27 Ağustos 2021 Cuma

 

 

Hırsız Görüldü, Yargılandı, Mahkûm Oldu…
        Bir mektuba cevaptır.

                                                         

Dört yıl önce kimliğini belirtmekten nedense imtina etmiş bir ‘okurum’un yazmış olduğu, bir davanın sonucunu soran soru ile biten mektubu yer alıyor. Davanın safahatı tamamlanmadığı ve kesinleşmediği için cevap vermeyi ertelemiştim. Şimdilerde dava bitti, meraklı okura cevap verme zamanı geldi. 

Bu blogda yer alan ‘Hırsızı Görmek’ başlıklı yazıya yorum olarak gönderilen, ‘yorum, öneri, hüküm ve merak’ ifadeleri içeren mektup şudur: 

Bilinmiyor (kimliği meçhul okur), "Hırsızı Görmek" için yorum yaptı

16 Tem 2017

Merhabalar sayın Vildan Onur, yazınızı okudum, öncelikle belirteyim açık, anlaşılır ve de detaylıca anlatmışsınız teşekkürler. Ben adalı değilim fakat bir tatil için orafa bulunduğum zaman tesadüfi aldığım bir dergiydi Mendirek, okudum, keyif aldım, sonrasında bir arkadaşımın da yardımı ile kargo ile bana gönderildi. Yazar "alıntıyı" bir parça abartmış :) doğrudur, fakat en azından yararlandığı yerin adresini vermiş, böyle bir durumda bence en doru yöntem size ulaşıp en azından bir izin isteme nezaketinde bulunması olurdu, anladığım kadarı ile yapmamış, fakat ben şunu belirmet istiyorum ; Sizin de iyi bildiğiniz gibi bir dergi ya da kitap hazırlamak ciddi emek, zaman,güç ve de sabır ister, hal böyle olunca size düşen (bana göre tabi) ufak tefek hataları yakalayıp, olayı mahkemelik bir safhaya taşımak yerine, ders niteliğinde bir eleştiri yapmanız daha yapıcı olurdu diye düşündüm, ki o vakit size bir özür dilenir, meseleyi kapatırdınız. Bu olayın hukuki açıdan bir suç teşkil edeceğini zannetmiyorum, merakımı maruz görün lütfen, mahkeme neye karar verdi ?

              Yazım ve imla hatalarını düzeltmeksizin verdiğim mektubu, her yazıyı okurken yaptığım gibi, kelimelerin ardındaki asıl mesajı; içerdiği düşünce ve duygu sistematiğinin yapısı, işleyişi ve bütünlüğünü anlamak için bu mektuba da cümle cümle, hatta kelime kelime baktığımda okuduğum şuydu:

1.       Cümle: Kimliği meçhul bir okur, blogda yer alan bu yazının kime ait olduğunu görmüş ve biliyor ki ismimle hitab ederek, beğeni ve takdirini ifade ediyor. Teşekkür ederim, teveccühünüz efendim… Hırsız ise aksini iddia ediyordu, bloğun ve yazının kime ait olduğunu bilmediğini, ismin belli olmadığını ve kendisine ulaşacak araçların bulunmadığını v.b. … Demek ki hırsız, ‘adadan uzaklarda yaşayan’ bu kimliği meçhul okur kadar ‘okuryazar’ değil; ‘becerikli’ ise hiç  değilmiş… Hırsızlığa girdiği bağın kime ait olduğunu ‘bilmiyorum, vallahi sahibi belli değil’ diyor… Halbuki bak, ‘akıllı’ ve ‘becerikli’ bir meçhul okur, bloğa ve yazıyı yazana ‘şıp’ diye ulaşıp ismiyle hitap ederek mektup yazabiliyor….

2.       Cümle: Mektubu yazan okur birazcık kendinden söz eder gibi yapıp aslında turist olarak gezerken ‘tesadüfen rastladığı’ Mendirek dergisine sözü getirip övgüde bulunuyor. Olur tabi ki, turist olarak gelmiş, okumuş, okurken keyif almış, sonra da arkadaşından rica etmiş, devamını kargo ile getirtmiş… çok doğal; onu belirtmemiş ama belki akabinde abone de olmuştur, ciltlemiştir, büfesine televizyonun üstüne koymuştur, kim bilir…   Sonra doğrudan ‘mevzuya’ girmiş ve şunu demiş:

3.       Evet, hırsız çalmış ve birazcık da abartmış kabul ediyorum… ‘Abartmış’ın yanına bir de gülme işareti koymuş; nedenini anlayamadım – hırsızı kınıyor mı, takdir mi ediyor, suçüstü yakalandığı için onun adına mahcup mu oluyor, vallahi bunu anlayamadım… Ama hemen akabinde kimliği meçhul okur, avukatlık makamına oturup hırsızı ‘müdafaaya’ geçmiş – üzümü çalmış tamam, abartmış ve bağın % 65 ini toplamış sonra da satışa çıkarmış o da tamam; ama satarken en azından bu üzümler şu bağdan çalındı…demiş ya… diye hırsızın suçunu hafifletmek istemiş.

        Sonrasında kimliği meçhul okur, yargıç koltuğuna geçip ‘ayar vermeye’ başlamış- önce hırsıza: ‘Nezaketsiz hırsız! Hırsızlığın açığa çıkınca bari bir el öpüp af dileseydin, bir özür dileseydin de bu hırsızlığının üstü kapansaydı’…    

        Hüküm makamındaki kimliği meçhul okur sonra bana dönüp başlamış ‘ince ayara’- ‘sizin de iyi bildiğiniz gibi’… bu uzak diyarlardan gelen ve beni tanımayan ‘turist’ okur ‘ne bildiğimi’, üstelik ‘iyi’ bildiğimi nereden ve nasıl ‘bilebiliyorsa’? Ama maksat ‘benim’ bildiğimi değil, kendi bildiğini ‘DE’ ifade etmek! O bildiği neymiş? ..bir dergi ya da kitap hazırlamak ciddi emek, zaman, güç ve de sabır ister’miş…. Günaydın kimliği ‘meçhul’ okurum! Bunu, o okurken çok ‘keyif aldığın’ dergiye yazacaksın, bana değil! ‘Ciddi emek, zaman, güç ve sabır gösterip’ üzüm çalarak tezgahlarına çalıntı üzüm koyacaklarına kendi bağlarına baksalardı, yetiştirselerdi, yeşertselerdi, kazsalardı, üretselerdi… Hırsıza el öptürüp affola, bağcı’ya dayak, öyle mi?

