26 Temmuz 2018 Perşembe

Satmam, Satamam...

Bozcaada Belediye Meclisinin Temmuz ayı oturumunda oy çokluğu ile aldığı kararda yer almayan,  dolayısıyla görüntü kirliliği ve çöplük olarak değerlendirilmeyerek SATILMAYAN yerlerden Temmuz ayı içerisinden birkaç görüntü:






Bozcaada Belediye Meclisinin Temmuz ayı oturumunda oy çokluğu ile aldığı kararda, görsel olarak görüntü kirliliği yarattığı ve çöp alanı olarak kullanıldığı açıklanan   yerlerin de Temmuz ayında çekilen resimleri var ama her şeye hazır alışmayın kuzum; gidin kendiniz bulun ve görün o "çöplükleri" de....

Yukarıdaki çöplükler satılmaya karar verilirse, şimdiden buradan söylemiş olayım: ben satın almaya talibim...

Birincisine ünik bir butik otel inşa edeceğim... Eşsiz manzaralı, buram buram tarih kokan, her odası ayrı stil ve renklerle döşenmiş.....

İkincisine, eviniz rahatlığında bir pansiyon dikeceğim....Yatak boyunda odaları  ile yirmi çeşit peynirli, kırk çeşit reçelli, pişili-mişili kahvaltı veren...

Üçüncüsüne, Bozcaada'nın eşsiz lezzetlerinin şefimiz tarafından yeniden yorumlanan menüsü ile Londra Turizm Fuarında takdir toplayacak bistro açacağım...

Dördüncüsünde de, Adamıza özgü rum böreği, rum kalamarı, rum ahtapotu, rum ızgarası, rum tavası, rum şarabı, rum salatası, rum cacığı ve rum tatlısı sunacak meyhane açacağım.

Benden bu kadar. 
Biraz da siz yatırım yapıp çalışın....

25 Temmuz 2018 Çarşamba

Sattım Gitti


Bozcaada Belediye Meclisi üyeleri,  Temmuz ayı oturumuna üç çekimser oyla önemli bir karar aldı.  Bozcaada şehir merkezinde, belediyeye ait toplamı 635,93 m2 olmak üzere 14 parselin satılması…

Bakar mısınız meclisin alığı kararın gerekçelerine:

İlçemizin muhtelif yerlerinde bulunan ve ekli listede belirtilen Belediye mülkiyetindeki arsa vasıflı taşınmazların yüzölçümü ve imar planı yapılaşma koşullarına göre derinliklerinin tutmaması sebebi ile Belediyemize ekonomik bir getirişinin bulunmadığı, bahse konu parsellerin satışının yapılarak ekonomiye kazandırılmasının elzem teşkil eniği……

Ekonomik bir getirisi bulunmayan yer ekonomiye nasıl kazandırılır?  Satılarak… Hem de elzem olarak…  Peki satın alana nasıl ekonomik getiri sağlar? Öyle ya, ekonomiye kazandırılmayacak mı?  Ne yapacak ve nasıl yapacak da ekonomiye getiri sağlayacak? Senin ekonomine getiri sağlamıyorsa başkasınınkine nasıl sağlayacak? Ekonomik getirisi olmayanı bir yeri kim niye satın alır? Aptal mı bu insanlar? Sendeyken değersiz, satılınca değerli mi olacak? Sendeyken değerliyse niye satıyorsun?
Belediyeye ait, ekonomik getiri sağlamayan, hatta gider yaratan sadece bunlar değil ki, yollar var, parklar var, meydanlar var, çöplük var, mezarlıklar var…  onları da satıverelim gitsin…. Ekonomiye gelir sağlarız…

Niye satıyoruz? Gerekçe arkadan geliyor…

Belediyemizce yapımı planlanan Belediyemize ait 223 ada 1 parseldeki Kültür Merkezi ile 207 ada 4 parselde planlanan Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezi için gerekli ekonomik kaynağın sağlanmasının gerektiği,…

Meram anlaşıldı.  Bakmayın harita dilli anlatıma: Eski Belediye binasının Kültür Merkezi,  uzunca bir süredir çukur olarak duran eski hamam yerine de Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezi yapılması planlanmış ama ekonomik kaynak yokmuş anlayacağınız.

