21 Mayıs 2015 Perşembe

Bozcaada Üniversitesi

Milattan sonra 455-556 yıllarında kurulup, 848 yılında üniversite statüsünü alan ilk yükseköğretim kurumu, günümüzde Magnaur Okulu olarak da anılan Πανδιδακτήριον - Pandidaktirion, ya da Konstantinopol Üniversitesidir.

Bugünkü İstanbul Üniversitesinin büyük büyük babası…

Milattan sonra 859 yılında, Fas şehrinde Fatimi el Fahri tarafından Al-Karouiyn üniversitesi kurulmuştur.

Yine 9. Yüzyılda Salerno Üniversitesi, 12. Yüzyılda Paris Üniversitesi kurulmuştur.

 1117 yılında Oxford Üniversitesi öğrencileri ve hocaları ile Oxford sakinleri arasında çıkan bir anlaşmazlık sonucunda şehirden ayrılan bir grup öğretim elemanı kuzeye giderek 1209 yılında Cambridge Üniversitesini kurmuşlardır.

Avrupa ülkelerinde 13. Yüzyıldan sonra bir dizi üniversite açılmaya başlanmıştır: Bologna, Monpele, Padue, Napoli, Floransa, Prag, Krakow, Viyana, Haidelberg, Laipsig, Bazel…

Doğu Roma kurumları geleneklerinden bazılarını benimseyen Osmanlı İmparatorluğu kuruluşunun daha ilk yıllarında, fakültatif yapısı ve işleyişi ile dönemin İstanbul Üniversitesi sayılabilecek Enderun Mektebini kurmuştur.

Ortaçağda üniversitelerin açılmasını sağlayan en önemli etmen … şehirleşmedir.

Günümüzde de en önemli etmenlerden biri, yine şehirleşme olgusudur.

Çünkü şehirleşme demek esasında meslekleşme ve uzmanlaşma demektir.

Meslekleşmenin sonucu olan uzmanlaşmanın yarattığı katma değerin biriktirildiği ve pazarlandığı yerdir şehir.

Meslekleşmeyi ve uzmanlaşmayı sağlayan, disipline eden kurum ise üniversitedir.

Mesleklerin ve uzmanlığın bilgisini üreten, biriktiren ve aktaran kurumdur üniversite.

Bu nedenle, köyde kasabada üniversite olmaz…

İstisnaları bulunmakla birlikte, geleneksel anlayış olarak bir üniversitede fen fakültesi, mimarlık fakültesi, tıp fakültesi ve hukuk fakültelerinin bulunması gerekmektedir.  

Geleneksel bu disiplinler dışında çeşitli disiplinlerle ilgili eğitim veren ve araştırma yapan pek çok fakülte, fakültelerin içinde de birçok bölüm bulunabilir.

Üniversiteye bağlı Fakülteler daha çok (4-6 yıllık öğretimle) yüksek nitelik gerektiren mesleklerle ilgili temel eğitimi verip (öğretmen, doktor, mühendis, mimar gibi) daha ileri uzmanlığa (yüksek lisans ve doktora) hazırlayan birimlerdir.

Yüksek okullar ise yine üniversiteye bağlı (2-4 yıllık öğretimle) çeşitli meslek dalları için daha çok ara insangücü (tekniker, teknisyen, hemşire, tıp teknisyeni gibi) hazırlayan birimlerdir.

Farklı ülkelerde farklı modeller bulunmakla birlikte, ülkemizde, mesleki öğretim ağırlıklı olarak fakülte ve yüksekokullar tarafından yürütmektedir.

İleri uzmanlık eğitimlerini (yüksek lisans ve doktora) ve araştırmayı ise ağırlıklı olarak yine üniversiteye bağlı enstitüler yürütmektedirler. (Fen Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Spor ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü gibi.)

Enstitüler, en az 4 yıllık bir fakülte eğitiminden sonra,  ileri uzmanlık eğitimi veren üniversite birimleridir. İleri uzmanlık eğitimi almak isteyenler için ülkemizde sadece bir fakülte diploması yetmemektedir. Yabancı dil bilgisi, merkezi bir sınavda başarılı olma, yüksek diploma notu, alanda mesleki deneyim, yayın yapmış olma gibi koşullar da aranmaktadır.

Üniversite eğitimi; üniversitenin ekonomik ve siyasal koşulları ne olursa olsun, bilimsel araştırma düzeyi ve disiplini ile kendi kültürünü oluşturmaktadır. Üniversite eğitimi, içeriği ne olursa olsun bir bilgi aktarmadan çok bir algılama ve davranış kültürü oluşturma işidir.