        Şimdi bu halde, diye devam ediyor ‘racon kesmeye’ kimliği meçhul okur; bu tür ufak tefek hırsızlıklara (kendine göre ufak tefek olduğunu da parantez içinde belirtmiş sağ olsun) ne diye ses çıkarıyorsun sen? Yapman gereken şudur: Hırsızı kibar kibar eleştir, ders ver. Ona de ki, ‘evladım bu yaptığın çok ayıp. Bağımdaki üzümün % 65 ini izinsiz toplamış ve tezgahta ‘benim’ diye satmışsın. Sakın bir daha böyle kötü şeyler yapma çocuğum. Hırsızlığın büyüğü küçüğü olmaz. Üzümü ya da yazısı da olmaz. Hırsızlık hırsızlıktır. Özür dile ve öp bakiim elimi çocuğum da affedeyim seni, ‘meseleyi kapatalım’, karakollara mahkemelere düşme. Tamam mı evladım? Diye ne yapmam gerektiğini de sağ olsun tarif etmiş, söylemiş. Yıkıcı olma, yapıcı ol! Demiş…

4.       Üçüncü cümle, cümleler içinde cümleydı, afakanlar bastı okurken; dördüncü cümle kısa ama kimliği meçhul okurun Sebeb-i Namesi…

        ‘Onun’ hukuk bilgisi, zannı ve kanaatine göre bu hırsızlık olayı hukuki açıdan bir suç teşkil etmemekteymiş. Kimliği meçhul çok ilgili ve bilgili okur aynı zamanda çok meraklı olduğunu da çok büyük bir nezaket ve kibarlıkla, af dileyerek mektubunu soruyla bitiriyor: mahkeme neye karar verdi?

        Şimdi sıra geldi bu ‘kimliği meçhul meraklı okurumun’ merakını gidemeye. Ama önce iki tespit.

        Hayat deneyimim çok kibarca ve çok nazikçe, hele hele af dileyerek sorulan soruların cevabının, genellikle soruyu soran tarafından zaten bilindiğini söylemektedir. Peki cevabını bildikleri soruyu ‘bu tip insanlar’ neden sorarlar?

        Genellikle karşıdakini incitmek, aşağılamak, alay etmek, ezmek ya da ruhsal olarak yok etmek içindir.  Cevabını bildiği soruyu soranın öfkesi ve saldırganlığı ile ifadesindeki ‘kibarlığı’ genellikle doğru orantılıdır. Saldırganlık ne kadar yüksekse, ifadeler de o denli ‘kibarca’’dır. Saldırganlık ve öfke düzeyini ‘kibarlık’ ile kapattığını zanneden bu tür kişiliklerin öfkeleri ve saldırganlıkları ile doğru orantılı bir şey daha vardır. Davranışlarında ve zihin dünyalarında hep sistematik bir hataya düşerler. Bu hata küçük gördükleri, öfke duydukları, ezmek ve yok etmek istedikleri insanlarla ilgili objektif değerlendirme yapmadan uzak olmalarıdır. Küçümsedikleri, öfke duydukları insanların zeka ve yeteneklerinin boyutlarının kendi zeka ve yeteneklerinden çok daha düşük düzeyde olduğuna gerçekten inanmalarıdır. Buna inanırlar çünkü böyle olmasını isterler ve böyle olmasına çok fazla ihtiyaçları vardır. Onların bu ihtiyaç ve inancı ise gerçek durumla tam olarak ters orantılıdır…İçten içten de bunu bilirler, öfke ve saldırganlıkları da bundandır…

        İkinci tespit ise kimliği meçhul okurun mektubunun zamanlamasıdır.

        Hırsızlık davasının yargılama aşamalarından ilkinde mahkemenin sayın yargıcı dava konusu olaya, tam olarak kimliği meçhul okurun baktığı açıdan bakmış ve kararını öyle vermişti. İşte çok kibar kimliği meçhul okurun mektubunun geliş tarihi, bu karar tarihinden tam da üç gün sonrasındadır... Ne ilgili ve meraklı, üstelik kimliği ‘meçhul’ bir okur…

        (Bu ara karar üzerine, daha sonra hüküm giyen sözde gazeteci ve dergici hırsızlar sevinç ve coşkularını sosyal medya ve sözde gazetelerinde hakkımda aşağılama, hakaret ve karalamalarla kutlamışlardı…   Elbette bu itibarsızlaştırma kampanyalarını da dava edebilirdim. Etmedim. Zamanım, benim için daha değerli ve anlamlı şeyler için gerekliydi. Hani bir söz vardır ya, ‘kel saçıma bakıp bana kel demiş, ben kele ne diyeyim, zaten kel’….)

        Bu iki tespitten sonra gelelim meçhul kimlikli okurun merakını gidermeye.

        Konusu yazılı eserin ‘aidiyetin ihlal edilmesi nedeniyle manevi tazminat talebi’ olan dava sonuçlandı.

        Mahkeme neye karar verdi?

        E bunu da ben yazmayayım, mahkeme kararını yazmış zaten: 

İZMİR

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ

20. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO        : 2020/244

KARAR NO         : 2021/356

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

B Ö L G EA D L İ Y EM A H K E M E S İ K A R A R I

BAŞKAN                           : MUSTAFA KILINÇ(36832)

ÜYE                     : MENDERES METİN(40160)

ÜYE                     : SALİH UÇAR(118988)

KATİP                 : GÜLŞEN HORZUM(122726)

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ     : EZİNE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ                : 12/07/2017

NUMARASI                      : 2016/194 Esas- 2017/223 Karar

DAVACI              : VİLDAN ONUR – 12602946808 Cumhuriyet Mh. Kıymet Sk. N:2 Bozcaada/ ÇANAKKALE

VEKİLİ   : Av.ALİ BURAK ENSARİ - Perpa Ticaret Merk.B Blok,K:13,N:2376 Şişli/ İSTANBUL

DAVALILAR       : 1- İSMAİL ŞEN -Cumhuriyet Mah. 20 Eylül Cd. No:70 Bozcaada/ ÇANAKKALE

              2- SERKAN İLİK -42013608194-Cumhuriyet Mh.20 Eylül Cd, N:70-Bozcaada/ÇANAKKALE

              3- BOZCAADA MENDİREK DERGİSİ -Cumhuriyet Mah. 20 Eylül Cd. No:70 Bozcaada/ ÇANAKKALE

DAVA                  : Tazminat (Manevi Tazminat)

KARAR TARİHİ  : 22/04/2021

KARAR YAZIM TARİHİ   : 28/04/2021

Ezine Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/194 Esas- 2017/223 Karar sayılı kararının dairemizce incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesi süresi içinde usulünce verilmiş olmakla; dosyadaki dilekçe, lahiyalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler incelendi.

 ……………………

 DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE

İnceleme, 6100 sayılı HMK'nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.

Dava, FSEK hükümlerine dayalı olarak açılmış manevi tazminat davasıdır.

5846 sayılı Yasada eser sahibinin husule getirdiği eser üzerindeki haklarına ilişkin bir takım sınırlamalar getirilmiştir. Bu sınırlamalardan biri de 35. maddede düzenlenen alıntı serbestisidir. Bu madde uyarınca alenileşmiş bir eserin bazı cümle ve fıkralarının müstakil bir ilim ve edebiyat eserine alınması yasal kullanım sayılmıştır. Ancak bu çerçevede yapılacak alıntılarda kullanılan eserin ve eser sahibinin adından başka bu kısmın alındığı yerin belirtilmesi şart koşulmuştur.

Somut olayda; davacı tarafından kaleme alınan yazının davalılar tarafından bir kısım cümleler aynen alıntı yapılmasına rağmen tırnak içine alınmadığı, bazı kısımların da çıkarılıp, kısaltmak suretiyle aynen iktibas yapıldığı, yararlanılan bir eserden aynen alınan cümlelerin tırnak işareti veya parantez içine alınarak alıntı yapılan eserin belirtilmesi gerektiği, davalıların yaptıkları iş sebebiyle bu konuda özel olarak hassasiyet göstermeleri gerekirken gerekli dikkat ve özeni göstermedikleri, kaldı ki aynen veya cüz'i değişikliklerle alınan cümleler bakımından davacının eseri kaynak olarak gösterilmiş olsa dahi, FSEK 35. maddesi gereğince somut olayda davacıya ait yazının yaklaşık % 65 oranındaki kısmının davalı dergide yer alan yazıda kullanıldığı şekilde bir iktibasın amacın haklı gösterdiği bir iktibas olarak nitelendirilmesinin de mümkün olamayacağı anlaşılmakla davanın kabulü gerekirken reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

Kabule göre ise, Basın yoluyla işlenen fiillerden dolayı hukuki sorumluluğu düzenleyen, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 13. maddesinin birinci fıkrasında, “Basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan maddi ve manevi zararlardan dolayı süreli yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi, süresiz yayınlarda ise eser sahibi ile yayımcı, yayımcının belli olmaması halinde ise basımcı müştereken ve müteselsilen sorumludur.” Hükmüne yer verildikten sonra; ikinci fıkrasında, “Bu hüküm, süreli veya süreli olmayan yayınlarda yayın sahibi, marka veya lisans sahibi, kiralayan, işleten veya herhangi bir sıfatla yayımlayan, yayımcı gibi hareket eden gerçek veya tüzel kişiler hakkında da uygulanır. Tüzel kişi şirketse, anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde en üst yönetici, şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” Hükmü öngörülmüştür.

Anılan maddenin birinci fıkrasına göre, süreli ve süresiz yayın ayırımı yapılmaksızın maddi ve manevi zararlardan eser sahibi ile birlikte yayımcı ve varsa temsilcisinin sorumlu tutulduğu; ikinci fıkrasına göre, süreli veya süreli olmayan yayınlarda yayın sahibi, marka veya lisans sahibi, kiralayan, işleten veya herhangi bir sıfatla yayımlayan, yayımcı gibi hareket eden gerçek veya tüzel kişiler hakkında da ilk fıkrada yer alan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı açıktır.

İmtiyaz sahibi, “yayımcı” sıfatına sahip olmasa dahi, yayın hakkı sahibi olması nedeniyle, “yayımcı gibi hareket eden” durumundadır. O nedenle, basın yoluyla işlenen fiillerden dolayı 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 13. maddesi uyarınca eser sahibi ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Somut olayda, davaya konu edilen yayının yapıldığı derginin künyesinde imtiyaz sahibi olarak gözüken davalı Serkan İlik ve eser sahibi İsmail Şen'in müteselsil sorumlulukları bulunmakla birlikte davalı olarak gösterilen Bozcaada Mendirek Dergisi'nin gerçek veya tüzel kişiliğe sahip olmadığının anlaşılması karşısında bu davalı yönünden davanın pasif husumet yokluğu sebebiyle reddi gerekirken yazılı şekilde esastan reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

Bu durumda, yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığından Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında karar verilmesi gerekmiştir.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile Ezine Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2016/194 Esas- 2017/223 Karar sayılı kararının Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA,

2-Davanın kısmen KABULÜ ile;

A-1.500.TL manevi tazminatın 01/02/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte beraber davalılar Serkan İlik ve İsmail Şen'den müşterek ve müteselsilen tahsiline,

B-Davalı Bozcaada Mendirek Dergisi yönünden açılan davanın pasif husumet yokluğundan REDDİNE

3-Yürürlükteki tarifeye göre alınması gerekli 59,30.TL maktu karar ve ilam harcından peşin alınan 29,20.TL harcın mahsubu ile bakiye 30,10.TL harcın davalılar Serkan İlik ve İsmail Şen'den müşterek ve müteselsilen alınarak Hazine'ye gelir yazılmasına,

4-Davacı tarafından karşılanan 29,20 TL harcın davalılar Serkan İlik ve İsmail Şen'den müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,

5-Davacı tarafından yapılan 312,20 TL yargılama giderinin davalılar Serkan İlik ve İsmail Şen'den müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,

6-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereği hesap edilen 1.500,00 TL vekalet ücretinin davalılar Serkan İlik ve İsmail Şen'den müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,

7-Davacının yatırmış olduğu 148,60 TL istinaf başvuru harcı ve 31,40 TL istinaf karar harcı olmak üzere toplam 215,20 TL harcın davalılar Serkan İlik ve İsmail Şen'den müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,

8-Artan gider avansının karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,

Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK 362/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 22/04/2021

Mahkeme, ‘aynen veya cüz'i değişikliklerle alınan cümleler bakımından davacının eseri kaynak olarak gösterilmiş olsa dahi, FSEK 35. maddesi gereğince somut olayda davacıya ait yazının yaklaşık % 65 oranındaki kısmının davalı dergide yer alan yazıda kullanıldığı şekilde bir iktibasın amacın haklı gösterdiği bir iktibas olarak nitelendirilmesinin de mümkün olamayacağı’na hükmetmiştir.

