24 Ocak 2012 Salı

Adanın Amok Koşucuları

Şu günlerde Bozcaada "boş ada" olalı beri belki de hiç bir dönemde bu denli sakin, ıssız ve hüzünlü olmadı.

Adada "zorunlu mükim" olan memurlar, "sözde" üniversite öğrencileri ve "karşı"ya gitme imkanları olmayan adalılarla bağ işçilerinden başkaca pek kimseler yok. Sokaklar ve meydanlar boş, gece koca mahallelerde tek tük ışıklar var.

Bozcaada bir "kent" gibi değil, olsa olsa bir Anadolu köyünün kış günleri görünümünü sergiliyor...

Oysa, yıllar önce, yazı ve kışıyla, gecesi ve gündüzüyle, giyimi ve kuşamıyla, ticareti ve kültürüyle Bozcaada   bir "kent"ti...

Bozcaadalılar ve "dışarlıklılar" birer Amok koşucusuna dönüşmeden önce...

Kimler olduklarını kolayca tahmin edebilirsiniz. Bir kısmını da yaz gelip çattığında göreceksiniz... Daha doğrusu bazılarını göremeyeceksiniz. Çünkü birçok işletmeyi kapalı ya da işletmecilerin değişmiş olduğunu göreceksiniz. Yerlerinde de yeni koşucuları ...

Kentlerin ve kentleşmenin altında iki temel etmen vardır: işbölümü ve uzmanlaşma.
Kent ekonomisinin altında da iki temel etmen olduğu gibi: nitelikli emek ve akıllı sermaye...

Kentleri kent yapan şey başta eğitim ve sağlık olmak üzere her tür hizmette uzmanlaşmanın, yani meslekleşmenin olması, diğer yandan da sermayenin sürekli büyüyerek ve gelişerek yeni uzmanlaşmış alanlar için ıstihdam yaratmasıdır.

Eskiden bu bilgiye erişenler üniversite birinci sınıfta "iktisata giriş" dersini alan tüm öğrencilerdi... Bugün bu temel bilgi ilköğretim okullarının "sosyal bilgiler" dersinde yer almaktadır.

Bozcaadanın sunduğu sağlık ve eğitim hizmetleri uzunca bir süre onu köyden kente göçte cazibe merkezi haline getirdi. Ancak bu alanlardaki hızlı nitelik kaybı üstelik yönetenlerin aldıkları yanlış kararlarla da desteklenerek cazibesini yitirdi...

Örnek mi? Sağlık merkezinde görev yapan uzman hekimin adeta gitmesi için her şeyin yapılması ve kurumun statüsünün muhafaza edilmesi için çaba gösterilmemesi, kamu kaynaklarının Bozcaadada ilk ve ortaöğretimin kalitesinin yükseltilmesi yönünde sarf edilmesi yerine öğrencilerin bireysel olarak Çanakkaledeki özel dershanelere gitmeleri için adeta "gayya kuyusuna" atılarak harcanması bunlardan bazıları... Kentsel altyapının geliştirilmesi açısından ise durum daha da vahim...

Bölge köylerinde bile kanalizasyon alt yapısı mevcutken oniki yıldır tamamlanamayan ve bir o kadar yıl daha tamamlanması umudu bulunmayan temel altyapı sorunları; topu topu 42 km2 lik bir adanın dört yıl önce bitmiş olması gereken imar planının bir dört yıl daha bitemeyeceği gerçeği...

Bunların böyle olması çok doğal çünkü bu konularda fikir üretecek, girişimde bulunacak, uygulamalarda örnek olacak, hesap soracak olan "adalılar" tüm bunlar olurken "amok amok" çığlıkları ile amok koşusuna başlamışlardı bile. Bir çılgınlık içerisinde adeta transa geçmiş, kulaklarını ve gözlerini her şeye kapamış, önlerine geçmeye kalkan ne varsa yıkmaya ve kırmaya hazır ölümcül koşularına başlamışlardı.

Hiç anlamadıkları, bilmedikleri, eğitimini almadıkları, zahmet edip öğrenmedikleri ne varsa yapmaya kalktılar: lokantacılık, pansiyonculuk, marangozluk, müteahitlik...

Halbuki kentleşmenin temel kuralı  uzmanlaşma, ekonominin birinci kuralı nitelikli işgücü ...

Sermayede sıkıntı çekmediler; adanın doğası, kendilerinin yaratmadığı mimarisi ve kültürü hovardaca kullandıkları sermayeleri oldu.

