Teofrast
Lesvos (Midilli) adasında M.Ö. 372 yılında doğan Tirtam okul çağına geldiğinde önce adada eğitim görür, sonra daha ileri eğitim için Atina’ya gönderilir ve hayatının sonuna kadar orada kalır. Dönemin en ünlü öğretmeni olan Platon (Eflatun) dan Platon Akademisinde dersler alır.
Orada
Platon’un bir başka ünlü öğrencisiyle tanışır ve ondan felsefe dersleri alır. Yardımcısı
olur ve kendi akademisini oluşturmasına yardım eder. Felsefe öğretmeni olan Aristo,
güzel konuşmasından dolayı adını önce Eufrast koymuş, sonra ise tanrılar gibi
konuşan anlamında, Teofrast olarak değiştirmiştir. Büyük İskender’in de
öğretmeni ve danışmanı olan Aristo, İskender’in ölümünden sonra şehri terk
etmek zorunda kalır. Okulunu ve kütüphanesini güvendiği Teofrast’a bırakır.
Ölümüne kadar geçen 35 yıl içerisinde Teofrast Okulu ve Aristo ekolünü
geliştirir, 250nin üzerinde eser verir. Günümüze kadar birçok maceradan sonra, bunlardan
sadece ikisi kalır.
Teofrast’ın
günümüze ulaşan bu iki eserinden daha ünlüsü, Karakterler adlı eseridir. Kaba bir
hesapla günümüzden 2300 yıl öncesinde yazılmış bu eser, “yeryüzünde değişen bir
şey yok” dedirtecek canlılık ve güncelliktedir. Yazar döneminin toplumundaki
insan çizgilerinin adeta sözle karikatürlerini çizmiştir. Satırları metafizik
değil ampiriktir. İnsan davranışına ilişkin keskin gözlemlerinin güçlü anlatımı
ile yazılmışlardır.
Eserde,
olumsuz 30 insan çizgisi anlatılmaktadır. Edebi olma kaygısı taşımayan günlük
bir dille yazılmış olan eser, muhtemeldir ki yazılmış ve günümüze gelememiş olan
ya da yazılacak olan ve yazılamamış bir tiyatro eserinin eskizleridir. Ve yine
muhtemeldir ki olumlu insan çizgilerini içeren bölümü günümüze ulaşmamıştır…
Bu haliyle
bile yazılmış olsalar, Teofras’ın Karakterleri, kendisinden yüz yıl öncesinin Eshid,
Sofokles ve Euripides gibi klasik tragedya yazarlarının karakterlerinden
oldukça farklıdırlar. Yağlı boya ile portreleri
çizilmiş kadar gerçekçi ve hayatın günlük telaşı içerisindedirler. En önemlisi
de o zamandan bu zamana yeryüzü binlerce kez güneşin etrafında dönmüş ise de insanının
davranışlarının değişmeyen çizgilerini yakalayabilmiş olmasıdır.
Aşağıda Teofrast'ın Karakterler'inin kısaltılmış çevirisini ile birlikte kim bilir, belki kendinizden ve çevrenizden çok şeyler bulacaksınız.
I. İkiyüzlü
Bakın nasıldır ikiyüzlü kişi:
düşmanına gidip onunla konuşarak nefretini gizleyebilir. Arkadan birine kötülük
yapmıştır – yüz yüze geldiğinde onu över hatta ona üzüntülerini bildirir.
Arkasından konuşanlar olduğunda darılmaz onları affeder. Haksızlık ettiği
birisi ona tepkisini söylediğinde duygusuzdur. Acele görüşmek istediğinde ise
işi vardır, başka zaman görüşelim der.
Asla yaptığı şeyi söylemez,
daha düşündüğünü ve henüz geldiğini söyler. Pazarda bir şey sattığında
satamadığı söyler, aksine satamadığında ise sattığını söyler…
Bir şey duymuştur, haberim yok
der, gördüğü şeye de görmedim. Söylediği şeyi hatırlamadım der. “Düşüneceğim,
bilmiyorum, hayret, ben de öyle düşünüyorum” ve “inanmıyorum, düşünmüyorum, çok
şaşırdım” onun sözleridir.
II. Yaltaklanan
Yaltakçılığı,
yaltaklanan kişinin fayda sağladığı kişilerle ilişkilerindeki haysiyet
yoksunluğu olarak tanımlayabiliriz. Bakın yaltakçı nasıldır. Seninle birlikte
yürür ve “Bak herkes sana bakıyor. Kasabamızda böylesi yok. Geçen gün otuz kişi
bir araya geldik ve konuşurken konu kimin en düzgün kişi olduğuna geldi. Başta
ben olmak üzere herkes bu kişinin sen olduğunu söyledi”. Bunu yaparken de
elbisenin üstündeki bir ipi alır, saçının-sakalının arasındaki bir çöpü ve
gülerek şöyle der: “görüyor musun bak, iki gün seninle görüşmedik ve saçın
başın karışmış. Ama senden başka kim böyle güzel saç-sakala sahip ki…”
Bir şey söylemeye kalksan
herkesi susturur. Şarkı söylesen över, sustuğunda “harika” der. Kötü bir şaka
dahi yapsan güler ve elbisesini ile ağzını kapatır çok gülüyormuş gibi. Karşına çıkan insanlara “çekilin” diye
bağırır. Çocuklarına elma ya da armut alır ama onlara sen varken verir, onları
öper ve “iyi babanın çocukları” der.
Seninle ayakkabı almaya gelir ve “ne güzel ayaklar, bu ayakkabı yakışmadı”
der. Bir dostuna gideceksen, önden gider ve “sana geliyor” der, sonra sana
gelir ve “ona söyledim geldiğini” der.
Sana olmayacak yerlerden hediyeler alır. Misafirinse, şarabı il o över
ve “ne muhteşem sofra” der. Üşüyüp üşümediğini sorar ve sen cevap verene kadar
üstüne bir örtü örter. Başkalarının yanında kulağına fısıldayarak konuşur,
başkalarıyla konuşurken sana bakar. Tiyatroda kölenin elinden yastığı kapar ve
senin oturacağın yere koyar. Evinin
yapısını, tarlalarının bakımını ve yapılan resmini över.