Dersi, kimliği meçhul okurun talep ettiği gibi ben değil, mahkeme vermiştir.  Emekli olduğum için artık ders vermiyorum. Ama bu olaydan mutlaka bir ders çıkarılması gerekirse, o da şudur;

‘Amaçlar araçları masum ve haklı kılmaz’… ‘Ne yaptığından daha önemlisi, nasıl yaptığındır.’

Mahkemenin hükmettiği ve tahsil edilen TAZMİNAT'tan Avukatımın emek ve çabasına düşen payı ayırdıktan sonra geri kalan tazminat, masraf ve faizlerin toplamının bedeli TÜZEL KİŞİLİĞİ OLAN bir Derneğe bağışlanmıştır.

Boylece:

Kendimce kişisel nedenlerle, talep edilen bir yazımı davaya konu dergide yayınlanması için vermediğim (Stella Kutufo ile ilgili yazı) ve bu dergide yazı yazma önerisini lisanı münasiple, kimseyi kırmadan, incitmeden ve hakaret etmeden, hatta samimiyetle başarılar dileyip geri çevirdikten bir süre sonra;

Dava konusu Vasil Efstratiyu ile ilgili yazımın başına ve sonuna birkaç cümle eklenerek, bazıları da ufak tefek değiştirilerek ve eğilip bükülerek ama % 65 i aynen alınarak; ‘sen yazmaz ya da yazı vermezsen, biz de böyle alırız ve basarız’ der gibi basıldığını gördüğümde,

Hiç istemeden ve dahlim olmadan tarafı olmak zorunda kaldığım bu arsızca olayın davası, mahkeme kararı ile birlikte benim için de kapanmış ve bitmiştir.










26 Temmuz 2018 Perşembe

Satmam, Satamam...

Bozcaada Belediye Meclisinin Temmuz ayı oturumunda oy çokluğu ile aldığı kararda yer almayan,  dolayısıyla görüntü kirliliği ve çöplük olarak değerlendirilmeyerek SATILMAYAN yerlerden Temmuz ayı içerisinden birkaç görüntü:






Bozcaada Belediye Meclisinin Temmuz ayı oturumunda oy çokluğu ile aldığı kararda, görsel olarak görüntü kirliliği yarattığı ve çöp alanı olarak kullanıldığı açıklanan   yerlerin de Temmuz ayında çekilen resimleri var ama her şeye hazır alışmayın kuzum; gidin kendiniz bulun ve görün o "çöplükleri" de....

Yukarıdaki çöplükler satılmaya karar verilirse, şimdiden buradan söylemiş olayım: ben satın almaya talibim...

Birincisine ünik bir butik otel inşa edeceğim... Eşsiz manzaralı, buram buram tarih kokan, her odası ayrı stil ve renklerle döşenmiş.....

İkincisine, eviniz rahatlığında bir pansiyon dikeceğim....Yatak boyunda odaları  ile yirmi çeşit peynirli, kırk çeşit reçelli, pişili-mişili kahvaltı veren...

Üçüncüsüne, Bozcaada'nın eşsiz lezzetlerinin şefimiz tarafından yeniden yorumlanan menüsü ile Londra Turizm Fuarında takdir toplayacak bistro açacağım...

Dördüncüsünde de, Adamıza özgü rum böreği, rum kalamarı, rum ahtapotu, rum ızgarası, rum tavası, rum şarabı, rum salatası, rum cacığı ve rum tatlısı sunacak meyhane açacağım.

Benden bu kadar. 
Biraz da siz yatırım yapıp çalışın....

25 Temmuz 2018 Çarşamba

Sattım Gitti


Bozcaada Belediye Meclisi üyeleri,  Temmuz ayı oturumuna üç çekimser oyla önemli bir karar aldı.  Bozcaada şehir merkezinde, belediyeye ait toplamı 635,93 m2 olmak üzere 14 parselin satılması…

Bakar mısınız meclisin alığı kararın gerekçelerine:

İlçemizin muhtelif yerlerinde bulunan ve ekli listede belirtilen Belediye mülkiyetindeki arsa vasıflı taşınmazların yüzölçümü ve imar planı yapılaşma koşullarına göre derinliklerinin tutmaması sebebi ile Belediyemize ekonomik bir getirişinin bulunmadığı, bahse konu parsellerin satışının yapılarak ekonomiye kazandırılmasının elzem teşkil eniği……

Ekonomik bir getirisi bulunmayan yer ekonomiye nasıl kazandırılır?  Satılarak… Hem de elzem olarak…  Peki satın alana nasıl ekonomik getiri sağlar? Öyle ya, ekonomiye kazandırılmayacak mı?  Ne yapacak ve nasıl yapacak da ekonomiye getiri sağlayacak? Senin ekonomine getiri sağlamıyorsa başkasınınkine nasıl sağlayacak? Ekonomik getirisi olmayanı bir yeri kim niye satın alır? Aptal mı bu insanlar? Sendeyken değersiz, satılınca değerli mi olacak? Sendeyken değerliyse niye satıyorsun?
Belediyeye ait, ekonomik getiri sağlamayan, hatta gider yaratan sadece bunlar değil ki, yollar var, parklar var, meydanlar var, çöplük var, mezarlıklar var…  onları da satıverelim gitsin…. Ekonomiye gelir sağlarız…

Niye satıyoruz? Gerekçe arkadan geliyor…

Belediyemizce yapımı planlanan Belediyemize ait 223 ada 1 parseldeki Kültür Merkezi ile 207 ada 4 parselde planlanan Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezi için gerekli ekonomik kaynağın sağlanmasının gerektiği,…

Meram anlaşıldı.  Bakmayın harita dilli anlatıma: Eski Belediye binasının Kültür Merkezi,  uzunca bir süredir çukur olarak duran eski hamam yerine de Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezi yapılması planlanmış ama ekonomik kaynak yokmuş anlayacağınız.