İlahi, plan yapmış olmak demek hedefe ulaştıracak tüm faaliyetlerin maliyetleri için kaynağının hazır, tahsisatının yapılmış, hazır olması demektir.  İyi bir bir plan, kaynağı da kapsar…
Kaynağınız yoksa ayırmadıysanız planı yapmış olmuyorsunuz zaten.  Olsa olsa, niyet etmiş olursunuz.   Bu yerlerdeki faaliyetlerden, durumun niyetten eyleme geçtiği anlaşılmakta.  Durum tam “ayranı yok içmeye…….” durumu. Kaynak yok ama işe fora başlanmış. Yıkım yapılmış, temel kazılmış…. Sonra, aaaa kaynak ihtiyacı varmış. Bak bak bak….
Kervan yolda düzülürmüş…  Kestirme çözüm ne? Satalım gitsin…
Ak akçe kara gün, kamu malı bugün içinmiş.

Eh, biraz mahcubiyet yok değil tabi ki. Bu kararın “elzemliği” konusuna başta kendini sonra bizleri ikna etmek, mazereti güçlendirmek için gerekçelere devam etmiş ama tam “merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler ” durumu oluşmuş bu defa:

…ayrıca bahse konu parsellerin herhangi bir kullanıma tabi olmaması nedeniyle çevresel etkileri gözetilerek ilçemizin yegane geçim kaynağı olan turizm sektörüne görsel olarak görüntü kirliliği yarattığı ve çöp alanı olarak kullanıldığı açıklanmıştır.

1.      1.  Kamuya ait her parselin mutlaka kullanıma tabi olması gerekmiyor.  (Bunlar çocuğunuzun geleceği için rezervdir. Ben anlamam diyor.)
2.       2. Çevresel etki gözetilerek çevre planı yapma görevi belediyenindir. (Ben bunu yapmadım diyor.)
3.      3.  Görüntü ve her türlü kirliliği önlemek belediyenin asli görevidir. (Ben bunu yapamıyorum diyor.)
4.      4.  Çöpleri temizlemek, çöp atma yerleri tespit etmek ve oradan onları toplamak, atılmaması gereken yerlere atanları denetlemek ve ceza yazmak Belediyenin asli görevidir. (Ben bunu da beceremiyorum diyor.)
5.      5.  İlçemizin yegâne geçim kaynağı turizm değildir.  (Çifçiler, işçiler, esnaf, bağcılar, balıkçılar,  şarapçılar, emekliler, memurlar kalkın Mavriya’ya  gidelim…

Ürettiğiniz, tükettiğiniz, sattığınız süt- peynir- yumurta, domates-biber-patlıcan,  üzüm-pekmez-şarap,  balık-kalamar-ahtapot, SGK’nın ödediği üç aylıklar, tamir ettiğiniz motorlar-lastikler, Devletin ödediği maaşlar, sizin belediyeye ödediğiniz su parası, emlak vergisi   tüm bunlar gelir ve geçim, velhasıl “ekonomi”  kabul edilmiyor.
Çünkü adanın “yegane” (bir tek demek) gelir kaynağı, Turizm’miş….  Hani Bozcaada bağcılık ve şarapçılık adasıydı? En lezzetli deniz ürünlerinin adasıydı?
Sizin paranız para değil, turistin parası…. para anlayacağınız. Varsa yoksa turistin parası…
Her şey turizm ve turist için….
Huzurumuz, ruhumuz, varlığımız…
Kıyılar, deniz, güneş, hava ve su…
Evlerde, su akmasa da olur. Merkez dışının vanası kapatılabilir, suları kesilebilir… Aman turistler yıkansın, kokmasın. Hani kolayı bulunsa,  turist konaklamayan evlere çarpı konulup tek tek suları kesilecek…
Sokaklardan adalı geçemesin. Turistler yayılsın ve höykürsün.
“Yerliler” uyumasın. Turistler sabaha kadar “tepinsin ve böğürsün”…

