18 Ekim 2015 Pazar

Duyuru

24-28 Şubat 2016 Tarihlerinde Plovdiv (Filibe) / Bulgaristan'da Uluslararası VINARIA Bağcılık ve Şarapçılık Fuarı ile Şarap Festivali Düzenlenmektedir.
Bu etkinlikle eş zamanlı olarak aynı fuar alanında Uluslararası FUTDEH gıda, içecek, ambalaj, makina ve teknolojileri sergisi;
Uluslararası HOREKA hotel, restorant, kafeterya donanımı sergisi programda yer almaktadır.
Bozcaada Doğayı Koruma Kültür Sanat Derneği ve Bozcaadalılar Derneği belirtilen fuar/festival/sergileri ziyaret etmek üzere gezi düzenlemeyi planlamaktadır.
Ulaşım, konaklama rezervasyonu, vize gibi işlemlerin sorunsuz olabilmesi ve zamanında yapılabilmesi için katılımcı sayısının önceden bilinmesini gerektirmektedir. Katılımcı sayısı en az 10 (on), en fazla 40 (kırk) kişi olabilecektir.
Ulaşımın, gidiş için Çanakkale-Filibe; dönüş için Filibe-Çanakkale olması düşünülmektedir.
Başvuruların kesinleşmesi değerlendirilmesinde öncelik, iki derneğin üyeleri ile Bozcaada'da yaz-kış ikamet edenlerde olacaktır.
Geziye katılmak isteyenlerin EN GEÇ 05 Kasım 2015 tarihine kadar isimlerini, vildanonur@hotmail.com adresine bildirmeleri gerekmektedir.
Bu tarihe kadar yapılmış olan başvuru sayısı üzerinden ulaşım ve konaklama için grup fiyatları alınacağından, bu tarihten sonra yapılacak başvurular, dikkate alınmayacaktır.
Dernek üyelerimize ve Bozcaada'da yaz-kış ikamet edenlere saygı ile duyurulur.

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yine Bozcaada’da Üniversite

Bozcaada’ya üniversite de üniversite,
Üniversite de üniversite…
Teranesi ne yazık ki devam ediyor.        

Bozcaada’nın kış ekonomisi canlanaCakmış…
Bozcaada’nın sosyal hayatı canlanaCakmş…
Bozcaada’nın işletmeleri için, nitelikli ara insangücü olaCakmış…

Ey Bozcaada’lı anne ve babalar…
Çocuğu bir üniversitede okumuş olan, el an okuyan ya da gelecekte okuyacak olan Bozcaadalılar…
Bir anne baba olarak çocuğunuzu okuduğu yere; (İstanbul, İzmir, Ankara, Çanakkale, Edirne, Balıkesir, Van, Muğla, Eskişehir v.s, v.s, v.s…) bu yerin kış ekonomisi canlansın, sosyal hayatı canlansın, o yerin ucuz işçi ihtiyacı karşılansın diye mi gönderdiniz ya da göndereceksiniz evladınızı?
Çocuğunuzu gönderdiğiniz yerin ahalisi, ellerini ovuşturarak bunu ciddi ciddi yüzünüze söylerse içinizden ne demek gelir, neler geçer?
Geçeni demeyin, küfür olur…

Bozcaada’daki Bölümler faaliyetteyken bir tanıdığımın ricası üzerine, okulu kazanmış öğrenci için, adada bir ev-pansiyon sahibine koşulları ve fiyatı sordum.
Koşulları sıraladı: Ev üç odalı. Her oda ayrı ayrı öğrencilere verilir. Bir odada iki öğrenci kalabilir. Odada yatak ve elbise dolabı var. Banyo, mutfak ve tuvalet müşterek. Elektrik, su, tüpgaz ve ısınma giderleri öğrencilere ait.  Kahvaltı, yemek yok; 1 Haziranda ev boşaltılır.
Fiyat?
Kişi başı Aylık 600 TL.

Merak ettim ve Edirne’de, üniversite kampüsünün karşısındaki bir özel yurdu aradım. Koşulları ve fiyatları sordum.
Koşullar şunlardı: Tüm odaların içinde banyo ve tuvaleti mevcut. Bir ve iki kişilik odalar var.  Odalarda yatak, çalışma masası, televizyon, dinlenme koltuğu, elbise dolabı ve kitaplık var. Ayrıca etüd odası ve 24 saat açık kantin var. Ücretsiz hızlı internet bağlantısı var. Çamaşır ve ütü odası her katta var - ücretsiz. Fiyata kahvaltı ve akşam yemeği dahil.  Isınma merkezi sistem kaloriferli ve fiyata dahil.
Fiyat: Tek kişilik oda 600 TL, İki kişilik oda, kişi başı 400 TL.
(Bu koşullarda bu fiyatları veren her iki kentteki iki işletmenin isimlerini dileyenle paylaşabilirim.
Babası bir fırında işçi olarak çalışan ve kardeşi de okuyan çocuk, kayıt yaptırmadı…)       
Yorumsuz geçelim…

Yüksek Okul öğrencileri Bozcaada’nın sosyal hayatını canlandıracakmış…
Sen öldür, öğrenciler canlandırsın…
Ölmüş eşeği anırtmak gibi bir şey…

Hiç kimsenin evladı; bir üniversite öğrencisi, “sosyal hayatı canlandırma” aracı değildir.
Üniversite öğrencisi, üniversite kampüsünde “sosyalleşir”.
Üniversitenin sunduğu; kütüphane, kantin, tiyatro-sinema-müzik-spor alanlarında, ilgi kulüplerinde; ama az ama çok, üniversitenin sunduğu olanaklarla sosyalleşir. Bulunduğu kentin sosyal hayatına da katılır elbette ki. Mevcut bir sosyal hayat – varsa – katılımcı olarak… Ölmüş'ü canlandırıcı olarak değil.