Bu nedenle üniversiteler verdikleri tıp, hukuk, ziraat, mimarlık, mühendislik, sosyal, fen bilimleri gibi alanların eğitiminden belki de daha fazlasını öğrencilerin algı ve davranışlarını biçimlendirecek ve kültürü oluşturacak yatırımlar ve düzenlemeler yaparlar:

Öğrencilerin ders dışında zaman geçirebilecekleri kütüphane, kantin, kafeterya, spor tesisleri, çeşitli ilgi alanlarına yönelik kulüpler ve mekanlar, konforlu yurtlar, servisler, araştırma ve çalışma laboratuarları, gözlemevleri, mediko-sosyal merkezler gibi pek çok yatırım ve düzenleme.

Öğrencilerin yanında üniversiteler benzer yatırımları öğretim elemanları için de yaparlar:  Lojman, sosyal tesis, laboratuar, araştırma-geliştirme merkezleri, bilgiye ulaşım ve işleme teknolojileri gibi…

Kaleme vurduğunuzda tüm bu yatırımların maliyeti muazzam…

“Zurnanın zırt dediği” yer de burası…

Çünkü eğitim, tıpkı sağlık gibi bir dışsal bir ekonomidir.

Yani, yaptığınız yatırımın sonucunu almanız için çoooook zamanın geçmesi lazım.

Yani, hadi ilkokuldan başlamayalım, liseden başlayalım; yatırım yaptığınız bir öğretmen adayından dört; mühendis adayından beş, tıp öğrencisinden bir uzman olarak verim alabilmeniz için en az on yıl beklemeniz lazım.

Bu eğitim hayatı boyunca aile destekleyecek, devlet yatırım yapacak ve kişi ancak en az 4 yıl sonra iş görür, para kazanır hale gelecek.

Halbuki bu yatırımla, diyelim ki aile bir ev aldı ve kiraya verdi, hemen gelir elde etmeye başlar…

Bu nedenle sağlık ve eğitim yatırımları geri dönüşü uzun süreli ancak uzun dönemde toplum açısından gerekli yatırımlardır.

Eğitim ve özellikle yükseköğretim - üniversite yatırımları için özellikle devlet çok sık eler ve dokur…

Yazının başından beri şöylece sıralanan en önemli gerekçeleri didik didik eder ve ince ince maliyet hesabı yapar.

Bazen siyasi ve popülist kaygılarla da hareket ettiği olur ama işin mantığına aykırı pek fazla da davranmaz.

Dolayısıyla,

Bir şehir değil, bir kasaba bile değil; kışın kapanan ve sezonda açılan kocaman bir tatil merkezi olan Bozcaada’ya üniversite kurulması işin mantığına aykırı, bir.

Yetkili ve etkili ağızlardan çıkan “Bozcaada’ya üniversite kurulsun”dan kasıt “mevcut bir Yüksekokulun bir ya da iki bölümün açılması” ise, bunu bu şekilde, doğru olarak ifade etmemeleri hadi bilgisizlik demeyelim ama iletişimde affedilemez bir özensizliktir, iki.

Üniversite ya da yüksekokul bölümü, hangisi olursa olsun, “kış sosyal hayatı canlansın, esnaf para kazansın” gibi resmi ağızlardan ifade edilen bir gerekçelendirme ile dile getirildiğinde açılacağı varsa da açılmaz, üç.

Genellikle dar gelirli-kırsal kesim ailelerin çocuklarının devam ettiği iki yıllık meslek yüksekokul öğrencilerini “sosyal hayat canlandırma” ve “kış geliri elde etme” kapısı ve aracı olarak görme ne sosyal ne de ekonomik ama en başta etik olarak Bozcaada’ya yakışan bir bakış açısı asla değildir, dört.

Bozcaada'lı çocuklar okusun beklentisi yok; resmi olarak dile getirilmeyen beklenti (daha önceki deneyimler sabit), öğrencilerden ucuz iş gücü olarak işletmelerce yararlanılması sosyal ve ticari etiğe aykırıdır, beş.

(Bu aykırılığın utancından kurtulmak için “Staj yaparlar” deniliyor. Halbuki işletmeler Bozcaada’da yüksek okul olmadan da şu anda öğrencilere staj yaptırabilirler… Staj yaptırabilmenin koşulu, kurumsal bir işletme yapısının olması; yoksa köle pazarından farkı olmaz…)

Üniversite eğitiminin yukarıda değinilen özellikleri ve gerektirdiği ortam hazırlama yatırımlarını ve koşullarını göz ardı edip “eski mapusaneyi verdik, kurun hadi” demeye, karar vericiler olsa olsa, en hafif deyimiyle, naif bir köylü kurnazlığı gözüyle bakarlar, altı.

Peki, o olmaz, bu olmaz…

Bozcaada’ya hiç mi üniversite olmaz?

İlla ki olması isteniyorsa olur, neden olmasın ki?

