doğrulatamayacağın kaynaklar.
Onlar demiş ki, Poliperhon ve kral savaşı kazanmış,  Kasandr ise esir alınmış. (Poliperhon Büyük İskender’in komutanlarından ve Makedonya’nın yöneticisidir. Bölgede o dönemde üç kral bulunmakta ve aralarındaki savaşlar 10 yıl sürmüştür (M.Ö. 319-309). Oğlu Kasandr ile birlikte bu savaşlara katılmıştır.) Yanılıp sorarsan, “peki sen buna inanıyor musun?” diye cevabı uzun olacak. “Tabi ki öyle olmuş, herkes bunu konuşuyor, duymayan kalmamış. Savaş tam bir can pazarı olmuş.  Görevlilerin yüzlerinden belliymiş morallerinin ne kadar bozuk olduğu. Bir başka yerden duyduğuna göre, Makedonya’dan gelen ve her şeyi görmüş olan bir adamı beş gündür bilinmeyen bir evde kapalı tutuyorlarmış ki olanları anlatmasın.” Tüm bunları anlatırken de sözlerinin etkisini arttırmak için ahlayıp vahlamaktadır: “Zavallı Kasandr. Hiç şansı yok. Şu kadere bakar mısın? Bir de o kadar güçlü görünüyordu ki… Sakın dediklerimi başkalarına anlatma, aramızda kalsın.” Halbuki tüm kasabaya anlatmıştır…

IX Yüzsüz
Haksız bir çıkar uğruna insanların inanç, fikir ve kanaatleri tanımazlık ve aldırış etmeme olarak tanımlanabilir.  Yüzsüz, daha önce dolandırdığı kişiden tekrar borç isteyebilir. Kestiği kurbanı tuzlayıp kaldırdıktan sonra başkasının sofrasına oturup, üstelik kölesini çağırarak ona da ekmek ve et verip “Hadi tıkın bakalım Tibie” diyebilir.
Kasap dükkanına gittiğinde, kasaba bir zamanlar ona yaptığı iyiliği hatırlatır ve tartıya bir parça et daha fazla olmazsa çorbalık bir kemik eklemek için tepesine dikilir.  Becerebilirse çok memnundur, beceremezse, çıkarken tezgahın üstündeki temizlenmiş bağırsakları kapar ve sırıtarak dışarıya fırlar.
Tiyatro gösterileri için başka yerden misafirleri gelirse onların parası ile kendine de bilet alır. Sadece kendisi olsa iyi, oğulları ve onların öğretmenine de… Birisi uygun fiyata bir şey satın aldığında, aynı fiyattan o da almak için var gücü ile bastırır.  Komşusundan ödünç buğday ya da çavdar ister, komşuları verdiğinde eve kadar getirmeleri için ısrar eder.
Hamama gittiğinde sıcak su kazanlarının başına geçer ve tası kafasından aşağıya boca eder. Giderken ise hamamcıya, “Ne parası istiyorsun, ben kendim yıkandım” der.

X. Sıkı
Sıkılık ölçüsüz tasarruf etme halidir. Sıkı bir adam nasıldır? Alacağı olan kişiye gidip daha zaman dolmadan faizini isteyebilir. Ortaklaşa düzenlenen bir yemekte kendisi de dahil herkesin kaç kadeh içtiğini sayar. Kendisine gelen hesap ne kadar düşük de olsa söylenir ve kazıklandığını iddia eder.
Kölelerinden birisi tabak ya da çanak kırsa günlük yemeğinden keser. Karısı bir bozuk parayı evde düşürse bütün evin altını üstüne getirir. Sana bir şey satacaksa alamayacağın bir fiyata satmak ister.
Bahçesinden tek bir incir koparmana, tarlasından geçmene ne de yere düşmüş bir zeytin ya da hurmayı almana izin vermez. Her gün tarlanın sınırındaki taşları kontrol etmeye gider. Bozcunu bir gün geçirsen ödeyeceğin faizin faizini senden ister.
Yemeğe misafir çağırdığında etleri küçük lokmalara böler. Pazara gider ve hiçbir şey almadan geri döner. Karısına, komşulara tuz, fitil, kimyon gibi şeyleri vermeyi yasaklar: yıla vurunca dünyayı tutarmış diye.
Bu tür sıkı insanlarda küflenmiş sandıklar ve paslanmış anahtarlar çok olur. Giysileri bir yerleri görünecek kadar kısadır, kafalarını derisine kadar kazıtırlar, ayakkabılarını akşam vakti giyerler, terziye elbise verdiklerinde yamaların kalın olmasında ısrar ederler.

XI. Küstah
Küstahlığı tanımak zor değildir. Arsızca ve kırıcı alaycılık içeren şakacılık da denilebilir. Bakın kibirli ne yapar. Yolda bir kadınla karşılaştığında eteklerini kaldırıp edep yerlerini gösterebilir. Tiyatroda herkes kestiğinde alkışa başlayabilir. Herkesin beğeni ile izlediği artistleri ıslıklayabilir. Sessizlik olduğunda geğirir ki tiyatrodakiler dönüp ona baksınlar.
Pazarın en kalabalık olduğu öğlen vakti tezgahların önüne geçer ve tezgahtaki ceviz ve meyvelerden yiyerek satıcıları lafa tutar. Az tanıdığı birisi yanından geçtiğinde adıyla ona bağırarak seslenir. Acele eden birini görünce onu oyalar. Mahkemede davayı kaybetmiş olanın yanına gider ve onunla şakalaşır. Ayine katıldığında kutsal kadehi yere düşürür ve gülmekten katılır. Müzik dinlediğinde el çırpar, ıslık çalar ve çabuk bitirdiler diye azarlar.