"Kırk yıllık adalı" dostlarını istismar ettiler önce...  Yıllardır komşuluk, dostluk ettikleri ve ilk zamanlar kusurlarını hoşgören ve çalışmalarını teşvik eden, kışın da müşterileri olan ilk "sürekli" müşterilerini kalabalıklar gelmeye başladığında "abi, abla idare ediver, ekmek parası" diyerek ihmal etmeye sonra küstürmeye, sonra "aman gelmesinler" diye bakmaya başladılar.  

Adanın "istanbulluları" için "sezonda"  adanın sosyal hayatı bitti... Herkes evinden çıkmaz, çay bahçesine dahi oturmaz, alışverişini Çanakkaledeki hipermarketlerden yapar hale geldi...

"Sezonda" çok büyük paralar kazanmaya başladılar koşucular. Eğitimleriyle, sermayeleriyle ve sunduklarının  nitelikleriyle orantılanmayacak kadar büyük paralar... Yönetme becerilerinden yoksun oldukları miktarlarda paraya sahip olanların yaptıklarını doğal olarak onlar da yaptılar...

Turist olarak gelen ve birkaç haftalık tatil yapabilmek için tüm yıl çalışan ve çabalayan insanların hayat ve tatil standartları çok cazip geldi... Öyle yaşamaya kalktılar üç ay çalışıp oniki ayki hayatlarını...

Adeta ... yarıştırırcasına "kışlık" aldılar kazandıkları paralarla birer ikişer Çanakkaleden ve bunun anlamının, Bozcaadayı "yazlık" haline kendileri tarafından getirilmek olduğunu düşünmeden... Pek çoğu artık "adalı" değil "yazlıkçı"... Tüm "dışarlıklıların" onlara özendiğini anlamayıp kendileri "dışarlıklı" olmaya özendiler ve oldular, "çakma adalı" olmayı kabullendiler...

Adanın okulları, pek çok özel okulu kıskandıracak potansiyele sahipken, öğrenci sayısı bakımından idealden öte olanakları varken çocuklarını alıp Çanakkalenin sıradan, sınıfları kalabalık okullarına yazdırdılar, dershanelerine inanılmaz paralar döktüler ve bununla gurur duydular. Bunları ödeyebilmek onlara kendilerini zengin hissettirdi.  Halbuki az bir çaba, destek ve güçlü bir kamuoyu baskısıyla ada okullarını ülkenin en iyi devlet okulları haline getirebilmek çok zor değilken...

Kazandıkları büyük paralarla ekonomik olarak kendi ayaklarına ateş ettiler... Adada "dükkan" olmaya elverişli az sayıda sahibi kamu ya da özel yapı için birbirleri ile kıyasıya yarışarak kiraları astronomik rakamlara çıkardılar... Öyle fiyatlar oluştu ki işletmelerin sürdürülebilirliği kalmadı...

"Sezon" başı "nasılsa çıkarırım" diye düşünüp kontrat yap, hizmet kaliten ne olursa ol fiyatları yüksek tut (geleni kazıkla!), sezon sonu ise ... masraflar ve kira çıkınca ... sıfır elde var sıfır. Ama bir kez oluşmuş fiyatın geri dönüşü yok...

 Kazanılan "büyük paralar" hiç bir ekonomik getirisi olmayan "Çanakkaledeki evlere", hakedilmeyen hayat standardının harcamalarına gittiğinde ve yatırıma dönüşmediğinde Amok koşusunun da zaten sonuna gelinmiş olmakta...

Adalılar, artık bağlara da geri dönemezler. Toprak, çılgınlığı affetmez.  "Bağları dağ" yapanları hele hiç affetmez. Bağları dağ yapıp, "millet birbuçuk liraya şaraplık üzüm satarken neden bizimkiler otuz kuruşa gidiyor" diye hayret etmek Einstein'i bile zorda bırakacak bir başka ada kökenli amok denklemidir.

Ada şu anda kış sessizliğine bürünmüş kocaman bir yazlık tesis. Ekonomik olarak "adalıların" bundan sonra gittikçe daha küçük roller alabilecekleri bir tesis. Çok sevdikleri "patron" rolünün onlara en az düşeceği ve "patron" seslenişinin geçmiş güzel günleri hatırlatmaktan öte gitmeyecek olan bir takılma olduğu günler "gelecek" değil, gelmiş.

Antik dönemden bu yana Bozcaadanın bağları, tepeleri, otlakları, ormanları ve koyları bundan öncekilerden de farklı zamanlarda çok amok koşucusu gördüler.  Sorsanız size anlatırlar...

Bugün onları bilen ve anan yok.  Ama bugünün amok koşucuları, geçmişin bu çıldırısına kapılmamış olan Bozcaadalıların yarattıkları kaleler, değirmenler, evler, sokaklar ve mekanlar gibi eserleri  de bıraksan bir çırpıda yok ediverecekler. Tıpkı kendilerini yok ettikleri gibi...

Hiç yorum yok: