21 Şubat 2011 Pazartesi

BOZCAADA - DÜNDEN BUGÜNE - Ali ERDİNÇ

Bir ADA düşünün, ana karadan kopuk bir vatan. Ben orada yaşadım, yaşıyorum.
Eskilerde ben o adaya ''BOZCAADA CUMHURİYETİ'' derdim.


      1980 yılına kadar, dalgalar arasında kaybolan sonra yine dalgaların en üstünde belirip yine kaybolan, yani adalıların deyimiyle ''bata çıka seyreden'' 10 metrelik ahşap bir tekneydi ana karayla iletişimimizi sağlayan. Mecbur kalmadıkca adalılar adadan dışarıya çıkmazlardı. Zaten pekde ihtiyaç hissetmezlerdi. Çünki kendi kendine yetebilirlerdi.

Çocukluğumda, İstanbul dan haftada bir ''Bursa'' isimli bir gemi gelirdi, siyah dumanlar çıkartan siyah boyalı bir gemi.. Lüks, kamaralı bir gemiydi. İki gün sürerdi İstanbul yolculuğu...
 
Sonraları daha süratlileri kondu seferlere. Bembeyaz ikiz gemilerdi ''Gemlik ve Ayvalık'' gemileri. Çok lüks çok konforluydular. Karaköy den kalkarlardı. Marmara adası, Şarkköy, Karabiga, Gelibolu, Çanakkale, İmroz (Gökceada) ve Bozcaada uğrak limanlarıydı. Bir hafta ''Gemlik'' bir hafta ''Ayvalık'' gelir, Bozcaada limanı dışına demirlerlerdi. Sandallarla karşılar uğurlardık, şölen havasında.

Ana kara ve gemilerle iletişimimizi sağlayan Halil Yakar kaptandı, ''ruhu şad olsun''.

      Eskilerde üç polis iki bekçi, yirmi kadar jandarma, üç ziraat bankası çalışanı, beş veya yedi belediye çalışanı, bir doktor bir ebe, nüfuscumuz, tapucumuz , iki üç maliyecimiz gümrükcümüz ve liman başkanımız, yani yüzü bulmayan devlet temsilcilerimiz adada bizlerden biriydiler. Emekli olanakadar kalmışları bilirim.

      Bir ada düşünün. 2500 nüfusuyla küçücük bir ada. İnsanlarının hergün karşılaştığı bir ada. Yaşayanlarının kız alıp vermek suretiyle akraba olduğu veya komşu olduğu bir ada. Yaşayanlarının bağ ve balıkcılık işlerini imc ile yürüttüğü bir ada. Yaşayanlarından bir ferdinin Anadolu ya geçeceği zaman bir çok ilaç siparişi aldığı bir ada.

İlaç dedimde aklıma geldi. Eczane nin olmadığı, elektiriğin olmadığı, sokak başlarına belediyenin gaz lambaları astığı, kahvelerde gaz lambalarının evlerde gazlambası ve mumların kullanıldığı, yemeklerin ocaklarda bağ çıbıklarıyla yapıldığı, teneke sopalarda bağ kütüklerinin yakıldığı, bir iki kahvehanede büyük pilli radyoların dinlendiği bir devirdir anlattığım. 

      Sabah gün doğarken bağlara gidildiğinde kahvehanelerin caddelerin hatta evlerin boşluğu fark edilirdi. Çalışkandı Bozcaadalılar.
      
Akşam gün batarken canlılık başlardı sokaklarda kahvehanelerde meyhanelerde. Çoğu zaman evlerde toplanılır, sohbet edilir içilir eğlenilirdi.
     
  HERKES  BOZCAADA DA, YA ABLA YA ABİ, YA AMCA YA TEYZE YA DAYI yada BARBA...

      2500 yaşayanı bilinik simalardı. Kapılar açıktı. Hiçbir kötü olay olmamıştı, olamazdı. Merhaba, yasu, kalimera, kalispera. Selam vermek hal hatır sormak, selam göndermek ''iki gündür görmüyorum, nerelerdesin?'' demek adalıların yaşamlarında ençok karşılaştıkları sözlerdir. Ki, iki gün görememek görüşememek uzun bir suredir. Yaptığı ve beğendiği bir yemeği bir tabağa koyarak komşusuna kadar götüren, açık kapıdan içeriye girerken ''huuu komşu, sana bir tabak ......  getirdim'' diyerek seslenişler sıkca duyulur, görülürdü.

      Bir dini bayram olduğunda, bir cenaze olduğunda caminin en arkasında oturan Rumlar aminlere katılırlardı. Cenaze götürüşlere katılırlardı. Sokrat İncesu başta olmak üzere, Yorgi İzvingo, Mihal, Taki, Vangel Marangoz Rum cemaatinin ileri gelenleriydiler. Türk lerinde Rumların bayram ve cenaze merasimlerine katılmalarına çok şahit oldum.
EVET, KÜLTÜR BU İDİ.

      
Tek tek öz Bozcaada lıları, Türk ünü Rumunu tanırım. ''Sokrat İncesu'' da en iyi tanıdıklarımdandır. Yazıldığı bahsedildiği gibi ''tam müslüman olacaktıki vefat etti. Müslüman olamadığı için hoca cenazesini kaldırmadı, kiliseyede gitmediği için papaz kaldırmadı. Cenaze kokmak üzereydi, papaz mecbur kaldı, kaldırdı cenazeyi'' lafı, küllüyen yalan uydurulmuş bir sözdür.
      
Bozcaada da, o senelerde, Türkler le Rumlar arasında kötü hiçbir olay olmamıştır. Türk lerde aşırı milliyetci kişiler vardı, Rumlardada vardı. Bunlar 3-5 kişilerdi ve önemsenmeyecek kişiliklerdi. Kaldıki onlarında hiçbir olayı olmadı olamazdı... Hep ''olamazdı'' diyorum, çünki ufacık bir taşkınlıkta anlaşamamazlıkta büyükler araya girerlerdi.

      Bozcaada Rumlarının asıl kırgınlıkları İMC usulüyle yaptıkları okuldur. Bu okula el konuldu (bugünün halkeğitim ve sağlık ocağı binaları).
..............................
..........
..............................
..........
      1960 lı yıllarda Adaya elektirik santrali kuruldu. Saat 17 den 01 re kadar kasabaya elektirik verilebiliyordu. Zaten anadolu kasabalarına göre daha güzel olan Bozcaada nın ekonomisinde ve yaşam tarzında patlama oldu. Çavuş üzümü İstanbul piyasasında kapışılıyor çok iyi paralara satılıyordu. Şarap satışınında patlama yaşadığı, rekorların kırıldığı senelerdir 1960 lar. ''Günaydın'' gazetesi o zamanların büyük gazetelerindendi Türkiye nin ve şöyle bir manşeti vardı. ''Kişi başına düşen geliriyle Bozcaada Türkiye nin en zengin kasabası'' diyordu.

      Bozcaada da gelişen tarımı ve sanayii çalışacak işcilere ihtiyaç duyuyordu. Komşu kasabalardan akın akın işciler getirilmeye başlanmıştı. Çan dan, Biga dan, Ezine den, Geyikli den ençok da Bayramiç ten tedarik ediliyordu işciler. İşsizdi anadolu. Öyle bir hal aldıki Bozcaada ya işci akını, Bozcaada için ''Çanakkale nin Almanya sı''denilirdi. Mürefte den, Şarkköy den üzüm istifcileri getirtiliyor buna rağmen işçi sıkıntısıda hep çekiliyordu.


      Bozcaada lıların bütün titizliklerine rağmen tatsızlıklar hafif hafif görülmeye duyulmaya başlamıştı. Kıbrıs olaylarıda yaşanan tatsızlıklara zaman zaman ek tatsızlıklar katıyordu...

      Çalışmak için gelen gençlerin hedefi Bozcaada lı biriyle evlenmekti. Adalı Türk veya Rum oluşlar onlar için fark etmiyordu. Komşu kasabadaki ailelerde çocuklarının Bozcaada lı biriyle evlenmeleri için pek heveslilerdi. Bu hedeflerine ulaşan epey gençlerde oldu. 


Buraya bir ek koyayım. Adalı aileler katiyen, o yukarıda saydığım kasabalara kız vermek istemezlerdi. Vermemişlerdirde. Bozcaada ya yerleşmelerini sağlamışlardır.

      BOZCAADA NIN EN BÜYÜK SORUNU, RAHATSIZLIĞI:
      Bozcaada lılarında en büyük sorunu üzüntüleri, oğlunu bir kızla, kızını bir oğlanla evlendirememekti. Türk lerde bu hususta, yavaş yavaş Anadoluya açılmalar görülmeye başlanmışdı...

Rumlarda bu rahatsızlık daha belirgindi. Kıbrıs olaylarınında verdiği rahatsızlıklarla fırsatını bulan Rum delikanlıları Ayvalık tan Yunanistan a kaçıyorlardı. Gökceada (İmroz), İstanbul Rumlarıda aynı sorunla karşı karşıyaydılar. Bazı Rumlar ''çok rahatsız edildik'' diye anlatırlar gidişlerini. Oysa Adadan kaçışlar çocuklarının torunlarının istikbali kaygısıyla başladı. Bu sadece Rumların kaygısı değildi tüm Bozcaada lıların kaygısıydı. Bunun içinde Türkler de bıraktı adalarını. Rumlar gibi, bağlarını evlerini satıp satıp gittiler adadan. Bugün nesiller boyu Bozcaada lı Türk  (benim gibi) kaç kişi kaldıkki adada?. 120, bilemedin 150 kişi. Rumlardada bu rakam 20-25 kişi sanırım.
      
Bozcaada lı Türk ler giderlerken yazdan yaza gelebilmek düşünceleriyle bir ev bıraktılar. Oysa rumlar gelmemek düşünceleriyle sattılar. Ucuz sattılar. Seneden seneye ödemeli sattılar. Bağının mahsulünün getirisi fiatlarına sattılar. Bu satış furyasından en çok çalışmak için adaya gelenler yararlandı. Rum mahallesi dediğimiz Cumhuriyet mahallesinin tamamı o çalışmak için gelenlerin eline geçti.

      Sonraları Bozcaada keşvedildi. Yine rum mahallesi evleri satışları başladı ve başta İstanbul lular olmak üzere, yazlıkcıların eline geçti.

       BEN:
       Ben, 1947 doğumluyum. Adaya kökenimin nerelerden geldiklerini bilmiyorum. Çünki babam Ahmet Erdinç te bilmiyordu. Bilinen dedeler hep Bozcaada lılardı. Bağcı şarapcı bir ailedenim. Annem İstanbul lu. Sabiha Çalapala (yazar Rakım Çalapala nın kardeşi). Babam Vefa lisesinde okuduğu yıllarda tanışmış annemle. Sevmişler istemişler birbirlerini ve evlenmişler. Annem bir türlü adapte olamadı o zamanların Bozcaada sına. Hep hep İstanbul a taşınmamızdı isteği. 3 evladının orada okumasını yetişmesini isterdi. İstekleri çoğunlukla olmadı. Ayrıldılar. Bu aile içi anlaşmazlık nedenleriyle, çok okul değiştirmek zorunda kaldık 3 kardeş.

       İlkokula Bozcaada da başladık. Okulumuz şimdiki EGE oteliydi (oranın hiçbirzaman rum okulu olduğunu duymamıştım ve hatırlamıyorum). Beşiktaş ta Barboros ta denize 0 Beşiktaş spor kulübü stadı vardı, Şeref stadıydı ismi. Hemen onun yanında yine denize 0 Barboros ilkokulunda devam ettim 2. sınıfıma (sınıflarında piano olan bir okuldu). Daha birçok okul değiştirdim.

Öğretmenlerim, arkadaşlarım sorarlardı. ''Nerelisin?''. Bozcaada lı olduğumu söylerdim. Tuhaf tuhaf bakarlardı yüzüme. Öğretmenlerimde bilmezlerdi Bozcaada nın nerede olduğunu. İstanbul adalarından zannederlerdi. Anlatırdım, Çanakkale boğazı bitiminde olduğunu. Haritada göstermek isterdim, haritalar göstermezdi küçük adamızı. 

       Bozcaada ve istanbul da en iyi arkadaşlarımdandı Apostol Marangoz ve daha birçok rumlar. Bu yüzden okullardaki lakabım Gavur Ali ydi. Kıbrıs olaylarında Makarios oldu Papandreu oldu... 

        İstanbul un çok güzel sinemalarından biriydi, Fatih deki RENK sineması. Lise arkadaşım o sinemanın 4 ortağından birinin oğluydu. Onunla arkadaşlığım sayesinde sevdiğim işi seçtim. Babama sinemacı olmak istediğimi söyledim. Babama ve Bozcaada ya özlemimide ekleyerek birazda duygu sömürüsü yaptım. 
Bozcaada belediye başkanı rahmetli Yahya Göztepe nin yaptırdığı bugünün Üniversite ve işhanının olduğu binayı ihaleyle kiraladık. Çanakkale yöresinin en lüks sinemasıydı. Yıl 1966. Artık sinemacıydım. Harika filmler getiriyordum İstanbul daki arkadaşım sayesinde. Sinemam dolup taşıyordu. Bozcaada nın tek eğlence merkeziydi. İnsanların kaynaşmalarını sağlıyordum. Sevgililerin bakışma işaretleşme yeriydi, sinemam... İstanbul da çıkan, tutulan arajman müzik plaklarımla, batı müziği plaklarımla insanlarımın müzik sevgilerini geliştirdiğime inanıyorum. 
O zamanlarda vilayetimiz Çanakkale de bile olamayacak Yıldız Kenter tiyatrosunu ben adamıza getirmişdim. O zamanların en ünlü aktörü Cüneyt Arkın lı ''Fatihin Fedaisi Kara Murat'' film çekimlerinin Bozcaada da gerçekleşmesini ben sağladım ve Cüneyt Arkın ın hayatının ilk galasına ben (yazlık sinemamda traktör römorku üzerinde) çıkarttım. Makinistim Ligor Gogooğlu ydu. Şimdi Atina da, kulakları cınlasın. 
       İstanbul a gidiyor, babamı ve Bozcaada yı özlüyordum. Bozcaada ya geliyor, annemi ve İstanbul u özlüyordum. Rahmetli kardeşim Fahri Cevat Erdinci ve Ligor Gogooğlu nu sinema işletmeciliğinde iyi yetiştirmiştim. Yıl 1968, İstanbul a  Cihangir e yerleştim. Yeşilçam da Erler filmin tam karşısında film şirketi açtım. Üretilen filmlerin bölge satış haklarını alarak sinemalara dağıtım yapıyordum. Adalı arkadaşlarımın çoğuda buradaydı. Divyen (Beybi) Popi Atina İzvingo kardeşler, Apostol Marangoz, Partenopi İncesu, Eleni, Vasiliki, Yorgi vb.(ölenlere rahmet diliyorum, yaşayanlara sevgilerimi iletiyorum). Bir ayağımız İstanbul da bir ayağımız Bozcaada daydı.

       AYAZMA ŞENLİKLERİ: Benim Rum büyüklerimden edindiğim bilgiyle Ayazma şenlikleri içeriği bugün anlatılanlar gibi değildi. Yani bir aşk ve babanın kızını hapsi sonucu ortaya çıkmış bir Ayazma manastırı değildi bana anlatılanlar.

Bozcaada (benden öncede, gençliğimdede) bağcılık şarapcılıkla geçinen bir kasabaydı. Merkep ve atlardan başka hiçbir vasıta yoktu. Kasabada evleri olan bağcıların bağlık kısımdada bağ evleri vardı. Bu bağ evlerinde tavuk koyun keçi, sebze meyva yetiştirilir hemen yanlarında bulunan harman yerlerinde harman sürülürdü....


Hepsinden önemlisi bağ evleri bağlarına yakın olduğundan, ilkbaharda bağların bakımının en çok yoğunlaştığı mevsim olduğundan oturum tercih edilirdi. Hatta öylesine tercih edilirdiki kasabada kimse kalmazdı.
Akşamları yollarda gezinti olur, belirlenen bağevlerinde toplanılır, yenilir içilir eğlenilirdi. Sabah gün doğarken herkes yine bağlarına giderdi. Çoğu zaman bağ tımarları İMC usulü olurdu.
Bozcaada bağlık kısmında yaşayanların ibadetleri için muhtelif semtlerde manastırlar vardır.
Paraskevi de zengin bir ailenin kızıdır. Bir dileği gerçekleşince Ayazma da manastır yapılmasını ister babasından. Sanırım birazda konumu itibariyle ibadet için ençok tercih edilen bir manastır olur. Ayazma koyuna yakınlığıda bu tercihlerde rollüdür.
26 temmuz koruğun üzüme dönüştüğü günlerdir ve deniz mevsiminin Ayazmanın en güzel zamanlarıdır. 25-26-27 temmuz sabahları Pareskevi manastırına gidilir, dualar edilir...
       Dualar özetle şöyledir.
       Allahım, bütün bir yıl çalıştık. Bağlarımıza elimizden geldiğince iyi baktık. Mahsul sayende gözüktü. Onu koru besle Allahım. Çabalarımızın karşılığını ver Allahım. Bizlere hayırlı satışlar nasibet Allahım. Gibi, dualardan sonra özel dualar edilirdi...
Manastırdan çıkan çınarların altında, piknik vari yerlere serili halılarının üzerine otururlardı, blog blog. Tam ortada sofra ve envai çeşit mezeler içkiler.
Eskilerde, Bozcaada mızın keman ud kanun çalgıcıları vardı. Bunlardan biride rahmetli Vasil ağabeydi. Çınarların altındaki orta alan dans pistiydi ve hiç boş kalmazdı. Çok güzel çalarlar çok güzel eğlendirirlerdi. Bu eğlenceler sabahlara kadar 3 gün devam eder giderdi.
Çift oluklu çeşmenin hemen yanında buz gibi suyu olan bir havuzu vardır. Her katılımcı karpuzunu kavununu içkisini orada soğuturdu. (İnanırmısınız kimse kimsenin bostanını içkisini ellemezdi).
Arada isteyenler Ayazma sahiline, denize inerdi.
Ayazma sahiline inişte o yamaçlar at eşeklerle öylesine dolardıkiiii, park edecek yer bulamazdınız. (Şimdilerde onların yerlerini arabalar aldı).
       BOZCAADA EĞLENCELERİNDE VE DÜĞÜNLERİNDE DANS:
Ayazma eğlencelerinde ve düğünlerinde en çok çalınan söylenen müzik SAMİOTİSA ydı. Basit bir dans tarzı ama rumlarda öylesine figürlerle bu dansı süsleyenler vardıki. Mesela Fransaya göç eden Sutir sanırım en güzel oynayandı.
       AYAZMA EĞLENCELERİNDE DANSIN ÖNEMİ: 
       Samiotisa çalmaktadır. Topluca edilen bir dans türüdür. Biraz halay çekme gibi. Sevgilisini veya sevdiği kızı dansa kaldırır Rum genci. Dans pistinin kenarında, erkeğin elinde beyaz mendil, beklerler. Dans topluluğunun sonundaki kişi, ancak iki dönmeden sonra, kenarda bekleyen çiftleri dansa dahil eder.
       Derlerdiki Rum genci sevdiği kızı bir dansa kaldırır, iki dansa kaldırır, üç dansa kaldırır. Bu hareket ''ben seni seviyorum ve seninle evlenmek istiyorum'' demek oluyormuş. Üçüncü dans ediş sonunda kız beyaz mendili alıp giderse ''bende seni istiyorum'' demekmiş. Evet o yıllarda dansa kalkan çiftlerin kaç kez dansa kalktıklarını sayardık ve kızın mendili alıptamı yerine döneceğini merak ederdik. :)) Aslında dansa kaldırdığı zaten sevgilisidir. Adalılar bilir sevgili olduklarını. Güzel olan orada ilan etmeleridir.


5 yorum:

Adsız dedi ki...

Sayın Ali Erdinç'in paylaştığı anılarına çok teşekkürler, sonundaki müzik kahvenin üstüne ağıza atılan akide şekeri gibi geldi...........
Yazanın,yayınlayanın ellerine sağlık........
Aydan Akgezer

Adsız dedi ki...

ÇOK GÜZEL ANLATMIŞSINIZ YÜREĞİNİZE SAĞLIK ALLAH ADADA YAŞAMAYI BANADA NASİP ETSİN BEN AŞIĞIM BOZCAADAYA HERGÜN BAKARIM HAVA NASIL DİYE RUHUM ADAYLA HUZUR BULUYOR...

Adsız dedi ki...

Bozcaada hakkında okudğum en iyi yazılardan biri gerçekten.Ellerinize sağlık Sayın Ali Erdinç.

clea dedi ki...

Dimağınıza sağlık...hatırladıkça yazın,yazın...Biz de keyifle okuyalım,analatalım,çoğalsın...

ada rüzgarı dedi ki...

Kaleminize,yureginize saglik Ali Abi.. Siz yazin biz zevkle okuruz