Leonardo’nun eseri Mona Lisa’yı
yakından görenler, bunun çok heyecan verici, estetik zevk yüklü bir deneyim
olduğunu söyleyemezler. Woody Allen, bir
süre önce Amerikalı turistler için Louvre Müzesini 25 dakikada gezme kılavuzu
hazırlamıştı. Beş dakikası müzenin ikinci katında sağda yer alan Leonardo’nun
eserine ayrmıştı.
Tablonun önünde en az yüz kişi
makinaları ile Mona Lisa’yı görüntüleme ya da selfie çekmeye çalışmaktadır. Çekimler başarısız, çünkü aynı şeyi yapmaya
çalışan en az on kişiyle itişmek-kakışmak gerekiyor… Tablo ise büyük bir hayal kırıklığı yaratacak
kadar küçük…
On euroya çok sayıda muhteşem sanat
eserini görebilme fırsatı, kitle turizmi turistini ne heyecanlandırıyor, ne ilgilendiriyor. Louvre müzesine ayırdığı
zaman en iyimser tahminle bir-bir buçuk saat…
Bu durum, turistin kendi tercihi ve sorunudur tabi ki.
Ama dünyanın birçok yerinde artık
ziyaretçi ve turistler için ciddi sınırlama uygulamaları başlamıştır.
Yüksek sayıda turist tarafından
ziyaret edilen tüm belde belediye başkanları size aynı şeyi söyleyeceklerdir: Günümüz
turisti gerçek bir bela…
Günümüz turisti meraklı, arsız ve
yerel adetlere uyma, saygı gösterme gibi bir zorunluluk hissetmemektedir. Kirlettiği
yerlerin kendisinden sonra temizlenmesi gerektiği ve bunun için birçok insanın
çalışmak zorunda olduğu ve kaynak harcanacağı umurunda değil. Her bir turist,
kişi olarak tabi ki arsız değil. Ancak
sanki tatil rehavetine kapılınca, birçok şeye boş vermekte.
Uzakdoğuda birçok ülke Çinliler
için ciddi kısıtlama önlemleri almaya başlamış bile. Ülke dışına yakın zamandan
beri seyahat imkanı bulan Çinliler, yurtdışı seyahatlerinde geçerli temel bazı
kurallardan bihaberler.
Taylant’da yakın zamanda bir Çinli
turist, kutsal tapınakta tepinirken ve kutsal çanları tekmeleyerek eğlenirken
yakalanıp yargı önüne çıkarılmıştı. Yine Çinlilerin her yere çöplerini
attıkları, hatta ortalık yerde hiç sıkılmadan def-i hacet ettiklerine ilişkin
birçok şikâyet var. Piste çıkmak için hareket eden bir uçağın kapısını “temiz
hava almak için” açan bir Çinli turist ise medyada uzun süre yer aldı…
Şikayetler üzerine Çin hükümeti,
bu tür davranışlar sergileyenler için kara liste oluşturacağını ve 2 yıl süre
ile yurtdışına çıkışlarını men edeceğini açıklamak durumunda kaldı.
Viyetnam’da bir bölge turistlerin
girişine yasaklandı. Nedeni, bölgede bulunan yetiştirme yurtlarında kalan
çocukların ziyaret eden turistlerce küçük hediyelere, bozuk paraya boğulması…
Bunda ne kötülük var diyeceksiniz? Fakir
ailelerin çocuklarını, daha iyi bakılıyor diye yetiştirme yurtlarının
kapılarının önüne terk etme eğiliminin tavan yapması…
Avrupa ülkelerinde ve
şehirlerinde de turistlerle ilgili birçok ciddi kısıtlama var gündemde.
Örneğin Kopenhag. Danimarka’nın başkenti yılda 9 milyon turist
tarafından ziyaret edilmektedir. Tüm Danimarka’nın nüfusu ise 6 milyon. Kongre
turizmi ve cruz’ların sevilen destinasyonu olan bu şehirde rehberlerin
konuşmaya bile cesaret edemediği “Sessiz Bölge’ler bulunmaktadır. Bunların
özelliği içlerinde konutların da bulunmasıdır. Danimarkalılar, şehrin sayfiye
yerlerinde yabancıların mülk edinmesini yasaklamışlardır. Şehirde bar, restoran
ve hotel açma izinleri ise çok ciddi kısıtlamalarla karşı karşıyadır. En önemli
gerekçe ise, şehri bunların zamanla işgal etmemesi…
Bir diğer örnek, Barselona şehridir. Bu Katalan şehri bir
süredir her türlü hotel, pansiyon ve misafirhane yapımını yasaklamıştır. Şehir
halkı, ilk protestosunu, üç İtalyan turistinin caddelerde çıplak dolaştığını gösteren
resimler internette görülünce anında sokağa dökülerek gerçekleştirmiştir. İşsizliğin
etkilediği özellikle gençlerden oluşan çeteler turist gruplarına, otobüslerine
saldırılar düzenlemektedirler. İşin içine
siyaset de karışmış durumda. “Bileşmiş Halk Adayları” hareketine bağlı “Aran” grubu
sistematik olarak turistlerin gittiği yerlere: restoran, bar, otellere
saldırmakta. Bu grup, Katalonya’nın bağımsızlığı için faaliyet gösteren ayrılıkçı
parti tarafından da desteklenmektedir. Eylemlerini internet üzerinden
çektikleri klipler ile yayarak taraftar toplamaktadırlar.
