13 Ağustos 2016 Cumartesi

Şeytan Ayrıntıda Gizlidir - Bozcaada Kentsel Tasarım Rehberi Üzerine -1

Bozcaada Belediye Başkanlığı web sitesinde, Bozcaada Kentsel Tasarım Rehberi  Taslağının ilk 45 sayfası resim formatında bir iki ay önce yayınlanmıştı. 

Yine aynı sitede, 02 Ağustos 2016 günü yapılan duyuru şöyleydi:  Bozcaada Belediye Başkanlığının tarafından 03.08.2016 Çarşamba Günü Saat:10.30’da Halk Eğitim Merkezi Salonunda  Bozcaada Kentsel Tasarım Rehberi  hakkında halkı bilgilendirme toplantısı yapılacaktır.

1. Taslak da olsa bir belgenin ya tamamı yayınlanır, ya da hiç yayınlanmaz; bilgilendirmede tamamı sunulur. 

2. Bozcaada nüfusunu ve kamuoyunu yakından ilgilendiren bir belgenin sunumu ile ilgili duyuru bir gün önceden yapılmaz, mümkün olduğunca (en az bir ay) önceden yapılır.

3. (Edindiğim bu bilgi yanlışsa peşinen özürlerimi sunarım) İşaret edilen bilgilendirme toplantısı, taslağı hazırlayan ekip adaya gelemediği için amacına uygun olarak gerçekleştirilememiştir. Dolayısıyla “yok” hükmündedir.

Bozcaada Kentsel Tasarım Rehberi Taslağının tamamını ama özellikle de Kaynakça bölümünü inceleme şansımız olmadı. 

Yayınlanan bölümde ise çok ciddi biçimde tartışılması ve gözden geçirilmesi gereken hususlar var.

Plan nedir? Sorusuyla başlamakta yarar var.

Plan gerçekte nedir?

Çok özetle plan, NİHAİ BİR AMACA (moda ismiyle vizyona) ulaşmak için;

Kim yapacak,

Ne yapacak,

Niçin yapacak,

Nasıl yapacak,

Neyle yapacak,

Nerede yapacak,

Ne zaman yapacak,  sorularının ayrıntılı biçimde cevaplanmasından başka bir şey değildir.

Plan, ancak bir NİHAİ HEDEF (vizyon) varsa yapılır. Hedefsiz plan yapmak, kumda çomak oynamaktır.

Planlar, kimi ilgilendirirse ilgilendirsin (bireyler, farklı kurumlar), bir hiyerarşiye, bir sıraya  tabidirler.

NİHAİ HEDEF (vizyon) belirledikten sonra makro plan, ya da stratejik plan yapılır. Bu planlar, minimum 15-20 yıllık olurlar. Ciddi planlamalar, 100 yıllık bile olabilirler (son gelişmelerde bazı ülkelerin planlarında gördüğümüz üzre…).  İmar planlamasında bu tür planlara leke planlaması da denir. Büyük ölçeklidirler 1/100 000 lik gibi.

Onların bir alt kademe planları eylem/ taktik planlardır. Yukarıda sıralanan sorulara uzun vadeli ancak daha somut cevapları içerirler.

Alt düzeydeki planlar ise icraat planlarıdır. İmar planlarında bunlar ayrıntıları içerirler.  1/1000 ya da 1/500 gibi… Bunlar en somut icraat planlarıdır.

Planlar arasında sıkı bir hiyerarşik bağ ve süreç ilişkisi vardır. Öncelikle nihai hedef konmadan, makro plan olmadan, bir altını, en altını hazırlayamazsınız.  Hazırlarsanız da işe yaramaz.

Buğdayı dikmeden, ekmeği pişiremezsiniz.

Peki, Kentsel Tasarım Rehberi nedir?

Cevabına, taslaktan bakalım:

Kentsel Tasarım Rehberi: Kent kimliğinin gelişimini ve sürdürülebilirliğini sağlamak için mekânsal planlamaya esas uygulamaların kentin vizyonu ve imajı ile uyumlu olmasını sağlamayı hedefleyen, mekânsal tasarımda, malzemede yönlendirici ilkeleri belirleyen ve yöneten yazılı belgelerdir….

 Tanım doğru ve güzel… Hazırlanmış olan imar planlarındaki hükümlerin uygulanmasında, plan hazırlanırken cevabı verilmiş olan “nasıl” sorusunun unutulmamasını sağlamaya yönelik bir hatırlatıcı “destek-pusula” belge.