Çal çenelik düşünülmeden ve
boş şeyler konusunda sonsuza kadar konuşabilmedir. Çalçene şunu yapar.
Tanımadığı birisinin yanına oturur ve önce karısını över. Sonra gece gördüğü rüyayı anlatır. Daha sonra
en ince ayrıntısıyla yediği öğle yemeğini anlatır. Oradan insanların eskiye göre
ahlaksız olduklarını, pazarda buğday fiyatlarının çok iyi olmadığını, kasabada
çok yabancı olduğunu, bayramdan sonra denizin daha sakin olduğunu ve yüzmek
için ideal olduğunu, Zeus biraz daha yağmur yağdırırsa ürünün iyi olacağını,
tiyatronun sütunlarının sayısını… Sonra der ki “dün istifra ettim” ve
arkasından sorar “bugün günlerden ne”? Tahammül edip kendiliğinden gitsin diye
beklersen bu asla olmaz.
IV. Sütübozuk
Sütü
bozukluk görgüsüzlükle ifadesini bulan cehalet olarak tanımlanabilir. Bir
toplantıya gitmeden işkembe çorbasını tıka basa yer ve orada parfümün işkembe
çorbasından daha hoş olmadığını iddia eder. Kocaman ayakkabılar giyer ve yüksek
sesle konuşur. En yakın dostlarına güvenmez toplantıda olanları hizmetkarları
ile paylaşır.
Oturduğunda
elbisesini dizlerinin üstüne öyle çeker ki başka yerleri görünür, aldırış
etmez. Sokakta hiçbir şet dikkatini çekmez ama sığır, eşek ya da bir keçi
gördüğünde durup inceler. Acıktığında sadece kendisine yemek hazırlar. Herkes
sofradayken hayvanlara yem vermeye gider. Kapı çalındığında kapıyı kendi açar
ve köpeğini çağırır, burnundan tutar ve şöyle der “bu evin bekçisi bu…”.
Alacağı
olduğunda, kendisine verilen gümüş parayı silinmiş ve hafif diye reddeder ve
değiştirilmesinde ısrar eder. Birisine ödünç saban, sepet, tırpan ya da torba
verdiğinde gece uyku tutmaz ve hemen gidip ister. Kasabaya inerken ilk
gördüğünü durdurur ve deri ile tuzlu balık fiyatlarını sorar; sonra da tıraş
olacağını ve tuzlu balık almayacağını söyler.
V. Yağcı
Kişinin,
yakışık alıp almadığını düşünmeksizin, şeref ve haysiyetini gözetmeksizin
başkalarıyla ilişkilerinde onlara haz sağlamaya çalışmak olarak tanımlanabilir.
Bakın yağcı nasıl davranır. Daha uzaktan selam verir, olağanüstü bir insan
olduğunu söyler, iltifatlara boğar ve iki eliyle seni tutar, bırakmaz. Seninle
biraz yürür, tekrar ne zaman görüşeceğinizi sorar ve tekrar iltifatlar
yağdırır. Hakem olarak görüşüne başvurulduğunda sadece kendisine başvuran
tarafa değiş her iki tarafa da yaranmak için helak olur. Yabancı birine, hemşerilerine göre daha haklı
olduğunu söyleyebilir.
VI. Utanmaz
Utanmazlık ısrarla utanç
verici şeyler yapmak ve konuşmak olarak tanımlanabilir. Bakın utanmaz adam
nasıl birisidir. Hemen yemin etmeye hazırdır. Kavgacı ve sokak ağızı ile
konuşur, her şeyi yapabilir ve her şey ondan beklenir.
İçkili olmadan da üstünü
başını çıkarıp göbek atabilir. Panayır olduğunda seyircilerden para toplarken
bulur kendini ve vermeyenlerle kavgaya tutuşur. Onun için utanılacak iş yoktur,
her işi yapabilir. Kumar oynayabilir, ailesine bakmaz. Evinden çok hapishanede
yaşayabilir.
En kalabalık ve bayram
günlerini seçerek yolda giden birini çevirir ve yüksek sesle bağırır çağırır,
küfür eder ve etrafında seyirci toplar. Söyledikleri utanmazca ve bayağıdır bu
nedenle kimse sonuna kadar dinlemez, uzaklaşır.
Aynı
anda birçok davası vardır: kiminde sanık, kiminde müşteki; kiminde yalan
yeminle kurtulur, göğsünde bir tomar dilekçe ve belge ile gezer.
Sokak
serserilerinin başına geçmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Hemen borç verir ama
günde yüzde yirmi beş faiz ister. Faiz toplamak için meyhane ve dükkânları
kendi dolaşır.
VII. Geveze
Gevezelik
nedir derseniz, konuşmada kendini tutamamaktır. Bakın nasıl bir adamdır geveze.
Onunla karşılaşıp bir şey söylediğinde, anında sana işin öyle olmadığını,
kendisinin her şeyi bildiğini ve eğer biraz vaktin varsa her şeyin doğrusunu
sadece ondan öğrenebileceğini söyler. Araya girip bir şey söylemeye
çalıştığında, “sözünü balla kestim, diyeceğini unutma; iyi ki aklıma getirdin
az daha unutuyordum; çabuk çaktın meseleyi; bak benim dediğime geldin ” diye
konuşturmaz ve sözünü keser. Onunla konuşurken sözünü kesmesin diye rahat nefes
bile alamazsın.
Ayrı
ayrı birkaç kişiyi artık yorduğunda başka bir grup insanın yanına gidip onları
işlerini bırakıp kaçırtabilir. Eve gitmen gerektiğini söyleyip kaçmak
istediğinde konuşarak seni evine kadar geçirir.
Mecliste
neler olduğunu ona sorduğunda; olanları, en ince ayrıntısına kadar tüm
tartışmaları, bu meseleler ile ilgili geçmişte yaşanan tüm sorun ve
tartışmaları, geçmişte kendi söylediklerini anlatır. Anlatırken öyle kendinden
geçer ki dinleyenler sıkılır, bir kısmı kalkar gider, diğerleri dinliyormuş
gibi yapar ama dinlemez, dinleyenler konunun ne olduğunu unutur.
Onunla
iş yaparsan, iş yaptırmaz; tiyatroda yanında oturursa izletmez; beraber yemek
yersen yemek yedirmez.
VIII. Dedikoducu
Dedikoduculuk,
dedikoducunun insanların inanmalarını istediği olmayan şeylerle ilgili haberler
uydurmaktır. Bakın nasıl biridir o. Arkadaşınsa ve yolda karşılaşırsanız yüzü
aydınlanır, size gülümser ve sorar: “Nereden geliyorsun? Yeni bir şey var mı?
İnanamıyorum, hiç mi haberin olmadı?” ve sormaya devam eder “Senin yanında
konuşmadılar mı? Hayret. Neler neler konuşuluyor hâlbuki”. Cevap vermeni
beklemeden devam eder: “Demek öyle. Hiçbir şey duymadın. Sana anlatayım, aklın
duracak şimdi.” Ve başlıyor anlatmaya.
Bir askerden, ya da flütçü Asti’in kölesinden, ya da savaş yerinden yeni dönmüş
olan bir tüccardan duymuş – haber kaynakları genellikle doğrulatamayacağın kaynaklar.
Onlar
demiş ki, Poliperhon ve kral savaşı kazanmış,
Kasandr ise esir alınmış. (Poliperhon Büyük İskender’in komutanlarından
ve Makedonya’nın yöneticisidir. Bölgede o dönemde üç kral bulunmakta ve aralarındaki
savaşlar 10 yıl sürmüştür (M.Ö. 319-309). Oğlu Kasandr ile birlikte bu savaşlara
katılmıştır.) Yanılıp sorarsan, “peki sen buna inanıyor musun?” diye cevabı
uzun olacak. “Tabi ki öyle olmuş, herkes bunu konuşuyor, duymayan kalmamış.
Savaş tam bir can pazarı olmuş.
Görevlilerin yüzlerinden belliymiş morallerinin ne kadar bozuk olduğu.
Bir başka yerden duyduğuna göre, Makedonya’dan gelen ve her şeyi görmüş olan
bir adamı beş gündür bilinmeyen bir evde kapalı tutuyorlarmış ki olanları
anlatmasın.” Tüm bunları anlatırken de sözlerinin etkisini arttırmak için
ahlayıp vahlamaktadır: “Zavallı Kasandr. Hiç şansı yok. Şu kadere bakar mısın? Bir
de o kadar güçlü görünüyordu ki… Sakın dediklerimi başkalarına anlatma,
aramızda kalsın.” Halbuki tüm kasabaya anlatmıştır…
IX Yüzsüz
Haksız bir çıkar uğruna
insanların inanç, fikir ve kanaatleri tanımazlık ve aldırış etmeme olarak
tanımlanabilir. Yüzsüz, daha önce
dolandırdığı kişiden tekrar borç isteyebilir. Kestiği kurbanı tuzlayıp
kaldırdıktan sonra başkasının sofrasına oturup, üstelik kölesini çağırarak ona
da ekmek ve et verip “Hadi tıkın bakalım Tibie” diyebilir.
Kasap dükkanına gittiğinde,
kasaba bir zamanlar ona yaptığı iyiliği hatırlatır ve tartıya bir parça et daha
fazla olmazsa çorbalık bir kemik eklemek için tepesine dikilir. Becerebilirse çok memnundur, beceremezse, çıkarken
tezgahın üstündeki temizlenmiş bağırsakları kapar ve sırıtarak dışarıya fırlar.
Tiyatro gösterileri için başka
yerden misafirleri gelirse onların parası ile kendine de bilet alır. Sadece
kendisi olsa iyi, oğulları ve onların öğretmenine de… Birisi uygun fiyata bir
şey satın aldığında, aynı fiyattan o da almak için var gücü ile bastırır. Komşusundan ödünç buğday ya da çavdar ister,
komşuları verdiğinde eve kadar getirmeleri için ısrar eder.
Hamama gittiğinde sıcak su
kazanlarının başına geçer ve tası kafasından aşağıya boca eder. Giderken ise
hamamcıya, “Ne parası istiyorsun, ben kendim yıkandım” der.
X. Sıkı
Sıkılık
ölçüsüz tasarruf etme halidir. Sıkı bir adam nasıldır? Alacağı olan kişiye
gidip daha zaman dolmadan faizini isteyebilir. Ortaklaşa düzenlenen bir yemekte
kendisi de dahil herkesin kaç kadeh içtiğini sayar. Kendisine gelen hesap ne
kadar düşük de olsa söylenir ve kazıklandığını iddia eder.
Kölelerinden
birisi tabak ya da çanak kırsa günlük yemeğinden keser. Karısı bir bozuk parayı
evde düşürse bütün evin altını üstüne getirir. Sana bir şey satacaksa
alamayacağın bir fiyata satmak ister.
Bahçesinden tek bir incir
koparmana, tarlasından geçmene ne de yere düşmüş bir zeytin ya da hurmayı
almana izin vermez. Her gün tarlanın sınırındaki taşları kontrol etmeye gider.
Bozcunu bir gün geçirsen ödeyeceğin faizin faizini senden ister.
Yemeğe
misafir çağırdığında etleri küçük lokmalara böler. Pazara gider ve hiçbir şey
almadan geri döner. Karısına, komşulara tuz, fitil, kimyon gibi şeyleri vermeyi
yasaklar: yıla vurunca dünyayı tutarmış diye.
Bu tür
sıkı insanlarda küflenmiş sandıklar ve paslanmış anahtarlar çok olur. Giysileri
bir yerleri görünecek kadar kısadır, kafalarını derisine kadar kazıtırlar,
ayakkabılarını akşam vakti giyerler, terziye elbise verdiklerinde yamaların
kalın olmasında ısrar ederler.
XI. Küstah
Küstahlığı tanımak zor
değildir. Arsızca ve kırıcı alaycılık içeren şakacılık da denilebilir. Bakın
kibirli ne yapar. Yolda bir kadınla karşılaştığında eteklerini kaldırıp edep
yerlerini gösterebilir. Tiyatroda herkes kestiğinde alkışa başlayabilir.
Herkesin beğeni ile izlediği artistleri ıslıklayabilir. Sessizlik olduğunda
geğirir ki tiyatrodakiler dönüp ona baksınlar.
Pazarın
en kalabalık olduğu öğlen vakti tezgahların önüne geçer ve tezgahtaki ceviz ve
meyvelerden yiyerek satıcıları lafa tutar. Az tanıdığı birisi yanından
geçtiğinde adıyla ona bağırarak seslenir. Acele eden birini görünce onu oyalar.
Mahkemede davayı kaybetmiş olanın yanına gider ve onunla şakalaşır. Ayine
katıldığında kutsal kadehi yere düşürür ve gülmekten katılır. Müzik
dinlediğinde el çırpar, ıslık çalar ve çabuk bitirdiler diye azarlar.
XII: Patavatsız
Patavatsızlık,
insanları rahatsız eden şeylerin neler olduğu ve ne zaman yapılmaması gerektiği
konusundaki algı yetersizliğidir. Örneğin patavatsız en meşgul olduğun zaman
seninle sohbet etmeye gelir. Üşütmeden dolayı ateşi çıkmış olan sevgilisine
şarkı söyleyeceği tutar. Şahitlik etmek için çağırdıklarında karardan sonra
gelir. Düğüne davet edilip gittiğinde düğün boyunca kadınlar aleyhinde konuşur.
Arkadaşı uzun yoldan yorgun gelmiştir, ona biraz dolaşmayı teklif eder.
Sen
malını sattıktan sonra ona daha yüksek fiyat vermeye hazır müşteri getirebilir.
Uzun zaman tartışma konusu olmuş bir konuyu tam uzlaşma sağlandığında kalkar ve
gündeme getirir. İhtiyaç duymayacağınız ama kibarlıktan ret edemeyeceğiniz bir
iyilik yapmak için canla başla çalışmaya girişir. Tam bayram üstü, parası
bittiğinde gelip hesaplaşmak ister. İki taraf uzlaşmak için hakemlik etmesini
isterler, aksine onları birbirine düşürmek için uğraşır. Canı oynamak
istediğinde etrafındakileri zorla çekiştirerek kaldırmaya çalışır…
XIII. İşgüzar
İşgüzarlık
söz ve hareketlerde iyi niyetli ölçüsüzlüktür. Böyle bir adam gücünün
yetmeyeceği bir şey için hemen söz verir. İnsanlar bir konu hakkında karar
birliğine vardıklarında işgüzar kabulü mümkün olmayan gerekçelerle itiraz eden
tek kişidir.
Hizmetkarlarına
misafirlerin içebileceğinden çok daha fazla şarap hazırlatır. Tanımadığı
kişilerin bilmediği bir konuda tartıştıklarını gördüğünde hemen barıştırmak
için araya girer. Asker ise komutanın yanına gidip ne zaman savaşacaklarını ve
yarın için emirlerinin ne olacağını sorar.
Babasına
gidip annesinin yattığını ve uyuduğunu söyler. Hekim hastaya şarap verilmemesi
gerektiğini söylediğinde, zararlı olup olmadığını anlamak için sarhoş olana
kadar içer. Bir kadın öldüğünde mezar taşına, doğduğu yer ve adı dışında,
kocasının, annesinin, babasının, kardeşlerinin de adını yazar ve şöyle bitirir:
bunların hepsi iffetli insanlardı. Yemin etmesi gerektiğinde etrafındakilere,
“ben kaç kez yemin ettim şimdiye kadar, bir bilseniz…”.
XIV. Sersem
Sersemliği
tarif etmek için şunu söyleyebiliriz: kendini sözlerde ve davranışlarda
gösteren aklın hareketsizliği halidir.
Sersem örneğin, önünde abaküsle hesap yapar, sonucu alır ve komşusuna
döner: “ne kadar ediyor”? Mahkemesi olduğunda gideceği tarihi unutup o gün köye
gider. Tiyatroya gittiğinde ise orada uykuya dalar, gösteri biter, herkes evine
gider, o ise orada kalır.
Bir şey alır ve güvenli bir
yere koyar, sonra yerini unutur ve bulamaz. Bir arkadaşının ölüm haberini
verdiklerinde üzülür, ağlamaya başlar ve “iyi yolculuklar” der.
Birisi
ona borcunu öderken şahit çağırabilir. Kışın salatalık almadığı için kölesine
kızabilir. Çocuklarına koşma ve güreş antrenmanı yaptırır ve yorgunluktan
canlarını çıkarabilir. Tarlada kendine yemek pişirdiğinde iki defa tuz koyar ve
yiyemez.
Yağmur yağar ve hava kararırsa
insanlar “göz gözü görmüyor” derken o “ne gökyüzü var bu gece ve yıldızlar…”
der. Birisi ona dese ki, “bu mezarlığın kapısından kaç kişi geçti sence?”,
“bize de o kadarı nasip olur umarım” diye cevap verir.
XV. Aksi (nemrut)
Aksilik özellikle iletişimde
kendini gösteren insan ilişkilerinde dostça olmayan tutumu anlatır. Örneğin
aksi birine, “filanca nerededir?” diye sorulduğunda, cevabı “beni rahat bırak”
olur. Selam verirsin, almaz. Satmak için pazara bir şey çıkarmıştır, ne kadar
istediğini soranlara “sence ne eder” diye sorar.
Birisi
ona saygısını belirtmek için bayramda hediye gönderse, öylesine göndermediğini,
kendisinin de bir şey beklediği için gönderdiğini söyler. İstemeden birisi
çarpsa ya da ayağına basıp özür dilese, özrü kabul etmez. Ortak bir şey için dostu gelip onun da para
vererek katılmasını istese vermez; bir süre sonra kendisi götürür ve şöyle der
“bu da havaya gitti”.
Yolda
ayağı taşa takılsa taşa lanet eder. Hiç kimseye uzun süre tahammül edemez. Ne
şarkı söyletebilirsin, ne oyun oynatabilirsin. Tanrılara bile yalvarmamaya
vardırır işi…
XVI. Cahil
Cahil
batıl inançları nedeniyle tanrısal güçlerden korkan kişidir. Bakın cahil neler
yapar. Kedi önünden geçtiğinde yoldan önce başka bir insanının geçmesini
beklemekte ya da yolun ötesine üç taş atarak devam yürümeye etmektedir.
Evinde pareia yılanı
gördüğünde Sabaziy çağırmaktadır (bir çeşit ayin yapmaktadır). Kutsal yılanı
gördüğü yere ise dua yeri inşa etmektedir. Kavşakta yağlı taş var ise kendi
taşıdığı kutsal yağdan sürmeden ve dizleri üstünde dua etmeden geçmez.
Un
torbasını fare kemirse hemen falcıya gider ve ne yapması gerektiğini
sorar. Falcı, torbayı dericiye ver ve
tamir ettir dese de onu dinlemez ve eve dönerek arınma kurbanı verir.
Evinde devamlı arındırma
ayinleri yapar, aksi takdirde Hekata’nın lanetini çekeceğine inanır. Yolda
giderken kukumav kuşu ötse durup, “Atina beni korusun” demeden yoluna devam
etmez. Mezarlığa, ölünün yanına ve yeni doğum yapan kadının yanına hiçbir güç
onu götüremez- kirlenmemesi daha iyidir.
Mızmızlık
sana verilen her şeyden gerekçesiz olarak memnuniyetsizlik ifade etme halidir.
Mızmız böyle bir adamdır. Dost olarak sofrandan ona hizmetkarınla bir şey
gönderdiğinde, söylediği şey, “Çorba ile şaraba kıyamadı demek ki ve beni
yemeğe çağırmadı” olur. Yağmur yağdığında Zeus’a teşekkür edeceğine çok geç
yağdığı için söylenir. Yolda bir kese para bulduğunda, bir kere bile hazine
bulamadığına hayıflanır. Uzun pazarlık sonrası bir köle satın aldığında
satıcıya, “bu kadar ucuz verdiğine göre kim bilir hasta mıdır ki? ”der.
Oğlun oldu diye sevinçli müjde verildiğinde,
“ama gerçeği söylemek gerekirse mallarımın yarısı onun için gidecek” der.
Oybirliği ile mahkemedeki davayı kazansa, lehime olan birçok şeyi söylemedi
diye avukata kızar. Sıkıntıdan onu
kurtarmak için aralarında para toplayan arkadaşları yanılıp memnun olup olmadığını
sorduğunda; “Memnun mu? Hepinize borçlu olduğumu bilerek ve üstelik yardım
ettiğiniz için minnet duymam gerektiği halde? ”der.
XVIII. Şüpheci
Şüphecilik
hiç kimsenin dürüst olmadığı ile ilgili kuşku taşıma halidir. Örneğin şüpheci
bir kölesini pazara alışverişe gönderip diğerini de onun ne kadar harcadığını
gizlice izlemesi için gönderir. Yolculuk ederken paralarını kendisi taşır ve
her iki yüz metrede bir durup ne kadar olduklarını sayar.
Akşam
yattığında sandık kilitli mi, gümüşlerin olduğu çekmece kapalı mı, dış kapının
mandalı geçirildi mi diye karısını sorguya çeker. Karısı her şeyin yapıldığı
teminatını verse de, elinde kandille ve yarı çıplak kontrol etmek için dolaşır.
Ancak ondan sonra uykuya dalar ama çok da derin değil…
Ona
borçluysan faizleri şahitlerle almaya gelir ki inkar edemeyesin. Terziye
elbiselerini, birisi onun için teminat verdiyse verir, işi iyi yapması önemli
değil. Gümüş alet edevatlarını asla ödünç vermez. Ancak yakın arkadaşı ya da
akrabası isen verir o da neredeyse alırken ve verirken tartıla koyarak verir.
Kölesini
önünde yürütür ki gözü önünde olsun ve yolda kaçmasın. Ondan bir şey satın
aldığında ve acelen varsa, “ne kadar, sonra öderim” dediğinde sana “telaşlanma,
seninle geleceğim ve işin bitene kadar bekleyeceğim” diye cevap verir.
XIX. Pasaklı
Pasaklılık insanları
kendisinden uzaklaştıracak düzeyde vücut temizliği ile ilgili aldırmazlıktır.
Nasıl bir insandır o? Pis, uyuz üstü başı kirli ve siyah tırnaklarla gezer ve
bunun ailesi için geleneksel olduğunu söyler: babası ve dedesi de böyleymiş.
Bir süre bir çocuk evlerinde kalsa o çocuğu ayaklarındaki kirden ve yaralardan
tanıyabilir, parmaklarındaki sıyrıkları görebilir; bunların hiçbiri temizlenmez
ve tedavi edilmez ta bir süre sonra kurtlanana kadar.
Koltuklarının altından
hayvanın postuna benzeyen sık ve uzun kıllar dışarıya çıkmakta, dişleri ise
simsiyah ve aşınmış bu nedenle ağzı kötü bir koku yayar etrafa.
Bunlarla
da kalmaz pasaklının hali. Yemek yerken burnunu çeker. Kurban keserken her
tarafı kan içinde kalır. Konuştuğunda etrafa tükürüklerini saçar. İçerse
geğirir herkesin yanında. Evde kirli çarşaflarda yatar. Üstü başı lekeler
içerisindedir ve bu haliyle meydana çıkmaktan utanmaz.
XX. Münasebetsiz
Yapışkanlığı zararsız ama insanları
rahatsız edici davranış olarak tanımlayabiliriz. Yapışkan insanın davranışları
işte böyledir. Tam uyursun, gelir seni uyandırır. Sohbet edecekmiş. Gideceksin,
gemi hareket edecek seni oyalıyor. Bir iş için yanına gidiyorsun, gezintisini
tamamlayıncaya kadar beklemeni rica eder.
Misafirliğe
gittiklerinde bakıcının elinden çocuğu alır ve yedirmeye çalışır ve o zaman “babasının
hazinesi”, diye öpüp koklayarak sever. Masada yemek yerken müshil aldığını ve
yedikleri çorba kıvamında ve daha koyu renkte dışarıya çıktığını anlatır.