Mevcut algılama, beklenti, düşünce ve ifade biçimini toptan unutma koşuluyla, olur.

En yakın üniversite olan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesiyle ya da başka bir üniversiteyle (ya da birkaçıyla birden) Fen Bilimleri, Sosyal Bilimler ya da Sağlık Bilimleri Enstitülerine bağlı bir Bozcaada Araştırmaları Merkezi kurma protokolü imzalarsınız.

“Mapusane binası” ya da bir başka binayı; ofis, seminer odası, laboratuar, konuk odaları olarak düzenler ve hazır hale getirirsiniz.

Bozcaada’yı konu alan (toprağı, bağı, balığı, turizmi, ekonomisi, sosyal yapısı, tarihi, arkeolojisi  v.s, v.s.) tüm yüksek lisans ve doktora çalışmalarına sembolik de olsa destek verirsiniz.

Bunları yayınlayarak çekiciliğini arttırırsınız. Bozcaada ile ilgili bilimsel çalışma külliyatı oluşturursunuz.

Bir süre sonra konusu Bozcaada ve Kuzey Ege olan ve burada biriken bilgi, ulusal ve uluslararası düzeyde kongre, simpozyum, çalışma grupları ve kampları, eğitim ve paylaşım toplantıları gibi sezonla sınırlı olmayan etkinliklere dönüşür.

Bilim sezondan ve iklimden etkilenmez.

Kuzey ya da güney kutbu belgesellerini bizler sıcak sobanın başında izlerken araştırmacılar inanılmaz koşullarda çalışmalarını yapıyorlar, hatırlayın…

Bugünden başlamak koşuluyla beş-on yıl sonra bunlar Bozcaada için gerçek olabilir.

Araştırma için gelecek olan kişilerin profili, ilçe mektebinde liseyi bitirip iki yıllık yüksekokulu kazanarak Bozcaada’yı haritada gösteremeyen çocuğunki gibi olmayacak.

En az 4 yıllık fakülteyi yüksek ortalama ile bitirmiş, bir mesleği ve geliri olan, yabancı dil bilen, merkezi sınavda başarı sağlamış, Bozcaada konulu çalışmasıyla gelecekten ve hayattan ciddi beklentileri olan, alanı ile ilgili Bozcaada’daki en az bir soruna özgün çözüm üreten ve geliştiren – öneriler sunan – tez yazan bir yetişkin.

Her yıl açılan en az 25 lisansüstü programın her birinden bir öğrencinin Bozcaada’yı konu alması ve Bozcaada’daki merkezde çalışması hem nitelik hem de nicelik olarak Bozcaada’ya inanılmaz katkılar sağlayacaktır.

Ortalama olarak bir yüksek lisans tezi çalışmasının iki-üç, doktora çalışmasının dört-beş yıl sürdüğü göz önünde bulundurulursa, böyle bir grubun Bozcaada “sosyal ve ekonomik yaşamına” katkısı, diğerleri ile kıyaslanamaz.

Tüm bu organizasyonun yapılabilmesi Bozcaada yerel yönetimi ve STK larının istek, çaba, özen, kararlılık ve en önemlisi iletişim ve ikna kabiliyetine bağlıdır.


“Haydi, bizim de üniversitemiz olsun, ceplerimiz dolsun! Öğrenciler gelsin, sazlar davullar çalsın!” gibi sığ, gerçekçilikten ve uygulanabilirlikten uzak yaklaşımlar yerine sağlam temelli, geleceğe odaklı ve gerçek Bozcaada için katma değer yaratacak, içi ve altı dolu yaklaşımlarla “Bozcaada’da üniversite” mümkün…

"Olsun"....
Diyerek "oldurma", Tanrıya mahsus.

"İyi ve yararlı" şeylerin "olması" biz ölümlü insanlar için çok çaba, emek ve zamana mal oluyor.

Hele üniversite gibi bir kurumu "oldurmak" istiyorsak.

Bununla ilgili bir anekdotla bitirelim:

İngiltere'de sonradan zengin, şımarık ve görgüsüz bir adam "sir" unvanını almak ve asillerin arasına girmek ister. O çevrelerden bir tanıdığına nasıl asil olabileceğini sorar.

Tanıdığı der ki, önce üç üniversite diploması şart...

Sonradan zengin adam, hemen çeşitli üniversitelere başvurur, yüklü bağışlar yapar, kolay bölümleri seçer ve ittir kaktır on-onbeş yılda üç üniversite diplomasını alır almaz tanıdığının yanında soluğu alır.

İşte üç üniversite diplomam! der, şimdi ne yapmam gerekir?

Tanıdığı adam diplomalara bakar ve şöyle cevap verir:

Ben senin üç diploman demedim ki; dedenin, babanın ve senin birer diplomanı kastetmiştim...