İlahi, plan yapmış olmak demek hedefe ulaştıracak tüm faaliyetlerin maliyetleri için kaynağının hazır, tahsisatının yapılmış, hazır olması demektir.  İyi bir bir plan, kaynağı da kapsar…
Kaynağınız yoksa ayırmadıysanız planı yapmış olmuyorsunuz zaten.  Olsa olsa, niyet etmiş olursunuz.   Bu yerlerdeki faaliyetlerden, durumun niyetten eyleme geçtiği anlaşılmakta.  Durum tam “ayranı yok içmeye…….” durumu. Kaynak yok ama işe fora başlanmış. Yıkım yapılmış, temel kazılmış…. Sonra, aaaa kaynak ihtiyacı varmış. Bak bak bak….
Kervan yolda düzülürmüş…  Kestirme çözüm ne? Satalım gitsin…
Ak akçe kara gün, kamu malı bugün içinmiş.

Eh, biraz mahcubiyet yok değil tabi ki. Bu kararın “elzemliği” konusuna başta kendini sonra bizleri ikna etmek, mazereti güçlendirmek için gerekçelere devam etmiş ama tam “merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler ” durumu oluşmuş bu defa:

…ayrıca bahse konu parsellerin herhangi bir kullanıma tabi olmaması nedeniyle çevresel etkileri gözetilerek ilçemizin yegane geçim kaynağı olan turizm sektörüne görsel olarak görüntü kirliliği yarattığı ve çöp alanı olarak kullanıldığı açıklanmıştır.

1.      1.  Kamuya ait her parselin mutlaka kullanıma tabi olması gerekmiyor.  (Bunlar çocuğunuzun geleceği için rezervdir. Ben anlamam diyor.)
2.       2. Çevresel etki gözetilerek çevre planı yapma görevi belediyenindir. (Ben bunu yapmadım diyor.)
3.      3.  Görüntü ve her türlü kirliliği önlemek belediyenin asli görevidir. (Ben bunu yapamıyorum diyor.)
4.      4.  Çöpleri temizlemek, çöp atma yerleri tespit etmek ve oradan onları toplamak, atılmaması gereken yerlere atanları denetlemek ve ceza yazmak Belediyenin asli görevidir. (Ben bunu da beceremiyorum diyor.)
5.      5.  İlçemizin yegâne geçim kaynağı turizm değildir.  (Çifçiler, işçiler, esnaf, bağcılar, balıkçılar,  şarapçılar, emekliler, memurlar kalkın Mavriya’ya  gidelim…

Ürettiğiniz, tükettiğiniz, sattığınız süt- peynir- yumurta, domates-biber-patlıcan,  üzüm-pekmez-şarap,  balık-kalamar-ahtapot, SGK’nın ödediği üç aylıklar, tamir ettiğiniz motorlar-lastikler, Devletin ödediği maaşlar, sizin belediyeye ödediğiniz su parası, emlak vergisi   tüm bunlar gelir ve geçim, velhasıl “ekonomi”  kabul edilmiyor.
Çünkü adanın “yegane” (bir tek demek) gelir kaynağı, Turizm’miş….  Hani Bozcaada bağcılık ve şarapçılık adasıydı? En lezzetli deniz ürünlerinin adasıydı?
Sizin paranız para değil, turistin parası…. para anlayacağınız. Varsa yoksa turistin parası…
Her şey turizm ve turist için….
Huzurumuz, ruhumuz, varlığımız…
Kıyılar, deniz, güneş, hava ve su…
Evlerde, su akmasa da olur. Merkez dışının vanası kapatılabilir, suları kesilebilir… Aman turistler yıkansın, kokmasın. Hani kolayı bulunsa,  turist konaklamayan evlere çarpı konulup tek tek suları kesilecek…
Sokaklardan adalı geçemesin. Turistler yayılsın ve höykürsün.
“Yerliler” uyumasın. Turistler sabaha kadar “tepinsin ve böğürsün”…

Hadi bunu “işlettikleriyle”  aynı gemiyle Mayıs ayına gelip Eylül ayına yine işlettikleriyle aynı gemiye binip giden yaman “işletmeciler” dese, “derler ” dersiniz. İşleri işletmek.
Ama 12 ay Bozcaada’yı yaşanılır kılma söylemiyle yönetime seçilen, yasal amacı  “turistlere” değil “yerlilere” hizmet olan bir kurumun seçilmiş yöneticileri derse, bu durum biraz değil birazdan öte, tuhaf kaçmakta.  Sezonluk Turistler Belediyesi….

En “güçlü” gerekçe, en sona saklanmış:
Belediyemizin mülkiyetinde bulunan bahse konu parsellerin Belediyemizin ekonomik olarak kalkınmasına katkı yaratmak üzcrc.5393 Sayılı Belediye Kanununun 18/c maddesi uyarınca satışına karar verilmesini…

Demek ki neymiş, Belediyemizin ekonomik olarak kalkınması, bu parsellerin satılması ile katkı bulacakmış… Satacak yer kalmayınca ne olacakmış? Daha belli değil.

Kalkınmak için “ekonomi” lazım… Ekonomi için, satmak lazım.  Kıvırmayıp şuna “para” deseniz olmaz mı, ekonomi başka bir şey, kastettiğiniz şey para…

Kuzum Arap ülkeleri arsa değil, petrol satıyor, “ekonomileri” iyi ama pek “kalkınık” oldukları söylenemez. Belediyenin “kalkınması” için sürekliliği olan başka ekonomik kaynaklar da vardı sahi: kira gelirleri, vergiler ve harçlar,  hizmet bedelleri, cezalar gibi.  Acaba “kalkınmaya” azmetmiş meclis üyelerimiz bu gelir kalemlerindeki tahakkuk ve tahsilat oranlarını, dört buçuk yılda verilen ruhsat sayılarını da lütfedip paylaşırlar mı biz “turist olmayan turizm hizmetkârları” ile?  Ya da kabul edilmemiş olsa bile, belediye proje ofisince belediyenin kalkınmasında kullanılacak finansman için Kültür Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, GMKA, AB vb. kuruluşlara yapılan yazılmış proje, fon başvuru sayılarını?