XII: Patavatsız
Patavatsızlık, insanları rahatsız eden şeylerin neler olduğu ve ne zaman yapılmaması gerektiği konusundaki algı yetersizliğidir.  Örneğin patavatsız en meşgul olduğun zaman seninle sohbet etmeye gelir. Üşütmeden dolayı ateşi çıkmış olan sevgilisine şarkı söyleyeceği tutar. Şahitlik etmek için çağırdıklarında karardan sonra gelir. Düğüne davet edilip gittiğinde düğün boyunca kadınlar aleyhinde konuşur. Arkadaşı uzun yoldan yorgun gelmiştir, ona biraz dolaşmayı teklif eder.
Sen malını sattıktan sonra ona daha yüksek fiyat vermeye hazır müşteri getirebilir. Uzun zaman tartışma konusu olmuş bir konuyu tam uzlaşma sağlandığında kalkar ve gündeme getirir. İhtiyaç duymayacağınız ama kibarlıktan ret edemeyeceğiniz bir iyilik yapmak için canla başla çalışmaya girişir. Tam bayram üstü, parası bittiğinde gelip hesaplaşmak ister. İki taraf uzlaşmak için hakemlik etmesini isterler, aksine onları birbirine düşürmek için uğraşır. Canı oynamak istediğinde etrafındakileri zorla çekiştirerek kaldırmaya çalışır…

XIII. İşgüzar
İşgüzarlık söz ve hareketlerde iyi niyetli ölçüsüzlüktür. Böyle bir adam gücünün yetmeyeceği bir şey için hemen söz verir. İnsanlar bir konu hakkında karar birliğine vardıklarında işgüzar kabulü mümkün olmayan gerekçelerle itiraz eden tek kişidir.
Hizmetkarlarına misafirlerin içebileceğinden çok daha fazla şarap hazırlatır. Tanımadığı kişilerin bilmediği bir konuda tartıştıklarını gördüğünde hemen barıştırmak için araya girer. Asker ise komutanın yanına gidip ne zaman savaşacaklarını ve yarın için emirlerinin ne olacağını sorar.
Babasına gidip annesinin yattığını ve uyuduğunu söyler. Hekim hastaya şarap verilmemesi gerektiğini söylediğinde, zararlı olup olmadığını anlamak için sarhoş olana kadar içer. Bir kadın öldüğünde mezar taşına, doğduğu yer ve adı dışında, kocasının, annesinin, babasının, kardeşlerinin de adını yazar ve şöyle bitirir: bunların hepsi iffetli insanlardı. Yemin etmesi gerektiğinde etrafındakilere, “ben kaç kez yemin ettim şimdiye kadar, bir bilseniz…”.

XIV. Sersem               
Sersemliği tarif etmek için şunu söyleyebiliriz: kendini sözlerde ve davranışlarda gösteren aklın hareketsizliği halidir.  Sersem örneğin, önünde abaküsle hesap yapar, sonucu alır ve komşusuna döner: “ne kadar ediyor”? Mahkemesi olduğunda gideceği tarihi unutup o gün köye gider. Tiyatroya gittiğinde ise orada uykuya dalar, gösteri biter, herkes evine gider, o ise orada kalır.
Bir şey alır ve güvenli bir yere koyar, sonra yerini unutur ve bulamaz. Bir arkadaşının ölüm haberini verdiklerinde üzülür, ağlamaya başlar ve “iyi yolculuklar” der.
Birisi ona borcunu öderken şahit çağırabilir. Kışın salatalık almadığı için kölesine kızabilir. Çocuklarına koşma ve güreş antrenmanı yaptırır ve yorgunluktan canlarını çıkarabilir. Tarlada kendine yemek pişirdiğinde iki defa tuz koyar ve yiyemez.
Yağmur yağar ve hava kararırsa insanlar “göz gözü görmüyor” derken o “ne gökyüzü var bu gece ve yıldızlar…” der. Birisi ona dese ki, “bu mezarlığın kapısından kaç kişi geçti sence?”, “bize de o kadarı nasip olur umarım” diye cevap verir.

XV. Aksi (nemrut)
Aksilik özellikle iletişimde kendini gösteren insan ilişkilerinde dostça olmayan tutumu anlatır. Örneğin aksi birine, “filanca nerededir?” diye sorulduğunda, cevabı “beni rahat bırak” olur. Selam verirsin, almaz. Satmak için pazara bir şey çıkarmıştır, ne kadar istediğini soranlara “sence ne eder” diye sorar.
Birisi ona saygısını belirtmek için bayramda hediye gönderse, öylesine göndermediğini, kendisinin de bir şey beklediği için gönderdiğini söyler. İstemeden birisi çarpsa ya da ayağına basıp özür dilese, özrü kabul etmez.  Ortak bir şey için dostu gelip onun da para vererek katılmasını istese vermez; bir süre sonra kendisi götürür ve şöyle der “bu da havaya gitti”.
Yolda ayağı taşa takılsa taşa lanet eder. Hiç kimseye uzun süre tahammül edemez. Ne şarkı söyletebilirsin, ne oyun oynatabilirsin. Tanrılara bile yalvarmamaya vardırır işi… 

XVI. Cahil
Cahil batıl inançları nedeniyle tanrısal güçlerden korkan kişidir. Bakın cahil neler yapar. Kedi önünden geçtiğinde yoldan önce başka bir insanının geçmesini beklemekte ya da yolun ötesine üç taş atarak devam yürümeye etmektedir. 
Evinde pareia yılanı gördüğünde Sabaziy çağırmaktadır (bir çeşit ayin yapmaktadır). Kutsal yılanı gördüğü yere ise dua yeri inşa etmektedir. Kavşakta yağlı taş var ise kendi taşıdığı kutsal yağdan sürmeden ve dizleri üstünde dua etmeden geçmez. 
Un torbasını fare kemirse hemen falcıya gider ve ne yapması gerektiğini sorar.  Falcı, torbayı dericiye ver ve tamir ettir dese de onu dinlemez ve eve dönerek arınma kurbanı verir.
Evinde devamlı arındırma ayinleri yapar, aksi takdirde Hekata’nın lanetini çekeceğine inanır. Yolda giderken kukumav kuşu ötse durup, “Atina beni korusun” demeden yoluna devam etmez. Mezarlığa, ölünün yanına ve yeni doğum yapan kadının yanına hiçbir güç onu götüremez- kirlenmemesi daha iyidir.

XVII. Mızmız
Mızmızlık sana verilen her şeyden gerekçesiz olarak memnuniyetsizlik ifade etme halidir. Mızmız böyle bir adamdır. Dost olarak sofrandan ona hizmetkarınla bir şey gönderdiğinde, söylediği şey, “Çorba ile şaraba kıyamadı demek ki ve beni yemeğe çağırmadı” olur. Yağmur yağdığında Zeus’a teşekkür edeceğine çok geç yağdığı için söylenir. Yolda bir kese para bulduğunda, bir kere bile hazine bulamadığına hayıflanır. Uzun pazarlık sonrası bir köle satın aldığında satıcıya, “bu kadar ucuz verdiğine göre kim bilir hasta mıdır ki? ”der.
 Oğlun oldu diye sevinçli müjde verildiğinde, “ama gerçeği söylemek gerekirse mallarımın yarısı onun için gidecek” der. Oybirliği ile mahkemedeki davayı kazansa, lehime olan birçok şeyi söylemedi diye avukata kızar.  Sıkıntıdan onu kurtarmak için aralarında para toplayan arkadaşları yanılıp memnun olup olmadığını sorduğunda; “Memnun mu? Hepinize borçlu olduğumu bilerek ve üstelik yardım ettiğiniz için minnet duymam gerektiği halde? ”der.

XVIII. Şüpheci
Şüphecilik hiç kimsenin dürüst olmadığı ile ilgili kuşku taşıma halidir. Örneğin şüpheci bir kölesini pazara alışverişe gönderip diğerini de onun ne kadar harcadığını gizlice izlemesi için gönderir. Yolculuk ederken paralarını kendisi taşır ve her iki yüz metrede bir durup ne kadar olduklarını sayar.
Akşam yattığında sandık kilitli mi, gümüşlerin olduğu çekmece kapalı mı, dış kapının mandalı geçirildi mi diye karısını sorguya çeker. Karısı her şeyin yapıldığı teminatını verse de, elinde kandille ve yarı çıplak kontrol etmek için dolaşır. Ancak ondan sonra uykuya dalar ama çok da derin değil…
Ona borçluysan faizleri şahitlerle almaya gelir ki inkar edemeyesin. Terziye elbiselerini, birisi onun için teminat verdiyse verir, işi iyi yapması önemli değil. Gümüş alet edevatlarını asla ödünç vermez. Ancak yakın arkadaşı ya da akrabası isen verir o da neredeyse alırken ve verirken tartıla koyarak verir.
Kölesini önünde yürütür ki gözü önünde olsun ve yolda kaçmasın. Ondan bir şey satın aldığında ve acelen varsa, “ne kadar, sonra öderim” dediğinde sana “telaşlanma, seninle geleceğim ve işin bitene kadar bekleyeceğim” diye cevap verir.

XIX. Pasaklı
Pasaklılık insanları kendisinden uzaklaştıracak düzeyde vücut temizliği ile ilgili aldırmazlıktır. Nasıl bir insandır o? Pis, uyuz üstü başı kirli ve siyah tırnaklarla gezer ve bunun ailesi için geleneksel olduğunu söyler: babası ve dedesi de böyleymiş. Bir süre bir çocuk evlerinde kalsa o çocuğu ayaklarındaki kirden ve yaralardan tanıyabilir, parmaklarındaki sıyrıkları görebilir; bunların hiçbiri temizlenmez ve tedavi edilmez ta bir süre sonra kurtlanana kadar.
Koltuklarının altından hayvanın postuna benzeyen sık ve uzun kıllar dışarıya çıkmakta, dişleri ise simsiyah ve aşınmış bu nedenle ağzı kötü bir koku yayar etrafa.
Bunlarla da kalmaz pasaklının hali. Yemek yerken burnunu çeker. Kurban keserken her tarafı kan içinde kalır. Konuştuğunda etrafa tükürüklerini saçar. İçerse geğirir herkesin yanında. Evde kirli çarşaflarda yatar. Üstü başı lekeler içerisindedir ve bu haliyle meydana çıkmaktan utanmaz.

XX. Münasebetsiz
Yapışkanlığı zararsız ama insanları rahatsız edici davranış olarak tanımlayabiliriz. Yapışkan insanın davranışları işte böyledir. Tam uyursun, gelir seni uyandırır. Sohbet edecekmiş. Gideceksin, gemi hareket edecek seni oyalıyor. Bir iş için yanına gidiyorsun, gezintisini tamamlayıncaya kadar beklemeni rica eder.
Misafirliğe gittiklerinde bakıcının elinden çocuğu alır ve yedirmeye çalışır ve o zaman “babasının hazinesi”, diye öpüp koklayarak sever. Masada yemek yerken müshil aldığını ve yedikleri çorba kıvamında ve daha koyu renkte dışarıya çıktığını anlatır.
Hizmetkarların yanında annesine şunu rahatlıkla sorabilir: “anne beni nasıl doğurdun, anlatsana”. Onun yerine de cevap verir.
Öğlen yemeğine davet edildiğinde, suyu çok soğuk olan kuyusunun olduğunu, bahçesinde harika sebzeler yetiştiğini, aşçısının olağanüstü yemekler pişirdiğini, evinin kocaman ve her zaman insanla dolu olduğunu, arkadaşlarının dipsiz kuyu gibi çok içtiğini anlatır.