Peki, taslaktaki Genel Hükümlere geçelim ve ilk “vahim” notu düşelim:

2.            Ada vizyonunun temel öğelerini Ada'nın özgün değerleri ve Adalı olma bilinci oluşturmalıdır.

Kentsel tasarım rehberini hazırlayan teknik ekip, ada vizyonunun nasıl olması gerektiği konusunda adalılara önerilerde bulunmaktadır, “akıl vermektedir”.

Halbuki yapması gereken iş, adanın-adalının oluşturduğu vizyon doğrultusunda planlama yapmaktır.
Adanın bu vizyonu mevcuttur.

Bozcaada Belediye Meclisinin 2014 yılı temmuz ayında yapmış olduğu Paydaş Analizi sonucu belirlediği paydaşların katılımı ile 8 grubun çalıştığı Çalıştayda; Bozcaada’nın vizyonu belirlenmiştir. Tüm kesimlerin katılımı ile Bozcaadalılar, ileride kendilerini ve adayı nerede ve nasıl görmek istediklerini belirlemişlerdir.

Bu vizyondan yola çıkarak, kurum olarak Bozcaada Belediyesi, 2015 yılı Aralık ayında tüm meclis üyelerinin katılımıyla kurumun vizyonunu belirlemiş ve bu vizyon doğrultusunda kurumsal stratejik planını hazırlamıştır.

Kentsel Tasarım Rehberini hazırlayan ekip ya bu vizyondan haberdar değildir, ya da bu vizyonu “uygun” bulmamıştır. Her iki durum da son derece vahimdir.  Birincisi belediyenin, ikincisi hazırlayan ekibin etiği ve tekniğini tartışma konusu yapar.     

Yine genel hükümlerden:

3. Planlama yaklaşımında temel hedef Bozcaada'da kentlilik kültürünün değil, Adalılık kültürünün korunması ve geliştirilmesi olmalıdır.

Bu ekip gerçekten şaka yapıyor olmalıdır.

Adalılık; bir coğrafi bölge, coğrafi özellik ile ilgiliyken kentlilik bir ekonomik ve sosyal yaşam örüntüsünü ifade eder. İkisi birbirini dışlaması zorunlu ya da bağdaşamaz özellikler değildir.

Birbirine üstün ya da birini tercih edilmesi gereken özellikler de değildir.

Gavurcalarını geçirmeden derdimi anlatayım:

Latince ve bu aileden olan tüm dillerde, “kale” aynı zamanda “kent” demektir.

Kent, kalelerde ve etrafında oluşmuştur.

Burjuvazi dediğimiz kentli, burg dediğimiz kalelerin içinde ve civarında yaşayan; toprağa dayalı ekonomi dışında demircilik, marangozluk, taş işçiliği, mühendislik, silahtarlık, dericilik, terzilik, hancılık, muhasebecilik, makine ustalığı, tefecilik v.b  zanaat ve sanatlarla uğraşanlardır.  Kalelerin olduğu yerlerde bunlar zorunlu olarak ortaya çıkmış “kentlilerdir”.

Bozcaada, kalesi var olduğundan beri “kentlidir”.  Ve üstelik adadır... Çok nadir bulunan birliktelik. Bunu vurgulamak gerekirken, aksine,bir kanadını "kır gitsin"...

Ekonomisinin dayandığı temel tarımsal faaliyet olan bağcılığın ürününü mamule dönüştürmesi bile “sanayi ve fabrika”dır: şarap fabrikası…

Bozcaada’nın en eski insan fotoğraflarına bakın: kentlimidirler, köylümüdürler ?

Bozcaada’nın karşı yaka köylerinden göç aldığı doğrudur.

İstanbul da köylerden göç almıştır.

Ne diyeceğiz şimdi, Planlama yaklaşımında temel hedef İstanbulda'da kentlilik kültürünün değil, Boğazlılık  kültürünün korunması ve geliştirilmesi olmalıdır. Mı demeliyiz bu mantığa göre?

Yine genel hükümlerden:

9 Ada'nın geçmişten gelen kültürel farklılıklarının ve Cumhuriyet ve Alaybey mahallelerinde mimariye yansıyan izlerinin sahip olduğu zenginliğin korunması Ada kimliği yönünden önem taşımaktadır.

Adanın geçmişten gelen kültürel farklılıkları nelerdir? Hani Adalılık kültürüydü korunmalıydı ve geliştirilmeliydi? Yoksa birkaç tane mi adalılık kültürü var? Farktan kastedilen “istanbullulaaa” mı, “bayramıçlılaaa” mı, nedir?

Cumhuriyet ve Alaybey mahallelerinde mimari ve kentsel tasarım farklıdır evet. Ama geçmişe gideceksek sormamız gerekmez mi?