Madrid’in tarihi Lavapies semti
sakinleri, nisan ayında şehir merkezinde tekerlekli valizlerle çok büyük bir
protesto gösterisine imza attılar. Gerekçeleri, semtte artan hotel ve pansiyonlar
dolayısıyla turist sayısının da artması ve huzurlarının kaçması; emlak
spekülatörlerinin turistin kokusunu hemen alması ile emlak, ev fiyatlarının ve
kiraların artışı; Airbnb gibi kiralama siteleri aracılığı ile şehrin yaşanmaz
hale gelmesi.
Berlin’de evlerin pansiyona
verilmesi belediye meclisi kararı ile yasaklanmıştır. Ev sahibi evinin sadece
bir odasını kısa süreli konaklama için kiralayabilir. Evin tamamını ancak ev, sahibinin
üçüncü ev mülkiyeti ise günübirlik kiralamaya verilebilir…
Paris’te Seine nehri üzerindeki
Pont des Art köprüsüne turistlerce asılan tüm kilitler belediyenin kararı ile
temizlenip atılmıştır. Bir aklıevvelin başlattığı ve yaydığı inanca göre
aşıklar köprü demirlerine kilit asarlarsa asla ayrılmayacaklar…
Eiffel kulesi dünyada belki de 7
milyon ziyaretçi ile en çok ziyaret edilen ve en iyi korunan yerlerden
birisidir. İki üç kilometrelik kuyruklara ve hiç de ucuz olmayan fiyatlarına
rağmen günlük bilet satışı, sınırlıdır. Gerekçesi, “tasarımcısı Gustave Efifel’in
eserini, milyonlarca insan tepesinde dolaşsın diye tasarlamadı”…
Fransızlar sanat ve şov
dünyasının ünlülerinin ülkelerini ziyaret etmesinden çok hoşlanırlar. Ancak
onları Paris’ten uzak tutmak için yıllar önce çeşitli önlemler almışlardır.
Daha geçen yüzyılın 50 li yıllarında bütün sanat festivallerinin taşrada
yapılması kararı ile şehri kargaşadan kurtarmışlardır.
Örneğin dünya klasik müzik
yarışması Aix en Provence’da, film festivali ve MİDEM müzik festivali
Cannes’da, dünya fotoğrafçılık festivali Perpignan’da, dünya caz festivali
Montreux’de, tiyatro festivali Avignon’da, dans festivali Montpellier ‘de…
Kitle turizminden en mustarip
şehir kuşkusuz Venedik. Birkaç yüz yıl
önce Venedik Adriyatik denizinin incisi, şehir devletin başkenti idi. O
dönemdeki ihtişamını korumayı başaran kentin on binlik nüfusu her yıl 50 milyon
turist ile birlikte yaşamak zorunda.
Venedikliler, turist akınının
yerli ahaliye nefes aldırmayacak ve şehrinde kendisine yer bulamayacak düzeyde
yığılmasını anlatan bir terim icat etmişlerdir:
centrifikasyon: insanların kendi evlerinden- semtlerinden kovulmasını,
farklı bir kimliğe bürünmesini, ticarileşerek yapaylaşmasını ifade ediyor.
Birçok Venedikli için Venedik artık ayak basılamaz haldedir çünkü onların
sayısı on bin, gelenlerin sayısı 50 milyon. Başka sektörler turizm tarafından
süpürüldüğü, nefes alamadığı için tüm ekonomik faaliyetler turistin etrafında
dönmek zorunda. Ancak turist o denli küstah ki, belediye “Tadını Çıkar ama
Venediğe Saygı Duy” kampanyası başlatmak zorunda kaldı. Yani saygısız turist
için bir dizi sınırlama, yasaklama ve ceza…
İlk olarak şehir merkezini
ziyaret edenlerin sayısı yüz binden altmış bin ile sınırlandırıldı. Yeni hotel
ve restoran açılması yasaklandı. Diğer yeni yasaklar ise, kanallarda serinlemek
500 euro, duvarlara yazı yazmak 400 euro, şehirde mayo ile dolaşmak 200 euro,
bisiklet sürmek 100 euro, yere çöp atmak 20 euro v.b. Tasarlanan sınırlama ve
yasakların yanında bunlar devede kulak… Geçen yıllarda yerel düzeyde yapılan
referandum ile halkın tamamına yakın bölümü, San Marco meydanına çok yakın olan
limana cruze gemilerinin demirlemesinin yasaklanması yönünde oy kullandı.