Hizmetkarların yanında annesine
şunu rahatlıkla sorabilir: “anne beni nasıl doğurdun, anlatsana”. Onun yerine de
cevap verir.
Öğlen
yemeğine davet edildiğinde, suyu çok soğuk olan kuyusunun olduğunu, bahçesinde
harika sebzeler yetiştiğini, aşçısının olağanüstü yemekler pişirdiğini, evinin
kocaman ve her zaman insanla dolu olduğunu, arkadaşlarının dipsiz kuyu gibi çok
içtiğini anlatır.
XX. Kendini
beğenmiş
Kendini
beğenmişlik hep birinci olma ve mükemmel olma küçük hırsını içerir. Kendini
beğenmiş nasıl bir insandır? Yemeğe davet edildiğinde hemen ev sahibinin yanına
kurulur. Oğlunun saçını kestirmek için onu ta Delfi’ye berbere götürür. Etiyopyalı bir köle alır ve sokakta yürürken
kendisine eşlik ettirir. Bir mina borcu varsa onu verirken yepyeni pırıl pırıl
ufak paralarla geri verir.
Evinde
karga ve ona bakırdan kafes ve içine merdivenler yapar. Öküz kurban ettiyse
boynuzlarını temizler ve evinin kapısına asar ki insanlar geçerken öküz kurban
ettiğini görsünler. Atlı gösteride yer aldıysa atı kölesiyle eve gönderir, kendisi atlı kıyafetiyle
ve mahmuzlarıyla meydanda dolaşır. Malta cinsi köpeği ölür, ona mezar yaptırır
ve üstüne yazar “Malta doğumlu Klados”.
Sık sık saçlarını traş ettirir ve dişlerini
beyazlatır. Elbisesi daha yıpranmadan yenisi ile değiştirir. Parfüm sıkar.
Meydanda en çok bankerlerin yanında görürsün. Tiyatroda stratejistlerin yanına
oturur.
Pazara
kendi ihtiyaçları için gitmez, hep başka şehirlerdeki arkadaşları için...
Bizantiona zeytin, Kizik’e Isparta köpekleri, Rodos’a himetion balı gönderir.
Bunu da herkese duyurmaktan geri kalmaz. Doğal olarak evinde maymun da
besleyebilir; keklik ve Sicilya güvercini bakabilir; antilop boynuzundan
zarlar, yuvarlak turi şişeleri, bükme Isparta bastonları, pers figürlü
goblenler alabilir.
XXI. Cimri
Cimrilik,
tasarruf etmede bir nevi şeref ve haysiyet yoksunluğu halidir. Bakın cimri
nasıl bir adamdır. Tragedyalarla ilgili bir yarışma kazandığında Dionisyus için
adadığı şey sadece kendi isminin yazıldığı incecik bir tahta parçası olur.
(Adet mermer bir blok yaptırılmasıdır). Halk meclisinde ek vergi ya da bağış
yapılması gerektiği konuşulduğunda hiç konuşmadan kalkıp toplantıyı terk eder.
Kızını evlendirirken kestiği
kurban etinden din adamlarına düşen payı ayırdıktan sonra geri kalanını satar.
Düğün yemeğinde servis yapanları kiralarken, yemeklerini gelmeden yemeleri
koşulunu koyar. Müzler bayramında çocuklarını hasta oldukları bahanesiyle okula
göndermez şenlikler için para yatırılması gerektiği için. Pazar dönüşü aldığı
et ve sebzeleri kendisi taşır. .
Önceden vermeyi taahhüt ettiği
parayı alacak arkadaşını uzaktan gördüğünde yolunu değiştirir ve evine gider.
Karısını prika (çeyiz) ile almıştır ama ona hizmetçi tutmaz. Ayakkabılarında
yamasız ve tamirsiz yer kalmamıştır ama toynak gibi sağlam olduklarını söyler.
XXIII. Uydurukçu
Kendini beğenmişliğin,
olduğundan fazla veya hayali başarı ve zenginlikleri kişinin kendisine
“yazdığı” konusunda herkes hemfikirdir. Kendini beğenmiş adam şunları yapar:
Limanda durur ve yabancılara, deniz ticareti için çok büyük paralar
yatırdığını, önce borç vererek başladığını ve sonra işi ele alarak çok para
kazandığını anlatır. İşi o kadar abartır ki kölesini bankere hesaplarını
kontrol etmesi için gönderir, halbuki bankerde kör kuruşu yoktur. Başka
birisiyle konuştuğunda, İskender ile omuz omuza savaştığını, İskender’in onu
çok sevdiğini ve kendisine bir takım değerli taşlarla süslü kupalar hediye
ettiğini anlatır. Hayatı boyunca Atina dışına çıkmamış olsa da, Asyalı
ustaların Avrupa’dakilerden çok daha iyi oldukları konusunda saatlerce söylev
verebilir
Üçüncü kez Antipater’den
(İskender’in sefere çıktığında Makedonya’yı yönetmesi için bıraktığı yönetici)
kendisine Makedonya’dan gümrüksüz odun getirme izni verdiğini söyleyen mektup
aldığını ama Makedonyalılarla çok yakın olduğu söylentisi çıkmasın diye
kendisinin reddettiğini anlatır.
Kıtlık
zamanı aç kalanlar için 30 bin drahmilik buğday aldığını anlatır. Hayır
diyememiş!!! Onu tanımayanların yanına oturduğunda hesabı onlara yaptırır.
Hayali borçlu isimleri söyleyerek alacaklarının 60 bin drahmi olduğunu ve
bunları dostlarının zor durumda olduklarında harcadığını söyler. Bu paralara
devletin gemilerinin onarımı ve tiyatrolar için harcadıkları dahil değildir.
Cins
at satıcıların yanında dolanır ve alıcıymış gibi davranır. Dükkana girip 12 bin drahmilik elbise seçer.
Sonra kölesine paraları evde unuttuğu için bağırır çağırır. Kirada oturur ama
bunu bilmeyen birisi ile karşılaştığında babasından kaldığını ve artık çok dar
geldiğini, misafirlerinin sığmadığını, yakında satma niyetinde olduğunu
anlatır.
XXIV. Kibirli
Kibirlilik kendisiyle ilgili
olmayan konuların önemsenmemesidir. Bakın kibirli kişi nasıldır. Bir iş için
acele görmen gerektiğinde, öğle yemeğinden sonra gezinti yapmaya çıktığında
görüşeceğini söyler. Yaptığı bu iyiliği de hiç unutmaz.
Hakem
olarak tayin edildiğinde iki tarafı dinler ve kararını bir yere giderken yolda
söyler. Bir görev verildiğinde, çok meşgul olduğunu öne sürerek ret eder. Ona bir
şey satacağında ya da alacağını istediğinde çok erken saatte evine çağırır.
Yolda kimseyle konuşmaz: ya yere ya da burnu havaya bakarak gider – o anki keyfine
göre. Dostlarını evine yemeğe çağırır ama onlarla yemek yemez, ev ahalisinden
birisi misafirlerle ilgilenir. Birisinin yanına gittiğinde geldiğini haber
vermesi için önden kölesini gönderir. Masaj yaptırdığında ya da yemek yediğinde
yanına kimseyi sokmaz.
XXV. Korkak
Korkaklık
korkunun yarattığı cesaretsizlik olarak tanımlanabilir. Ve işte şunları yapar
korkak. Deniz yolculuğu yaparken bir kayalığı korsan gemisi olarak görebilir. Dalga
yükseldiğinde kaptana kıyıdan yeterince açıkta olup olmadıklarını ve havanın
nasıl olduğunu sorar. Sonra gece rüyasında kötü bir düş gördüğünü ve o nedenle
huzursuz olduğunu anlatır. Elbiselerini çıkarıp kölesine verir ki, gemi batarsa
ağırlık yapmasın ve kıyıya çıkarabilsinler.
Askerdeyse, tam çarpışma
başlayacakken tanıdıklarını etrafına toplar gelenlerin düşman olup olmadığını
kestiremediğini söyler. Çarpışma sırasında düşenleri görünce kılıcını
unuttuğunu söyler ve almak için kampa geri döner. Yaralı bir tanıdığını
getirdiklerini görünce koşarak yanına gider, taşınmasına yardım eder, moral
verir, kanını siler, yaraya gelen sinekleri kovalar yeter ki savaş alanından
uzak olsun. Boru çaldığında çadırından çıkmaz ve söylenir “ne gürültü bu böyle,
bir uyutmadınız, cehenneme kadar yolunuz var”. Sonra başkasının kanıyla üstünü
başını bulayıp savaş alanından gelen arkadaşlarına hayatını riske atarak
birinin hayatını kurtardığını anlatır.
XXVI. Dalkavuk
Oligarşiyi
iktidar ve ayrıcalık için bir tür açlık olarak tanımlayabiliriz. Oligarşiye
bağlı adam olan dalkavuğun davranışları ise şöyledir. Panatenei ve Dionisos
şenliklerini yönetecek olan arhont’un yardımcıları seçilecekken kürsüye çıkar
ve seçilecek dokuz kişinin yetkisinin sınırsız olması gerektiğini söyler. On
kişi seçilmesi teklif edildiğinde, “hayır, bir kişi bile yeter” der; yeter ki
güçlü birisi olsun.
Homeros’un
tüm şiirinden sadece bir dizeyi ezbere bilir: “çoğunluğun iktidarı kötüdür,
yönetici tek olmalı”. Söyledikleri: “bir
araya gelelim ve biz karar verelim. Kalabalık ve meydanla bağımızı koparalım.
Onların verdiği görevler için uğraşarak takdir ve eleştirilere son verelim; ya
onlar ya biz şehri terk edelim”.
Akşamüstü, sokak ve meydanlar
boşaldığında dışarıya çıkar. Elbiselerine sarınmış, sakalı ve tırnakları düzgün
kesilmiş, havalı ve şöyle dercesine: “bu şehirde ispiyoncudan geçilmiyor. Bu
alçaklar yüzünden mahkemede insanın başına neler gelebilir. Kalabalıkların
içinde yaşayanlara ve toplumla ilgili görev alanlara şaşırıyorum. Ne
bekliyorlar? Halk daima memnuniyetsizdir ve ona sadaka verene aittir”. Halk
toplantılarına gitmek bir felakettir. İlla ki yanına pis, yırtık bir tip oturur
ve “bu vergileri bizden toplayanlar bu vergilerle bizi mahvediyorlar ”der.
“Halkın yöneticileri
çekilmezmiş bir kesimmiş ve il suçlu da Tezei’dir, çünkü on iki şehri
birleştirerek krallığı yok etmiş. Bu yüzden onun ilk kurban gitmesi
adilaneymiş.” Yabancılara ve kendi gibi oligarşi yanlısı hemşerilerine hep
bunları anlatır.
XXVII. Yaşlı Delikanlı
Yaşlı delikanlılığı yaşına
uygun olmayan, gençlik meşgalelerine aşırı bağlılık olarak tanımlayabiliriz.
Bir insan için gençleşiyor dendiğinde; altmış yaşında şiir ezberleyip onu topluluk
önünde okumaya çalışıp başaramadığında, hafızası artık onu aldattığında denir.
Kahramanlar bayramında
gençlerin katıldığı bayrak yarışlarına katılmak için gerekli harcı yatırır.
Eğer davet ederlerse, Heraklios tapınağındaki kurban kesme törenlerinde hemen
üstünü çıkarır ve vücudunu gösterir. Stadyumdan stadyuma gider ve antrenman
yapar. Artistler geldiğinde üç-dört gösteriyi peş peşe izler ki şarkıları
ezberleyebilsin. Ödünç aldığı atla köye gitmeye kalkar ve düşer kafasını kırar.
Dekadist
gençler derneğinin üyesidir ve her on günde bir verilen yemeklerde başı çeker.
Çocuklarının öğretmeninden yay ve ok kullanmayı öğrenir ama sanki biliyormuş
gibi ona akıl verir.
XXVIII. Sivri dilli
Kötü
konuşma, başkaları ile ilgili tek iyi söz etmemektir. Sivri dilli, şöyle bir
insandır: şu kişi nasıl biridir diye sorsan, hemen başlar: “Madem ki sordun,
genealoglar gibi cevap vereyim- ailesinden başlayalım. Babasına baştan Soziy (genellikle
öle ismi) derlerdi, sonra asker olunca Sozistrat oldu, kayıtlarda Sozidem diye
geçer. Annesi ise bilinen bir Trakyalı ailenin kızıdır, düşünebiliyor musun,
adı beyaz saksağan, orada isimler öyle konulurmuş. O da annesi babası için
yaramaz biridir, adeta sopa için yalvarır…”
“Şu
evde oturan kadınlar kimdir?” hemen sıralamaya başlar “o kadınlar yoldan geçen
yabancıları bile eve alırlar ve bacak sallarlar. Doğru söylüyorum. Köpekler
gibi sokakta otururlar ve sadece erkekleri düşünürler. Hep kapıyı
dinleştirirler ve çalındığında kendileri açarlar”.
Başka
kötü konuşandan bahsedildiğinde. “ben hayatta bu kişi kadar kötü birisini
görmedim. Yüzünün iticiliği yetmezmiş gibi içinin kötülüğünü hiç kimsede
göremezsin. Bak ne yapıyor: Karısı ona çok yüklü bir çeyiz getirdi, üstelik
erkek evlat da doğurdu o ise günde beş kuruş yemeklik para bırakıyor ve aralık
ayında soğuk suyla yıkanmaya mecbur ediyor”.
Beraber
oturduklarından birisi kalkıp gittiğinde kalkanın yakınları bile nasiplerini
alırlar. Arkadaşları, yakınları hatta ölüler bile kötü sözlerinden
kurtulamazlar. Sivri dillilik onun için söz ve kişilik hürriyeti hatta
demokrasinin kendisidir. Hayatta kötü konuşmaktan daha çok zevk aldığı bir şey
yoktur.
XXIX. Haset
Haset,
kötüye bağlılıktır. Haset kişi düşkün
kimselerle arkadaşlık eder ki bilgisi artsın ve başkalarını korkutabilsin. Bir
insan hakkında iyi konuşulduğunda, doğuştan herkesin kötü olduğunu ve istisna
olmadığını söyler. İyi insanlarla alay eder, kötüler için ise önyargılardan
arınmış biri, der. Böyle birisi suçlandığında başkalarıyla aynı fikirdeymiş
gibi görünür ama onun adına mazeretler bulmaktan geri kalmaz. Ya akıllı biri,
ya iyi arkadaş ya da becerikli, diye takdir eder. Hatta bu kadar beceriklisini
görmedim, der.
Kötü
insanları mecliste de mahkemede de savunur. Yanındakilere, adamı değil
yaptığını yargılamak gerekir diye ikna etmeye çalışır. Bütün serseri
yabancıların hamisidir ve onların avukatıdır. Hakimlik yapıyorsa tarafların
iddialarını en uç ve kötü halleriyle ele alır.
XXX. Açgözlü
Açgözlülük şeref ve haysiyet
gözetmeksizin çıkarlarına düşkünlüktür. Bakın nasıldır açgözlü kişi. Yemek
verdiğinde yeterli ekmeği sunmaz. Misafirliğe gelenden kaldığı günler için kira
alır. Ortaklaşa hazırlanmış bir yemekte eti bölüştürme görevi ona düşerse, adil
olanın bölüştürme işini üstlenenin iki parça almasıdır, deyip hemen kendine iki
iyi parçayı ayırır.
Şarap sattığında dostlarına
bile su katılmış olarak satar. Tiyatro gösterisine ancak ücretsiz oyun
oynandığında gider ve çocuklarını da ona götürür. Görevli olarak bir yere
gittiğinde devletin verdiği harcırahı evde bırakır ve gittiği yerden borç alır.
Ona eşlik eden köleye taşıyabileceğinden daha fazla yük yükler ama daha az
yemek verir. Ortak bir hediye geldiğinde hemen kendi payını satmak için ister. Hamamda
kölesi onu yağlarken, yüksek sesle “küflü elei almışsın” diye bağırıp
başkasından ödünç alır. Yürürlerken hizmetçisi yerde ufak bir para bulduğunda hemen
payını ister – “beraber yürürken bulduk” diye. Elbiselerini temizleyiciye
verdiğinde bir başkasından ödünç elbise alır ve geri istenilene kadar vermez.
Yaptıkları
hep böyledir. Hizmetkarlarının günlük buğday yevmiyelerini kendi verir ve
onları fidon tası ile ölçer (daha küçük ve artık kullanılmayan bir ölçü birimi).
Bir arkadaşı ucuza bir şey aldığında aynı fiyattan ondan satın alıp daha
pahalıya satmaya çalışır.
Borç aldığı
otuz lirayı geri verirken dört lirasını kesmek için çareler bulur. Öğretmene ödediği
paradan çocuklarının hasta olduğu ve okula gitmedikleri günleri keser. Çok bayramın
olduğu antesterion ayında onları hiç okula göndermez. Köleleri onun evi dışında
yevmiye ile işe gittiklerinde sadece kendine pay almaz, bakırın gümüşe
çevrilirken oluşan farkı da onlardan keser.
Cemaatin yemeği onun evinde düzenlendiğinde
kölelerinin yemeğinin de ortak hesaptan karşılanmasında ısrar eder. Sofrada yenmeyen
yarım turp kaldığında hizmetçiler yemesin diye onu da yazar. Tanıdıklarla yolculuk
ettiğinde onların kölelerinden faydalanır, kendilerinkini yevmiyeli bir işe yollar.
Yine yemek
onun evinde düzenlendiğinde her şeyi hesaba yazar: odun, mercimek, sirke, tuz
ve lambaların yağı. Yakın bir arkadaşı evlenirken ya da kızını evlendirirken
hediye göndermemek için bir müddet şehri terk eder. Tanıdıklarından geri
istemeyecekleri şeyleri ödünç alır geri verdiğinde onların kabul etmede
tereddüt edeceği şeyleri de.