Peki Cumhuriyet mahallesinde çıkan yangın sonucu tüm evlerin yangında gitmesi öncesinde Cumhuriyet mahallesi nasıldı? Alaybey’den yine farklımıydı?  Sokakları yine cetvelle mi çizilmişti?

İstanbulda koca mahalleler kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılıyor, yandakilerden farkları yok mu yeni yapılaşmaların? Bu farklılığı salt “kültürel farklılıklara” bağlamak ne kadar doğru? Eskisini ne kadar biliyoruz?

Bozcaada Kentsel Tasarım Rehberi taslağının girişi olan genel hükümler’de ilk bakışta ürperten yukarıdaki maddeler dışında, yine çok ciddi biçimde tartışılması gereken maddeler – bakış açıları bulunmaktadır.

Taslağı hazırlayanların, genel hüküm maddelerinden anlaşıldığı kadarıyla “allerji” duyduğu “bölgeleme” yöntemi, bir başka yazının konusu olsun.

  

10 Haziran 2016 Cuma

Neyi çağırırsanız, o gelir…


Altı üstü, ufacık ada…
İşyerleri ve konutlar, iç içe, dip dibe…
Mühim olan içindekiler.

Adada farklı kesimler var.
Kesim’den kasıt;  meşguliyetleri farklı,  beklentileri farklı, istekleri farklı, çıkarları farklı ve dolayısıyla, davranışları farklı insan kümeleri...
Hiçbir kesim, diğerinden/diğerlerinden; daha önemli ya da daha az önemli; daha aşağıda ya da daha üstün değildir. Her kesim önemlidir. 
Daha da ötesi, her birey ve canlı çok önemli ve feda edilemezdir.

“Yaz geldi, üç kuruş para kazanacağız”…
Haklılar.
“Genciz, eğleneceğiz”…
Haklılar.
“Sabah erken kalkıp işe gideceğiz”…
Haklılar.
“Hastam var. Şu üç günlük dünyada huzur istiyoruz”…
Haklılar.

Hatta bazı kesimlerin “içinde de kesimler” var:
“Tatile geldik. Kafa dinlemek istiyoruz”…
Haklılar.
 “Tatile geldik. Sabaha kadar eğlenmek istiyoruz”…
Haklılar.
“Misafirlere sabah kahvaltı hazırlamak için erken yatmam lazım ama akşam yatmak, sabah kalkmak bilmiyorlar. Gemiye yetişeceğiz diye de erkenden kahvaltı istiyorlar”…

İşin içinden Nasrettin Hoca gibi, “sen de haklısın, sen de haklısın” diyerek sıyrılmak, sadece masallarda mümkün.

“Kazancımız bu. Aç mı kalalım”?
Diye duygu sömürüsü ile baskın çıkmak, bencilce kurnazlıktır.

“Kimse gelmesin. Dünyamızdan mı bezelim”?
Diye duygu sömürüsü ile baskın çıkmak, o da bencilce kurnazlıktır.

Baskın çıkmakla, “üstünlük sağlamakla” kalıcı ve her kesimin isteklerini karşılamak mümkün değil.
Kavga çıkar …. Ve çıkacak.

Herkesin haklı olduğu bir kavganın kazananı olmaz.
Çatışmayı çözmenin tek yolu uzlaşmaktır.
Yüzde yüz haklılık ve hak’tan diğerlerini de tatmin edecek fedakarlıkta bulunmaktır.

Kendine bir de diğer kesimdekinin gözüyle bakıp “haklısınız, ama ne yapalım…..” diye bencilce kurnazlığına argüman üretmekten vazgeçmeden uzlaşı mümkün değil.

Bozcaada Belediyesi  Encümeni, 26.05.2016 tarih ve madde 29 ile;  
“15 Nisan – 15 Kasım tarihleri arası işyerleri kapanış saatlerinin 03.00 olmasına, “gece saat 24.00 dan sonra faaliyetlerine devam edecek iş yerlerimizin çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde müzik seslerini kısarak hizmet vermelerine”… karar vermiştir.

Bozcaada Belediye Encümeni üyelerine birkaç soru:

Kapanma saati olarak 03.00 neye göre tespit edilmiştir? Hangi kesimlere danışılmıştır?

Örneğin, açılış saati olarak 06.00 da işletmesini (tespit edilen açılış saati) açmak durumunda olan ve konutu 03.00 da kapanan bir işletmenin yanında olan talihsiz işletmeci, 03.00 da uyuyup, 05.30 kalkıp mı işletmesini açacak?

Öğle sıcağı basmadan bağına bahçesine gidip işini bitirmek zorunda olan bağcı 03.00 da bitişiğindeki işletme kapandıktan sonra uyuyacak ve  saat kaçta işine gidecek?