Hoca Nasrettin’in hikâyesinde olduğu gibi, Turistlerin Belediyesi önce arsaları satarak çevreyi görüntü olarak güzelleştirecek. Aynı zamanda ekonomisi de kalkınmış olacak (bir taşla iki kuş).
Ekonomisi kalkınınca eski köye yeni adet, eski Belediye binasını Kültür Merkezi yapacak.  Kültür merkezinde adamız turistlerimize yönelik sergiler, konserler, turizm fuarları, görsel güzelleştirilmiş adamız fotoğraf sergileri açacak. Daha da çok turist gelecek, ne kadar kültürlü olduğumuzu görecek ve Belediyemiz ekonomisi daha da kalkınacak (bir taşla üç kuş).

Diğer yandan Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezimizde cıngıl cıngıl Çin malı turistik hediye mağazaları ve Ayvalık tostçuları açılacak.  (Anahtar yaptırmak için bile karşıya gidiyoruz ama olsun, gideriz, Bozcaada için canımız feda.) Turistlerimiz çok sevinecek, alışveriş yapacak ve belediyemiz ekonomisi düzelerek kalkınacak.

Sosyal tesislerimizde ise maddi durumu daha kötü olan turistlerimiz daha hesaplı biçimde konaklatılacak, yedirilecek içirilecek, mutlu edilecek. Onlar mutlu olunca Belediyemiz ekonomisi daha daha da kalkınacak…

Gülmeyin, peşin parayı gördünüz gülersiniz tabi…
Ayıp yahu…

Sahi, sadece meraktan soruyorum; 204 Ada 11 lParscl-(29.53 m2 imarlı) ve  204 Ada 14 Parscl-(33.49 m2 park alanı), 204/15 birleştirilerek, hatta  ortadaki ve yanlarındakiler de alınarak ve  kamulaştırılarak sıkışık bitişik nizam arasında bir park (çocuk parkı, sanat parkı, bitki parkı) ya da” manzaralı sosyal tesis” yapılamaz mı?

Sırt sırta olan 254 Ada 4 Parscl-(27.93m2)  ve 254 Ada 10 (Parscl-(17.72m2) birlikte derinlik boyu ne olmaktadır? Kimin ne işine yarar ki? Çöplük gibi halleri var mıdır halen?

200 Ada 2 parscl-(26.10m2 ) gerçekten kullanım dışı mıdır, kimse kullanmaz, çöplerini mi döker bazı oteller?  Emin misiniz? 202 Ada,l 1 Parsel-46.10 m2 kimin ne işine yarar ki acaba, çöplük olarak mı kullanılmaktadır?  Ya da dar sokağın üstündeki 517/7?

232/10 ( Karar metnine göre 31,49m2,  TKGM ye göre 107,44 m2 avlulu kagir evin mülkiyeti belediyenin değil, şahıs malı ama olsun, satışı Belediye yapacak, satmaya karar vermiş bir kere…
İnsanlar evlerinin/pansiyonlarının, otellerinin önlerini çöplük gibi kullanmaktaysalar Belediye bunlara bakmaz, ceza kesmez mi?  Ya da çöp atma ihtiyaçları varsa bu arsalar üzerine ihtiyaçlarını karşılamak üzere çöp konteynerleri yerleştirerek yer altına almaz mı? Hazır kendi arazisi… 
İmza atan meclis üyeleri, gidip bu yerleri “yerinde” görmüş müdür?

Kararın en ilginç kısmı ise sonu…
…. satış öncesi 2863 Sayılı Kanunun 13'ncü maddesi gereğince; ilgili kurum olan Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünden gerekli iznin alınmasına. izin talep yazısında herhangi bir uygulama öncesi ilgili kuruldan izin almak şartıyla satış şartnamesine şerh konulması gerektiğine dair özel hüküm konulmasına. ilgili Koruma Kurulunca satış iznine muvafakat edilmemesi durumunda Belediycmizcc satış işleminin yapılarak uygulama öncesi izin alma şerhinin konulması şartıyla satışlarının yapılmasını, 5393 Sayılı Kanunun 18/c maddesi uyarınca ilgili kararın alınması talep edilmiştir.

Benim anladığım, Koruma Kurulu izin verse de, vermese de,  “ben satarım” diyor karar…
Hayrola, bu acele neden?
Bu kararlılıkla üç vakte kalmaz bu satışlar yapılır mı dersiniz?
Sizi gidi satıcılar siziiiiiiiiiii………


28 Eylül 2017 Perşembe

Herhangi Bir Cevabı Ödüllü Sorular

Leonardo’nun eseri Mona Lisa’yı yakından görenler, bunun çok heyecan verici, estetik zevk yüklü bir deneyim olduğunu söyleyemezler. Woody Allen,  bir süre önce Amerikalı turistler için Louvre Müzesini 25 dakikada gezme kılavuzu hazırlamıştı. Beş dakikası müzenin ikinci katında sağda yer alan Leonardo’nun eserine ayrmıştı.

Tablonun önünde en az yüz kişi makinaları ile Mona Lisa’yı görüntüleme ya da selfie çekmeye çalışmaktadır.  Çekimler başarısız, çünkü aynı şeyi yapmaya çalışan en az on kişiyle itişmek-kakışmak gerekiyor…  Tablo ise büyük bir hayal kırıklığı yaratacak kadar küçük…

On euroya çok sayıda muhteşem sanat eserini görebilme fırsatı, kitle turizmi turistini ne heyecanlandırıyor, ne  ilgilendiriyor. Louvre müzesine ayırdığı zaman en iyimser tahminle bir-bir buçuk saat…

Bu durum,  turistin kendi tercihi ve sorunudur tabi ki.
Ama dünyanın birçok yerinde artık ziyaretçi ve turistler için ciddi sınırlama uygulamaları başlamıştır.
Yüksek sayıda turist tarafından ziyaret edilen tüm belde belediye başkanları size aynı şeyi söyleyeceklerdir: Günümüz turisti gerçek bir bela…

Günümüz turisti meraklı, arsız ve yerel adetlere uyma, saygı gösterme gibi bir zorunluluk hissetmemektedir. Kirlettiği yerlerin kendisinden sonra temizlenmesi gerektiği ve bunun için birçok insanın çalışmak zorunda olduğu ve kaynak harcanacağı umurunda değil. Her bir turist, kişi olarak tabi ki arsız değil.  Ancak sanki tatil rehavetine kapılınca, birçok şeye boş vermekte.
Uzakdoğuda birçok ülke Çinliler için ciddi kısıtlama önlemleri almaya başlamış bile. Ülke dışına yakın zamandan beri seyahat imkanı bulan Çinliler, yurtdışı seyahatlerinde geçerli temel bazı kurallardan bihaberler.