Gelelim zurnanın “zırt” dediği yere…          
Bozcaada’daki işletmelerde öğrenciler, “nitelikli ara işgücü” olacaklarmış…
Ne iş?
Telafuz edilen işler ve ihtiyaçlar: garson, pardon servis elemanı; aşçı, pardon yemek şefi; bulaşıkçı, pardon temizlik elemanı…
Neyin “ara”sı olacaklar?
Gıda mühendisi ve komi istihdam ediyorsa işletme, evet ara insangücü olurlar…
Ama okuma yazması olmayan “patron” ve yüksekokul öğrencisi garson…
İlkokul mezunu “işletmeci” ve yüksekokul öğrencisi aşçı…
Yüksekokul mezunu “meyhaneci” ve yüksekokul mezunu temizlik elemanı…
Bu işte bir tuhaflık var.

Bozcaada’da turizm yüksek okulu olmaksızın da branş öğrencilerine staj yaptırılabilir halbuki. Hiçbir engel yok.
Turizm bölümlerinde okuyan binlerce öğrenci ülkenin her yerinde, turizm bölgelerinde staj yapacak yer ararlar her yıl. Bozcaada'da da ararlar.

Staj yapma-yaptırma kriterleri – koşulları belli:
Faaliyet konusu turizm olan tescilli bir kurum olacaksınız…
Turizm belgeli olacaksınız…
Öğrenciye, bu işi bilen “belgeli” biri olarak, “rehberlik” yapacaksınız..
Stajı boyunca öğrencinin sigortasını yatıracaksınız…
Fazla mesai yaptırdığınızda, fazla mesai ücretini ödeyeceksiniz…
Yani siz yasanın tarif ettiği kurumsal işveren, sektörün tarif ettiği, belgeli  “turizm işletmecisi” olacaksınız…
Siz bu koşulları karşılamıyor ama “nitelikli öğrenci ara işgücü! çalışsın ”, diyorsanız siz ne kuşsunuz, ne de devesiniz… Turizm gecekonducususunuz.

“Öğrenciler Bozcaada’da çok mutlu oluyorlar, biz de onlara abilik yapıyoruz. Bu nedenle yüksekokul açılsın” diye üstelik “en son ve en çarpıcı” gerekçeyi duyunca;
Bozcaada’da yeşeren bu üniversite, yüksekokul sevdası için insanın,  filimdeki Muro karakterinin repliğini şöyle haykırası geliyor: “Lanet olsun şu içimdeki yüksekokul sevdasına”…

Üniversite ile ilgili bir anekdot ile bitirelim:
ABD’de iç savaş ve karışıklıklar bitip ekonomik alanda atılımlar başladığında petrolcülerden birisi İngiltereden ünlü bir profesörü davet eder ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:
-              - Profesör, ben adımı sonsuza dek yaşatacak, ülkeme her alanda üstün katkılar sağlayacak bir üniversite kurmak istiyorum.  Kabul ederseniz sizin kurucu rektör olmanızı isterim.
-               - Çok teşekkür ederim. Bu son derece onurlu bir görev olur benim için.
-              -  Kabul etmenize çok sevindim. Hemen işe girişelim. Böyle bir üniversitenin kurulması için ne kadar paraya ihtiyacınız var?
Profesör gayet sakin bir biçimde, bir milyon dolara, der.
O dönem Amerikasında bu çok zor telaffuz edilebilen, ancak bankalar için anlaşılabilen bir rakamdır.
Petrolcü bir süre profesöre bakar:
-               - Bu parayı size vereceğim profesör. Başka neye ihtiyacınız var?
P   Profesör yine sakin bir biçimde cevap verir:
-               - Bir yüzyıla…

Kıssadan hisse: üniversite görmemişe üniversite kurmak kolay gelir…


22 Ağustos 2015 Cumartesi

Stilyani Kutufo

Bazı insanlar için dersiniz ki, "o sorgusuz sualsiz varsa eğer cennete gidecek..."

Stilyani Kutufo o insanlardan biri....

Bozcaada'nın mütevefa papazı, rahmetli İstrati Kutufo'nun eşi Stella Teyze 90 yıllık hayat serüvenini tamamlayarak eşinin yanına yol aldı...

Elli yıl önce eşinin görevi nedeniyle geldiği Bozcaada'daki mütevazi yaşamında Gökçeada'daki Zeytinli Köyünü hiç unutmadı. Hep büyük bir özlemle içinde yaşattı...

Eşinin vefatından sonra da çok emeği olan Bozcaada Kilisesindeki gönüllü görevlerini hiç aksatmadı. İnce ve yanık sesiyle ayinlerde tek başına "koro" idi her zaman.

Onun sesinin Tanrıya ulaştığına dair inanç her duyanda kendiliğinden oluşurdu... Cengiz Bektaş Hoca "onun sesi" için en güzel şiirlerinden birini yazdı.

Çok çalışkandı Stela Teyze. Bağ bahçe işleri, çiçekleri, nefis likörleri ve spesyali "tırtıl" badem kurabiyesi...

İyi bir entellektüeldi Stella Teyze. Her tür kitabı okur - romanlar, din ve felsefe kitapları ve sürekli takip ettiği dergiler...

Büyük tevekkülü ve inancı her sohbet edene büyük bir huzur verirdi.

Şimdi sevgili eşi Papaz Amca'nın yanında aynı huzur içerisinde...

Toprağın bol olsun Stella Teyze...






27 Temmuz 2015 Pazartesi

İşin Esası Kriterdir…



Her zaman, sıklıkla, bazen herkes bir seçimle karşı karşıyadır.

Seçeneklerin sayısı genellikle çok fazla değildir: Evet ya da Hayır; İleri ya da Geri; Sağa ya da Sola’dır.  

Bu tür seçimler karşısında kalırız çoğunlukla.

Seçimimizi yaparken ihtiyaç duyduğumuz şey sadece birkaç kriterdir.

Örnek birkaç kriter şunlar olabilir:

1. Bu seçenek, dürüstçe bir seçenek midir?

Öncelikle kendimize karşı… Bunu seçersem (evet, ya da hayır dersem) kendime ihanet etmiş olur muyum?

Bu kritere sahip olan kişiler hiçbir zaman taviz vermezler. Hatta tavizin ne olduğunu bilmezler; onu anlayacak bir deneyimleri olmamıştır.

2. Bu seçenek adil midir?

Sadece kendimiz için değil, geri kalan herkes için de? Basit insan kazandığında, diğer herkesin kaybedeceği biçimde kazanmaktadır.  Adil ve bilge bir insan kaybettiğinde bile diğer herkesin kazanacağı biçimde kaybetmektedir…

3. Bu seçenek şık (zarif) midir?

En önemli kriter budur.  Açan ama kısa ömürlü olan kiraz çiçeği zariftir. Gökkuşağı zariftir.  En çok çalışılan dans zariftir.  İlk iki kritere uygun olan ve bir tutam da süzülmüşlük içeren her şey şık ve zariftir.

Sorun hiçbir zaman seçimin kendisi değildir.


Sorun her zaman seçimin kritrleridir.


22 Temmuz 2015 Çarşamba

Bozcaada Kargalarından Ödüllü Bilgi Yarışması

Bir önceki yazımızda sözü edilen, Bozcaada'nın koylarının isimlerinin yer alacağı tabelaların, iki gün önce konulduğu görülmüştür.

Yollar iki yönlü; tabelalar tek yönlü...
Hadi neyse, düne kadar hiç yoktu diyelim...

Plaja 500 metre mesafede ve arada Aya Paraskevi paraklisi olmasına rağmen "Ayazma Plajı" diye, koyun tek tarafına, tepeye tabela dikilmiş...
Hadi neyse, düne kadar hiç yoktu diyelim...

Ama bir tabela dikilmiş ki, akıl sır ermez...
Aklı erene, doğru cevabı bilene, Bozcaada kargalarından ödül var...



1. Resimde tabela, 2. Resimde tabelanın biraz geniş açıdan yeri görünmektedir.

1. Resimdeki tabelada, "Mermer Burnu ve Çanak Liman Plajı" yazılı tabela görünmekte, 2. Resimde Ayana Koyu görünmektedir...

Ödüllü soru şudur:

Aşağıdaki seçeneklerden sadece biri doğrudur ve bu seçeneklerden hangisi doğrudur:

a.  Tabela eksiktir, yazının altındaki sol okla birlikte, 3 km yazısı unutulmuştur...
b. Tabelayı diken ya da diktiren ....... Ayana Koyu'nu, Mermer Burnu ya da Çanak Limanı olarak biliyordur. (Bu seçenek doldurmalıdır, noktalı yerlere yakışan sıfatı siz ekleyin)
c. Tabelayı diken ya da diktiren için tabelada ne yazdığı değil, tabelanın herhangi bir yere dikilmiş olması önemlidir.
d. Tabelayı diken ya da diktiren bir provakatördür. (Tabelayı kasten yanlış yere dikmiştir).
e. Tabelayı diken ya da diktiren bir şakacıdır. (Adalıların dikkatini sınamak için yanlış yere dikmiştir).
f. Tabelayı diken ya da diktirenin ne Bozcaada, ne de işlerin ilk defasında doğru (hatasız) yapılması umurunda değildir.

Doğru seçeneği en doğru bilen ilk 3 kişi, kargaların sabah kahvaltısından kazanacaklardır;
biz onların doğru seçeneği bilip bilmediğini bilemeyeceğimiz için yapacak çok fazla bir şey yok...

Tabelaların yazılı yüzü, kargaların havada uçarken okuyacağı biçimde yukarıya doğru dönük biçimde çakılsaydı, sadece kargalar bize gülerdi...


16 Temmuz 2015 Perşembe

Bozcaada Kargaları Öğreniyor...

Şemsiye üreticileri, yazın yağmurlu geçmesini isterler…
Sandalet üreticileri, yazın kurak geçmesini isterler…
Bira üreticileri, yazın sıcak geçmesini isterler…
Bozcaada kargaları, yazın çabuk geçmesini isterler…

Kargalar, hele Bozcaada kargaları oldukça meraklı ve zeki hayvanlardır.
Ayrıca müthiş bir hafızaları vardır.
Ortalama olarak bir karganın 100 kelime ya da 50 kadar cümleyi ezberleyebildiği bilinir.
Bozcaada kargaları için 16 kelimeyi ezberlemek, çocuk oyuncağı…
Ancak bir sorunları var…

Daha doğrusu, Bozcaada Belediyesine bir önerileri:

Bozcaada Belediye Meclisi, 06 Haziran 2015 tarihinde aldığı bir kararla, Bozcaada’nın bazı koylarına isimlerini gösteren 16 adet tabela dikecekti.
Projeyi Bozcaada Belediyesine Bozcaada Kent Konseyi aracılığı ile götüren Bozcaadalılar Derneğinin bu tabelalama işi için öngörüsü, sallana sallana 15 iş günü idi…
İş esasında, 5 iş günü… (3 günde tabelaların hazırlanması, 2 günde yerine dikilmesi).

Meclis kararından bugüne geçen süre, 40 gün.
Kalan sezon da 40 gün…

Sonra, ada kargalara kalacak.

Geri kalan sekiz ayda o tabelaları kargalar okuyacak.
Bu nedenle, şu saatten sonra yapılacak tabelaların, mutlaka yazı kısmı yukarıya bakacak şekilde –
- Yani kargaların uçarken kolayca okuyabileceği biçimde yerleştirilmeleri gerekecek…

Ki, kargaların işine yarasınlar…
Hiç olmazsa kargalar, Bozcaada’nın koy isimlerini kış boyunca doğru öğrensinler…

21 Mayıs 2015 Perşembe

Bozcaada Üniversitesi

Milattan sonra 455-556 yıllarında kurulup, 848 yılında üniversite statüsünü alan ilk yükseköğretim kurumu, günümüzde Magnaur Okulu olarak da anılan Πανδιδακτήριον - Pandidaktirion, ya da Konstantinopol Üniversitesidir.

Bugünkü İstanbul Üniversitesinin büyük büyük babası…

Milattan sonra 859 yılında, Fas şehrinde Fatimi el Fahri tarafından Al-Karouiyn üniversitesi kurulmuştur.

Yine 9. Yüzyılda Salerno Üniversitesi, 12. Yüzyılda Paris Üniversitesi kurulmuştur.

 1117 yılında Oxford Üniversitesi öğrencileri ve hocaları ile Oxford sakinleri arasında çıkan bir anlaşmazlık sonucunda şehirden ayrılan bir grup öğretim elemanı kuzeye giderek 1209 yılında Cambridge Üniversitesini kurmuşlardır.

Avrupa ülkelerinde 13. Yüzyıldan sonra bir dizi üniversite açılmaya başlanmıştır: Bologna, Monpele, Padue, Napoli, Floransa, Prag, Krakow, Viyana, Haidelberg, Laipsig, Bazel…

Doğu Roma kurumları geleneklerinden bazılarını benimseyen Osmanlı İmparatorluğu kuruluşunun daha ilk yıllarında, fakültatif yapısı ve işleyişi ile dönemin İstanbul Üniversitesi sayılabilecek Enderun Mektebini kurmuştur.

Ortaçağda üniversitelerin açılmasını sağlayan en önemli etmen … şehirleşmedir.

Günümüzde de en önemli etmenlerden biri, yine şehirleşme olgusudur.

Çünkü şehirleşme demek esasında meslekleşme ve uzmanlaşma demektir.

Meslekleşmenin sonucu olan uzmanlaşmanın yarattığı katma değerin biriktirildiği ve pazarlandığı yerdir şehir.

Meslekleşmeyi ve uzmanlaşmayı sağlayan, disipline eden kurum ise üniversitedir.

Mesleklerin ve uzmanlığın bilgisini üreten, biriktiren ve aktaran kurumdur üniversite.

Bu nedenle, köyde kasabada üniversite olmaz…

İstisnaları bulunmakla birlikte, geleneksel anlayış olarak bir üniversitede fen fakültesi, mimarlık fakültesi, tıp fakültesi ve hukuk fakültelerinin bulunması gerekmektedir.  

Geleneksel bu disiplinler dışında çeşitli disiplinlerle ilgili eğitim veren ve araştırma yapan pek çok fakülte, fakültelerin içinde de birçok bölüm bulunabilir.

Üniversiteye bağlı Fakülteler daha çok (4-6 yıllık öğretimle) yüksek nitelik gerektiren mesleklerle ilgili temel eğitimi verip (öğretmen, doktor, mühendis, mimar gibi) daha ileri uzmanlığa (yüksek lisans ve doktora) hazırlayan birimlerdir.

Yüksek okullar ise yine üniversiteye bağlı (2-4 yıllık öğretimle) çeşitli meslek dalları için daha çok ara insangücü (tekniker, teknisyen, hemşire, tıp teknisyeni gibi) hazırlayan birimlerdir.

Farklı ülkelerde farklı modeller bulunmakla birlikte, ülkemizde, mesleki öğretim ağırlıklı olarak fakülte ve yüksekokullar tarafından yürütmektedir.

İleri uzmanlık eğitimlerini (yüksek lisans ve doktora) ve araştırmayı ise ağırlıklı olarak yine üniversiteye bağlı enstitüler yürütmektedirler. (Fen Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Spor ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü gibi.)

Enstitüler, en az 4 yıllık bir fakülte eğitiminden sonra,  ileri uzmanlık eğitimi veren üniversite birimleridir. İleri uzmanlık eğitimi almak isteyenler için ülkemizde sadece bir fakülte diploması yetmemektedir. Yabancı dil bilgisi, merkezi bir sınavda başarılı olma, yüksek diploma notu, alanda mesleki deneyim, yayın yapmış olma gibi koşullar da aranmaktadır.

Üniversite eğitimi; üniversitenin ekonomik ve siyasal koşulları ne olursa olsun, bilimsel araştırma düzeyi ve disiplini ile kendi kültürünü oluşturmaktadır. Üniversite eğitimi, içeriği ne olursa olsun bir bilgi aktarmadan çok bir algılama ve davranış kültürü oluşturma işidir.

Bu nedenle üniversiteler verdikleri tıp, hukuk, ziraat, mimarlık, mühendislik, sosyal, fen bilimleri gibi alanların eğitiminden belki de daha fazlasını öğrencilerin algı ve davranışlarını biçimlendirecek ve kültürü oluşturacak yatırımlar ve düzenlemeler yaparlar:

Öğrencilerin ders dışında zaman geçirebilecekleri kütüphane, kantin, kafeterya, spor tesisleri, çeşitli ilgi alanlarına yönelik kulüpler ve mekanlar, konforlu yurtlar, servisler, araştırma ve çalışma laboratuarları, gözlemevleri, mediko-sosyal merkezler gibi pek çok yatırım ve düzenleme.

Öğrencilerin yanında üniversiteler benzer yatırımları öğretim elemanları için de yaparlar:  Lojman, sosyal tesis, laboratuar, araştırma-geliştirme merkezleri, bilgiye ulaşım ve işleme teknolojileri gibi…

Kaleme vurduğunuzda tüm bu yatırımların maliyeti muazzam…

“Zurnanın zırt dediği” yer de burası…

Çünkü eğitim, tıpkı sağlık gibi bir dışsal bir ekonomidir.

Yani, yaptığınız yatırımın sonucunu almanız için çoooook zamanın geçmesi lazım.

Yani, hadi ilkokuldan başlamayalım, liseden başlayalım; yatırım yaptığınız bir öğretmen adayından dört; mühendis adayından beş, tıp öğrencisinden bir uzman olarak verim alabilmeniz için en az on yıl beklemeniz lazım.

Bu eğitim hayatı boyunca aile destekleyecek, devlet yatırım yapacak ve kişi ancak en az 4 yıl sonra iş görür, para kazanır hale gelecek.

Halbuki bu yatırımla, diyelim ki aile bir ev aldı ve kiraya verdi, hemen gelir elde etmeye başlar…

Bu nedenle sağlık ve eğitim yatırımları geri dönüşü uzun süreli ancak uzun dönemde toplum açısından gerekli yatırımlardır.

Eğitim ve özellikle yükseköğretim - üniversite yatırımları için özellikle devlet çok sık eler ve dokur…

Yazının başından beri şöylece sıralanan en önemli gerekçeleri didik didik eder ve ince ince maliyet hesabı yapar.

Bazen siyasi ve popülist kaygılarla da hareket ettiği olur ama işin mantığına aykırı pek fazla da davranmaz.

Dolayısıyla,

Bir şehir değil, bir kasaba bile değil; kışın kapanan ve sezonda açılan kocaman bir tatil merkezi olan Bozcaada’ya üniversite kurulması işin mantığına aykırı, bir.

Yetkili ve etkili ağızlardan çıkan “Bozcaada’ya üniversite kurulsun”dan kasıt “mevcut bir Yüksekokulun bir ya da iki bölümün açılması” ise, bunu bu şekilde, doğru olarak ifade etmemeleri hadi bilgisizlik demeyelim ama iletişimde affedilemez bir özensizliktir, iki.

Üniversite ya da yüksekokul bölümü, hangisi olursa olsun, “kış sosyal hayatı canlansın, esnaf para kazansın” gibi resmi ağızlardan ifade edilen bir gerekçelendirme ile dile getirildiğinde açılacağı varsa da açılmaz, üç.

Genellikle dar gelirli-kırsal kesim ailelerin çocuklarının devam ettiği iki yıllık meslek yüksekokul öğrencilerini “sosyal hayat canlandırma” ve “kış geliri elde etme” kapısı ve aracı olarak görme ne sosyal ne de ekonomik ama en başta etik olarak Bozcaada’ya yakışan bir bakış açısı asla değildir, dört.

Bozcaada'lı çocuklar okusun beklentisi yok; resmi olarak dile getirilmeyen beklenti (daha önceki deneyimler sabit), öğrencilerden ucuz iş gücü olarak işletmelerce yararlanılması sosyal ve ticari etiğe aykırıdır, beş.

(Bu aykırılığın utancından kurtulmak için “Staj yaparlar” deniliyor. Halbuki işletmeler Bozcaada’da yüksek okul olmadan da şu anda öğrencilere staj yaptırabilirler… Staj yaptırabilmenin koşulu, kurumsal bir işletme yapısının olması; yoksa köle pazarından farkı olmaz…)

Üniversite eğitiminin yukarıda değinilen özellikleri ve gerektirdiği ortam hazırlama yatırımlarını ve koşullarını göz ardı edip “eski mapusaneyi verdik, kurun hadi” demeye, karar vericiler olsa olsa, en hafif deyimiyle, naif bir köylü kurnazlığı gözüyle bakarlar, altı.

Peki, o olmaz, bu olmaz…

Bozcaada’ya hiç mi üniversite olmaz?

İlla ki olması isteniyorsa olur, neden olmasın ki?

Mevcut algılama, beklenti, düşünce ve ifade biçimini toptan unutma koşuluyla, olur.

En yakın üniversite olan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesiyle ya da başka bir üniversiteyle (ya da birkaçıyla birden) Fen Bilimleri, Sosyal Bilimler ya da Sağlık Bilimleri Enstitülerine bağlı bir Bozcaada Araştırmaları Merkezi kurma protokolü imzalarsınız.

“Mapusane binası” ya da bir başka binayı; ofis, seminer odası, laboratuar, konuk odaları olarak düzenler ve hazır hale getirirsiniz.

Bozcaada’yı konu alan (toprağı, bağı, balığı, turizmi, ekonomisi, sosyal yapısı, tarihi, arkeolojisi  v.s, v.s.) tüm yüksek lisans ve doktora çalışmalarına sembolik de olsa destek verirsiniz.

Bunları yayınlayarak çekiciliğini arttırırsınız. Bozcaada ile ilgili bilimsel çalışma külliyatı oluşturursunuz.

Bir süre sonra konusu Bozcaada ve Kuzey Ege olan ve burada biriken bilgi, ulusal ve uluslararası düzeyde kongre, simpozyum, çalışma grupları ve kampları, eğitim ve paylaşım toplantıları gibi sezonla sınırlı olmayan etkinliklere dönüşür.

Bilim sezondan ve iklimden etkilenmez.

Kuzey ya da güney kutbu belgesellerini bizler sıcak sobanın başında izlerken araştırmacılar inanılmaz koşullarda çalışmalarını yapıyorlar, hatırlayın…

Bugünden başlamak koşuluyla beş-on yıl sonra bunlar Bozcaada için gerçek olabilir.

Araştırma için gelecek olan kişilerin profili, ilçe mektebinde liseyi bitirip iki yıllık yüksekokulu kazanarak Bozcaada’yı haritada gösteremeyen çocuğunki gibi olmayacak.

En az 4 yıllık fakülteyi yüksek ortalama ile bitirmiş, bir mesleği ve geliri olan, yabancı dil bilen, merkezi sınavda başarı sağlamış, Bozcaada konulu çalışmasıyla gelecekten ve hayattan ciddi beklentileri olan, alanı ile ilgili Bozcaada’daki en az bir soruna özgün çözüm üreten ve geliştiren – öneriler sunan – tez yazan bir yetişkin.

Her yıl açılan en az 25 lisansüstü programın her birinden bir öğrencinin Bozcaada’yı konu alması ve Bozcaada’daki merkezde çalışması hem nitelik hem de nicelik olarak Bozcaada’ya inanılmaz katkılar sağlayacaktır.

Ortalama olarak bir yüksek lisans tezi çalışmasının iki-üç, doktora çalışmasının dört-beş yıl sürdüğü göz önünde bulundurulursa, böyle bir grubun Bozcaada “sosyal ve ekonomik yaşamına” katkısı, diğerleri ile kıyaslanamaz.

Tüm bu organizasyonun yapılabilmesi Bozcaada yerel yönetimi ve STK larının istek, çaba, özen, kararlılık ve en önemlisi iletişim ve ikna kabiliyetine bağlıdır.


“Haydi, bizim de üniversitemiz olsun, ceplerimiz dolsun! Öğrenciler gelsin, sazlar davullar çalsın!” gibi sığ, gerçekçilikten ve uygulanabilirlikten uzak yaklaşımlar yerine sağlam temelli, geleceğe odaklı ve gerçek Bozcaada için katma değer yaratacak, içi ve altı dolu yaklaşımlarla “Bozcaada’da üniversite” mümkün…

"Olsun"....
Diyerek "oldurma", Tanrıya mahsus.

"İyi ve yararlı" şeylerin "olması" biz ölümlü insanlar için çok çaba, emek ve zamana mal oluyor.

Hele üniversite gibi bir kurumu "oldurmak" istiyorsak.

Bununla ilgili bir anekdotla bitirelim:

İngiltere'de sonradan zengin, şımarık ve görgüsüz bir adam "sir" unvanını almak ve asillerin arasına girmek ister. O çevrelerden bir tanıdığına nasıl asil olabileceğini sorar.

Tanıdığı der ki, önce üç üniversite diploması şart...

Sonradan zengin adam, hemen çeşitli üniversitelere başvurur, yüklü bağışlar yapar, kolay bölümleri seçer ve ittir kaktır on-onbeş yılda üç üniversite diplomasını alır almaz tanıdığının yanında soluğu alır.

İşte üç üniversite diplomam! der, şimdi ne yapmam gerekir?

Tanıdığı adam diplomalara bakar ve şöyle cevap verir:

Ben senin üç diploman demedim ki; dedenin, babanın ve senin birer diplomanı kastetmiştim...


28 Nisan 2015 Salı

Çok Eğleneceğiz Çocuklar...

Tam bir yıl önce yaşadığımız ve paylaştığımız endişeler, ete kemiğe büründü...

(Bu blogda, Seçim ve Sonrası başlıklı yazı, http://tenedos-bozcaada-tenedos.blogspot.com.tr/2014/04/ilk-isimiz-siyasetin-bir-yarsolmadgn-ve.html)

Ama olsun, çok eğleneceğiz çocuklar...

Bozcaadalı gençler, bir eğlence mekanına nihayet kavuştular.  Çok eğlenecekler...

Tabi eğlence yerinin ihale edilmesi ile sadece gençler eğlenmeyecek,

Tüm Bozcaadalıların da eğlenmesi yakın...

Hatta, 27 Nisan tarihini her yıl anmak üzere kutlama programına almak ve eğlencelerle kutlamak gerek...

Neden mi?

Çok kaba bir hesapla (ortalama 80 m2  karelik bir kapalı alan, aylık kira 40 binden) kamu binalarının aylık metre kare kira bedeli 500 TL.

Yaşasın zenginleşen Bozcaada...

Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur...

Bu emsal fiyat derhal diğer tüm kamu kiracılarına - başta belediye olmak üzere, özel idare ve hazine mülklerine de - uygulanmalıdır Bozcaada'da.  Uygulamayan, kamuya zarar verir konumundadır ve buradayız...

Topladığımız kira bedelleri ile yeni eğlence mekanları yaparız, onları da 1500 den kiraya veririz.

Sadece gençler eğlenecek değil ya, biraz da ebeveynleri ve "büyükleri" eğlensinler...

Kuşkusuz Bozcaada'nın sahip olduğu böyle değerli bir eğlence yerine ülkemizin ve dünyanın çok değerli  başka "gençleri ve büyükleri" de gelecek haliyle eğlenmeye...

Öyle ya, "adamızın tertemiz çocukları ve gençleri" ile eğlenmek üzere her yerden tertemiz aileler çocuklarını onlarla birlikte eğlensinler diye ellerinden tutup adaya getirecekler...

Gelenlere de rica ederiz, "bizim çocukları" üzmezler; eğlence bu ya, düşüp üstlerini başlarını kirletmelerine izin vermezler, kollarlar beraber eğlenirlerken; bizi kıracak halleri yok, abiyiz, hatırımız kalır...

Bozcaada'nın makus talihi değişecek; gelen turist profili de değişecek ve çok değerlenecek, çok eğlenceli olacak her bakımdan...

Sıkıcı orta yaş, çekilmez ileri yaş, sorunlu yalnız kalmak isteyen genç yaş'lara ve orta-üst gelir gruplarına mensuplarından nihayet kurtulacak Bozcaada turizm sektörü...

Tabi özel sektör de çok eğlenecek.

Kamunun malının metre karesi 500 ise, özelinki 1500 dür.

Romantik ya da maceraperest "küçük bir sahil kasabasında küçük bir restoran ya da pansiyon" işetme hayali ile gelen büyük şehir kaçkınlarının kiraları ödeyemeyip kaçma devri bitecek...

Paralar peşin, kırmızı meşin...

Ödeyebilenler gelecek ve onlar bekliyorlar eğlence mekanlarını, eğlenceye katılmak için...

Hep beraber, kamusu özeli; evlerimizi, dükkanlarımızı kiraya vercaaz, eğlenmemize bakcaaz...

Çok eğlencaaz dadalar çooook...

Eğlenceye katılmayan üç-beş içi geçmiş, kapısını bacasını kapatıp evinde otursun!

Çok da rahatsız olurlarsa, arıza çıkarmasınlar, evini barkını satıp gitsinler!

Mülkleri para edecek artık, gitsin başka yerde sahil kenarında otursunlar; her gün bir tabak para yese, bitiremezler zaten o paraları...

Hepimiz genciz, hepimiz eğleneceğiz; eğlence lazım bize eğlenceeeee.....



Son söz, Bozcaadalı olmayan bir "akılsız-talihsizin" sözü:

Hepimiz bu dünyaya cesur, güvenilir ve açgözlü olarak geliriz. Çoğumuz sadece açgözlü olarak kalırız. Mc Laughlin








29 Ocak 2015 Perşembe

Herbokolog

1999 yılında, Cornell Üniversitesinden iki araştırmacı, David Dunning ve Justin Kruger daha sonra adlarıyla anılacak bir bilişsel bozulmayı, tanımlayan bir makale yayınladılar. Bu çalışmalarıyla 2000 yılının psikoloji alanındaki  "Ig Nobel" ödülünü aldılar.

Çalışmanın esin kaynağı, McArthur Wheeler adlı bir banka soyguncusu idi. 

McArthur yüzüne limon suyu sürerek bir banka soydu. Bankayı soyarken, çok rahattı çünkü yüzüne limon suyu sürmüştü... Limon suyu görünmez mürekkep olarak kullanılanılabildiğinden, kendi yüzünü de bankanın kameralarından gizleyeceğine, yani kameralara görünmez olacağına emindi… 

İki psikolog, Dunning ve Kruger, McArthur’un bu ilginç hikayesini araştırmaya karar verdiler. İlgilerini çeken şey Wheeler’in bilgisiz olduğu bir konuda kendisinden nasıl bu denli emin ve özgüvenli olduğu idi…

Bu olayı inceleyen yazarlar üç noktanın dikkat çekici olduğunu söylemektedirler:

1) Hayatın pek çok alanında başarı ve tatmin; bilgi, bilgelik ve kavrayışa bağlıdır.

2) Hayatın çeşitli alanlarında uyguladıkları stratejiler ve bilgileriyle insanlar büyük ölçüde farklılaşırlar ve farklı başarı düzeylerine sahip olurlar. Bazı bilgi ve stratejiler sağlamdır ve beklenen sonuçları getirirler; bazıları ise, Wheeler’ın limon suyu hipotezi gibi, kusurludur ve istenmeyen sonuçlara yol açarlar.

3) İnsanlar başarı ve tatmin için belirledikleri stratejilerde becerikli ve yeterli değillerse, bu onlara iki yönlü bir yük getirir: a) Bu insanlar hatalı sonuçlara ulaşır ve talihsiz seçimler yaparlar. b) Yetersizlikleri ise onları bu durumu anlamaktan alıkoyar; tıpkı Wheeler gibi, iyi bir şey yaptıkları şeklinde hatalı bir inanca sahip olurlar.

Dunning durumu şöyle açıklıyor:

"İlginç olan şudur: birçok durumda, bilgisizlik insanları beceriksiz, şaşkın ya da temkinli yapmaz. Aksine, bilgisizler “cahil cesareti” diyebileceğimiz aşırı bir özgüvene sahiptirler. Bunun nedeni de onların bilgi gibi algıladıkları bir durumdur. 

"Cahil zihin tamamen boş bir kap değildir;  uygunsuz veya yanıltıcı yaşam deneyimleri, teoriler, gerçekler, sezgiler, stratejiler, algoritmalar, yöntemler, metafor ve önsezilerden oluşan bir bulamaç ile doludur, ama ne yazık ki bunlar ona, çok yararlı ve doğru bilgi gibi görünürler.– diyor Dunning.