Sabah 08.30 da mesaide olmak zorunda olan memur,  03.00 de karşısındaki gürültü bitince kaçta yatmalı ki dinlenmiş olarak mesaiye başlayabilsin?

Bunlara danışılmış mıdır? Hastası ve yaşlısı olanları sormadık zaten.

Bozcaada Belediye Encümeni, şu “çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde” nin şeklini de bir tarif etseydi…

O şekil, ne şekil?

Kısma, ne kadar kısma?

İşletme sahibi saat 24.00 de işletmeden dışarıya fırlayıp, çevrede bir tur atıp “etrafta bir rahatsızlık var mı acaba”? diye kolaçan edip müziği bir tık mı, iki tık mı kısacağına karar verecek?

Bu turlarını hangi zaman aralıkları ile tekrarlayacak?

Rahatsızlığın-varsa şiddet derecesini neye göre belirleyecek?

Rahatsızlık derecesi ile müziğin volümünü nasıl eşleştirerek dengeleyecek? Yoksa karakol mu dengeleyecek?

İşletmelerin kapanma saatleri denetimi ve çevrede rahatsızlık-müzik sesi kısıklığı denetimi için kaç zabıta gece mesaisi ile görevlendirilecek?  

Müzik çalacak işletmelerin (varsa, ki yönetmeliğe göre olmalı), desibel ölçüm aletlerinin kalibrasyonunu kim denetleyecek?

Çevre Kanunu ve özellikle bu kararı ile ilgili, Gürültü Kontrol Yönetmeliği Bozcaada Belediyesinin hukuk  külliyatında mevcut mudur?

Bozcaada Belediyesi sadece işletme ve işletmecilerin belediyesimidir?

İşletme sahibi olmayan emekli bir vatandaş olarak, benim de bir belediyem olsun isterim.

Sabaha kadar eğlenmeye gelmeyenlere bile “hadi bak, adada sabaha kadar eğlence var eğlensenize” diyenler kuşkusuz adalılar ve ev sahibidirler. Ama tek sahibi değildirler. Evde başkaları da var.

Yıllar önce ne güzel özetlemişti Bilsay Hocam: Misafir gittiği eve ayakkabı ile girilmiyorsa kendisininkilerini de kapı önünde çıkarmalıdır…

Neyi sunarsanız, o tüketilir…

Neyi çağırırsanız, o gelir…


Bela dışında. O çağırmadan da gelir.

10 Mart 2016 Perşembe

Hırsızı Görmek

  Hırsızlar sadece para ve mal çalmazlar.  

Fikirlerinizi, düşüncelerinizi, emeğinizi, birikimlerinizi, duygularınızı hatta hayallerinizi bile arsızca çalabilirler. 

Neden mi çalarlar? 

Sahip olmadıkları şey onlara cazip gelir. Çalınca sahip olduklarını zannederler.  
Halbuki “olma”nın halleri vardır.  Fransızcadaki “etre” ve “avoir” fiilleri bunu ifade ederler. Biri kişinin kendisinin “bir şey olması” – birikimli ve donanımı ile insanın kendi halidir.  

Diğer hal ise “sahip olmak” – kişinin belli bir “şey” üzerinde mülkiyet hakkı anlamındadır. Kişinin EĞİTİMLİ OLMASI ile DİPLOMA SAHİBİ olması arasındaki fark gibi. Mülkiyet farklı şekillerde oluşabilir – çalışarak ve kazanarak, miras ve bağış yoluyla ya da hırsızlık yoluyla…

Hırsızlık yoluyla “fikir, eser, ün şan, şöhret” sahibi olanların kaderi acıklıdır. 

İstedikleri ve arzuladıkları şey aslında “olmaktır”.  Bunun gereği olan çalışmak, çaba göstermek; kendi sivriliklerini ve biçimsizliklerini taş misali akıntısında törpüleyebilecekleri bir nehir gibi algılamak istemezler hayatı. Kendini yontmak insana acı verir ve buna dayanıksızdırlar. Her hırsızlıkta “ben oldum” “bu benim” derler ve bir süre öyle giderler.  Bu zan onları kör ve sürekli hırsızlığa mahkûm eder. “Bu benim” derken telaffuzdaki vurgu hep “i” harfinde kalır. “E” harfine basamazlar…

Çok kabaca yapılmış incelikli bir hırsızlığı görebilmek için öncelikle biraz teknik bilgilendirme gerekli. Bakalım.

İntihal Nedir?
“İntihal (TDK: aşırma), bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanması. İntihal bir tür sahtekârlık ve hırsızlıktır.
Başlıca türleri:
Alıntı ifadeler ve fikirler için kaynak göstermemek
Ödünç alınan ifadeleri tırnak içinde yazmamak ve kaynak göstermemek”. (https://tr.wikipedia.org/wiki/İntihal)

Bir başka kaynağa göre “İntihal:
  • ·         Aşırma
  • ·         Başkalarının yazılarından bölümler, şiirlerinden dizeler alıp, kendininmiş gibi gösterme
  • ·         Başkalarının konularını benimseyip değişik biçimde anlatma
  • ·         Bir yazıda başka bir yazıdan konu ya da biçim alma
  • ·         Başkalarının yapıtlarını kaynak göstermeden kullanma
  • ·         Hırsızlık, çalma
  • ·         Mevcut bir kaynaktaki fikri veya ürünü yeni ve orijinal gibi gösterme

Yani intihal, bir çeşit hile, dolandırıcılık ve/veya sahtekarlık olarak düşünülebilir. Başkalarının yapıtlarını çalma ve daha sonra bununla ilgili yalan söyleme eylemlerini içerir.

Kelimeler ve fikirler gerçekten çalınabilir mi?
Evet. Kanuna göre çalınabilir.
Fikri Mülkiyet: orijinal fikirlerin ifade edilmesi
Telif Hakkı: fikri mülkiyeti ve orijinal buluşları koruyan kanunlar.

  •  Başkasının çalışmasını kendinizinkiymiş gibi teslim etmek.
  • Başkasının çalışmasından kelimeleri veya fikirleri kaynak göstermeden kopyalamak
  •  Aktarılan sözleri, söylemleri tırnak işareti içerisine almadan yazmak
  • Aktarılan sözlerin kaynağı ile ilgili yanlış bilgi vermek
  • Kelimeleri değiştirseniz bile başkasının cümle yapısını kaynak göstermeden kopyalamak
  • Bir kaynaktan, kaynak göstererek veya göstermeyerek, kendi yapıtınızın neredeyse hepsini oluşturacak kadar çok söylem ve fikir kopyalamak
  • “The Too-Perfect Paraphrase” – Kaynağı düzgün bir şekilde göstermek ancak kelimesi kelimesine kopyalanmış metni tırnak işareti içerisine yazmamak. Bu durumda, kaynak gösterilmiş olsa da yazar özgün sunumu ve yorumu kendisininmiş gibi göstermektedir.
  •  “The Resourceful Citer”/ “Saygılı Bahsedici” – Tüm kaynakları olması gerektiği şekilde belirtmek, tırnak işaretlerini ve tekrar yorumlamayı yerinde kullanmak. Peki bunun neresi yanlış? Metinde hiç özgün kısım yok! Bu tarz bir intihali farketmek çoğu zaman zor olabilir çünkü metin herhangi başka iyi bir araştırma dokümanına benzemektedir. (http://bbyuygulama.atauni.edu.tr/sp/assets/users/_serpilfirat8925/plagiarism1.pdf)


“3.1. İntihal Türleri Nelerdir?

Genel olarak yapılan intihal türleri şunlardır: [7, para. 4]:

  • ·         Klonlama (Clone): Başkasının çalışmasını kelime kelime kendininmiş gibi sunma.
  • ·         Kopyalama (Ctrl-C): Değişiklik yapmadan tek bir kaynaktaki metnin önemli bölümleri içerme.
  • ·      Bulma-Değiştirme (Find-Replace): Anahtar kelimeleri ve cümleleri değiştirme fakat kaynağın önemli içeriğini koruma.
  • ·         Remiks Yapma (Remix): Birbirine uyan birçok kaynağı başka sözcüklerle anlatma.
  • ·         Geri Dönüştürme (Recycle): Yazarın önceki çalışmalarını kaynak göstermeden fazlaca alma.
  • ·         Melezleme (Hybrid): Kaynak göstermeden kopyalanan metinler ile kaynak gösterilenleri mükemmelce birleştirme.
  • ·         Lapa Yapma (Mashup): Birçok kaynaktan kopyalanan materyali karıştırma.
  • ·         404 Hatası Yapma (404 Error): Var olmayan ya da kaynaklar hakkında hatalı bilgili kaynaklar içerme.
  • ·         Toplama (Aggregator): Uygun kaynak içerme fakat neredeyse hiç orijinal çalışma olmama.
  • ·      Yeniden Tweetleme (Re-Tweet): Uygun kaynak içerme fakat orijinal metne ya da yapıya çok yakından dayanma.

3.2. İntihal Olarak Kabul Edilen Davranışlar Nelerdir?