XX. Kendini beğenmiş
Kendini beğenmişlik hep birinci olma ve mükemmel olma küçük hırsını içerir. Kendini beğenmiş nasıl bir insandır? Yemeğe davet edildiğinde hemen ev sahibinin yanına kurulur. Oğlunun saçını kestirmek için onu ta Delfi’ye berbere götürür.  Etiyopyalı bir köle alır ve sokakta yürürken kendisine eşlik ettirir. Bir mina borcu varsa onu verirken yepyeni pırıl pırıl ufak paralarla geri verir.
Evinde karga ve ona bakırdan kafes ve içine merdivenler yapar. Öküz kurban ettiyse boynuzlarını temizler ve evinin kapısına asar ki insanlar geçerken öküz kurban ettiğini görsünler. Atlı gösteride yer aldıysa atı kölesiyle eve gönderir, kendisi atlı kıyafetiyle ve mahmuzlarıyla meydanda dolaşır. Malta cinsi köpeği ölür, ona mezar yaptırır ve üstüne yazar “Malta doğumlu Klados”.
Sık sık saçlarını traş ettirir ve dişlerini beyazlatır. Elbisesi daha yıpranmadan yenisi ile değiştirir. Parfüm sıkar. Meydanda en çok bankerlerin yanında görürsün. Tiyatroda stratejistlerin yanına oturur.
Pazara kendi ihtiyaçları için gitmez, hep başka şehirlerdeki arkadaşları için... Bizantiona zeytin, Kizik’e Isparta köpekleri, Rodos’a himetion balı gönderir. Bunu da herkese duyurmaktan geri kalmaz. Doğal olarak evinde maymun da besleyebilir; keklik ve Sicilya güvercini bakabilir; antilop boynuzundan zarlar, yuvarlak turi şişeleri, bükme Isparta bastonları, pers figürlü goblenler alabilir.

XXI. Cimri
Cimrilik, tasarruf etmede bir nevi şeref ve haysiyet yoksunluğu halidir. Bakın cimri nasıl bir adamdır. Tragedyalarla ilgili bir yarışma kazandığında Dionisyus için adadığı şey sadece kendi isminin yazıldığı incecik bir tahta parçası olur. (Adet mermer bir blok yaptırılmasıdır). Halk meclisinde ek vergi ya da bağış yapılması gerektiği konuşulduğunda hiç konuşmadan kalkıp toplantıyı terk eder.
Kızını evlendirirken kestiği kurban etinden din adamlarına düşen payı ayırdıktan sonra geri kalanını satar. Düğün yemeğinde servis yapanları kiralarken, yemeklerini gelmeden yemeleri koşulunu koyar. Müzler bayramında çocuklarını hasta oldukları bahanesiyle okula göndermez şenlikler için para yatırılması gerektiği için. Pazar dönüşü aldığı et ve sebzeleri kendisi taşır. .
Önceden vermeyi taahhüt ettiği parayı alacak arkadaşını uzaktan gördüğünde yolunu değiştirir ve evine gider. Karısını prika (çeyiz) ile almıştır ama ona hizmetçi tutmaz. Ayakkabılarında yamasız ve tamirsiz yer kalmamıştır ama toynak gibi sağlam olduklarını söyler.

XXIII. Uydurukçu
Kendini beğenmişliğin, olduğundan fazla veya hayali başarı ve zenginlikleri kişinin kendisine “yazdığı” konusunda herkes hemfikirdir. Kendini beğenmiş adam şunları yapar: Limanda durur ve yabancılara, deniz ticareti için çok büyük paralar yatırdığını, önce borç vererek başladığını ve sonra işi ele alarak çok para kazandığını anlatır. İşi o kadar abartır ki kölesini bankere hesaplarını kontrol etmesi için gönderir, halbuki bankerde kör kuruşu yoktur. Başka birisiyle konuştuğunda, İskender ile omuz omuza savaştığını, İskender’in onu çok sevdiğini ve kendisine bir takım değerli taşlarla süslü kupalar hediye ettiğini anlatır. Hayatı boyunca Atina dışına çıkmamış olsa da, Asyalı ustaların Avrupa’dakilerden çok daha iyi oldukları konusunda saatlerce söylev verebilir
Üçüncü kez Antipater’den (İskender’in sefere çıktığında Makedonya’yı yönetmesi için bıraktığı yönetici) kendisine Makedonya’dan gümrüksüz odun getirme izni verdiğini söyleyen mektup aldığını ama Makedonyalılarla çok yakın olduğu söylentisi çıkmasın diye kendisinin reddettiğini anlatır.
Kıtlık zamanı aç kalanlar için 30 bin drahmilik buğday aldığını anlatır. Hayır diyememiş!!! Onu tanımayanların yanına oturduğunda hesabı onlara yaptırır. Hayali borçlu isimleri söyleyerek alacaklarının 60 bin drahmi olduğunu ve bunları dostlarının zor durumda olduklarında harcadığını söyler. Bu paralara devletin gemilerinin onarımı ve tiyatrolar için harcadıkları dahil değildir.
Cins at satıcıların yanında dolanır ve alıcıymış gibi davranır.  Dükkana girip 12 bin drahmilik elbise seçer. Sonra kölesine paraları evde unuttuğu için bağırır çağırır. Kirada oturur ama bunu bilmeyen birisi ile karşılaştığında babasından kaldığını ve artık çok dar geldiğini, misafirlerinin sığmadığını, yakında satma niyetinde olduğunu anlatır.