Taylant’da yakın zamanda bir Çinli turist, kutsal tapınakta tepinirken ve kutsal çanları tekmeleyerek eğlenirken yakalanıp yargı önüne çıkarılmıştı. Yine Çinlilerin her yere çöplerini attıkları, hatta ortalık yerde hiç sıkılmadan def-i hacet ettiklerine ilişkin birçok şikâyet var. Piste çıkmak için hareket eden bir uçağın kapısını “temiz hava almak için” açan bir Çinli turist ise medyada uzun süre yer aldı…
Şikayetler üzerine Çin hükümeti, bu tür davranışlar sergileyenler için kara liste oluşturacağını ve 2 yıl süre ile yurtdışına çıkışlarını men edeceğini açıklamak durumunda kaldı.

Viyetnam’da bir bölge turistlerin girişine yasaklandı. Nedeni, bölgede bulunan yetiştirme yurtlarında kalan çocukların ziyaret eden turistlerce küçük hediyelere, bozuk paraya boğulması… Bunda ne kötülük var diyeceksiniz?  Fakir ailelerin çocuklarını, daha iyi bakılıyor diye yetiştirme yurtlarının kapılarının önüne terk etme eğiliminin tavan yapması…

Avrupa ülkelerinde ve şehirlerinde de turistlerle ilgili birçok ciddi kısıtlama var gündemde.
Örneğin Kopenhag.  Danimarka’nın başkenti yılda 9 milyon turist tarafından ziyaret edilmektedir. Tüm Danimarka’nın nüfusu ise 6 milyon. Kongre turizmi ve cruz’ların sevilen destinasyonu olan bu şehirde rehberlerin konuşmaya bile cesaret edemediği “Sessiz Bölge’ler bulunmaktadır. Bunların özelliği içlerinde konutların da bulunmasıdır. Danimarkalılar, şehrin sayfiye yerlerinde yabancıların mülk edinmesini yasaklamışlardır. Şehirde bar, restoran ve hotel açma izinleri ise çok ciddi kısıtlamalarla karşı karşıyadır. En önemli gerekçe ise, şehri bunların zamanla işgal etmemesi…

Bir diğer örnek,  Barselona şehridir. Bu Katalan şehri bir süredir her türlü hotel, pansiyon ve misafirhane yapımını yasaklamıştır. Şehir halkı, ilk protestosunu, üç İtalyan turistinin caddelerde çıplak dolaştığını gösteren resimler internette görülünce anında sokağa dökülerek gerçekleştirmiştir. İşsizliğin etkilediği özellikle gençlerden oluşan çeteler turist gruplarına, otobüslerine saldırılar düzenlemektedirler.  İşin içine siyaset de karışmış durumda. “Bileşmiş Halk Adayları” hareketine bağlı “Aran” grubu sistematik olarak turistlerin gittiği yerlere: restoran, bar, otellere saldırmakta. Bu grup, Katalonya’nın bağımsızlığı için faaliyet gösteren ayrılıkçı parti tarafından da desteklenmektedir. Eylemlerini internet üzerinden çektikleri klipler ile yayarak taraftar toplamaktadırlar.

Madrid’in tarihi Lavapies semti sakinleri, nisan ayında şehir merkezinde tekerlekli valizlerle çok büyük bir protesto gösterisine imza attılar. Gerekçeleri, semtte artan hotel ve pansiyonlar dolayısıyla turist sayısının da artması ve huzurlarının kaçması; emlak spekülatörlerinin turistin kokusunu hemen alması ile emlak, ev fiyatlarının ve kiraların artışı; Airbnb gibi kiralama siteleri aracılığı ile şehrin yaşanmaz hale gelmesi.

Berlin’de evlerin pansiyona verilmesi belediye meclisi kararı ile yasaklanmıştır. Ev sahibi evinin sadece bir odasını kısa süreli konaklama için kiralayabilir. Evin tamamını ancak ev, sahibinin üçüncü ev mülkiyeti ise günübirlik kiralamaya verilebilir…

Paris’te Seine nehri üzerindeki Pont des Art köprüsüne turistlerce asılan tüm kilitler belediyenin kararı ile temizlenip atılmıştır. Bir aklıevvelin başlattığı ve yaydığı inanca göre aşıklar köprü demirlerine kilit asarlarsa asla ayrılmayacaklar…

Eiffel kulesi dünyada belki de 7 milyon ziyaretçi ile en çok ziyaret edilen ve en iyi korunan yerlerden birisidir. İki üç kilometrelik kuyruklara ve hiç de ucuz olmayan fiyatlarına rağmen günlük bilet satışı, sınırlıdır. Gerekçesi, “tasarımcısı Gustave Efifel’in eserini, milyonlarca insan tepesinde dolaşsın diye tasarlamadı”…

Fransızlar sanat ve şov dünyasının ünlülerinin ülkelerini ziyaret etmesinden çok hoşlanırlar. Ancak onları Paris’ten uzak tutmak için yıllar önce çeşitli önlemler almışlardır. Daha geçen yüzyılın 50 li yıllarında bütün sanat festivallerinin taşrada yapılması kararı ile şehri kargaşadan kurtarmışlardır.
Örneğin dünya klasik müzik yarışması Aix en Provence’da, film festivali ve MİDEM müzik festivali Cannes’da, dünya fotoğrafçılık festivali Perpignan’da, dünya caz festivali Montreux’de, tiyatro festivali Avignon’da, dans festivali Montpellier ‘de…

Kitle turizminden en mustarip şehir kuşkusuz  Venedik. Birkaç yüz yıl önce Venedik Adriyatik denizinin incisi, şehir devletin başkenti idi. O dönemdeki ihtişamını korumayı başaran kentin on binlik nüfusu her yıl 50 milyon turist ile birlikte yaşamak zorunda.