Aşağıdaki fiiller intihal olarak kabul edilen davranışlar arasında yer alır [8, para. 5]:
  • ·         Başkasının çalışmasını kendininmiş gibi teslim etmek.
  • ·         Başkasının kelimelerini ya da fikirlerini kaynak göstermeden kopyalamak.
  • ·         Alıntıyı tırnak içine koymada başarısız olmak.
  • ·         Alıntının kaynağı hakkında yanlış bilgi vermek.
  • ·         Kelimeleri değiştirmek fakat kaynak göstermeden kaynağın cümle yapısını kopyalamak.
  • ·      Kaynak gösterip ya da göstermeksizin çalışmanın ana kısmını oluşturan kaynaktan çok fazla kelime ya da fikir kopyalamak.”( Behlül Gücükoğlu, Zerrin Ayvaz Reis, Türkiye’de ve Dünyada İntihalin Yaptırımları, http://ab.org.tr/ab14/bildiri/323.pdf)

Bir başka kaynakta intihalin nedenleri ve örnekleri aşağıdaki gibi verilmektedir:

“3) NEDEN İNTİHAL YAPILIR?
  • ·         Yeterli zamanın olmaması
  • ·         Kişinin o konuda uygun şekilde yazacak birşeyinin olmaması
  • ·         İyi bir derece/not almak
  • ·         Kendine güven sorunu
  • ·         İntihali daha önce de yapıp yakalanmamış olması
  • ·         Danışman ve öğrenci arasında yeterli iletişimin olmaması
  • ·         Yaptığının intihal olduğunu bilmemesi (Farkında olmadan intihal yapıyor olması).

Örneklerle neler intihaldir, neler değildir diye bakmak gerekirse:

“Anoreksiya nevroza” rahatsızlığı hakkında bir makale yazdığımızı düşünelim. Bununla ilgili kaynak taraması yapıyoruz ve şöyle bir metinden yararlanıyoruz.:

Orjinal metin:
Perhaps the most puzzling symptom of anorexia nervosa -- a disorder that tends to occur in young women -- is the refusal to eat, resulting in extreme weight loss. While most people have a great deal of difficulty in dieting and losing weight, particularly if a diet extends over many months or years, individuals with anorexia nervosa can literally diet themselves to death. (2011, June 5)

Alıntılanarak yazımızın içerisine konulmuş şekli:
Anorexia nervosa is a serious disease which causes many people –especially young women- to die. Perhaps the most puzzling symptom of anorexia nervosa is the refusal to eat, resulting in extreme weight loss. Many people have a lot of difficulties when they are dieting, but if a diet extends over many months or years, individuals with anorexia nervosa can literally diet themselves to death. (2011, June 5)

Yukarıdaki örnek bir intihaldir. Alıntının kaynağı belirtilmiş olsa bile, işaretli cümlelerin aynı olması intihal kabul edilmektedir. Kaynaktan birebir olarak alınan cümleler, kelimeler uygun şekilde belirtilmek zorundadır.”  (http://awc.iyte.edu.tr/handouts/6sorudaintihal.pdf)

İntihale sıkça maruz kalmış blog yazarı Deniz Gürel,  konu ile ilgili duygu ve düşüncelerini şöyle anlatmaktadır:

“Beni hayrete düşüren ve aynı zamanda kızdıran konu şu ki intihal (aşırma) konusunda doğru bilince sahip değiliz. Bir içerik internette yayınlanmışsa sanki herkes tarafından serbestçe alınıp kullanılabilirmiş gibi ‘yanlış’ bir anlayış var. Bu yanlış anlayış nedeniyle bir başkasının içeriğini alıp ‘tepe tepe’ kullanmak normal algılanıyor.
Eğer bir alıntı yapılacaksa bunun belli kuralları vardır. Yazının/eserin tümünü olduğu gibi kopyalamak alıntı değil çalıntı yapmaktır. Her eser bir emek sonucunda oluşur, bu emeği görmezden gelerek kullanmak hem etik hem de hukuki olarak suçtur. Bu kadar net!”( http://www.denizergurel.net/intihal-asirma-sucu-nedir-nasil-yapilir/)

Etik ve hukuki bir suç olan aşırma ile ilgili tanım, ilke, hak ve cezaları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından düzenlemektedir.

Madde 16 – Eser sahibinin izni olmadıkça eserde, veyahut eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz.
Madde 18 – (Değişik: 21/2/2001 - 4630/11 md.) Mali hakları kullanma yetkisi münhasıran eser sahibine aittir
Madde 21 – Bir eserden, onu işlemek suretiyle faydalanma hakkı munhasıran eser sahibine aittir
Madde 35 – Bir eserden aşağıdaki hallerde iktibas yapılması caizdir:
3. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ve yayımlanmış diğer eserlerin, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadiyle bir ilim eserine konulması; İktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır.
Kanunun 71. Maddesi, önceki maddelerde ayrıntılı olarak tarif edilen manevi ve mali hakların çeşitli ihlal türleri karşılığında verilecek cezaları düzenlemektedir.

Bu kısa teknik bilgilerden sonra, gelelim işin “oldu-bitti” kısmına…

Şu anda, bu yazıyı okuduğunuz blog Mayıs 2010 yılında açılmıştır. Altındaki notta, 5846 sayılı yasaya atıf yapılmadan ancak öngördüğü şekilde, şu cümle yer alır: 

Yazı ve resimlerin tüm hakları yazara aittir. İzinsiz kopyalanamaz, alıntı yapılamaz.

Ağırlıklı olarak Bozcaada ile ilgili düşüncelerimi, fikirlerimi, öğrendiklerimi, hayallerimi ve hayalkırıklıklarımı, sevinç ve kızgınlıklarımı blog izleyenleri ve arkadaşlarımla paylaşmaktayım. Zaman zaman konuklarım da olur.  Teknik olarak mümkün ve teklif edildiği halde bloğu ticari kazanç getirici bir hale getirmeyi hiç düşünmedim.  Reklam alıp paylaştıklarıma bir değer biçemem.

Aksi iddia edildi ve yine bir başka “sahip olan” tarafından vergi dairesine şikâyet edildim.  Şikayet edenin (adı bende saklı) utandığını varsayıyorum; şikayeti ve bloğum nedeniyle hiç vergi mükellefi ya da cezalısı olmadım. İnsan sadece kendisi ile rekabet etmeli…

Bu blogda 16 Aralık 2010 tarihinde bir makale yayınladığım: Bir Ada Fenomeni: Vasilin Meyhanesi (http://tenedos-bozcaada-tenedos.blogspot.com.tr/2010/12/bir-ada-fenomeni-vasilin-meyhanesi.html )

Kendisini az ama eşi ve çocuklarını yakından tanıdığım, dostluk ettiğim; çok geniş bir duygu yelpazesine sahip hikâyelerine tanıklık ve duygudaşlık ettiğim; yayınlamadan metin için yakınlarının onayını aldığım Vasil Bey ve Meyhanesi’nin çok genel çizgili bir portresidir o yazı.  Yakınlarında, acıların ve yaraların henüz tam geçmediği, sadece hafifçe kabuk bağladığı Vasil Bey’in ölümü ve meyhanenin kaderi ile ilgili “daha yazma” dedikleri pek çok şey gün yüzüne çıkmayı beklemekte…

Sadece adalet önünde muhatap olacağım gerekçesiyle, yayın ve yazar ismini şimdi, burada zikretmeyeceğim; Bozcaada’da ticari olarak yayınlanan bir derginin Şubat-Mart 2016 nüshasında yer alan bir makalesini dikkatinize sunacağım. 

Neden mi? Makalenin gövde metni 28 cümle. Bu 28 cümlenin sadece 8 cümlesi yazarına ait.  Oranlarsak % 28.  Diğer 20 cümle ve %72 lik kısmı yukarıda sözünü ettiğim yazımın % 70inin “copy” hali.  Kopyalanmayan % 30 kısmı da yazarın 8 cümlesi için “esinlenme” kaynağı olmuş. 

Yazının sonunda, “Yararlanılan Kaynak” olarak bloğun adresi verilmiş. “Yararlanılan kaynak” diyebilmek için yazar, bir paragrafa, “gelelim hikayesine” ve diğer paragrafa da “Lakin,” giriş cümlesi ve kelimelerini “işlemiş”.  Alınan % 70 in alıntı olduğunu belirten bir işaret yok. Sadece “kaynaktan yararlanmış”; gelelim hikayesine ve lakin’le bağlayarak makaleyi bitirmiş!  Ve tabi ki resimlerden birisini de değiştirmiş… Ama bir mail yazıp izin istemek aklına gelmemiş…

 İlgi çeksin diye başlıkta sormuş: “Neydi ne Oldu! Bir zamanlar Vasil’indi… Ya şimdi?”