XXIV. Kibirli
Kibirlilik kendisiyle ilgili olmayan konuların önemsenmemesidir. Bakın kibirli kişi nasıldır. Bir iş için acele görmen gerektiğinde, öğle yemeğinden sonra gezinti yapmaya çıktığında görüşeceğini söyler. Yaptığı bu iyiliği de hiç unutmaz.
Hakem olarak tayin edildiğinde iki tarafı dinler ve kararını bir yere giderken yolda söyler. Bir görev verildiğinde, çok meşgul olduğunu öne sürerek ret eder. Ona bir şey satacağında ya da alacağını istediğinde çok erken saatte evine çağırır. Yolda kimseyle konuşmaz: ya yere ya da burnu havaya bakarak gider – o anki keyfine göre. Dostlarını evine yemeğe çağırır ama onlarla yemek yemez, ev ahalisinden birisi misafirlerle ilgilenir. Birisinin yanına gittiğinde geldiğini haber vermesi için önden kölesini gönderir. Masaj yaptırdığında ya da yemek yediğinde yanına kimseyi sokmaz.

XXV. Korkak
Korkaklık korkunun yarattığı cesaretsizlik olarak tanımlanabilir. Ve işte şunları yapar korkak. Deniz yolculuğu yaparken bir kayalığı korsan gemisi olarak görebilir. Dalga yükseldiğinde kaptana kıyıdan yeterince açıkta olup olmadıklarını ve havanın nasıl olduğunu sorar. Sonra gece rüyasında kötü bir düş gördüğünü ve o nedenle huzursuz olduğunu anlatır. Elbiselerini çıkarıp kölesine verir ki, gemi batarsa ağırlık yapmasın ve kıyıya çıkarabilsinler.
Askerdeyse, tam çarpışma başlayacakken tanıdıklarını etrafına toplar gelenlerin düşman olup olmadığını kestiremediğini söyler. Çarpışma sırasında düşenleri görünce kılıcını unuttuğunu söyler ve almak için kampa geri döner. Yaralı bir tanıdığını getirdiklerini görünce koşarak yanına gider, taşınmasına yardım eder, moral verir, kanını siler, yaraya gelen sinekleri kovalar yeter ki savaş alanından uzak olsun. Boru çaldığında çadırından çıkmaz ve söylenir “ne gürültü bu böyle, bir uyutmadınız, cehenneme kadar yolunuz var”. Sonra başkasının kanıyla üstünü başını bulayıp savaş alanından gelen arkadaşlarına hayatını riske atarak birinin hayatını kurtardığını anlatır.

XXVI. Dalkavuk
Oligarşiyi iktidar ve ayrıcalık için bir tür açlık olarak tanımlayabiliriz. Oligarşiye bağlı adam olan dalkavuğun davranışları ise şöyledir. Panatenei ve Dionisos şenliklerini yönetecek olan arhont’un yardımcıları seçilecekken kürsüye çıkar ve seçilecek dokuz kişinin yetkisinin sınırsız olması gerektiğini söyler. On kişi seçilmesi teklif edildiğinde, “hayır, bir kişi bile yeter” der; yeter ki güçlü birisi olsun. 
Homeros’un tüm şiirinden sadece bir dizeyi ezbere bilir: “çoğunluğun iktidarı kötüdür, yönetici tek olmalı”.  Söyledikleri: “bir araya gelelim ve biz karar verelim. Kalabalık ve meydanla bağımızı koparalım. Onların verdiği görevler için uğraşarak takdir ve eleştirilere son verelim; ya onlar ya biz şehri terk edelim”.
Akşamüstü, sokak ve meydanlar boşaldığında dışarıya çıkar. Elbiselerine sarınmış, sakalı ve tırnakları düzgün kesilmiş, havalı ve şöyle dercesine: “bu şehirde ispiyoncudan geçilmiyor. Bu alçaklar yüzünden mahkemede insanın başına neler gelebilir. Kalabalıkların içinde yaşayanlara ve toplumla ilgili görev alanlara şaşırıyorum. Ne bekliyorlar? Halk daima memnuniyetsizdir ve ona sadaka verene aittir”. Halk toplantılarına gitmek bir felakettir. İlla ki yanına pis, yırtık bir tip oturur ve “bu vergileri bizden toplayanlar bu vergilerle bizi mahvediyorlar ”der.
“Halkın yöneticileri çekilmezmiş bir kesimmiş ve il suçlu da Tezei’dir, çünkü on iki şehri birleştirerek krallığı yok etmiş. Bu yüzden onun ilk kurban gitmesi adilaneymiş.” Yabancılara ve kendi gibi oligarşi yanlısı hemşerilerine hep bunları anlatır.

XXVII. Yaşlı Delikanlı
Yaşlı delikanlılığı yaşına uygun olmayan, gençlik meşgalelerine aşırı bağlılık olarak tanımlayabiliriz. Bir insan için gençleşiyor dendiğinde; altmış yaşında şiir ezberleyip onu topluluk önünde okumaya çalışıp başaramadığında, hafızası artık onu aldattığında denir.
Kahramanlar bayramında gençlerin katıldığı bayrak yarışlarına katılmak için gerekli harcı yatırır. Eğer davet ederlerse, Heraklios tapınağındaki kurban kesme törenlerinde hemen üstünü çıkarır ve vücudunu gösterir. Stadyumdan stadyuma gider ve antrenman yapar. Artistler geldiğinde üç-dört gösteriyi peş peşe izler ki şarkıları ezberleyebilsin. Ödünç aldığı atla köye gitmeye kalkar ve düşer kafasını kırar.
Dekadist gençler derneğinin üyesidir ve her on günde bir verilen yemeklerde başı çeker. Çocuklarının öğretmeninden yay ve ok kullanmayı öğrenir ama sanki biliyormuş gibi ona akıl verir.