Venedikliler, turist akınının yerli ahaliye nefes aldırmayacak ve şehrinde kendisine yer bulamayacak düzeyde yığılmasını anlatan bir terim icat etmişlerdir:  centrifikasyon: insanların kendi evlerinden- semtlerinden kovulmasını, farklı bir kimliğe bürünmesini, ticarileşerek yapaylaşmasını ifade ediyor. Birçok Venedikli için Venedik artık ayak basılamaz haldedir çünkü onların sayısı on bin, gelenlerin sayısı 50 milyon. Başka sektörler turizm tarafından süpürüldüğü, nefes alamadığı için tüm ekonomik faaliyetler turistin etrafında dönmek zorunda. Ancak turist o denli küstah ki, belediye “Tadını Çıkar ama Venediğe Saygı Duy” kampanyası başlatmak zorunda kaldı. Yani saygısız turist için bir dizi sınırlama, yasaklama ve ceza…

İlk olarak şehir merkezini ziyaret edenlerin sayısı yüz binden altmış bin ile sınırlandırıldı. Yeni hotel ve restoran açılması yasaklandı. Diğer yeni yasaklar ise, kanallarda serinlemek 500 euro, duvarlara yazı yazmak 400 euro, şehirde mayo ile dolaşmak 200 euro, bisiklet sürmek 100 euro, yere çöp atmak 20 euro v.b. Tasarlanan sınırlama ve yasakların yanında bunlar devede kulak… Geçen yıllarda yerel düzeyde yapılan referandum ile halkın tamamına yakın bölümü, San Marco meydanına çok yakın olan limana cruze gemilerinin demirlemesinin yasaklanması yönünde oy kullandı.

İtalyan adası Capri başarılı turizm sınırlandırılması örneklerinden birisi. Giovani de Martino’nun adası belediye başkanı, feribot sayısını kısıtladığı gibi, otobüslerin adaya girişini tamamen yasakladı.
Turizm kuşkusuz çok büyük bir ticaret sektörüdür. BM e bağlı Dünya Turizm Örgütü verilerine göre dünyadaki her 11 iş ten biri turizm ile ilgilidir. Sadece 2015 yılında sektörün mali hacmi 7,6 trilyon dolardır. Ancak sorun, bu paradan kimin nasıl ve ne kadar pay aldığı ve maliyetlerini kimin ödediğidir. Örneğin Palma de Mallorca’da “Şehir onda yaşayanlarındır” protesto grubu faaliyet göstermektedir. İlk manifestolarından birinde, turizmin kazancının küçük bir azınlıkta toplandığı zararlarının ise çoğunluk tarafından ödendiğinin altı çizilmekteydi.

Balkanların “Spa Merkezi” Velingrad’ın nüfusu 22 bin. Şehirde 32 otel var. Bunların yarısından fazlası 4 ve 5 yıldızlı. Otel sahiplerinin sadece 5-6 sı şehrin yerlisi ve şehirde ikamet etmektedir. Ülke işsizlik oranı ortalaması % 6 iken şehirde % 20 düzeyinde…

Örnekler hep dışarıdan.
Ülkemizde de pek çok var.
Konumuz Bozcaada.
Söylenecek çok şey var. Ama söylenecekler hep cevap.

Örneğin şunu diyebiliriz:
“Canım yukarıdaki örnekler saçma… Adamlar turizmden paraya doymuşlar şimdi “gelmesinler” diye önlem alıyorlar. Biz de Paris, Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad olalım, sonra kısıtlarız”…

İyi de… Bunlar turizm ile Paris, Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad olmadılar ki…

Şehirleri ile, binaları ile, altyapıları ile, sanat ve sanatçıları ile, kendine özgü mutfakları ile, müzeleri ile, parkları ile, ulaşımları ile, bunları yönetmeleri ile, vel-hasılı kendi hemşehrileri için yaptıkları ve tüm bunlara verdikleri değer ile öyle oldular… Öyle oldukları için turistler akın etti/etmekte… Kendilerinde olmayanı görmek için… Turistte olmayan ama onlarda olana verdikleri değer için de ona çeşitli yollarla “dur bakalım orada, saygılı ol, kirletirsen ödersin” diyorlar…

Söylenecek daha çok şey var. Ama önemli olan doğru soruları sormak…

Bozcaada’nın turizm’den elde ettiği gerçek gelir nedir?
Bu gelirden kim nasıl yararlanır?
Bu gelirin ne kadarı Ada’ya yatırım olarak döner? Ne kadarı başka yere transfer edilir?
Turizmin maliyetine kimler katlanır?

Maliyet derken parasal ve parasal olmayan olarak ayırmak gerekiyor…
Parasal olanlardan hemen akla gelenler: Festivaller, konserler, temizlik ve diğer sezon giderleri… Kim harcıyor ve kim yararlanıyor? Ne kadarı kamudan harcanıyor ve gelir elde edenlerin bu kaynaklardaki katkı payı nedir? Kamudan turizm aracılığı ile belli bir kesime dolaylı-doğrudan aktarılan kaynak miktarı/oranı nedir?

Parasal olmayanlardan hemen akla gelenler: trafik, gürültü, kalabalık, pahalılık, kirlilik, seyahat özgürlüğü kısıtlanması, adanın doğasında ve kültüründe yaratılan geri dönülemez tahribat… Kim kazanıyor, kim ne için ne kadar katlanıyor? Parasal olmayan maliyetlerin dağılımı kimin aleyhine kimin lehinedir?

Centrification vaaamıymıştı yokmuymuştu?
Yukarı mı aşarı mı gidiyor?

Bozcaada “Bozcaadalılarındır” mı “Bozcaada satanlarındır” mı?
Bozcaadalıların talebi, düşüncesi, hayalleri nedir? Bilen ve merak eden var mı? gibi...

Söylenecek tek şey belki de şudur: Zeka kendi deneyimleri ile öğrenmeyse; akıl, kendilerininkinin yanında başkalarının deneyimlerinden de öğrenebilmektir…