Yale Tıp Fakültesi nöroloji profesörü Steven Novella, "Dunning-Kruger’in Dersleri" adlı makalesinde bu etkiyi şöyle anlatır:

"Bizler dünyayı anlamlandırmaya çalıştığımızda, mevcut bilgilerimiz ve paradigmalarımızı işe koşarız; fikirler geliştiririz ve onları doğrulayacak bilgileri sistematik olarak arar ve toplarız. Fikirlerimizle çelişen ya da zıtlık taşıyan bilgileri ise istisnalar olarak reddederiz. Bu deneyimleri elediğimizde ise zihnimizde “sahte” bir bilgi oluşmaktadır.  Dunning-Kruger’in tarif ettikleri etki, bizlerin edindiği bu yanlış ya da sahte bilgilerimize yüksek bir değer biçmemizi açıklıyor. Belirli bir alandaki yetkinliğimiz ya da vasıflarımız ne kadar az ise bilimsel olmayan ve asılsız bilgi ve inançlarımızı o kadar daha fazla inatla ve güvenle savunuruz….  

İnsanların kendi yeteneklerini değerlendirme konusunda kusurlu olmalarının farkındalık ve üst-biliş (meta-cognition) yetisinin olmaması ile açıklanabileceğini; “ortalama-üstü etkisi” denilen bir etkinin bu olumsuz durumda rol oynayabileceğini düşünen Dunning ve Kruger; yetenek, üst-biliş (meta-cognition) ve şişirilmiş öz-değerlendirme ilişkisini test eden dört hipotez geliştirmişler ve sınamışlardır. Bu hipotezler sırasıyla:

1) Yetkinliği düşük olan bireyler, nesnel ölçütlerle karşılaştırıldığında, kendi beceri ve performanslarını olduğundan çok daha yüksek tahmin etmektedirler.

2) Yetkinliği düşük olan bireyler, üst-biliş (meta-kognitif) becerilerin yokluğundan da muzdariplerdir; yüksek bir yetkinliği gördüklerinde, onu anlamada yetersizdirler.

3) Yetkinliği düşük olan bireyler, kendi performanslarının gerçek düzeyini anlama konusunda başarısızdırlar.

4) Yetkinliği düşük olan bireyler yine de kendi eksikliklerini anlayabilirler; ama bu paradoksal biçimde ancak onların daha yetkin hâle getirilmeleri ve meta-kognitif becerilerinin geliştirilmesiyle mümkündür.

 Yazarlar bu 4 hipotezi sınamak için Cornell Üniversitesi’nde bir dizi deneyle doğruluğunu sınamışlardır. Araştırma sonunda dört tahmin de analitik bulgularla teyit edilmiştir. Yazarlara göre, “az yetkin olma” (cahil olma) durumu, sadece kişilerin yetersiz performans göstermelerine yol açmamakta, daha da kötüsü, söz konusu kişilerin performanslarının kötü olduğunun farkına varmalarına da engel olmaktadır…

Tüm bu söylenenler, grafiksel olarak ifade edildiğinde görünüm aşağıdaki gibidir:



Grafikte de görüldüğü gibi, bir alanda yetkinlik arttıkça kişinin kendi ile ilgili özdeğerlendirmesinin eğrisi önce düşmekte ve sonra tekrar artmaktadır ancak düzeyi, “cahil”in özdeğerlendirmesine asla ulaşamamaktadır.  

Etkinin birkaç olası nedeni vardır: 

Bunlardan biri, başkalarının cehaletini kendimizinkinden daha kolay fark etmemizdir; bu nedenle de kendimizin ortalamanın üstünde olduğumuz yanılsamasına kolaylıkla kaptırırız ki gerçek durum hiç de öyle olmayabilir...

Gerçekten bir alanda uzmansanız… Eğitiminiz ya da bir alanda deneyim elde etme sürecinizde ilerlerken bir anda ne kadar az şey bildiğinizi ve daha öğrenecek ne çok şeyin sizi beklediğini, ama öğrendikçe özgüveninizin de arttığını fark ettiğiniz anları hatırlarsınız…

Bir alanda uzmansanız, insanların işiniz hakkında gerçekten ne kadar az şey bildiğini ama daha önemlisi ne kadar az şey bildiklerinin farkında bile olmadıklarını; alanınızda daha ileri uzmanlık bilgisinin ne denli fazla olduğunu düşünün. 

Ve, sizin de tıpkı diğerleri gibi uzman olmadığınız alanlarda ne denli cahil olduğunuzu…

Dunning-Kruger etkisi sadece başkaları için geçerli değildir - herkes için geçerlidir- bizim için bile...

Bizler bilginin farklı alanlarında, aynı eğri üzerinde farklı yerlerde konumlanmış durumdayız. 

Bir ya da birkaç alanda uzman, bir başka alanda belki bilgili ama muhtemelen pek çok alanda hepimiz cahiliz…

Bu nedenle, tevazu ve olgunlukla kişisel bilgilerimize şüpheyle, başkalarının uzmanlığına da saygıyla yaklaşmalıyız.  

Hepimiz az ya da çok bilişsel önyargılardan, diğer adıyla cehaletten  muzdarip olduğumuzu - zor da olsa -  kabullenmeliyiz.  

Onları tanıyabilirsek, mücadele edebiliriz, bunun sonsuz bir çaba ve süreç olduğunu göze alarak...

Göze alamazsak ne mi olur?

Değişen bir şey olmaz. Bozcaada’da hayatımıza herbokolog olarak devam ederiz…




Justin Kruger ve David Dunning; “Unskilled and Unaware of It: How Difficulties in Recognizing One’s Own Incompetence Lead to Inflated Self-Assessments”, Journal of Personality and Social Psychology, Vol.77, Sayı:6, 1999, ss.1121-1134.