XXVIII. Sivri dilli
Kötü konuşma, başkaları ile ilgili tek iyi söz etmemektir. Sivri dilli, şöyle bir insandır: şu kişi nasıl biridir diye sorsan, hemen başlar: “Madem ki sordun, genealoglar gibi cevap vereyim- ailesinden başlayalım. Babasına baştan Soziy (genellikle öle ismi) derlerdi, sonra asker olunca Sozistrat oldu, kayıtlarda Sozidem diye geçer. Annesi ise bilinen bir Trakyalı ailenin kızıdır, düşünebiliyor musun, adı beyaz saksağan, orada isimler öyle konulurmuş. O da annesi babası için yaramaz biridir, adeta sopa için yalvarır…”
“Şu evde oturan kadınlar kimdir?” hemen sıralamaya başlar “o kadınlar yoldan geçen yabancıları bile eve alırlar ve bacak sallarlar. Doğru söylüyorum. Köpekler gibi sokakta otururlar ve sadece erkekleri düşünürler. Hep kapıyı dinleştirirler ve çalındığında kendileri açarlar”.
Başka kötü konuşandan bahsedildiğinde. “ben hayatta bu kişi kadar kötü birisini görmedim. Yüzünün iticiliği yetmezmiş gibi içinin kötülüğünü hiç kimsede göremezsin. Bak ne yapıyor: Karısı ona çok yüklü bir çeyiz getirdi, üstelik erkek evlat da doğurdu o ise günde beş kuruş yemeklik para bırakıyor ve aralık ayında soğuk suyla yıkanmaya mecbur ediyor”.
Beraber oturduklarından birisi kalkıp gittiğinde kalkanın yakınları bile nasiplerini alırlar. Arkadaşları, yakınları hatta ölüler bile kötü sözlerinden kurtulamazlar. Sivri dillilik onun için söz ve kişilik hürriyeti hatta demokrasinin kendisidir. Hayatta kötü konuşmaktan daha çok zevk aldığı bir şey yoktur.

XXIX. Haset
Haset, kötüye bağlılıktır.  Haset kişi düşkün kimselerle arkadaşlık eder ki bilgisi artsın ve başkalarını korkutabilsin. Bir insan hakkında iyi konuşulduğunda, doğuştan herkesin kötü olduğunu ve istisna olmadığını söyler. İyi insanlarla alay eder, kötüler için ise önyargılardan arınmış biri, der. Böyle birisi suçlandığında başkalarıyla aynı fikirdeymiş gibi görünür ama onun adına mazeretler bulmaktan geri kalmaz. Ya akıllı biri, ya iyi arkadaş ya da becerikli, diye takdir eder. Hatta bu kadar beceriklisini görmedim, der.
Kötü insanları mecliste de mahkemede de savunur. Yanındakilere, adamı değil yaptığını yargılamak gerekir diye ikna etmeye çalışır. Bütün serseri yabancıların hamisidir ve onların avukatıdır. Hakimlik yapıyorsa tarafların iddialarını en uç ve kötü halleriyle ele alır.

XXX. Açgözlü  
Açgözlülük şeref ve haysiyet gözetmeksizin çıkarlarına düşkünlüktür. Bakın nasıldır açgözlü kişi. Yemek verdiğinde yeterli ekmeği sunmaz. Misafirliğe gelenden kaldığı günler için kira alır. Ortaklaşa hazırlanmış bir yemekte eti bölüştürme görevi ona düşerse, adil olanın bölüştürme işini üstlenenin iki parça almasıdır, deyip hemen kendine iki iyi parçayı ayırır.
Şarap sattığında dostlarına bile su katılmış olarak satar. Tiyatro gösterisine ancak ücretsiz oyun oynandığında gider ve çocuklarını da ona götürür. Görevli olarak bir yere gittiğinde devletin verdiği harcırahı evde bırakır ve gittiği yerden borç alır. Ona eşlik eden köleye taşıyabileceğinden daha fazla yük yükler ama daha az yemek verir. Ortak bir hediye geldiğinde hemen kendi payını satmak için ister. Hamamda kölesi onu yağlarken, yüksek sesle “küflü elei almışsın” diye bağırıp başkasından ödünç alır. Yürürlerken hizmetçisi yerde ufak bir para bulduğunda hemen payını ister – “beraber yürürken bulduk” diye. Elbiselerini temizleyiciye verdiğinde bir başkasından ödünç elbise alır ve geri istenilene kadar vermez.
Yaptıkları hep böyledir. Hizmetkarlarının günlük buğday yevmiyelerini kendi verir ve onları fidon tası ile ölçer (daha küçük ve artık kullanılmayan bir ölçü birimi). Bir arkadaşı ucuza bir şey aldığında aynı fiyattan ondan satın alıp daha pahalıya satmaya çalışır.
Borç aldığı otuz lirayı geri verirken dört lirasını kesmek için çareler bulur. Öğretmene ödediği paradan çocuklarının hasta olduğu ve okula gitmedikleri günleri keser. Çok bayramın olduğu antesterion ayında onları hiç okula göndermez. Köleleri onun evi dışında yevmiye ile işe gittiklerinde sadece kendine pay almaz, bakırın gümüşe çevrilirken oluşan farkı da onlardan keser.
Cemaatin yemeği onun evinde düzenlendiğinde kölelerinin yemeğinin de ortak hesaptan karşılanmasında ısrar eder. Sofrada yenmeyen yarım turp kaldığında hizmetçiler yemesin diye onu da yazar. Tanıdıklarla yolculuk ettiğinde onların kölelerinden faydalanır, kendilerinkini yevmiyeli bir işe yollar.
Yine yemek onun evinde düzenlendiğinde her şeyi hesaba yazar: odun, mercimek, sirke, tuz ve lambaların yağı. Yakın bir arkadaşı evlenirken ya da kızını evlendirirken hediye göndermemek için bir müddet şehri terk eder. Tanıdıklarından geri istemeyecekleri şeyleri ödünç alır geri verdiğinde onların kabul etmede tereddüt edeceği şeyleri de.