Derginin aynı sayısının bir başka makalesinde, “basın ilkelerine sadık yayıncılık yapmanın profesyoneller için bile zorluklarından” söz edilmekte.   Haklılar; sadece ilkelere değil yasalara da uymak zor geliyor anlaşılan, ve ironi gibi…

Kes-yapıştır-geri kalanını büzüştür - ekle-yayınla ve “örnek işletme abone tablosu, örnek reklam tablosu” ile gelsin paralar ve şöhret…


Yazık… 



Alıntı-Çalıntının renkli işaretle gösterildiği yazım: 

16 Aralık 2010 Perşembe
Bir Ada Fenomeni: Vasilin Meyhanesi

Adaya gelen ilk "istanbullular"ın anılarında Vasilin meyhanesi önemli bir yer işgal eder. Sadece onların mı? Adalıların anılarının önemli mekanlarından biridir Vasilin meyhanesi... Türküyle rumuyla önemli bir buluşma, kaynaşma, şakalaşma, "iki tek atma" yeri...

Çanakkale ve Çardakta fıçıcılık yaparken mevsimlik işçiliğin canına tak dediği Vasil Efstratiu 1958 yılında eski belediye binasının yanındaki köşede yer alan dükkanı bankadan kredi kullanarak satın alır.  Meyhane açar.  Varlıklı bir adam değildir Vasil Bey bu yüzden çok çalışır. Kısa sürede borcunu öder.


Meyhanesi kısa  sürede adanın sevilen mekanlarından biri olur.  Güleryüzlülüğü, efendiliği, yemeklerinin lezzeti ve en önemlisi neşelenince kemanını alıp dostlarına müzik ziyafeti çekmesi meyhaneyi en tercih edilen yer yapar.

Kemanı Vasil Bey için çok değerlidir. Onu dükkanda tutmaz. Meyhanede çalacağı zaman evinden birisiyle getirttiğinde mutlaka "şifreli" ister evdekilerden. Gönderdiği kişiye anahtarlığını verir ve evden o anahtarlığı görmeden kemanı vermezler. Daha sonraları Almanyadan bir pikap getirtir Vasil Bey ve meyhanede muhabbetler koyulaşınca hafiften rumca ya da türkçe çalan bir plak döndürür.

Her sabah evde bir kaşık reçel ve bir bardak sudan oluşan kahvaltısından sonra Vasil Beyin ilk işi  balıkçı barınağına gitmektir. Erkenden balıklarını alır, arka denizde temizler ve hazırlar. Dükkanda kömür ızgarasını yakar, külle örter.  Daha sonra diğer alışverişini yapar. Domatesli kalamarı, ahtapot salatası, kağıtta kaşarlı pastırması dillere destan olur.

Adalılar için bir sosyal klup gibidir meyhane. Memurlar, esnaf, nadiren gelen turistlerin vazgeçilmez mekanıdır. Özellikle kış geceleri saat 22.00 den sonra lüks lambasının sarımtrak ışığında neşeli kahkahalar meyhanenin içinde kalmaz dışarı taşar. Hafta sonları daha çok rum ailelerdir müşterileri... Bir de daimi müşterileri vardır: en yakın dostları Osman Kaptan ve Fıçıcı Stelyo...Meyhanenin en büyük neşe kaynaklarından biri olan küçük oğlu Apostolun yerden fırlatarak oldukça yüksek tavana kağıt para yapıştırması numarasının sırrı tıpkı lezzetli ızgara köftesinin reçetesi gibi hala bilinmemekte...
Çalışkanlığı, tevazusu ve yardımseverliği ile Vasil Bey adanın sevilen esnafından biridir. Bu özellikleri nedeniyle de uzun yıllar cemaat başkanlığı yapmıştır. Dürüstlüğü, adaletseverliği ve sağduyusu ile çeşitli anlaşmazlıklarda  başvurulan güvenilir bir hakem olmuştur hep. Ama bir başka özelliği onu bir efsane haline getirmiştir, o da içki içme adabı. Sıkça rakı kadehini gösterip "bunu içmeyen ya delidir ya divanedir" sözünü hala sevenleri kadehi aldıklarında adını telafuz etmeden söyleyip onu anarlar.

Her güzel şeyin geçici olduğu gibi adada da "zor zamanlar" başladığında Vasilin meyhanesi açık kalmak için direnir. Zaman gelir gidenler azalır, zaman gelir camı kapısı kırılır. Açıldıktan 24 yıl sonra Vasil Beyin Meyhanesi ada için bir devrin kapanması gibi kapanır.

Meyhane binası hala yıllara tanıklık edercesine köşede boş olarak durur. Ada ve adalıların anılarında ise hep o dolu, nezih ve neşeli haliyle yer alır. Vasil Bey ise, değerli adalı Bilsay Kuruç hocanın dediği gibi, "Vasil müstesna meyhanesi, rakı adabına göre düzenlenmiş yaşamı ile Ada’nın aristokratı gibi..." anılarda yaşamaya devam eder.