Hadi bunu “işlettikleriyle”  aynı gemiyle Mayıs ayına gelip Eylül ayına yine işlettikleriyle aynı gemiye binip giden yaman “işletmeciler” dese, “derler ” dersiniz. İşleri işletmek.
Ama 12 ay Bozcaada’yı yaşanılır kılma söylemiyle yönetime seçilen, yasal amacı  “turistlere” değil “yerlilere” hizmet olan bir kurumun seçilmiş yöneticileri derse, bu durum biraz değil birazdan öte, tuhaf kaçmakta.  Sezonluk Turistler Belediyesi….

En “güçlü” gerekçe, en sona saklanmış:
Belediyemizin mülkiyetinde bulunan bahse konu parsellerin Belediyemizin ekonomik olarak kalkınmasına katkı yaratmak üzcrc.5393 Sayılı Belediye Kanununun 18/c maddesi uyarınca satışına karar verilmesini…

Demek ki neymiş, Belediyemizin ekonomik olarak kalkınması, bu parsellerin satılması ile katkı bulacakmış… Satacak yer kalmayınca ne olacakmış? Daha belli değil.

Kalkınmak için “ekonomi” lazım… Ekonomi için, satmak lazım.  Kıvırmayıp şuna “para” deseniz olmaz mı, ekonomi başka bir şey, kastettiğiniz şey para…

Kuzum Arap ülkeleri arsa değil, petrol satıyor, “ekonomileri” iyi ama pek “kalkınık” oldukları söylenemez. Belediyenin “kalkınması” için sürekliliği olan başka ekonomik kaynaklar da vardı sahi: kira gelirleri, vergiler ve harçlar,  hizmet bedelleri, cezalar gibi.  Acaba “kalkınmaya” azmetmiş meclis üyelerimiz bu gelir kalemlerindeki tahakkuk ve tahsilat oranlarını, dört buçuk yılda verilen ruhsat sayılarını da lütfedip paylaşırlar mı biz “turist olmayan turizm hizmetkârları” ile?  Ya da kabul edilmemiş olsa bile, belediye proje ofisince belediyenin kalkınmasında kullanılacak finansman için Kültür Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, GMKA, AB vb. kuruluşlara yapılan yazılmış proje, fon başvuru sayılarını?

Hoca Nasrettin’in hikâyesinde olduğu gibi, Turistlerin Belediyesi önce arsaları satarak çevreyi görüntü olarak güzelleştirecek. Aynı zamanda ekonomisi de kalkınmış olacak (bir taşla iki kuş).
Ekonomisi kalkınınca eski köye yeni adet, eski Belediye binasını Kültür Merkezi yapacak.  Kültür merkezinde adamız turistlerimize yönelik sergiler, konserler, turizm fuarları, görsel güzelleştirilmiş adamız fotoğraf sergileri açacak. Daha da çok turist gelecek, ne kadar kültürlü olduğumuzu görecek ve Belediyemiz ekonomisi daha da kalkınacak (bir taşla üç kuş).

Diğer yandan Sosyal Tesis ve Ticaret Merkezimizde cıngıl cıngıl Çin malı turistik hediye mağazaları ve Ayvalık tostçuları açılacak.  (Anahtar yaptırmak için bile karşıya gidiyoruz ama olsun, gideriz, Bozcaada için canımız feda.) Turistlerimiz çok sevinecek, alışveriş yapacak ve belediyemiz ekonomisi düzelerek kalkınacak.

Sosyal tesislerimizde ise maddi durumu daha kötü olan turistlerimiz daha hesaplı biçimde konaklatılacak, yedirilecek içirilecek, mutlu edilecek. Onlar mutlu olunca Belediyemiz ekonomisi daha daha da kalkınacak…

Gülmeyin, peşin parayı gördünüz gülersiniz tabi…
Ayıp yahu…

Sahi, sadece meraktan soruyorum; 204 Ada 11 lParscl-(29.53 m2 imarlı) ve  204 Ada 14 Parscl-(33.49 m2 park alanı), 204/15 birleştirilerek, hatta  ortadaki ve yanlarındakiler de alınarak ve  kamulaştırılarak sıkışık bitişik nizam arasında bir park (çocuk parkı, sanat parkı, bitki parkı) ya da” manzaralı sosyal tesis” yapılamaz mı?

Sırt sırta olan 254 Ada 4 Parscl-(27.93m2)  ve 254 Ada 10 (Parscl-(17.72m2) birlikte derinlik boyu ne olmaktadır? Kimin ne işine yarar ki? Çöplük gibi halleri var mıdır halen?

200 Ada 2 parscl-(26.10m2 ) gerçekten kullanım dışı mıdır, kimse kullanmaz, çöplerini mi döker bazı oteller?  Emin misiniz? 202 Ada,l 1 Parsel-46.10 m2 kimin ne işine yarar ki acaba, çöplük olarak mı kullanılmaktadır?  Ya da dar sokağın üstündeki 517/7?

232/10 ( Karar metnine göre 31,49m2,  TKGM ye göre 107,44 m2 avlulu kagir evin mülkiyeti belediyenin değil, şahıs malı ama olsun, satışı Belediye yapacak, satmaya karar vermiş bir kere…
İnsanlar evlerinin/pansiyonlarının, otellerinin önlerini çöplük gibi kullanmaktaysalar Belediye bunlara bakmaz, ceza kesmez mi?  Ya da çöp atma ihtiyaçları varsa bu arsalar üzerine ihtiyaçlarını karşılamak üzere çöp konteynerleri yerleştirerek yer altına almaz mı? Hazır kendi arazisi… 
İmza atan meclis üyeleri, gidip bu yerleri “yerinde” görmüş müdür?

Kararın en ilginç kısmı ise sonu…
…. satış öncesi 2863 Sayılı Kanunun 13'ncü maddesi gereğince; ilgili kurum olan Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünden gerekli iznin alınmasına. izin talep yazısında herhangi bir uygulama öncesi ilgili kuruldan izin almak şartıyla satış şartnamesine şerh konulması gerektiğine dair özel hüküm konulmasına. ilgili Koruma Kurulunca satış iznine muvafakat edilmemesi durumunda Belediycmizcc satış işleminin yapılarak uygulama öncesi izin alma şerhinin konulması şartıyla satışlarının yapılmasını, 5393 Sayılı Kanunun 18/c maddesi uyarınca ilgili kararın alınması talep edilmiştir.

Benim anladığım, Koruma Kurulu izin verse de, vermese de,  “ben satarım” diyor karar…
Hayrola, bu acele neden?
Bu kararlılıkla üç vakte kalmaz bu satışlar yapılır mı dersiniz?
Sizi gidi satıcılar siziiiiiiiiiii………


28 Eylül 2017 Perşembe

Herhangi Bir Cevabı Ödüllü Sorular

Leonardo’nun eseri Mona Lisa’yı yakından görenler, bunun çok heyecan verici, estetik zevk yüklü bir deneyim olduğunu söyleyemezler. Woody Allen,  bir süre önce Amerikalı turistler için Louvre Müzesini 25 dakikada gezme kılavuzu hazırlamıştı. Beş dakikası müzenin ikinci katında sağda yer alan Leonardo’nun eserine ayrmıştı.