31 Ocak 2016 Pazar

Aptalı Tanımak



“Aptallık alışmış kabullerimizin aksine son derece tehlikeli bir durumdur.” Uzun yıllar aptallığın doğası üzerinde çalışan İtalyan asıllı tarihçi ve ekonomist Carlo Maria Cipolla bu sonuca vararak tüm toplum/toplulukar için geçerli olan beş evrensel ilke tanımlamıştır:

Birinci İlke: İnsanlar etraflarındaki aptalların sayısını her zaman hafife alırlar :

İlk bakışta bu yasa sıradan ve şımarıkça gibi gelse de yaşamın kendisi onu doğrulamaktadır. İnsan etrafındaki kimseleri ne denli iyi değerlendirirse değerlendirsin, şu durumlarla karşılaşmaktan kaçınamamaktadır:

- Her zaman aklı başında ve akıllı görünen birisi son derece aptalca işler yapabiliyor
-Aptallar her zaman en beklenmedik yer, zaman ve durumlarda ortaya çıkarak önemli planları bozabiliyorlar.

İkinci İlke: İnsanın aptal olma olasılığı diğer niteliklerinden bağımsızdır:

“Uzun yıllık gözlem ve deneyimlerim bana insanların aynı olmadığını gösterdi- bazıları aptal, diğerleri ise değiller. Bu durum kültürden değil insanın doğasından kaynaklanmaktadır. Aptallık, insanın sarışın olması ya da 0 kan grubuna sahip olmasına benzemektedir. Böyle dünyaya gelmektedir. Eğitimin toplumdaki belli miktardaki aptalı ıslah etmesi olası değildir. Beş farklı gönüllüler grubuyla – öğrenci, memur, hizmetli, yönetici ve öğretim görevlileriyle üniversitede yaptığım çok sayıdaki deneylerin tümü bu savı desteklemektedir.
Düşük beceri seviyesine sahip olanları analiz ederken bu gruptaki aptalların oranı beklediğimden daha yüksek çıktı (birinci yasaya kanıt). Bunu sosyal faktörlere bağladım: yoksulluk, eğitimsizlik ve imkan kısıtlılığı… Ancak aynı oranları sosyal basamaklar yükseldikçe de tespit ettim – “beyaz yakalılar” ve üniversite öğrencileri. Asıl çarpıcı olan bu oranları mesleki yetkinliğe sahip topluluklarda da gözlemem oldu – küçük bir taşra üniversitesi ile büyük ve prestij sahibi üniversiteler arasında pek fark yoktu.
O kadar şaşırmıştım ki dünyanın sosyal elitini – Nobel ödülü sahipleri ile de deneyi tekrarlamaya karar verdim. Sonuçlar doğanın süper gücünü kanıtlar nitelikteydi: Aynı aptallar oranı ödül sahipleri arasında da vardı.
İkinci yasanın içeriğini kabullenmek çok zor olsa da çok sayıdaki deney doğruluğunun demir kadar sağlam olduğunu kanıtlamaktadır. Sonuçlar gerçekten ürkütücü: Üst düzey bir toplulukta da olsanız, hayatınızın birkaç yılını ilkel aborjinler arasında da geçirmeye karar verseniz her zaman ve her yerde beklentilerinizin üzerinde sayıda aptalla karşı karşıya kalacaksınız…””

Üçüncü İlke: Aptal, davranış ve hareketleri, başka bir insan ya da bir grup insana zarar ve kayıplar verdiren insandır. Bunun yanında aynı davranış ve hareketleri kendisine bir yarar sağlamadığı gibi genellikle bunlardan kendisi de zarar görmektedir. 

Üçüncü yasa tüm insanların dört gruba ayrıldığını varsaymaktadır: Akıllılar (A), cahiller (C), haydutlar (H) ve aptallar (B).
Peter kendisine zarar veren ancak John’a fayda sağlayan bir şey yaparsa, Peter C kategorisindedir. Peter hem kendisine hem de John’a fayda sağlayan bir davranışta bulunursa, A kategorisindedir. Peter kendisine fayda ama John’a zarar veren bir davranışta bulunursa bulunduğu kategori H olacaktır. Üç kategorinin de olumsuz alanlarında yer aldığında Peter B kategorisinde yer alır.
Formal ya da informal yetkilere sahip aptalların çevrelerine ne tür yıkıcı zararlar verebileceklerini kestirebilmek bazen zor olabilir. Ancak bir aptalı tehlikeli yapan asıl şeyin ne olduğu sorusu, üzerinde düşünmeye değer.
İlk olarak aptalların tehlikeli olmalarının kaynağı, aklı başında olanların, onların akıldışı davranışlarının mantığını kavrayamama ve kabullenememelerindedir. Akıllı bir insan haydut’un davranışının mantığını anlayabilir çünkü bu davranış son derece rasyoneldir- haydut daha fazla şeye sahip olmak ister ama bunlara sahip olabilecek akla sahip değildir. Bu anlamda haydut öngörülebilirdir, ona karşı önlemler alınabilir.
Aptalın davranışları ise öngörülemezdir. Nedensiz, amaçsız, plansız zarar verebilir ve bunu en beklenmedik yer ve zamanda yapabilir. Akıllı insan, aptalın ne zaman nasıl vuracağını tahmin etme becerisine sahip değildir. Bu nedenle aptalın darbesi genellikle şaşırtıcı bir sürpriz olur. Rasyonel bir yapısı olmadığı için de önlem alma şansı bulunmamaktadır. Shiller’in ünlü sözü, böyle durumlar için söylenmiştir sanki : “Aptallığın karşısında tanrılar bile güçsüzdür”.