İtalyan adası Capri başarılı
turizm sınırlandırılması örneklerinden birisi. Giovani de Martino’nun adası
belediye başkanı, feribot sayısını kısıtladığı gibi, otobüslerin adaya girişini
tamamen yasakladı.
Turizm kuşkusuz çok büyük bir
ticaret sektörüdür. BM e bağlı Dünya Turizm Örgütü verilerine göre dünyadaki
her 11 iş ten biri turizm ile ilgilidir. Sadece 2015 yılında sektörün mali
hacmi 7,6 trilyon dolardır. Ancak sorun, bu paradan kimin nasıl ve ne kadar pay
aldığı ve maliyetlerini kimin ödediğidir. Örneğin Palma de Mallorca’da “Şehir
onda yaşayanlarındır” protesto grubu faaliyet göstermektedir. İlk manifestolarından
birinde, turizmin kazancının küçük bir azınlıkta toplandığı zararlarının ise
çoğunluk tarafından ödendiğinin altı çizilmekteydi.
Balkanların “Spa Merkezi” Velingrad’ın
nüfusu 22 bin. Şehirde 32 otel var. Bunların yarısından fazlası 4 ve 5
yıldızlı. Otel sahiplerinin sadece 5-6 sı şehrin yerlisi ve şehirde ikamet
etmektedir. Ülke işsizlik oranı ortalaması % 6 iken şehirde % 20 düzeyinde…
Örnekler hep dışarıdan.
Ülkemizde de pek çok var.
Konumuz Bozcaada.
Söylenecek çok şey var. Ama
söylenecekler hep cevap.
Örneğin şunu diyebiliriz:
“Canım yukarıdaki örnekler saçma…
Adamlar turizmden paraya doymuşlar şimdi “gelmesinler” diye önlem alıyorlar.
Biz de Paris, Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad
olalım, sonra kısıtlarız”…
İyi de… Bunlar turizm ile Paris,
Madrid, Barcelona, Venedik, Capri, Berlin, Kopenhagen, Velingrad olmadılar ki…
Şehirleri ile, binaları ile, altyapıları
ile, sanat ve sanatçıları ile, kendine özgü mutfakları ile, müzeleri ile,
parkları ile, ulaşımları ile, bunları yönetmeleri ile, vel-hasılı kendi hemşehrileri
için yaptıkları ve tüm bunlara verdikleri değer ile öyle oldular… Öyle
oldukları için turistler akın etti/etmekte… Kendilerinde olmayanı görmek için…
Turistte olmayan ama onlarda olana verdikleri değer için de ona çeşitli
yollarla “dur bakalım orada, saygılı ol, kirletirsen ödersin” diyorlar…
Söylenecek daha çok şey var. Ama
önemli olan doğru soruları sormak…
Bozcaada’nın turizm’den elde
ettiği gerçek gelir nedir?
Bu gelirden kim nasıl yararlanır?
Bu gelirin ne kadarı Ada’ya
yatırım olarak döner? Ne kadarı başka yere transfer edilir?
Turizmin maliyetine kimler
katlanır?
Maliyet derken parasal ve parasal
olmayan olarak ayırmak gerekiyor…
Parasal olanlardan hemen akla
gelenler: Festivaller, konserler, temizlik ve diğer sezon giderleri… Kim
harcıyor ve kim yararlanıyor? Ne kadarı kamudan harcanıyor ve gelir elde
edenlerin bu kaynaklardaki katkı payı nedir? Kamudan turizm aracılığı ile belli
bir kesime dolaylı-doğrudan aktarılan kaynak miktarı/oranı nedir?
Parasal olmayanlardan hemen akla
gelenler: trafik, gürültü, kalabalık, pahalılık, kirlilik, seyahat özgürlüğü
kısıtlanması, adanın doğasında ve kültüründe yaratılan geri dönülemez tahribat…
Kim kazanıyor, kim ne için ne kadar katlanıyor? Parasal olmayan maliyetlerin
dağılımı kimin aleyhine kimin lehinedir?
Centrification vaaamıymıştı
yokmuymuştu?
Yukarı mı aşarı mı gidiyor?
Bozcaada “Bozcaadalılarındır” mı “Bozcaada
satanlarındır” mı?
Bozcaadalıların talebi, düşüncesi,
hayalleri nedir? Bilen ve merak eden var mı? gibi...
Söylenecek tek şey belki de
şudur: Zeka kendi deneyimleri ile öğrenmeyse; akıl, kendilerininkinin yanında
başkalarının deneyimlerinden de öğrenebilmektir…