Tablonun önünde en az yüz kişi makinaları ile Mona Lisa’yı görüntüleme ya da selfie çekmeye çalışmaktadır.  Çekimler başarısız, çünkü aynı şeyi yapmaya çalışan en az on kişiyle itişmek-kakışmak gerekiyor…  Tablo ise büyük bir hayal kırıklığı yaratacak kadar küçük…

On euroya çok sayıda muhteşem sanat eserini görebilme fırsatı, kitle turizmi turistini ne heyecanlandırıyor, ne  ilgilendiriyor. Louvre müzesine ayırdığı zaman en iyimser tahminle bir-bir buçuk saat…

Bu durum,  turistin kendi tercihi ve sorunudur tabi ki.
Ama dünyanın birçok yerinde artık ziyaretçi ve turistler için ciddi sınırlama uygulamaları başlamıştır.
Yüksek sayıda turist tarafından ziyaret edilen tüm belde belediye başkanları size aynı şeyi söyleyeceklerdir: Günümüz turisti gerçek bir bela…

Günümüz turisti meraklı, arsız ve yerel adetlere uyma, saygı gösterme gibi bir zorunluluk hissetmemektedir. Kirlettiği yerlerin kendisinden sonra temizlenmesi gerektiği ve bunun için birçok insanın çalışmak zorunda olduğu ve kaynak harcanacağı umurunda değil. Her bir turist, kişi olarak tabi ki arsız değil.  Ancak sanki tatil rehavetine kapılınca, birçok şeye boş vermekte.
Uzakdoğuda birçok ülke Çinliler için ciddi kısıtlama önlemleri almaya başlamış bile. Ülke dışına yakın zamandan beri seyahat imkanı bulan Çinliler, yurtdışı seyahatlerinde geçerli temel bazı kurallardan bihaberler.

Taylant’da yakın zamanda bir Çinli turist, kutsal tapınakta tepinirken ve kutsal çanları tekmeleyerek eğlenirken yakalanıp yargı önüne çıkarılmıştı. Yine Çinlilerin her yere çöplerini attıkları, hatta ortalık yerde hiç sıkılmadan def-i hacet ettiklerine ilişkin birçok şikâyet var. Piste çıkmak için hareket eden bir uçağın kapısını “temiz hava almak için” açan bir Çinli turist ise medyada uzun süre yer aldı…
Şikayetler üzerine Çin hükümeti, bu tür davranışlar sergileyenler için kara liste oluşturacağını ve 2 yıl süre ile yurtdışına çıkışlarını men edeceğini açıklamak durumunda kaldı.

Viyetnam’da bir bölge turistlerin girişine yasaklandı. Nedeni, bölgede bulunan yetiştirme yurtlarında kalan çocukların ziyaret eden turistlerce küçük hediyelere, bozuk paraya boğulması… Bunda ne kötülük var diyeceksiniz?  Fakir ailelerin çocuklarını, daha iyi bakılıyor diye yetiştirme yurtlarının kapılarının önüne terk etme eğiliminin tavan yapması…

Avrupa ülkelerinde ve şehirlerinde de turistlerle ilgili birçok ciddi kısıtlama var gündemde.
Örneğin Kopenhag.  Danimarka’nın başkenti yılda 9 milyon turist tarafından ziyaret edilmektedir. Tüm Danimarka’nın nüfusu ise 6 milyon. Kongre turizmi ve cruz’ların sevilen destinasyonu olan bu şehirde rehberlerin konuşmaya bile cesaret edemediği “Sessiz Bölge’ler bulunmaktadır. Bunların özelliği içlerinde konutların da bulunmasıdır. Danimarkalılar, şehrin sayfiye yerlerinde yabancıların mülk edinmesini yasaklamışlardır. Şehirde bar, restoran ve hotel açma izinleri ise çok ciddi kısıtlamalarla karşı karşıyadır. En önemli gerekçe ise, şehri bunların zamanla işgal etmemesi…

Bir diğer örnek,  Barselona şehridir. Bu Katalan şehri bir süredir her türlü hotel, pansiyon ve misafirhane yapımını yasaklamıştır. Şehir halkı, ilk protestosunu, üç İtalyan turistinin caddelerde çıplak dolaştığını gösteren resimler internette görülünce anında sokağa dökülerek gerçekleştirmiştir. İşsizliğin etkilediği özellikle gençlerden oluşan çeteler turist gruplarına, otobüslerine saldırılar düzenlemektedirler.  İşin içine siyaset de karışmış durumda. “Bileşmiş Halk Adayları” hareketine bağlı “Aran” grubu sistematik olarak turistlerin gittiği yerlere: restoran, bar, otellere saldırmakta. Bu grup, Katalonya’nın bağımsızlığı için faaliyet gösteren ayrılıkçı parti tarafından da desteklenmektedir. Eylemlerini internet üzerinden çektikleri klipler ile yayarak taraftar toplamaktadırlar.

