23 Nisan 2011 Cumartesi

Keşke Adalılar da Anlayabilselerdi...

Medeniyet yol ile başlar. 
Yönetim sevk etme gücüyle. 
Sevk edebilmek yolların varlığına bağlı...


Günümüz medeniyeti doğayı acımasızca tahribe dayalı...
Hem fiziksel hem insan doğasının tahribine...
Ne kadar çok yol o kadar çok tahrip.
Roma'dan beri böyle.


Metropollerin içindeki yollar kat kat.
Yeraltında yollar, yerde yollar, "üstte" yollar.
Medeniyetin değerleri de öyle...
Yeraltı "yolları", yerüstü "yolları", "üst" yollar...


Medeniyetin evrensel değerlerindeki "üst yollar" büyük çıkmazı farkedip doğaya dönüşü önceliğe almakta her geçen gün. Medeniyetin kendini "yollarla" aslında yokettiğinin farkında. 

Şu küçücük dünya-doğadan uzaklaşınca, medeniyetin en üstün teknolojik araçları ile kocaman evrende insanın yaşayabileceği bir başka gezegen-doğanın olmadığının farkında. 

"Avatar" bir hayal... (halbuki "keşke olsa" diye çırpındı medeniyetimiz, oralara da yollar inşa edebilmek umuduyla...)


Yolların en çok kesiştiği kavşaklar olan kentlerin metro-mega-ultra olmaları sahip oldukları yol ağına göre tasnif edilmekte. Yolları arttıkça "yıldızı" da artmakta. Doğaya ait ne varsa kapatıldığı/örtüldüğü oranda "megalaşmakta".  

Kapatılan ve örtülen "sadece fiziksel doğadır" sanısı avundurur. 
Kapatılan ve örtülen insanoğlunun avuntusu ise "medeni" olmak, "kentli" olmak, "uzman" olmak, "zengin" olmak...

Tüm kitaplı dinlerin ölümden sonra öngördüğü o "büyük sorguda" ise sınavın içerik tarifi sadece ve sadece "insan olmak"a ilişkin... 

Ruhunun derinlerinde bir yerlerde bu gerçeğin kaçınılmaz olduğunu bilen "medeni" insan içgüdüsel olarak kendi doğasıyla bağını koparmamak için "yolların" mümkün olduğunca az olduğu yerlere atar kendini zaman zaman.  
 Medeniyetimizin  "yollarından çıkma"   ihtiyacına da   "tatil" adını verir.
(hayatın akışında bir ara mümkünmüş gibi...)

Ne kadar "az medeniyet" o kadar "dinlendirici tatil".


Adalara artan ilginin nedeni bu...
"Yol" yok...
"Yol" yok, ya da karada yapılandırıldığı kadar tekin değil...
Tıpkı kendi doğası gibi...


Adaya ayak basan "medeni" insan çarpılır.

Kimi ilk gemiyle kaçar geldiği yere kendi yapılandırılmamış doğasıyla karşılaştığında...
Kimi adayı da "medenileştirmeye" soyunur; tatili boyunca ahkam keserek rahatsızlığından kurtulmak için...
Kimi de tanrısal doğa ile ilişkisini tazeler; yaşama kanallarındaki tıkanıklıklarını açarak "ada müptelası" olur bu tazelenmeyle...
Bu evrensel devinimde insanlar eşit değiller. 
Belki de yaşamın şu zaman kesitinde en şanslı olan "adalılara" gelince,

Hayâlî onlar için söylemiş sanki,
“Ol mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler. "