Dördüncü İlke: Aptal olmayanlar her zaman aptalların yıkıcı potansiyelini küçümserler:

Aptal olmayanlar neredeyse sürekli bir şeyi unuturlar: her yerde, her zaman ve her koşulda aptallarla işlerinin olması demek, gelecekte maliyeti yüksek hata yapma olasılığının yüksek olması demektir. Kategori C deki cahiller (üçüncü yasaya bakınız) genellikler aptallardan gelecek tehlikelerin farkında değillerdir ki bu anlaşılır bir durumdur. Garip olan, aptalların taşıdığı tehlikelerinin akıllılar ve haydutlar tarafından fark edilmemesidir. Aptalın yanında bunlar gevşemekte, savunma mekanizmaları zayıflamakta ve aptalın verebileceği kestirilemez zararlara karşı önlem almak üzere harekete geçmek yerine entelektüel üstünlüklerinin tadını çıkarmaktadırlar.
Aptalın sadece kendisine zarar verdiği inanışı yaygındır. Hayır. Aptalları güçsüz cahillerle karıştırmayın. Kendi yararınıza kullanabileceğiniz düşüncesiyle aptallarla asla işbirliği yapmayın. Bunu yapmanız, aptallığın doğasını anlamamanızdandır. Aptala kendi elinizle coşması ve geri dönülemez zararlar vermesi için alan yaratmış olursunuz.

Beşinci İlke: Aptal en tehlikeli insan türüdür: 

Aptal hayduttan daha tehlikelidir. Haydutun hareketlerinin sonucu arzu edilen şeylerin el değiştirmesidir. Bütün olarak toplumun/topluluğun bu sonuçtan çok etkilendiğini söylemek zor. Eğer toplumda/toplulukta bunların sayısı fazla ise, sadece sessizce çürümekte ama büyük yıkımlar olmamaktadır.

Ancak sahneye aptallar çıktığında resim tamamen değişmektedir. Hiç kimseye yararı olmayan büyük zararlara imza atarlar…

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx


Carlo Maria Cipolla, (1922-2000) ekonomi tarihi konusundaki çalışmalarıyla ünlenmiş İtalyan iktisatçısıdır. Ama asıl ününü ekonomi ve sosyal alanda yazmış olduğu mizah denemeleriyle kazanmıştır.

Cipolla, İtalya’daki iktisat eğitiminden sonra Sorbonne ve Londra İktisat okulunda eğitimine devam etmiştir. ABD’de ve dünyanın birçok ülkesinde ekonomi dersleri vermiştir.

Birleşik Krallık Tarih Topluluğu ve Akademisi üyesi, İtalyan Akademi üyesi, Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi ve Amerikan Felsefe Topluluğu üyesidir. İktisat tarihine katkıları birçok kez önemli uluslararası ödüllerle takdir edilmiştir.

En bilinen eseri, bir denemeler derlemesi olan Allegro ma non troppo ("Mutlu ama o kadar da değil").

Derlemedeki birinci deneme, 1976 yılında yazılan “İnsan Aptallığının İlkeleri”dir.
Bu denemede aptallığın çelişkili doğası incelenmektedir. Aptalların oluşturduğu grubu Cipolla, herhangi bir mafyatik ya da ekonomik çıkar grubundan çok daha güçlü bir grup olarak nitelendirmektedir. Cipolla’ya göre kuralların olmaması ya da işlememesi ve liderliğin olmaması durumlarında bu grup kendi arasında inanılmaz bir koordinasyon sağlamakta ve etkili olmaktadır.  

Cipolla, insanları kendilerine/başkalarına sağladıkları yarar/zarara göre dörde ayırmaktadır: Akıllılar: Kendilerine ve başkalarına yarar sağlarlar. Haydutlar: Kendilerine yarar, başkalarına zarar sağlarlar. Salaklar: Başkalarına yarar kendilerine zarar sağlarlar. Aptallar: Hem kendilerine hem de başkalarına zarar verirler.

Cipolla’ya göre aptallığın 5 temel ilkesi şunlardır:

1. Her zaman ve kaçınılmaz olarak her birimiz çevremizde bulunan aptalların sayısını küçümsemekte; doğru kestirememektedir.
2. Birisinin aptal olma olasılığı başka hiçbir özelliği ile ilişkili değildir. (Soy, sop, eğitim düzeyi v.b.)
3. Aptal, başkalarına zarar verdiği gibi, kendisine de doğrudan ya da dolaylı olarak zarar verir ve en kötüsü de bunun farkında bile olmaz.
4. Aptal olmayanlar her zaman aptalların zarar verme potansiyellerini küçümserler; aptallarla iletişimin ve iş yapmanın zorunlu olarak zamandan, mekândan koşullardan bağımsız olarak kendilerine çok pahalıya mal olduğunu unuturlar.

5. Cipolla’ya göre aptal, mevcut olanlar arasında en tehlikeli insan tipidir.