Madrid’in tarihi Lavapies semti sakinleri, nisan ayında şehir merkezinde tekerlekli valizlerle çok büyük bir protesto gösterisine imza attılar. Gerekçeleri, semtte artan hotel ve pansiyonlar dolayısıyla turist sayısının da artması ve huzurlarının kaçması; emlak spekülatörlerinin turistin kokusunu hemen alması ile emlak, ev fiyatlarının ve kiraların artışı; Airbnb gibi kiralama siteleri aracılığı ile şehrin yaşanmaz hale gelmesi.

Berlin’de evlerin pansiyona verilmesi belediye meclisi kararı ile yasaklanmıştır. Ev sahibi evinin sadece bir odasını kısa süreli konaklama için kiralayabilir. Evin tamamını ancak ev, sahibinin üçüncü ev mülkiyeti ise günübirlik kiralamaya verilebilir…

Paris’te Seine nehri üzerindeki Pont des Art köprüsüne turistlerce asılan tüm kilitler belediyenin kararı ile temizlenip atılmıştır. Bir aklıevvelin başlattığı ve yaydığı inanca göre aşıklar köprü demirlerine kilit asarlarsa asla ayrılmayacaklar…

Eiffel kulesi dünyada belki de 7 milyon ziyaretçi ile en çok ziyaret edilen ve en iyi korunan yerlerden birisidir. İki üç kilometrelik kuyruklara ve hiç de ucuz olmayan fiyatlarına rağmen günlük bilet satışı, sınırlıdır. Gerekçesi, “tasarımcısı Gustave Efifel’in eserini, milyonlarca insan tepesinde dolaşsın diye tasarlamadı”…

Fransızlar sanat ve şov dünyasının ünlülerinin ülkelerini ziyaret etmesinden çok hoşlanırlar. Ancak onları Paris’ten uzak tutmak için yıllar önce çeşitli önlemler almışlardır. Daha geçen yüzyılın 50 li yıllarında bütün sanat festivallerinin taşrada yapılması kararı ile şehri kargaşadan kurtarmışlardır.
Örneğin dünya klasik müzik yarışması Aix en Provence’da, film festivali ve MİDEM müzik festivali Cannes’da, dünya fotoğrafçılık festivali Perpignan’da, dünya caz festivali Montreux’de, tiyatro festivali Avignon’da, dans festivali Montpellier ‘de…

Kitle turizminden en mustarip şehir kuşkusuz  Venedik. Birkaç yüz yıl önce Venedik Adriyatik denizinin incisi, şehir devletin başkenti idi. O dönemdeki ihtişamını korumayı başaran kentin on binlik nüfusu her yıl 50 milyon turist ile birlikte yaşamak zorunda.

Venedikliler, turist akınının yerli ahaliye nefes aldırmayacak ve şehrinde kendisine yer bulamayacak düzeyde yığılmasını anlatan bir terim icat etmişlerdir:  centrifikasyon: insanların kendi evlerinden- semtlerinden kovulmasını, farklı bir kimliğe bürünmesini, ticarileşerek yapaylaşmasını ifade ediyor. Birçok Venedikli için Venedik artık ayak basılamaz haldedir çünkü onların sayısı on bin, gelenlerin sayısı 50 milyon. Başka sektörler turizm tarafından süpürüldüğü, nefes alamadığı için tüm ekonomik faaliyetler turistin etrafında dönmek zorunda. Ancak turist o denli küstah ki, belediye “Tadını Çıkar ama Venediğe Saygı Duy” kampanyası başlatmak zorunda kaldı. Yani saygısız turist için bir dizi sınırlama, yasaklama ve ceza…

İlk olarak şehir merkezini ziyaret edenlerin sayısı yüz binden altmış bin ile sınırlandırıldı. Yeni hotel ve restoran açılması yasaklandı. Diğer yeni yasaklar ise, kanallarda serinlemek 500 euro, duvarlara yazı yazmak 400 euro, şehirde mayo ile dolaşmak 200 euro, bisiklet sürmek 100 euro, yere çöp atmak 20 euro v.b. Tasarlanan sınırlama ve yasakların yanında bunlar devede kulak… Geçen yıllarda yerel düzeyde yapılan referandum ile halkın tamamına yakın bölümü, San Marco meydanına çok yakın olan limana cruze gemilerinin demirlemesinin yasaklanması yönünde oy kullandı.

İtalyan adası Capri başarılı turizm sınırlandırılması örneklerinden birisi. Giovani de Martino’nun adası belediye başkanı, feribot sayısını kısıtladığı gibi, otobüslerin adaya girişini tamamen yasakladı.
Turizm kuşkusuz çok büyük bir ticaret sektörüdür. BM e bağlı Dünya Turizm Örgütü verilerine göre dünyadaki her 11 iş ten biri turizm ile ilgilidir. Sadece 2015 yılında sektörün mali hacmi 7,6 trilyon dolardır. Ancak sorun, bu paradan kimin nasıl ve ne kadar pay aldığı ve maliyetlerini kimin ödediğidir. Örneğin Palma de Mallorca’da “Şehir onda yaşayanlarındır” protesto grubu faaliyet göstermektedir. İlk manifestolarından birinde, turizmin kazancının küçük bir azınlıkta toplandığı zararlarının ise çoğunluk tarafından ödendiğinin altı çizilmekteydi.

Balkanların “Spa Merkezi” Velingrad’ın nüfusu 22 bin. Şehirde 32 otel var. Bunların yarısından fazlası 4 ve 5 yıldızlı. Otel sahiplerinin sadece 5-6 sı şehrin yerlisi ve şehirde ikamet etmektedir. Ülke işsizlik oranı ortalaması % 6 iken şehirde % 20 düzeyinde…

Örnekler hep dışarıdan.
Ülkemizde de pek çok var.
Konumuz Bozcaada.
Söylenecek çok şey var. Ama söylenecekler hep cevap.

Örneğin şunu diyebiliriz:
“Canım yukarıdaki örnekler saçma… Adamlar turizmden paraya doymuşlar şimdi “gelmesinler” diye önlem alıyorlar. Biz de Paris, Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad olalım, sonra kısıtlarız”…

İyi de… Bunlar turizm ile Paris, Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad olmadılar ki…

Şehirleri ile, binaları ile, altyapıları ile, sanat ve sanatçıları ile, kendine özgü mutfakları ile, müzeleri ile, parkları ile, ulaşımları ile, bunları yönetmeleri ile, vel-hasılı kendi hemşehrileri için yaptıkları ve tüm bunlara verdikleri değer ile öyle oldular… Öyle oldukları için turistler akın etti/etmekte… Kendilerinde olmayanı görmek için… Turistte olmayan ama onlarda olana verdikleri değer için de ona çeşitli yollarla “dur bakalım orada, saygılı ol, kirletirsen ödersin” diyorlar…

Söylenecek daha çok şey var. Ama önemli olan doğru soruları sormak…

Bozcaada’nın turizm’den elde ettiği gerçek gelir nedir?
Bu gelirden kim nasıl yararlanır?
Bu gelirin ne kadarı Ada’ya yatırım olarak döner? Ne kadarı başka yere transfer edilir?
Turizmin maliyetine kimler katlanır?

Maliyet derken parasal ve parasal olmayan olarak ayırmak gerekiyor…
Parasal olanlardan hemen akla gelenler: Festivaller, konserler, temizlik ve diğer sezon giderleri… Kim harcıyor ve kim yararlanıyor? Ne kadarı kamudan harcanıyor ve gelir elde edenlerin bu kaynaklardaki katkı payı nedir? Kamudan turizm aracılığı ile belli bir kesime dolaylı-doğrudan aktarılan kaynak miktarı/oranı nedir?

Parasal olmayanlardan hemen akla gelenler: trafik, gürültü, kalabalık, pahalılık, kirlilik, seyahat özgürlüğü kısıtlanması, adanın doğasında ve kültüründe yaratılan geri dönülemez tahribat… Kim kazanıyor, kim ne için ne kadar katlanıyor? Parasal olmayan maliyetlerin dağılımı kimin aleyhine kimin lehinedir?

Centrification vaaamıymıştı yokmuymuştu?
Yukarı mı aşarı mı gidiyor?

Bozcaada “Bozcaadalılarındır” mı “Bozcaada satanlarındır” mı?
Bozcaadalıların talebi, düşüncesi, hayalleri nedir? Bilen ve merak eden var mı? gibi...

Söylenecek tek şey belki de şudur: Zeka kendi deneyimleri ile öğrenmeyse; akıl, kendilerininkinin yanında başkalarının deneyimlerinden de öğrenebilmektir…



23 Ağustos 2017 Çarşamba

Görüşeceğiz Yine Tayfur Baba... Kimbilir?

Tayfur Sanlıman'ı kaybetmişiz...
Benim için, Ada için ve Türk Resim Sanatı için çok büyük bir kayıp...

Güle güle Tayfur Baba...
Yanına bir gün geldiğimizde muzip ve babacan gülümsemenle bizleri karşılayacaksın biliyorum.

Heyecanla Bozcaada'yı anlatacaksın yine biliyorum...
Güle güle resim yapar gibi konuşan koca yürekli adam...
Güle güle...

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx


Ey Deniz!...
Bu güzelleme yi götür Lefkofris'in bekareti, Tenedos un üzümü, Bozcaadanın inciri ile beraber Truvalı Helen in ayaklarına ser...Ser ki rüzgarın oğlu Kaikias deli aşıklar gibi essin...

1985 Kasımı ortalarında Bozcaadayı Yakar Kaptanın teknesinden ilk kez seyrettiğimde, neden Boz değilde Bozca diye geçirdim içimden...

Bu güzel kızın tüm güzelliklerini birden sergilemek istemediğini anlayabilmem için on yıl kadar geçmesi gerekti...

Bu on yıldan sonra bağları, ormanları, zeytin, iğde ve incir ağaçları ile bu minik kraliçenin isminde yeşil renge gönderme yapan bir sıfat neden yok diye düşündüm...

Bir on yıla yakın süre de bu güzel kızın başında esen sevda yellerini tanıyıp sevebilmem için geçti. Bazen deli bazen akıllı esen Poyrazı, bazen döven bazen okşayan Lodos u benim de başımda esen yeller oldu. Daha da ısındım o na...

2000 i iki geçe, 21.yüzyılın başlarında atölyelerimizi adaya taşıdığımızda çok sevdiğim eşimle birlikte anladık ki biz bu güzel kızdan ayrı olamayız...

Adını siz nasıl anarsanız anabilirsiniz, bir memesi Ayazma Tepesinde, bir memesi Habbele de, güzelim saçlarını Ayana dan Ege ye salmış, bacakları Kale üzerinden aşmış, minicik ayakları İğdelik te, bu güzel kız, güzelim Ege de yıkandığı her gecenin sabahında yeniden doğar. Yeniden güzelleşir. Ve güzelliğini O nu sevenlerle cömertce paylaşır...

Şimdi dilerseniz sizde, gönlünüzce düzenlediğiniz bir güzellemeyi verin Ege ye uçan kuşlara, mutlaka eline geçer.. 

Sevişebilirsiniz.

Kimbilir...?


Tayfur Sanlıman
Kasım 2008   BOZCAADA